O tarihte, (Ayakapısı) civarındaki Gül camisinin (Yaman Hafız) adında bir müezzini vardı. Bu adam, bütün 22- Manını Yemiş iskelesinin çardaklı meyhenelerinde geçirirdi. Ve müte - Mmadiyen sarhoş gezerdi. Fakat garibi Şurasıdır ki, bu sarlhtoşluğunu maha - retle gizliyen bu adama (meczup), “(deryadil) nazarile bekılır.. hattâ bu sefih yobazın canlı bir (evliya) oldu- ğuna hükmedenlere bile tesadüf edi- irdi. Halkın oshil zümresi tarafından şı - Mmartılmış olan bu sarhoş, son zaman- larda içkinin verdiği cür'etle. abuk sa- buk bir takım sözler söylemiye başla - muştI, Yaman Hafız, devlet erkânı ve saray ricali hakkında ağzına gelen sözleri söylüyor. bütün bu sözlerde basit dü- yünceli insanlar arasmda hakikat te - lâkki ediliyordu. Muhalifler, bu adamı çarçabuk ele geçirmişlerdi. Ve ona, yeni bir dediko- du mevzuu vermişlerdi: Şimdi Yaman Hafız meyhane wmey- hane dolaşıyor. garib bir hikâye anla- tayordu. Bu hikâyeye nazaran, Gül camisi i- Mamının (Hasena ve müstesna) bir kız; vardı. Bu kız, gene o mahllenin #akinlerinden yeni yetişme bir hafıza hikâh edilecekti. Fakat kızın (hüsnü Cemali), nasılsa saraya aksetmiş. bu da, padişahın iştihasını tahrik etmiş... Bir gece sultan Selim, tebdil kiyafetle Ayakapısı civarına ( geçmiş. imemn €vinin etrafında dört dönerek, kızı gör- Mek istemiş Kız, evin alt katındaki odada çık Ün, bacaklarmın arasma alarak i “öeriyormuş. Perde aralıkmış. Padi - $ah, bu perdenin aralığından bakmış. Kızı görür görmez, (bin can ile âşık ) olmuş. ve o dakikadan itibaren de bu kız ile (Hem bezmi vesal) olmayı, zih- hine koymuş... Ertesi gün, imam efendiye baltacılar Eöndermişler. Saraya (o celbettirmişler, kızımı, padişaha gözde yapmak iste - Mişler... Fakat imam efendi, son de- Tece dindar ve (şer'i şerif)in bütün hü- Kümlerine mutlak olarak, tarafdar una binaen: — Ben kızımı nikfihsiz nin koynuna veremem. Eğer pa- dişah isterse, Allahin emri, peygambe- Yin kavli ile nikâh edip alır, Yoksa, ilemi veririm, kızımı vermem. Diye, ayak diremiş. ç vm üzerine padişah gazabe gel - E olarak hiç — Hoşunduk.. imamı koyuverin, git- SİN. yapacağımı, ben bilirim. Demiş. İmam, dönüp evine gelmiş. fakat İçine de bir korku girmiş: Aaramış, taramış.. kızına benzer bir kâra kızı bulmuş. bunu, evine almış. ndi kızını da, Eyübsultandaki bir ak- Tabasının evine göndererek, orada sak- Yemiş... iy dan, beş on gün geçmiş, Bir gere m efendi yatsı namazına gitmiş. Ka z kıldırmakla meşgul iken, evin bisi çalınmış. evdeki kız, imam e - İİ hamazdan döndü, zannederek Piyı açmış, M2 önde içeriye yeniçeri kıyafetinde Pkaç kişi dalmış... Bunların arasında an kıyafetine girmiş olan, padişah İm de ağalar, derhal kızı yakalamışlar. ni tıkamışlar.. omuzlerina yükle. grek evden çıkarıp kaçırmıya başla- ağa Fakat biraz sonra, kizin korku” v. vefat ettiğinin farkına varmışlar. aw, vun biruh cesedini Gül camisinin Malan getirip tenha bir köşeye bi- İnam efendi, namazdan sonra eve Betmiş.. Bir de bakmış ki, ortalık kar- Tişık.. kız da ortada yok... Yarar, ağ İşi anlamış. Sakalını eline a- Bünd, üşünmiye başlamış... Korku - inş an. meseleyi meydana çıkarama - CE SULTAN YA Hafızın hikâyesi | Ertesi günü cami avlusundaki cesedi görmüşler. İmam #fendiye haber ver - mişler.. imam, işi üzerine almak ve kızı tanımak istememiş.. kendi oevlâdının yerine kurban giden bu zavallı kızca- ğızi, avlunun bir köşesine defnetmiş. Gene o gün saraydan tebdil kıyafetli bir haseki gelmiş. İmama bir kese altın vermiş: — Nasılsa bir kaza oldu... Zinhar, kimseye ağzını açma... Eğer bu sırrı ifşa edersen, gürültüye gidersin. Yok eğer dilini turfarsan, rahat rahat oturup bu altınları kıtır kıtır yersin. Demiş. İmam efendi, bu tehdidden o kadar korkmuş ki, hiç bir Allahın kuluna, bu meseleye dair (harfi vabhid) söylemi - yeceğine yemin etmiş. Zavallı imam, bu yemininde duru - yor. Soranlara, hiç bir şey söylemiyor. Hattâ, meseleye vâkıf olup da kendisi ne; Geçmiş olsun... Diyenlere 'bile: — Yahut. Ne oldu ki geçmiş olsun. işittiklerinizin hiç birinin aslı, astarı yok... Kızım, aslan gibi evimde duru- yor. Bugün n da, Allahın izni ile nikâhını kıyacağız. Diye, cevab veriyor... Fakat ben, caminin müezzini olduğum için, işin iç yüzüne vâkıfım... (Padişah) başımızda taşıdığımız bu adam, kıpkı- zil bir kanlı katilden başka bir şey de. Bildir. * (Yaman Hafız) in bu masah, bir zeytin yağı lekesi gibi gittikçe genişli- yor. ve halkın ağzında gezdikçe, baş" ka şekillere giriyordu. Bu dedikodular artık o kadar #btizal lini alm ki, Karşıyakaya da sira- yet etmiş! Galata ve Beyoğlunda 0- turan frenkler arasında bile, adeta ina. nılamıyacak bir hâdise şekline girmiş- ti. (Arkası var) Hikâye: Alıyorsunuz değil mi ? (Baştarafı 12 nci sayfada) genç karısını evde bırakıp bu tenha bahçede yeni bir macera aramağa gelen ukalâ beyefendi mi söylüyorlar? Hayretle irkildim, kadın neredeyse, beklediğim kadının ismini de söyliye- İcekti! Soğukkanlı görünmeğe devam © derek: — Takminlerinizde (yanılıyorsunuz, dedim, &ocanıza kızğınlığınız sizi fazla üzmüş, bedbin yapmış, lâkin... — Benim kocam muhterem bir adam- dır. — Çünkü çocuklarınızın babasıdır. — Evet. çocuklarımın babası ve er- «Bilâkis» di: — Ben düşündüğü gibi konuşan bir ss adamım Evvelâ cevab verin: Siz hiç ço- cuk doğurdunüz mu? Üstüme atılmak istiyen bir hali vardı. yüzü eltüst olmuştu. Onu teskin için lâtife yapmağa ç am: — Elhamdülillâh bugüne kadar baş- ma gelmedi hanımefendi! dedim. — Tabil doğuramazsınız ve bilmezsi- niz. Bilşeniz dünyanın hali başka türlü olurdu. Ana bir yaratıcıdır beyfendi, & zin bor gördüğünüz bir hayatı aylaren karnında kenile Felsefeyi durdurmak için ettim: — Çok çocuğunuz oldu değil mi? Mukaddes bir şey gösterir gibi, hür- metle, karnını işaret etti: Ben tam dört çocuk doğurdum beyfendi, Üçünü istediğim gibi büyüt- tüm, kimseyi Onlara karıştırtmadım. Hattâ babalarını bile,. zaten babalarının benimle, battâ onlarla bir alâkası yoktu ki... — Alâkası vok muydu? Anlamadım? Ani bir feveranla hıçkırdı: — Ukalâ irerif! Karşında fahişe yok... Biraz ruhtan anle, kelimelerin hakiki manasma dikkat et!... Sonra isyanı durdu, çehresi gene eski sakin ve gamlı maskesini takındı. Hiç €sef duymadan rahat rahat itizar etti: — Affınızı istirham ederim beyfendi, deminki sözleri istiyerek söylemedim. Daha doğrusu ben söylemedim, anliyor- sunuz değil mi? Nasıl anlamazdım? Başımla tasdik İ- şareti yaptım. O, kafasını bir omuzuna dayayarak gözlerini kapadı. İki damla yaş, bu kirli yüzden koşuşarak aktı. Şimdi, durgun bir sesle, uykuda gibi, yavaş yavaş anlatıyordu: — İlk çocuğumu sevinçle, ötekileri kep ümidle doğurdum. Kucam gene bana gelecek ümidile... Halbuki her yeni do- İğan, aramızdaki mesafeyi açıyordu. Ben müdahâle — Hayır! Hayır! diye bağırdı... Bunu, | defa daha yeni evli olma: demek isterken, kadın ye-| rinde doğruldu, kaşlarını çattı ve bağır-| İNe yapsın kızcağız, esni koca her hamile ve lohusa oldukça kocam bir saadeti buluyordu. Çocuklarının anasına derin bir hürmet ve şefkat gösteriyor; lâkin başkalarına gönlünü, bana neslini veri- yordu. Bana lâzım ulan bü değildi. Çok çalıştım, higbir şey onu bir daha geri ibilâki, çocuğumu sonra, ümidlerim büsbülün k deri derin bir rızâ İle karşılad ikâyet camla kesim. O vaktile çocuklarımın babası olan, $ sadece evimin dışarı işlerini gören bir adamdı. On sekiz senedir onu görmemek ve yüzümü ona di P N doğurduktan i. Ka- arım beyfendi... Fokat bu kadarla bitinedi iş... «İnun ç İduğu aslan bulunan ve çaldıkça da bü- karısını evime de getirdi. İ zilletinden ayrılmamak içi etmiyeceği şey yo tahammül ettim; Hattâ eşime güler yüz de mn, İstemiş, dört çocuklu adamla evlenmeği göze al- mış. Kim bilir, belki o benden daha çok acınmağa Jâyıktı. i Nihayet kavgalar gecikmedi. Ters ters | bakışlar, sert seri söy-enişler, münaka- alara, mahalle karisi k: “, saça dövüşmelere irikilâb e Yejde, ede saç it fakültesinde bunları mı tahsil etmiştim? Müşterek efendimiz, kavgalarımızı, Köpeklerinin “dalaşmasını zevkle seyreden bir sığır çobanı keyfile rdu! yet bir gün beyfendi (bir mumya gibi kapırdanmadan Konuşan O kadının, göğsü hınçla şişip iniyor; vakit vakit bir çlit gözyaşı, kavruk çehresinde seke seke köşuyor) saçlarımızı yolarak, yüzlerimi- zi tırmalıyarak birbirimizle öyle giriştik ki, ah ve vahlar, vaveylâlar içinde ma- salar devriliyor, sandalyalar kırılıyor, camlar parçalanıyor ve mahalleli ile 30- kaktan geçenler bu rezelet hengâmesizi seyrediyordu. Bu, kaç dakika, Oo yahud kaç saat devam etti, bilmiyorum. Eşya enkazile dolan odaya dalarak zil gibi bir feryad koparan hizmetçinin gürültüsile fırtı birdenbire durdu ve biz lü mel'ün kadin, ikimiz birden kudurmüş gibi uluduk. (Kadın yerinden Hopladı. Görleri dehşetle büyümüştü ve korkunç bir sahneden kurtulmak ister gibi kolla rını uzatarak haykırdı). Devrilen beşik- ten mangala düşen beş ayhık yavrum yas ıp kor olmuştu beyfendi! Anladınız m şimdi?» Okuyucularım belki hikâyeyi o tuhaf bulacaklar. Hemen Hatırlatmalıyım ki, anlatan, aklını aldırmıştı. oSaçmaların- dân kalbur üzerinde bunlar keldı. Lâkin, kadının kendisi de dahil olmak Üzere içindeki faciaları anlıyorsunuz değil mi? diye, i retlerine gittm ve ket İyeden Faslı şel HİLE 16 ncı asırda İstanbula gelen Bohemyalı Baron Wratislaw 'ın hatıraları: 18 Türkçeye çeviren: Süreyya Dilmen Ferhad paşanın esmer ve sevimsiz yü- zünde tebessümler husule getiren ve hiç şüphesiz yüreğini de meserretle, neşe ile hoplatan hediyeler şunlardı: 3000 kuruş, iki gümüş yaldızlı su tes-| tisi; leğen; iki büyük yaldızlı tas; iki, üzüm salkımı gibi, yaldızlı büyük su! maşrabası; iki büyük gümüş yaldızlı kova; iki büyük su surahisi; yaldızlı at şeklinde ve atın üzerine başında bir ok bulunan bir 'Türk binmiş büyük bir saat; gene büyük dört köşe ve üstünde saat çaldıkça ağızlarını açan iki adam bulunan bir çalar saat; bir Türk gürzü- ne benziyen, müseddes şekilde bir top /'“uvarlak) ki içinde çalar bir saat var- d. 'n Ferhad paşadan sonra vezir Mehmed paşaya gittik. Bu paşa müteveffa padi- şahın baş berberi hizmetini ifa etmişti. Bunun elini öptükten sonra imperyal majestenin 1000 kuruş; gümüş yaldızlı bir leğen, bir ibrik, etrafı muhtelif de- niz hayvanı kapuklarile müzeyyen ve deniz atı biçiminde büyük bir saatten ibaret olan hediyeleri sunuldu. Bu zetle de biraz konuşulduktan sonra hana avdet eyledik. (Bu adam da son. radan müslüman olmuş bir Macar idi). Başka bir gün de daha “iç paşanın ve doğum itibarile bir Hırvat ve padişahı, kızlarından birinin kocası olan bir ça- vuşun; gene âslen Hırvat İbrahim pa - şanm; Mesinali bir İtalyan odönmesi olup o zamanlarda" (Kaptanı Derya) yani Osmanlı donanmasının (baş a- ulunan Cağala paşanın ziya- dilerini âdet ol - duğu şekilde selâmladıktan sonra bun. ra da biner kuruş; gümüş yaldızlı » leğen; gümüş yaldızlı ve ay bi- çiminde birer surahi; ikişer büyük ve çifte yaldızl tasları; İngiliz köpeği linde birer saat ve üzerlerine birer Türk binmiş at ve bu- rdında başka bir Türk rakib ol. irali) ka sağa, sola müteharrik birer çalar *İsaatten armağanlar takdim iDaha küçük ba rilmişti. İ Ben ko-! tün bunlar hareket eden ve atların a- yakları eşinir gibi, gözleri de her daki. olundu. memurlara da elçi efendimizin kâhyası ve tercümanı ta- raflarından da basit bazı hediyeler ve- İKİNCİ KISIM İSTANBULDA İMPERYAL ELÇİLİK KONAĞI Yukarıda kendilerinden bahsettiğim Türk vezirlerine hediyeler Osmanlı imparatorunun; içinde bir çok krallıkları, prenslikleri ihtiva eden peniş ülkenin idaresini tanzim eden, zekâlarile, dirayet ve kiyasetlerile bu büyük imparatorluğun bütün işlerini jçeviren bunlardır. Bu rical, yaşadıkları müddetçe şeref ve itibar içinde hayat geçirirler. Fakat bu dünyadan göçer göçmez de her şeyleri «milyonlar da olsa bütün ma) ve mülkleri impara - torluk hazinesine intikal eder. Çünkü padişah onlara der ki: — Sen ki benim adam:msın, kazan. dığın bütün servet benden kazanılmış- tır ve sen fevt olduğun zaman tâyik olan budur ki benden alınan bu servet tekrar bana dönmüş ola!» Bunların çocukları, babalarının ölü- münden sonra toprak gibi gayri men. kul emvale t is etmiyorlar. Meğer ki babaları sağlıklarında bunlar için gizlice para biriktirmiş veya kendile- tini devlet memuriyetlerine yerleştir. miş veyahud padişahtan bunlara maaş tahsis ettirmiş olalar.. Gerek İstanbulda bulunduğum 2a - man ve gerek Osmanlı diyarmın diğer "bölgelerinde gezdiğim esnada Türk 6 larak doğmuş tek paşaya tesadüf et - mediğim gibi bu sıralarda öz Türkler. paşa bulunduğunu da işitmedim. bunlar ya hiristiyanlardan dev $irilmiş veyahud çocukluklarında Törk lerin eline esir miş ne göre, Cağuala paşa, on iki yaşında bir çocuk bulunduğu sırada, babasile bir- likte bir deniz savaşında Türklerin eli. ne geçmiş ve eğer ken vanlı ğı kabul ederse babasının serbest bıra- kılacağı teklifile karşılaşmış babasının #rürriyetini temin için bu teklifi kabul eylemiş bir a dır. ve sırf (Arkası var) İstanbul Altıncı Noterliğine: İkdam gazetesinin bütün sermayesi, gazete Onvanına terettüp eden bütün hukuk ve itirazat 22 Temmuz 1989 dan itibaren İstanbul altıncı Noterliğince musaddak satış mükavelenamesi mu- cibince bana temlik edilmiş ve key» fiyet müşterek bir istida ile İstanbul Valiliğine de malbuat kanunu icapları bu tiç paşa ve daha birçok Osmanlı devlet adamları; ya çocukluklarında veyahud gençliklerinde esir edilerek islâm dinine geçirilmiş ve kendilerine islâm terbiyesi verilerek yetişlirilmiş adamlardır. Bütün bu insanlar, horisti. yan ana ve babadan gelme ve bunlar - dan birçoğu da hıristiyanlar arasında ve hıristiyan dininde bir hayli müddet yaşamış olmalarına rağmen gene hıris- tiyanlara karşı daha şefkatle ve dos. tane muamele etmekten uzak bulunu- yorler. Hayret ve dikkate şayan olan cihet; bütün bu gibi adamların devle- tn en yüksek idare makamlarını işgal etmekte bulunmalarıdır. (1) Bin bir tarihine gelince-ki Macar seferlerine ibtidar olundu. Beç kralının bö- her sene sikkeli halissi enkerusiye otuz üç bin altını gelirdi. Bundan gayr! on, on beş kıt'a avanii sim kâfiri leğence ve ibrik ve kupalar ve kadehler ve bir Ikl üç saat götürüp gelen elçi takbü payel serir âlem masir ile müşerref oldukla bediyesi deyu çekilirdi ve #oiida uhtergene geldikte usturson beyine bin, kuruş ve bir iki kupa ve kadeh ve Bu- din beylerbeyine üç bin kuruş ve birkaç kupa ve kadeh ve tüfek matla ve bir Ki kule saa? Ferhad paşa merhuma getirdiklerinde tim. İli yıllık haraç olmakla salri dahi Yrişer kat idi, sayfa 184 dahilinde bildirilmiştir Binnetice 22 Temmnz 1939 dan iti- baren Ali Naci Karacan'ın mezkür gezetenin sermayesi, gazete ünvanına terettüp eden hukuk ve imtiyazatile hiçbir alâkası kalmadığı cihetle key- fiyetin Son Posla gazetesile ilânını İsterim. ADRES: İstanbul Cağaloğlunda - Nuriosmaniye caddesinde 54 Numa- rada Son Telgraf gazetesi sahibi: ETEM İZZET BENİCE Hazır Motörler Fabrikada ve depomuzda şu motörlerimiz hazırdır ; 8 Beygirlik dizel deniz motörü 60 » » kara 75/90 deniz » 240 deniz » Başka beygir (O kuvvetinde her cins benzin ve mazot motör hak- kında sipariş kabul olunur. Adres: Nuri Beler ve ortağı Galata, Nordştern han 8-4 Tel: 42821 Telgraf : Nubol - İstanbul , » » ii. Sa EĞİL ağ akin aim eğ ei 2