Ankaradaki tiyatro ve opera 4 Mayıs 13, | mektebinde bir müsamere Yazen : Halid Fahri Ozansoy bir! Ankara neşriyit kongrem azaları, akşam, «Ankara Tiyatro ve Opera mek- tebis ndeki bir müsamereye çağırıldık. Maarif Vekâlet'nin bu daveti, bizi iki si-| hetten memnun etti; Birincisi, bu mek- tebin üç yıl zarfında neler yaptığını, n&- sil hazırlanmakta olduğunu ilk defa bir müsamere şeklinde görmeğe davet edili-| gimizden duyduğumuz pek haklı bir se- vinzti. Memnüniyelimize ikinci sebeb de, bu vesile ile bü mektebden bahselmeğe| imkân buluşumuzdu. O akşam, Cebecideki mektebe, eski «Musiki Muallim Mektebi» ne gittik. Bu gidişimiz, mektebin ismi ve gayesi değiş-| tikten sonra, ban edebiyat muallimi ar- kadaşlarımla orasım senelerden sonrs ikinci ziyaretimızdi. İlkinde, sekiz yıl ev- vel, Edebiyat Muallimler: Kongresine iş tirak etmek üzere o güzel binada yirmi| gün misafir olmuştuk. İ Müsamere salonu bizden evvel gelen| davetlilerle dolmuştu. Maamafih ön sıra- da boş yerler vardı. Orada kendimize bir yer bulduk. Sahneye bu yakınlıktan ay- nca bir neş'e duydum. Talebeleri, bütün mimikleri ve hususiyetleri ile istediğim gibi tetkike 'mkân bulacaktım. | Bir müddet sonra, müsamerenin başlı. | yacağı suat başı gelmişi Önce, tiyatro Mmütehassısı olan bir Alman, Mösyö Bravn, almanca biraz uzunca süren mü» kaddemesile bize mektebin ve talebenin faaliyeti hakkında izahat verdi ve yanm- daki mektebe mensub bir zat, bu nutku cümle cümle türkçeye tercüme etti. An- ladık ki, bu akşam böyle bir müsamere tertib edeceklerini evvelden bilmiyorlar- | mış, o gün birdenbire emir almışlar ve acele bu müsamereyi hazırlamışlar. De- mek ki, bilhassa hazıri nış bir temsil fle karşılaşacak değiimişiz. Göreceğimiz ve dinliyeceğimiz müzikli ve müziksiz temsil parçaları, sadece, talebenin o ara-! hik çalışmakta oldukları ders elemanla-| rından bazı nümünelermiş. Üstelik, şunu imişiz ki, talebeler, hem bu defa Istidadiarım gösteriyor- larmış (çünkü asıl çalışma atelyeleri mektebin daha ufak bir salonu olan bı K ız ve erkek, otuz kadar çocuk hep birden ayağa kalktılar. En kabası dokuz, on yaşını geçmiyordu. Uçları mürekkebii, tebeşirli parmakla - rını insiyak! bir hareketle, kurşun! ön- Miklerinin göğsüne: sürerek, sildiler. Sıska, cılız vücudler dikildi. Biribirini tutmıyan falsolu, çatlak seslerile, hep bir ağızdan İstiklâl marşının fik (ki kıtasını söyledikten sonra sustular. Ders bitmişti. Sınıfın çimento döşeli zemini, otuz çift ayağın şamatasını bir müddet ak - settirdi. En son çıkan çocuk kapıyı gü- Tültü ile kapadı. Ortalığı derin bir sü - küt kapladı. Muallim fes aldı. Kürsüden aşağı hücumile zonklıyan başını te ya arzetm rıda iki çocuk Çe belki de — Rahmi! Tahir! Utarmıyor mı Socüstünde v «: ara seslendi kayım? ,? lanan çocuklar u » ribirlerini ko yarak so - Ahmed Ercan pencerenin kenarına dayandı. Yosun tutmuş bir muazzam satıh g alabildiğine uzanan, he - zer | Ahmed Ercan, derin bir ne- |Sonra yavaş yava indi. Kam Jalışmıştı. Şimdi ka bir yerind fa olarak böyle bir kalabalık karşısında görünüyorlarmış. İşte, müsamerenin pro- logu bu suretle bize bunları öğretmiş olu- yurdu. Doğrusu, kendi hesabıma, Alman pro- fesörün iki kelimede hülâsa etmeyip te bu kadar uzattiği bu nutuktan pek o ka- dar haz duymadım. Ayn! zamanda içime bir korku da geldi: Acaba, dedim, tale- beler hasıl? Profesör, önceden bizi onlu rın zâflarını görmemeğe mi davet ediyor? Fakat sırasile, kâpalı perdenin önünde, geniş rampa konulup kaldırılan basit se dir, koltuk, masa malzemesile talebelerin hüner ; Şimdi gittikçe dikkatım artıyor, heyecanım Zi- yadeleşiyor ve bütün salonu (dolduran davetlilerle beraber, ben de, programın her parçasi bittikçe alkıştan avuçlarını patlatıyordum, Zafer kazanılmış, Tiyat- ro ve Opera Mektebinin bu tiç yıl sonun- daki imtihanı umduğumuzdan büyük bir netice vermişti, Bunun içindir ki, bu haf- ta bu makale ile o müsamerenin bir bi- lânçosunu kaydetmeği kendime (zevkli bir vazife biliyorum. Program sekiz parçadan mürekkehdi: 1. — Palyaço operasından prolög. — 2. Bastien ve Bastienne. — 3. Yeşil papa ğan. —& nlonsel solo. — 5. Haydud- lar — 6. Cürüm ve Ceza. — 7. Satılmış nişanlı operasından dün. — 8. Hamlet, Şimdi sırasile anlatayım: İ — Palyaço operasından prologda, ü- çüncü opera sınıfında; i bir istidad leyman Tamer, nüyor. Sesi mü- d ve bâzı notlarda müessir denecek ar işlenmiş, Yarınki Türk operasında kıymetli bir eleman olacak. 2 — Bas yaşında iken yazıp bestelediğ: pasto- ral bir musiki saynetidir. Ru parçanın temsili le yalnız Mozart'ın musikisi de Bil, ayni zamanda bu musikinin o Türk dili ile nasıl imtizaç ettiği de gösterilmek istenmiştir. Eserin basit mevzuu, bir köy- lü kızının bir köy delikanlısına aşkı; bu aşkına mukabele görmemesi ve kızı se ven bir başka delikanlının onu ke: y Yeni m ve Bastienne, Mozart'ın! imiş), hem de gene ilk de-| cefbedebilmek için bu kır çiçe ğine şuh olmağı tavsiye etmesidir. Bi suretle kı- zın sevdiğini kıskandırması kabil olacak- tır. hakikatte ise öteki genç bu vaziyeti kendi hesabına & İşte mevzu bu kadar sade bir şey. kadar tatlı bir müzik lo, insan dinlemek-| ten usanmıyor. Bu küçük parçadaki k lü kızı rolünü oynıyan Rabia Erler n yet on altı on yedi yaşlarında, çok sevim- ak bir hüzün | i bir yüzü var. Sesi yu dalgası. Yürüyüser!, hafi? dans adımle- fi cidden güzel. 'Tahındanı kuzusuna mu-| #iki #le hitabları, terennümler: bütün d'n- Wyenleri büyüledi denebilir, Bu genç kız,! eride mükemmel bir artist olacak. bil | hâssa subret rolleri ovnamağa, gerek vü-| cudünün vfaktefek oluşu, gerek tavırla: | rinin inceliği ile pek müsaid görünüyor. | Kolas rolünde Ruhi Su mükemmel bir köylü itpi olmuştu. Sesi İvi müş, Yalnız müziksiz yerlerde, konuşur- ken; bazı telâffuz hataları yapıyor. Bunu düzeltmeli. Mimiklerde biraz mübalAğalı. Bastien ro) a san'atkâr) ola yetle iktifa daha çalışırsa iyi bir « bilir. Bu kadar az müve etmemelidir. 3 #inin Fransız ihtilâlı esnasında bir mey- hanede geçen tablosudur. Muhtelif tipler bu meyhaneye geliyorlar, İçiyorlar, hay- kırıyorlar, nutuklar (söylüyorlar. Çok canlılık istiyen bir sahne. Maamafih, mektebin bu temsile seçilmiş olan tâle-| belerinin hemen hepsi muvaffak oldular, Meyhaneci rolünde Salih Csner m mel, Mektebin üçüncü tiyatro sr bu sene çıkacak en iyi talebesi diğer rollerinden de anlaşılan Ten, ihtilâlei Grosse ro nasile gev. bir nutukçu. ri bü ve bakışları tesirli | Sesi biraz, geçen sene nihayetine kadar hocaları olan Ertuğrul Muhsir andırıyor. Belli ki üstadının den kurtulamamış. Fakat bugün için 'yı bir tesir. Zamanla. seste de daha şahsi o ur, Çünkü bu genç. hakikaten bu yaşla me n mix ğu | Ertuğrul de tam m Hareketleri ilke Edebi Romanımız: Tıb âlemimizde 50 yılın Namlarına jübile ya “Son Posta,, ya ha hikâyesi pılacak doktorlarımız, tıralarını anlatıyorlar (İhtiyarlık nedir bilmeyen ve hâlâ Denizyolların!f (Ankara) vapurunda doktorluk yapan Hüseyin Mazlüm Yeyin hayatı Jübilesi yapılacak doktorlardan Bay Hüseyin Mazlum Yeyi bulmak kolay ol- madı. Sayın hekimin Küzguncuktak! evi- ne gittim. Fakat: «— Doktor, Ankara vapurunda sefer- del» Cevabını alıe almaz, az daha kapının eşiğine çöküverecektim! Bu boşuna zahmetten sonra Denizbatik başhekimlik dairesinin yolunu tuttum. Beni, cidden büyük bir nezaket ile kar- şılıyan Denizbank haşhekimi Bay Mahir- den ve kıymetli mesai arkadaşlarından «Ankaras nın 11.5.9399 günü saat Galata rıhtımında: olacağın. öğrendim. terbiye KÖT-| Artık beklemektene başka yapılacak bir| — Eski tıbbiye iş yoktu! * Gözlerimiz Marmara açıklarında, hacı liyoruz. Fakat, aldığımız haber hiç te iç açıcı değil! Ankara, İzmirden bir saat rö- İtarla kalkmış! Sabahieyin Çanakkale bo-| «Yeşil papağan», bir Alman p'ye-| gazında sis olduğu içn yoluna da devam | bile, gene tam bir hürriy: edememiş. Gözlerim, karşımdaki duvar saatin akreb İle yelkövanında, Denizbank baş- hekimi Bay Mahirin, ii ğı avutan tatlı hatır dınl — Abdülhamid YI zamanında, Mektebi Tıbbiye bir âlemdi. Hele bizim okuduğu- muz seneler - 1310 ilâ 1315 - Ahırkapı - daki o eski bina, inkılâb ideolojisinin yu. vası haline gelmişti. Hafta geçmezdi k arkadaşlarımızdan birkaçı yeraltı h: Tur hanesine atılmasın, divanıharb kararile | Fizana, Erzuruma yı Ben de bir kere böy! tam. Tam alti ay zincirbend oldum. Va- vakit te riyazet hapsine mahküm edilirdik. Yirmi dört saatte, bize bir ber- dak su ile bir dilim ekmek verirlerdi. Fâ- kat, beslediğimiz «efkârı âhrarane» den bizi, hiçbir kuvvet alakoyamazı 1 KARLI DAĞA GÜNEŞ VURDU Hil Yedi senedir, #y- ni saatlerde, aşağı yukarı hep bu ayni manzarayı teyredi- yordu. Önöeleri bu yeknasaklıktan be - | gibi al olmuştu. or, görmese yadır- ordu. sının yanın: Bahçeye çı - ildük - da idi kıp sağa d ten sonra iki cıktan ibaret bu bi. onun y yıl « danberidir bütün he yecanlarına, mesai » nüz yeşermeğe baslamış geniş ve ağaç- sız ovava ıda hep biribirine benziyen bir küme ev vardı . Demin - den dersten çıkan çocuklar, kışın ça - bak zin da tozdan ve sinekten geçilmi daracık yolu tutturmuslar evlerine dö- nüvorlardı. Mualimin nazar'arı etrafı dolaştı; bacaları hafif hafif tüten basık evlerin, | İleride dağılmış sürüsünü toplamağa çalısan çobanın. derd'esen *ki ihtiyar gibi. yanvana, am adımlarla bu tetafa doğru gelen bir çift öküzün ve kanad- larını verlere çarpa çarva, görünmiyen bir mütearrızın önünden kacan bir ka- zın Üzerinde durdu. sine, oüzüntülerine ve hastalıklarına seh celik vazifesi gör - Muallim Ahmed Ercan derin bir nejez aldı, sonra pencereye doğru gitti diye Intihab etmişlerdi? Bu verimsiz! yordu. müştü. Yazan: Ercümend Ekrem Mekteb &zad olduktan sonra ekseri-| toprağa hâlâ ne diye bağlanıyorlardı? ya orayi daha harcardı. Bir aralık bahçeye heves etmişti. Fakat o nankör toprak onun emekleri- ne karşılık vermemiş, ne dikti ve ne ekti ise kurumuştu. Esasen bu Sapanlı köyünün hav: u da pek berbaddı. Kışın acı bi rüzgâr, yazın da samyeli eksik olmaz, canlı mahlükları kavurduğu gibi, ne « batatı de küruturdu. ” Burada yaşıyan insanlar bu yeri ne uklar ider kapanırdı. Ve ertesi sa-| Bunun sırrını Ahmed Ercan bir türlü murdan, tezekten ve süprüntüden, ya-İbaha kadar Kitablarının arasında, hep | öğrenememişti. Bildiği birşey varsa, ren İbir teviye geçen hayatının bir gününü | kendinden önce gelmiş olan mudilim - lerden hiçbirinin bu cehennemde bir ders yılından ziyade oturamamış ol - dukları idi. Halbuki o, işte, vedinci se- ginin amilleri arasında bu yedi yıllık sebat; da önemli bir ver tutuyordu. O sade mekteb hocası değil, köyün dok - toru, baytarı, zirayt ve fen mütehas - sısı, muhtelif derdlerinin dermanı idi. Herhangi bir işe teşebbüs etmezden Ta'u önce mutlaka ona danışırlardı. Tatil günleri, ka- pı kapı dolaşmak, hastaların sormak, köylülerin alâkadar ok rdan edindi - Ki bilgiye arasında geniş tatbik sahası yordu. bul bul Erkekleri kahve - hanenin zehirley ve uyuşturucu mu - hitinden kurtarmak için, akşamları der- sanede Soplıyarak, kendilerile faydalı Bu dürüst, ciddi, alim ve namuslu a- dama hepsi de muhabbet ve saygı bağ- bir mahlük lamıştı. Ona, fevkalbeşer nazarile bakıyorlardı. Ahmed Ercan da Sapanlı kö; 1 sınmıştı. Gönlünde mesleğiriden ve ki tablarından başka hiç kimseye, hiçbir şeya alâka bulunmıyan, vazifesini yap maktan gayri hiçbir ideal taşımıyan bir adam için her yer birdi. Ve Darülmu alliminden çıktı çıkalı, Ahmed Erca nın hayatı hep böyle bir teviye geçmiş ti. Yegâne hazzı, ber sene başında ye nilenen talebelerinin vetistiğini. oku ız “e| imdeki sabırsızlı- | hatırını | Yi konuşmalar yapi - iberler; gene Mizan gazetesini bulur. © kur ve gene «cemal, borusundan # | «padişahım çok yaşa» yerine: | Padişahım, baş aşağı!» | Diye bağırır idik! İ Sayın başhekimin sözlerine, Anka” man ufukta görünmesi fasıla verdi. | et, bir sazlük bir teahhurö sonra Ankara rıhtıma yanaştı ve hef İmiz doktor Hüseyin Mazlüm Yey'in SÜ beline koştuk. Zavallıyı palas pandıff# /kamarasını bile kilidlemeden y bir sual çemberi içine aldık. Mazlüm Yey, iri gözlerinin içi gül€ anlatmıya başladı: bilhassa Zeki paşa” mekteb nazırlığından evvel, : Marko şanın idaresi altında bulunduğu zama” sade bir irfan mücâsessi olmakla kal. inde Süleyman Alkın. birsz! gemisi bekler gibi, Ankara vapurunu bek-| mış, mazırdan kapıcıya varıncaya kad bütün mensublarının samimiyeti ile bir kalb halinde İmektebin duvarlar nuyorduk. Elimize geçen ve e: miyeyi uyandırm. gaze! leleri adetâ serbest serbest okurdü Bugünlerimiz, bizim hayatımızın en 8 günleri idi Ara sıra da, âlemleri yapar, eğle kabahatimiz ölse ile karşılar, tıbbi rayının huşümi biz de nazırımızı çök severdik. Ben, imektebte iken derslerine çok bir talebe idim, Bütün vakitleri amen mesleğime verir idim, Nihayet, 1305 bid. e yüzbaşı os daşlar arasında # dik. Marko PA bunu müsamsf talebesini Yıldız #8 den korurdn. FA z d ro) ettiler, Bir buçuk sene so Şamdaki kolera mücadele h e fakatine memur edildim. Bağ (Devamı 11 yup, öğrenip mücehhez olarak ba) atılmalarını görmekti, : Gencliği başka hiçbir emel besle den, hiçbir heyecan duymadan Yö“ Saçlarının kırında, çe larında zamandan gö ir olmamıştı. Ahmed Er pk bir ağaç gibi ihtiyarladığını kendi İÖX tiraf ediyordu. , Deha pek çocukken anasını kay? mişti. Babası da evlâdına! karşı düşkünlük göstermemiş, Ahmedi Mg dırdıktan sonra artık kendi ” den abii ahşt old -| sanlarda kumakta ve inzi l nz köylüler | Tra bir di # ye d burada muti bir mekteb binası dahi bulamAiğ Şimdiki ikt dersaneli mekteb kepğ gi seri idi. Bunu, ırgad gibi bi kendi de ça'ışmek suretile, Yİ ; mış,, içindeki ders Tevez gi kasabaya gidegele, maariften mişti. * pi Aksam, ovanın üzerine bütün gi” ile çöküyordu. TA uzaktaki e kıvrımlarına koyu mor gölgele On yaştı. Bir parmak kalınlığında # n kenarındaki söğüdler #€i kaybediyordu. Ağıllardan, dö eyl dönen koyunların melemeleri Ür gifi yordu ka öküzün ÇÖ yer olduğu kuru ot yüklü bir arabi nd | tebin hizasmdan ağır ağır sağ Hayvanları yeden on dö , r çocuk, yoldii Ercana seslendi: y >. — Merhaba, muallim bey? e Merhaba, çocuğum! Ns! misin? . (arkas