Elisavinin aşkı AN la GA Yazan: ZIYA ŞAKİR Dışarı çıktı, Bir müddet, terlikleri - hi sürükliye sürükliye şurada burada di... Sonra tekrar odaya gelerek Ali ağa bir yumrukta Moldavı yere serince adamcağızın dili derhal çözüldü ve türkçe konuşmıya başladı Tercüme eden: Hüseyin Cahid Yalçın me dikildi. .— Sana bir şey söyliyeceğim amma.. sakın, darılıp gücenme, Dedi, “Yüreğim kopmuş, ağzıma gelmişti, Gelirken tahmin ettiğim gibi, bugünkü ğ zluğum bir safhası daha başgös- am, ağır ağır sözüne devani etti: insanları, çok gâ- kesin evini kontrol ediyorlar... Bugün, komşular geldiler. «Vakit vakit #izin eve tuhaf bir kadın girip çi Halbuki evde, sizden başka kadır Bu hal bize tuhaf geldi. O kadın, kim” dediler. Kendimi güç toparlıyabildim. «Bursadan geldi. Bohçacılık yapan bir kadındır. İşlerini bitirdi, Yarın gene memleketine gidecek.» diye, kuyruklu bir yalan ile cevab verdim. Ablamın maksadını derhal anladım. Acı bir gülüşle yüzüne baktım. — Kâfi abla. sizi, müşkül bir wazi - yette birakmak istemem. Komşuları - nız, bohçacı kadını bir daha burada göremezler. Diye, ayağa kalktım. Sırtımdaki eski püskü kadın enta - risimi çıkararak, attım. Duvarda asık|Ş erkek elbiselerimi giydim. 'Teessürden titreyen biz sesle: — Allaha ısmarladık. Dedim. Ve evi terkettim. * Şimdiiti.. nereye gidecektim?... Bir müddet bunu tayin edemedim... Elle rim, pantalanumun ceblerinde olduğu halde, ömüme gelen sokağa dahp çık - tım. Ortalık karardıktan sonra, meç - hu! bir kuvvetin cereyanına okapıla - rak, teyzemin evinin önüne kada, gel- diğimi anladım. Burada da bir uğursuzluk dalgasına hedef olmaktan korka korka kapıyı çal dım. Fakat o anda, o zaptolunmaz bir heyecana kapıldım. İçeriden, vinin billür gibi şak - rak sesi geliyordu. Ve o, gene o topuk- lu terliklerile eski ve harab tahtaları Bıcırdata gıcırdata merdivenlerden i - Biyordu. Kapıyı açar açmaz, büyük bir se - vinç ile: — A. Sarafim, ağabey... Diye bağırdı. Ve, neş'eli bir sesle an nesine seslenmeye başladı. ; * Elisaviyi o halde görmek, bana kâfi gelmişti, Bütün gün beni takib eden © Meş'um uğursuzluğun omuzlarıma yığ- dığı korkunç ağırlık, birdenbire kay » İuvermişti, Vakıs sevgilim, eski halinde değil - di. Yanaklarının iâtlı pembe hâreleri solmuş. eskiden mine gibi parlayan o emsalsiz Yeşil gözleri donuklaşarak et- tafları koyu renkli bir hâle ile çevre- lenmişti, Yalnız; ona çok yaraşın son dereces de saflıkla dolu şenlik © ve şelaretini y li Teyzemin de, sevinçten içi içine sığ- Mıyorduz — Çök şükür, evlâdım kurtuldu... Artık, dünya umurumda değil... Diye söyleniyordu. * SAADETİN EN BÜYÜK DÜŞMANI (TALİM) DİR, An içime de bir sevinç girmişti. i ik gece gündüz sevgilimin muhi » ERİ bulunmak, hiç şüphesiz ki bana YEN en büyük saadetini bahşede- v dece, gece yarılarına kadar uyu - Mi odadan onun sesi » » duyal ek ii arap ağ çin . mütemadiyen o Düşünüyordum. Ve kendi kendime, söyle diyordum: -İ — Vakıl bugün, büyük bir fırsat ka- işleri güçleri yok | Şimdi nere ye gidecektim? çödım. Fakat, hayatın günleri çuvala|bi, fena şeylerle karşılaşmasına da girmedi ya?.. Teyzemin dediği gibi, za-| kat'iyen razı değilim... Zavallı yavru- bıta memurları, Beşiktaş vak'asile Şiş- | cağın başına gelen felâket, yeter de ar- li hâdisesinin faillerini meydana çi -|tar bile... Hal böyle iken, bir aksilik © karmaktan aciz izhar etmiş gibi görü *|lur da, senin başım bir iş gelirse, ki - nüyorlar, Belki de, ümidlerini keserek |zın karşısında çok mahçup düşeriz... unutmuşlardır... Nc yapalım?. Birkaç | Gel, vazgeç bu işlerden. Azıcık aşım, gün daha, dişimizi sıkarız. Biraz sı -| kavgasız başım; derler... Birdenbire kıntıya kallanırız. Sonra, yavaş yavaş | zengin olacağım diye kendini tehlikeye Galataya, Beyoğluna doğru uzanırım. | atmaktansa, haline münasib bir işa « dolgunca dünyalık temin edecek | ra. Helâlından beş on kuruş kazan. Bi- ze, oda kâfi... bir iş ararım. Ondan sonrasına Allah kerim... Dedi. Ertesi sabah, bu fikrimi teyzeme de| Teyzem, çok haklı idi. Fakat onun bu açtım. Her nedense teyzeme bir kor *| haklı düşünce ve sözlerini yerine ge - kaklık gelmiş.. Beyoğlunun bin bir mâ) tirebilmek için, artık iş işden geçmişti. ceraya sahne olan âlemlerinde, bin bir Zabita sicillerinde, yüzlerce sabıkam macera içinde yetişmiş (olan bü efld! vardı. Eğer Beşiktaş ve Şişli mesele - cüretkâr ve pervasız kadın, şimdi eski/ lerinden dolayı zabıta idaresi benden cesaretini kaybetmiş... şüphelenmişse, nasıl olsa günün birin. Bana, bazı nasihatler verdi: İde yakalayın hapse tıkacaklâardı. Bel - — Aman Sarafim!. Artık bu kız, ye-| ki de şu anda, İstanbulun her tarafın - tişti. Her şeye aklı eriyor. Ben, ona es-| da vızır vızır beni arıyorlardı. Baron (türkçe olarak): ” — Al dostum, işte para.. muhtaç oldu- Bumuz yiyecekleri satın almak istiyo « ruz. Ben Moldavları her zaman sevmi - şimdir. Onlara fena muamele edilmesine tahammül edemem. Ümid ederim ki ba- na hemen bir koyun (1) ve ekmek te - darik edersiniz. Paranın üstü sizde kalsın. Sihhatime içersiniz. Moldav (türkçe anlamaz gibi görüne- rek): rahat rahat oturmuşsam siz de öyle sa « kin bir seyirci olarak durunuz, Baron: — Burası doğrudur. Şimdi sizin yeri » nize ben ot: 5 bının altına koydu. Ağır ağır Rumun yö nma yaklaştı. Dostane bir tavırla omu « zuna vurdu): — Merhaba, dostum. Nasılsın, iyi mi « sin? Canım, lâkırdı söylesen a. «Senin Al ağayı tanımıyor musun? Haydi, bir şey, — Olmaz. i Baron: ie — Nasıl olmaz? Türkçe bilmiyor mu.| Moldav: mizi — Olmaz. eg € Ali ağa: Moldav: — Türkçe hayır, olmaz. Baron (rumca): — Peki, öyle ise rumca konuşalım. Bu parayı alınız. Bana bir koyun ile ekmek getiriniz, Sizden istediğim bundan ibaret Moldav (hep anlamaz gibi görünerek köyünde hiç bir sey bulunmadığını, her- kesin açlıktan öldüğünü işaret ile anla - tar): — Yok ekmek, fıkara... Olmaz. Baron: — Nasıl ekmeğiniz yok mu? Moldav: — Yek, ekmek 'yok. Baron: — Ah zavallı, size ne kadar acıyorum. Fakat hiç olmazsa dayak yemekten kur- tulacaksiniz. Bu da bir kârdır. Yemek ye. meden yatmak çok zor bir iş Fakat işte| sizin halinize bakarak anlıyoruz ki bazı kimselerin başına bu da geliyor. (Mih Hi mandara hitaben) görüyorsunuz ya, azi-| — Olmaz, ha! Bu tuhaf! Nasıl, sahidei mi türkçe bilmiyorsun? Moldav: — Hayır, olmaz. E Ali ağa (bir yumruk darbesile Pri * mat'ı yere serer, Kalkmağa uğraştığı sı * rada onu tekmeler): — Al kerata, işte şimdi türkçeyi öğr nirsin. Moldav (iyi bir türkçe ile): — Neden beni dövüyorsunuz? Bil'mi yor musunuz, biz fıkara adamlarız. Pren leriniz bize nefes alacak hava bile bıraki miyorlar. Ali ağa (barona hitaben): — Görüyorsunuz ya efendim, ben y iyi bir lisan hocasıyım, Şimdi mükemmed surette türkçe söylemeğe başladı. Hiç ol mazsa kendisile biraz konuşabiliriz. Bi da bir şeydir. (Moldava hitaben ve omu zuna dayanarak) şimdi, mademki türkçi biliyorsun, dostum, söyle bana, nasılsın iyi misin? Karın, çocukların ne yapıyop lar? Moldav: — İnsan en muhtaç olduğu geyleri bil ki hayatımı bildirmek istemediğim gi- (Arkası var) T. C. ZIRAAT BANKASI Kuruluş tarihi: 1888 Sermayesi: 100.000.000 Türk Lirası Şube ve ajans adedi: 262 Zirai ve ticari her nevi banka muameleleri Ali ağa: — Fena köy, fena köy, ha' Eğer karan- lık mâni olmasaydı, köye hayran olurdu- nuz. Burası küçük bir kasabadır, her şey boldur. Burada tarçın bile bulunur, (2) Bâroü: — Bahsederim ki sizin o dayak atmak huyünüz canlanıyor. ANI ağa: — Yemin ederim ki hayır. Ben yalnız karnımı doyurmak istiyorum. Bundan da vazgeçemem. İhtiyacımı tatmin için ve size Moldavları sizden iyi tanıdığımı İs - bat için bırakınız da şu adamla bön ko - nuşayım, Baron: — Kendisine dayak atarsanız açlığınız geçecek mi? AL ağa: — Buna emin olabilirsiniz. Bir çeyrek saate kadar gayet nefis bir yemek bul - mazsanrız ona atacağım sopaları siz de ay- nen bana atarsınız. Baron: IKRAMiYE VERECEK Ziraat Bankasında kumbaralı ve ihbârsız tasarruf hesablarında en az 50 lirası bulunanlara senede 4 defa çekilecek kur'a ile aşağıdaki plâna göre ikramiye dağıtılacaktır: 4 Aded 1,000 Liralık 4,000 Lira ai 50 , 2,000 ,, — Bu şartla razı olurum. Sözünüzü har 4 250 dr ED ph Br mmm gr arr 100 7 “S0 S0, ite inim a e me lo Do 3,200 ,, e ee ili li DİKKAT: Hesablarındaki paralar bir sene içinde 50 liradan aşağı düşmiyenlere ikramiye çıktığı takdirde $© 20 fazlasile verilecektir. Kur'alar senede 4 defa, 1 Eylül, i Birincikânun, 1 Mart ve İ Haziran tarihlerinde çekilecektir, (1) Canlı ve Iyi eins bir koyun ancak bir söcu> kiymetindedir. (2) Türkler bu kabuğu pek severler, Onu! İhr salçanın içine karıştırırlar, onu &n Jeziz şeylerle müsavi tutarlar, zim Ali ağa, burada para bir fayda te l min elmedikten sonra sopa da hiç bir iş göremezdi Bu zavallıların hiç bir şeyleri yok. Buna çok müteessifim. Cünkü ben de şu dakikada muhtaç olduğum şeyler - den mahrum kalacağım. Yarın daha işti halı iştihalı yemek yeriz. Ali ağa: — Ben kendi hesabıma yarın iştihamı- izın şimdikinden daha iyi olacağına kani değilim. Baron: — Kabahat sizde. Neden bizi fena bir köye indirdiniz? Bakınız, burada ekmek bile yok. Oruç tutacaksınız. İşte size ce- zi. bulamadığı zaman nasıl olursa onlar d4 öyle işte... Ali ağa: — Şaka ediyorsun canım, Senin eksi) olan tarafın lüzumu kadar dayak yeme yişindir. Fakat o da olacak, Haydi şimdi asıl meseleye gelelim. Bana derhal iki ko yun, on Fki tavuk, on iki güvercin, eki ibre ekmek, dört onse (3) tereyağı, tua biber. hindistancevizi, tarçın, limon, şa rab, salata, iyi zeytinyağı lâzım. Hepsi d« bol bol olacak, Moldav (ağlıyarak); — Size söyledim, biz ekmek bile bula » miyan fıkara adamlarız. Size tarçını ne» reden bulurum ben? Ke ağa (esvabının altından kırbacınş çıkararak ve Moldavı ırıncıya kü döverek): M8 n 37 (Arkası yar) (3) Bu bir Türk ölçüsüdür. Hemen hemen kırk Iki «onces e mundildir. —irmmr ri amaasmanaasaaa. Ankara borsası Açılış» kapanış fintları 28 - 2 - 939 ymm