6 Şubat 1939 Tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 9

6 Şubat 1939 tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 9
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

r ON POSTA İN Ra nm Sayfa 9 Paranın işe yaramadığı medeni bir diyar! Filistine göçeden Yahudiler orada kurdukları kolonilerde pek garib bir ömür sürüyorlar Mühendisten çöpçüye kadar herkes sâyine mukabil ayni mükâfatı görüyor, Siydikleri elbiseler bile kendilerine aid değil... Komünizm mi? Yahudiler cevab veriyorlar: “Hayır, bu hayat mecburi değil, ihtiyaridir!,, L Filistine gidip gelen ingiliz muharriri Villard Price yazıyor | ,Tidde tayyareden iniyoruz, otomo- bile Telavivi geçiyor, kırlara açılıyo- #uz. Bir kaç saat sonra «Taş vadisirn- deyiz. Bu eski adına bakmayınız. Taş- lik vadişi bugün taşlık olmaktan çık - Yaş, bir pulluk vadisi haline Yahudi cemaatinin müstemlekesi ol - musur, İki yüz dönüm çiftlik ve elmalığın Orta yerinde, etrafı kazıklı bir man'a hattı ile çevrili, bir yığın beyaz bina. Mazgal deliklerinden tüfekler uzatıl - Miş. Kazıklı mania hattımın dışında bir telörgü, Binaların Üstünde bir kule. ulenin “plâtformunda bir top ve bir Projektör, İki yanı ağaçlık hususi bir yoldan Beçiyor, manianın kapısına varıyoruz. Burada hüviyetlerimizi wspate ve di! Sarıdan koloniye hastalık taşımış olma- Mak için ayakkabılarımızın tabanları - A bir muzadı taaffün kabına batırmı- Ya mecburuz. Bundan sonra kapı açılır Yor, içeri giriyoruz. Kaha saba bir nöbetciye benziyen Benç bir adam bizi gülerek karşılayor. :rtnda açık yaka bir gömlek, avağın- da mavi bir şort, yüzü ceviz reneinde. 'Uraya gelmezden önce Londrada ha- Zir elbisecilere dikiş makinesi stan beyaz. narin bir delikanlı olduğu kimin #ktından geçer? 150 kişilik yemek sa'onu Adı Davidmiş. Bizi doğru yemek ho- lüne buyur ediyor. İçeride kimseler Yok. Çünkü yemek zamanı geçmiş. Yo- rt ve salata ile karnımızı doyuruyo- İk, David bize anlatıyor: — Holümüz pek kocaman değil mi? Ne yapalım 150 kişiyiz. Hep bir arada Yemek yiyoruz Her sile kendi başına Yemek pişirmeye kalksa çalışma zama- Mindan kaybedecektik. Neden? Hiç de kaybetmezdiniz. Karılarınız pişirirdi, siz (çalışırdınız. yorum, >> İşte bu olamaz. Karılarımız bi - *imle birlikte tarlada çalışmalı. — Peki onlar sizinle tarlaya gelince Şocuklara kim bakar? — Çocuk yuvaları. İçimden: «Makine gibi bir 'V& denen şeyden ne uzak!» Müyorum. David düşüncemi sezi — Bu, size ağır bir şey gibi görünü- Yor değil mi? İlkin bize de öyle geldi. mkü: Bıraktığımız memleketlerde Yuvamızda kendi kendimize yaşamıya Pilistinde Arablara karşı müdafaa için yapılan tel örgüler ve bir yahudi mücadelecisi alışmıştık. Halbuki burada bunca insan bir sile gibi yaşıyoruz. Ne yapalım böyle yapmıya mecburuz. 150 kişilik bir aile Arablara karşı koyabilir anma tenha bir köy evindeki iki üç kişiden ibaret bir aile bir gecede yok olur, gi- der. Hem bunda kendimizi müdafaadan başka bir maksadımız daha var, Eko - nomi, Anladık ki her sile yalnız başına tarlasını eker biçerse Arablarla yarışa çıkamıvacağız Elbirliğile çalışalım de- dik, Burada öyle makineler, fenni w- suller kullanılıyor, iş öyle taksim edi- liyor ki bunu tek ailen'n ufacık tarla- sında tatbik etmeğe irskân yoktur. Kadın - Erkek farkı yok! Ya kadınlar... Bu şekilde ne kadar rahata kavuştular. Başka çiftçi karıla- rına bakınız. Kocası yalnız tarlada ça- Tışır. Kadın hem tarlada, hem evde uğ” raşır, durur, hem de çocuklarına ba - kar. Ha'bwki burada kadın ne eve, ne de çocuğuna bakar. Erkekler gibi yâl nız toprakla uğraşır. O kadar. Böyle - Tikle hem ailenin istiksali artıyor, hem de kadın *ki taraflı yorulmaktan kur- tulmuş oluyor. Saat allıdan sonra eğ'ence Erkek kadin herkes öğlenleri üç saat, akşamları da saat altıdan sonra ser - besttir. Konser, sinema, konferans ve okuma gibi türlü kültür fasliyetlerin- den istifade edebilirler, eğlenir, dinle nirler. Yan! bir yandan da ömrümüzü yirminci asır medeniyetinin icablarına uyduruyor, bir yandan da tâ ilk çağ - larda gibi yaşamaktan vaz geçmiyen yerlilerle yarışa çıkıyoruz. İşte birliği- mizin faydaları. Sakın bunları Sovyet komünizmi ile karıştırmaymız. Bizimki ihtiyaridir. Onlarınki İse mecburi. Buraya her ge len kendi isteğile gelir, islediği vakit de çıkıp gidebilir. Paranın ceçmediği yer Yemekten kalkınca Koloniyi gezmek istediğim! söyledim. Çıkarken, sofra hizmetimize 'bakan Kansaslı küçük Yahudi kızına biraz bahşiş bıraktım. Arkamdan koşarak geldi. Ve parayı geri verdi: — Çok teşekkür ederim. Gi nuz ya bizira para kullandığımız yok ki... dedi. «Para kullanmamak» dünyanın hiç bir köşesinde şimdiye kadar buna ben- “İha fazla alıyor. Çü zer bir şey duymamıştım. Davide sor- dum: — Hiç para kullanmadan olur mu? — Tabii, kolenimiz piyasada alışve- rTiş eder amma bunların parasını vez- nedar verir. İçimizden biri Kudüse ve- ya (Telaviv)e gidecek olsa, kendisine lüzümu kadar para verilir. Fakat bu- rada kaldıkça paraya hiç ihtiyaç duy- mayız. — Peki amma cebinizde on para ol maması Sizi üzmüyor mu? | — Bilâkis, yükten kurtulmuş gibi hafiflik veriyor. Düşününüz bir kere, para yüzünden az mı sıkıntı çekiyor sunuz? «Acaba malımın fiatı yüksele- cek mi düşecek mi, acaba ay sonunu bulabilecek miyim? Acaba aylğım ar- tacak mı?» Bütün gün düşündüğünüz bu değil mi? Hep başkalarının daha fazla kazandığını, daha çok para edin- diğimi görüp /kıskanmıyor musunuz? Hep bir gün işsiz kalır mıyım korku - sile titremiyor musunuz? En kabiliyetli ile en kabiliyetsiz müsavi imizden geldiği kadar çatışıyor, muhtac olduğumuz kadarına ulaşıyoruz. Yiye- cek, giyecek, yatacak, kültür, eğlence... Hepsine... — En kabiliyetlinize de en kabiliyet- siz kadar mı veriliyor? — Evet tamamile o kadar, Yalnız is- tidad sahibi kendi husust istidadını iş letmiş olmanın zevkini tadıyor. Bütün fark bu. Meselâ: Bir «limon yetiştirme mütehassısıını. bir de çöpçüyü ele alı- NİZ. — İkisine de ayni şeyler mi verilir? Diye sordum ve her ikisinin yatak odalarını görmek istedim, Gösterdiler. Hakikaten, üniversiteden çıkmış müte- hassısla çöpçünün yatak odası arasında zerre kadar fark yoktu, Yalnız üniver- siteli eşyasını kendi ince zevkine göre düzelimişti. David: — Tabii ki, diyordu, bu iki adamdan ayni iş beklenmez. Fakat ikisi de elle- rinden geleni yapmaktan geri durmu- yorlar. Aldıklarıma gelince: Gördükleri Jiş gibi bunda da şimdiki halde müsa - vat aramayınız. Bugü yat yaptırdı, masrafı oldu. Karsı da verem sanaloryomunda, Onun masra- fını da Kolon! görüyor. (Devami 13 üncü sayfada) Burada bunların hiç biri yok. Eli -| “D,grupu sergisini gezerken. rgi eskilere nisbetle bu sefer çok kalabalık Resimlerde de daha çok vuzuh var. Maamafih tablolardan mana çıkarmak için bilmece halleder Adamcağın biri nası..a Hicara gidip gelmiş. Avdette her önüne gelene mü- gibi müşkülât çekenler gene mevcud ! mı neresi, kapısı neresi belirsiz evler, kökü havaya çıkmış Acem muhayyelesi kemmel arabca öğrendiğini tekrarlar, | mahsulâtından ağaçlar yok. dururmuş. Bu zatın pek atıcı olduğunu bildikleri için bir gün sormuşlar: — Peki arabca öğrendiğini iddin edi yorsun, söyle bakalım arabca pireye ne derler?.. Beriki düşünmüş, taşınmış. zâten bil miyor, Söylediğine söyliyeceğine pişman: — Canım demiş, o kadar küçük şey in- sarın aklında kalır mı?.. — Peki büyük şey soralım, deveye ne derler?. Bu sefer de cevsb ha; — Siz de amma tuhaf sualler soruyor- sunuz ha.. o kadar da büyük şey insanın kafasına girer mi?.. Artık foya, yirmi beşlik basma renk atimış, son bir sual daha: — Kuzuya ne isim verirler?.. Arabea öğrendiğini iddia eden zatı muhterem bir müddet teemmü! eyledik- ten sonra; — Evvelâ hiçbir şey demezler, büyü» İdükten sonra Ganem derleri.. cevabım | vermiş. Bakınız ben bu hikâyeyi ne zaman ha- tarladım. Bir san'atkâr topluluğu vardır. Adına «D; grupu derler, Yanılmıyorsam evvelâ yedi idiler, sonra «Dx» nesli türedi, galiba on iki kadar oldular. Hepsi sevimli, sem- patik gençlerdir. Hiçbiri şu «D» harfi ve eserleri derecesinde garib değillerdir. Bir müüdet evvel bir sergi daha açmışlardı. Bütün sermayesi kendi adedleri kadar ya vardı, ya yoktu. Bir oda azmanı sofa- ya güç doldurmuştu. Bayramdan evvel bir. sergi açtılar. Tıklım tıklım doldu. İlerkes hayrette. fakat kerameti haşmet- gibi İli büfeye atfettiler. Araya bayram girdi. Herkes resim sergisi yerine, eşini dostu- hu ziyaret etti. Biz vakıâ eşi dostu da pek ziyaret edemedikse de sergiys uzan- muk vaktini de bulamadık. Dediler ki, sergi kapanıyor. Tevellüdündeki şerbete yetişemedik, bari lokmasını yiyelim, de- dik, Koştuk. Bizde resim sergileri karpuz sergileri derecesinde ehemmiyetli değildir ve re- sim sergilerine halk, İstanbula seyyah kadar nadir düşer. Bir de ne görelim. Ne pasla var. ne çay. Öyle olduğu halde bir çok kerli ferli insanlar, uzun külâhl, mevlevi şapkalı bayanlar, çıplak resim teş hir edildiğini duyan ehli merak salonu doldurmuş. Hoşumuza gitti, İftihar ettik. Vakıâ duvarlarda asılı resimlerde hen- dese iflâs etmişti. Hendesenin babası Oklit görse muhakkak yüreğine inerdi. Fırçalar bizim görüşümüzden başka bir âlemi boyanıışlar, san'atkârlar, gözümü- zün görebildiği manzaraları değil, kafa- larının içindeki manzarsları çizmişlerdi. Yalnız nazarı dikkatimi bir şey celbett!. Ressamlar lehine de, halk lehine de bir terakki görülüyor. Bu seferkilerde geçen defakine nisbetle biraz vüzuh var. Dört başlı, memeleri tersine dönmüş insanlar, şibih münherif kalçalı kadınlar, bacak- ları bellerinden daha kalın adamlar, da- Sergiyi resim meraklısı bir dostumla ziyaret ettik Dostum yeni cereyanlardan uzak ve &leyhinde... Resimden çok ane Jladağını iddia eder, Ben ise bilmediğim şeylerde ukalalık etmesini hiç sevmem; sordum; — Kuzum bunlar nedir böyle? Güzel şeylere benziyorlar amma, ben bir şey anlamadım, Ne isim veriliyor bu tip san'ata?. Muhatabım beni cevabuz bırakmağı san'at kültürüne yediremedi. Çenesini tuttu: — Vallahi dedi, şimdiki halde bir şey demezler, Fakat bir müddet sonra bir ekol olacak!.. Resimlerin önünde bir kısım halk, ne olduğunu anlamak için bilmece haileder gibi, tablo yerinden kalkmadığı için ka- faşmı çevirerek, yandan, alttan bakarak anlamağa çalışıyordu. San'at san'at içinse âmenna. San'at halk içinse biraz daha vüzuh... Birincide sergi inlere cinlere, ikincisinde halka as çılmalı. Maamafih bizimkis. yarenlik Böyle ince işlere pek akıl erdiremeyiz, Aklımıza geleni söylüyoruz, Yoksa san'atı senede bir erik ağacı gis bi mahsul veren hareketsiz bir memles kette bu kadar emeği inkâra kalkışmak, en hafif tâbirle nankörlüktür, Ben cehas leti burada nankörlüğe değişmem. Hattâ san'atkârları tebrik te ederim. Nu, » Sa, - Co. Trabzonda 200 kişi'ik bir talebe pansiyonu açıldı Trabzon (Hususi) — Şehrimize kaza ve köylerden gelip de binbir mahrumie yet içinde, kahve, han ve medrese kö- işelerinde temiz hava ve ziyadan mah- rum köhne odalarda yatmak suretile tahsile devam eden talebeleri bu sefil vaziyetten kurtarmak maksadile Ço » cuk Esireeme Kurumunun himayesin» de iki yüz yatakh bir talebe pansiyonu açılmıştır. Pansiyonun açılması ve fakir talebe- nin sefil vaziyetten kurtarılması işini bizzat ele alarak başaran Vali Refiğ Koraltan bu iş için Hususi Muhasebe- nin de yardımını temin etmek suretile iki geniş bina hazırlattırarak burada yatma'arını ve Çocuk Esirgeme Kuru- munda da yemek yemelerini temin ef tirmiştir. Talebe kahve ve han köşele- rinde yartıkları masraftan daha az bir para sarfile burada bütün istirahatleri” ni temin edeceklerdir. Talebe pansiyonunun açılma töreni Üçüncü U. Müfettiş Tahsin Uzer tas rafından, Vali Refik Koraltan ve bütün şehir halkının iştirekile ve parlak bir merasimle yapılmıştır. "Trabzon bu talebe pansiyonu ile yeni ve büyük bir hayır müessesesine daha kavuşmuştur. RL 7 AŞ çimiiimter i

Bu sayıdan diğer sayfalar: