— A Z ei eee ———7 . —— ge n el GÜ ee VAT DĞ Ü e AŞT ae A —a Dil meselesi Yazan: Muhittin Birgen ürkçe, tekâmül tarhinin büyük bir istihale merhalesini geçir - gmekle meşguldür. Bundan otuz sene ev- vel, gazeteci olarak, ilk cümlelerimi kâğıd Üzerine korken, bugünkünden büsbütün başka bir dil yazıyordum. Bugün o dili tekrar vyazacak olsam, gençler çince zan- nedebilirler. Nitekim, Maarif Vekâleri - nin şubelerinden birinin kanuni ünvanı olan «Ertik Teknik direktörlüğü» sözünü, günün birinde sokakta, manasını anlamak Üzere, fakir bir adam, bana gösterdiği zaman da, ben bunun karşısında uzun u- zZun düşiündükten sonra: — Direktörlüğü sen anlarsın. Fransız- — €a olduğu için Teknik kelimesini de ben anlıyorum. Fakat, Ertik türkçe olduğu için bunu anlıyamadım! Cevabını vermiştim. Adamcağızın hay- retle yüzüme bakan gözleri hâlâ haya - Falih Atay, bize bir tasfiyeden bahse- diyor ve dilde istikrar istiyor, Üğer is- tediği tasfiye yeni bir dil encümeni ku - rup, yahud mevcuda yeniden bır başka talimat verip yeni bir tasfiye faaliyetine gedmek ise buna dört elle mâni olmıya çalışmalıyız. Hayır, böyle değil de, dilde tabif bir tasfiyenin tahakkuku için, bazı esaş noktaları tutup işi biraz da millete ve zamana bırakmaksa, gayet tabil ola - rak buna taraftar olmamak kabil değil- dir. İstikrar bahsine gelince, hen Türk dilinin yakın bir zamanda istikrar bula - bileceğine kani değilim. Bu istikrarın ta- hakkuku, bir hayli zamana ve kültür sa- hasında müsbet, devamlı ve geniş bir ça- lışmıya bağlı olacaktır. * Benim bugün yazdığım dil otuz sene evve! yazdığım dile nazaran çok sadedir, çok temizdir. O kadar sadedir ki ben bu dille Bakü üniversitesinde ders verdim ve talebem beni mükemmelen arladı; di- H hiç yadırgamadıktan başka, Türkiye türkçesinin Azeri türkçesinden daha Türk olduğuna kanaat getirdi. Benden otuz se- ne sonra Türklere makale yazacak olan müuharrirler «muharrir» kel'mesinin a - rabea olduğundan bile belki haberdar ol- miyacaklar ve bugünkü dile nisbetle çok| daha temiz ve herkes tarafından tamam anıaşılır bir dil yazacaklar. Şu hnalde, ye- niden bir tasfiye hareketine girmivelim ve işi biraz da halka ve millete bıraka - lhım. Kelimeyi Halk, İş, İlim ve Edebiyyat icad etsin; yahud, düzeltsin, temizlesin, türkleştirsin. Biz yalnız bu hareketi ko- laylaştırmayı düşünelim. Bu da gayet ” basittir. Dil encümeni, Türk dilinin muhtelif devirlerine, muh- telif meselelerine ve muhtelif hâdisele - rine dair derin ve hakikf ilim tetebbüleri yapsın ve bunu herkese neşretsin. Mek - teblerde de basit bir prensip tesbit ede - lim ve Falih Atayın düşündüğü gibi, Zi- ya Gök Alpın türkçe hakkındaki pren - siplerini mekteblerde türkçeninu süz - geci haline getirelim, Bunu yaptıktan sonra da bir müddet işi kendi haline trkedelim. Dilde bugün göze çarpan anarşi btr yandan durulsun. Bazıları akademiden bahsediyorlar. A - man Yarabbi, bizim neslimizin edebiyat vea ilim adamlarile akademi yapılamaz! Ne sun'i dil, ne de sun'i akademi, ne de sun'! akademi aristokrasisi! İşi biraz Ca halka bırakalım. Dilleri alimler yapmazlar, dilin sahibi, halktır. Biz istediğimiz kadar Kondüktör diyelim, halk ona Kondoktor diyecektir. Eğer alimler dile yapmıya kadir olsalar- dı Esperanto bugün dünyaya hâkim bir hale gelmiş bulunurdu. Halbuki, zavallı Esperanlo, unutulup gitti bile! * Hülâsa edeyim: Dilin yeniden encü - menler tarafından konulacak kaideler ve kanunlarla tasfiyesine gitmiyelim., İlim Uusurlarımızın bugünkü evsafına göre yeni bir anarşi çıkarabiliriz. Yalnız Ziya Gök Alpın prensipleri içinde mekteb - lerde bir süzgeç tesis edelim ve biraz du- ralım. Muhittin Birgen SON POSTA Bir insanın dünyada temenni edebileceği en büyük ha- zine, yerinde bir nikbinlik, —her şeyin iyi tarafını bula « bilme kudreti, en büyük felâket te muhiti daima kara gör- memelidir. 13 ler kiübü Azaları Toplanamadılar Londradaki 13 ler klübü, ayın 13 üne tesadüf eden ve İngilizce meş'um adde - dilen Cums günü, fevkalâde içtimaını ya pamamıştır. Sebebini soran gazetecilere klübün 13 üncü azası ve kâtibi şöyle de- mştir: «— Reisimiz, hasta idi. Yoklamaya git- tım. Meğerse o gün merdivenden dük şerek bacağını kırmış. Bittabi aza ta - mam olamayınca, içtima da yapılamadı..» Resimde, klübün yasalarına göre, e - vinde bir şemsiye altında şarabını içen 13 ler reisini görüyorsunuz. Günde 20 saat uyuyan ihtiyar 93 yaşlarında bir İngiliz, bundan 18 sene evvel ayağını kırmış ve hastane - ye kaldırılmıştır. Orada tedavi edilir - ken, garib bir huy peyda etmiş, ve o zamandanberi de günde 20 saat uyu - maya başlamıştır. Yemek zamanların - da muntazaman uyanan ihtiyar, ye - meklerini yedikten, ilâçlarını içtikten sonra tek bir kelime söylemeden göz- lerini kapamakta, deliksiz uyumakta - ...... Li S —7 ea A Mes'udum, deyiniz. mes'ud. olursunuz, zira saatet kuşu kendisini çağıranların başına konar, kendinizi bedbahi farzediniz, sizi mes'ud yapacak hiç bir kuvvet yoktur. İn- san daima ıstediğini bulur. p Di - ..x Hergün bir fıkra Paltonun içindekini gördün mü? Viyanadan gayet şık bir palto alıp İstanbula gelen bir dostu bir gün Çallıya rastgelmişti. Çallının arka - sında oldukça eski bir palto vardı. Dostu: — Bak Çallı, dedi. Palto dediğin : bu benim arkamdaki gibi olur. : Çallı paltosunun düğmelerini çö » zerken söylüyordu. — Hele şu paltonun düğmelerini bir çözeyim, Çalh paltosunun düğmelerini çöz - müştü: — Şuraya bak;ş dedi, paltonun için- değini gördün mü; buna adam derler! hS 4 Buz üstüne oturan — . — Yüzücü kız Biz, bu sene daha pek öyle kış gör - medik, Fakat Amerikada kar tipilerin- den yollar kapanıyor, nakliyat duru - yor. Avrupa müthiş soğuklardan şikâ- yetci, buna rağmen — bu Kopenhağglı sporcu genç kız, o ısırıcı — soğuklarda denize girmeden, resimde hayretle gör düğünüz gibi, önce, buz üstüne otüra- dır. İSTER duk, hoşumuza gitti: da bir yıl evvel iki tane küçük çukur lerde göl halini almıya başladı. İSTER N İNAN, Dün acele bir iş için otomobil ile Yeşilköye gidiyorduk, belediyemizin yeni bir hızla çalışma hareketine şahid ol - Topkapıdan çıkılır çıkılmaz asfalt yolun başladığı nokta- aylar geçtikçe, çukurların sayısı beşi, onu, yirmiyi buldu, derken yolun beş yüz metrelik bir kısmı hele yağmurlu gün- Dün gördük, çukurların etrafına malzeme yığılmış, bi- rer birer kapatılmasına girişilmiş, akşam matbaaya dön - düğümüz zaman öğrendik ki, teşebbüs bizim sandığımızdan da esaslıdır. Fılhakika belediye tâ Küçükçekmeceya kadar yolun ufak tefek bütün çukurlarını tamir ettirimniye karar vermiş ve masrafı beş yüz lira tahmin ederek işi ekşiltmiye keymuş, memnuniyetimiz büsbütün arttı. Asfalt yol telsiz istasyonunu geçtikten sonra sola saparak İngilterenin En ağır Cocukları Son günlerde doğan bu ikizler İngilte- renin en ağır çocukları olarak telâkki e- dilmektedirler, Biri kız, diğeri oğlandır. Kız, oğlandan daha ağır gelraektedir. Her ikisinin mecmu sikleti 14 kilodur. Londra üniversitesinde “ şiir kürsüsü , Londra üniversitesinde bir eşiir kür - süsü» ihdas edilmesi hususunda, rektör- lüğe teklif yapılmıştır. Bu teklifi yapan İngilterenin tanınmış simalarından Mis- ter Edward Cecildir. «Bu suretle, yir - minci asır İngiliz edebiyatırda şiire ha- | kikt bir kıymet, lâyık olduğu mevki ve - rilmiş olur» demektedir. Keman konseri ile paniği durduran san'atkâr İngiliz keman san'atkârlarından Mis- ter Kler, Londradan Yeni Zelandaya gitmekte olan bir İngiliz gemisinde çı- kan yangın neticesinde, paniğe uğra - yan yolcuları teskin etmek için, hemen bir keman konseri vermeğe başlamış, yolcular da konseri dinlemeğe koyu - rak keyif çatmaktadır. İSTER açılmıştı, üzerinden bâahsederken: mak üzeredir, İNAN, 1ISTER adi şose halinde Yeşilköye gider. Yolun daha yapılalı üze- rinden üç sene geçmemiş olan bu kısmı da bugün çukur içindedir; ümid ederiz ki o da yapılacaktır. Şimdi pek iyi hatırlıyoruz, daha geçen yıl Son Posta yo- lun gerek başlangıç noktasından, gerek Yeşilköy kısmından — Yol bozulmıya başladı, bozukluk şimdiki halde iki üç çukurla, gşosenin bir kaç noktasında kırma taşların ka - barmış olmasına münhasırdır, belki elli llraya iamir edile- bilir, fakat Üzerinden bir yıl geçerse tamir masrafı on misli artar, demiştik, anlaşılan tahminimiz fazlasile çık - Fakat biz bu vaziyette zararın neresinden dönülürse kâr olduğuna ınanıyoruz, ey okuyucu sen: İNANMA! larak heyecanları yatışmıştır. İNANMA! * Sözün Kısası —Hdre—— Naşid hasta imiş! _- E Talu izim gazetede, gerek mevzu Ve (— gerek yazılış tarzile cazib Trö- portajlar yaparak okuyucuların sevgisi- ni celbeden genç arkadaşım Nusret Safa Caşkun'un halk san'atkârı Naşidle vuku- bulan mülâkatını okuyunca yüreğimi «Ciz!> eltti. Naşid hasta imiş!. Vakıâ, verilen iza- hata bakılırsa, hastalık mühinı bir şey | değil: Sevimli san'atkârın, senelerce mü- i | hitine neş'e dağıtmak için, sahnede di dinmesinden ileri gelen bir tansiyon faz- lalığı. ve bunun da neticesi olarak, gö“ zünde ufak bir arıza.. Yüz binlerle yurddaşın candan duygü- larına tercüman olarak, kıymetli artisti" mize âcil şifa temenni eder, ve kendisini çarçabuk asyakta ve vazife başında göre“ ceğimizi umarım, * Bu itibarla, yüreğimi hüzünlendiren; onun sıhhati ile alâkadar herhangi bil endişe değildir. Ben, o mülâkatın heyeti mecmuasından tüten umumi inkisar hâ“ vasından müteessir oldum. Ben, şahsan kendim, Naşidi severim Ve ona karşı minnettarım. Yakın bir mazi* nin en elemli günlerinde, hayata ve İ tikbale karşı inancımı ve güvencimi tak” viye &denlerden, ağır ve karanlık yükü altında ezilmek üzere bulunduğum gâ“ mı, ye'si dağıtanlardan biri de o olmuşti! Senelerce, şipşirin simasile, zarif nüle telerile, en müşkülpesend yabancı mü- tehassısları bile meclüb eden san'atkâ” u rane «mimik» İ ile, Türk camiasının hP'L | men her bucağına neş'e ve neşat 3açtk — Parisin meşhur rejisörü Antuvan, A” karadaki tiyatro mektebinin mütehassif —| profesörü Alman B. Ebert, Naşid işif | «hakiki san'atkâr» vasfını kullanmaktâf — çekinmemişlerdir. İşte bu ayarda bir artistin, sağdalli soldan vukubulan yardım vâdlerine 1'5!' men, hâlâ başına bir evciğez ça niğ olmak ıztırabından kurtulamadığını p renmekle hem üzüldüm, hem de halk Bör sabına hicab duydum. ”A Biz, fitraten nankör değilizdir. Lâkifi her nedense bilmem, sahne artistlefd?_ hakir görmek an'anesini bir türlü İfT mizden söküp atamadık. Vakit vakit DİF kan ağlatanlara, bitip tükenmiyen eıe:dğ.â lere sürükliyenlere son derece cöme"[ & davrandığımız halde, güldürüp gö:;'ü[ w Çi müzü ferahlandıranlardan en ufak ranımızı bile ifadeden kaçınmışızdır. Geçen sene Naşide bir jübile yaâ idi. Bunun, umulanı maddi neticeyı V memiş olması bu iddiamın en yeni ” delilidir. K lr Halbuki, biraz düşünecek, işin lelğ sinı yürütecek olursak, Naşid, ve H gibiler, nazarımızda bugün işgal € h& ri mevkiin kat kat fevkine çıkmağa * — B kazanmışlardır. a Beşeriyeti ağlatmak daima koilyd'î Güç olan, onu güldürmek, gamını d";f' mak, ona ıztırabını velev bir an içif B nutturmaktır, # Naşid bunu yapmıştır. Hem de ne " — yük bir muvaffakiyetle! ; Birazcık kültürü olmuş olsa, S# ayarında bir artist olacağı Ant“îğ | şehadelile sabit olan Naşidin, teernd’ ve mütevazı ifadesinden, yarının 4 sile, o emsalsiz neş'esini maazallah * betmek üzere bulunduğunu anladi?" Fransızlar Koklene, Pariste bir diktiler.. " Biz, Naşide, üç dört odalı bir eV K, masından başka bir şey dilemi Bi (Devamı 11 inci uyf%î w: TAKVİM / İKİNCİKANUN J 1354 19 1367 2incikâsan | Resmi sene Peri B L 6 1939 B” | PERŞEMBE _ş sIoDi Zilkade GŞ 7 | 20 &|» 21 4 28 g“' j Öğle | İkindi | Akşan DoT | | D, | DS | Dirs. | D. |— 5| z, |a 26 $4 | ö6lır 10*:“,_'- g.( 7 liel 9 | 6 liz | <B