Saatlik sayfa görüntüleme limitine ulaştınız. 1 saat bekleyebilir veya abone olup limitinizi yükseltebilirsiniz.
—— he hiç İ : &mxlhmmhir söz kulağıma girmiyor- L KA B Ka 1 Gevap Dalı ki, ğ | mve İlk içinden kasırgalı rüzgâr - Seslerini andıran bir uğultu geçi- K * Ü n beni Adeta — büyülemişti... Ada zihmi Peslediğim — hülyalar, bir Tn yahg Pden silinmişti. Onunla o - âminin ' birdenbire kırılıvermişti. henüz , Todasına — yerleşmiştim. Ve üm bir çocuk olduğum hal - Tüknü e. " işlettiği bu kötü yerin bir Mamin; Beçmiştim. %î;“hm Odasına yerleştiğim gece - aren, içine karıştığım muhitin, 'Wîh,ıedma.ğ Ve mahiyetini anlamakta T t"flizı,,dî_’ ilk iş olarak üstümü başımı W gündenberi sokaklarda : N perişan bir hale gelen kı- ÜĞNi tanzim etti. Sonra, bi "ğı %;Lberben göndererek saçla- Untazam bir surette ta- » Önüne oturtarak, şu tali- h%!" Bu dünya, fırtınalı bir de 'a:ğnlr hatt Farzet ki bir vapurdasın. . Sen de herkesle beraber, Göküldün. Tabiidir ki, gene her- ' hhvıbemh“ı Uğraşacaksın, Çalışıp ça- di_“i kurtarmaya çalışacak- k bgyı:âğ“ mi?.. İşte dünyanın ha- dölü a ” Gözünü aç. Açık gözler- kö 3n bu memlekette, sen de ka- tüşü nhî"'!îne bak... Paranın iyisi, ör bıîğ Elverir ki, ele geçebil - de biş alalık — etmezsen burada li para ele geçirebilirsin. hiç bir güçlük çekmiye- ' —fîrlmsade"ı Beceleri gelip giden mi- Yalm, ÇİZMet edeceksin... b uğğrümeseh var. Müslüman is - ;“n İŞin buei, Ulünman Caiz değil. O -| m%%günden itibaren ismini de - den derin bir acı hissettim. Sene- ;:'elrul:î'.;'îldığım ismi nasil değişti- lt% €Yzemi kızdırarak buradan orkarak: de k Yım? #iştireyim, Fakat, ne i- h Müş gi her şeyi evvelden — düşün - Verd hiç — tereddüd etmeden Si t Ma, Söyle, ğ'lâ___ N Büzel ve kibar bir isim... Sarafim, Sildim, İtibaren (Sarafim) tes- * * OTtalık kararırken misafir- başlıyordu. Ve bütün gece, Oda, dolup boşaliyor - büyücek y sofaya geniş bir nlarla, hemen her millete :îh'ha 'lîı]l.Iı erkekler bu masanın et- n,n!_“aıı mu'î""' bir ud ile bir ke - " heş dnğke'b çalgı takımı getirti- d.l'î_?: ölçü v:n şarkılar çalınıp söy- : yârımı kaçıran hovar- MA Ra Xe Ühı:;:“h' ah.. mavro matimo.. ğ&ıu?:î’m Allah... Üırîigürühummîl sarsıyordu. — — r hayli ayata ahşıncaya ka - İm, lar, epeyce korku geçir- (Saph g,, 199) ğî&rm ı'a'i':’_”“e-n mahlük ile bu mah- v*kıjı B EBörüyorum.. “ögqh'? n:i ablam (Meliha)nın, E - "ha hekı.mmuşmğ“ geceler, sofada Terülüyi sekle beraber, 'bitbirine) ü *rkeklerle kadınların YÖ7 lifsizliklerine de gene ilk defa olarak burada şahid olüyordum. Vaziyeti düşünmiye ve tahlil etmiye ne yaşım müsaiddi — ve ne de vakit vardı... Geceler, o başdöndürücü emir- ler, altkattan üstkata tabak, bardak ve sajre taşımaklar.. mutbakta kirli kap- ları yıkamaklar.. meyhaneye, bakkala, Beyoğlunun muhtelif sokaklarına koş- makla geçiyordu. Gündüzleri ise, yor- gunluktan, uykudan ve akşama hazır- lanmaktan göz açamıyordum. Teyzem, memnundu,. — FPire gibi oğlan.. çok işe yarıyor. Diyordu... Mami ise, pervane gibi et- rafımda dönüp dolaşıyordu. * HAPİSANEDE ALDIĞIM İLK DERS Bir gece, bu coşkun eğlence âlemi devam ederken birdenbire vazivet de- ğişti. İlsi sarhoş, birbirine -girdi— Biri; ötekini bıçakla vurarak kanlar içinde yere serdi. Polisler koşubp geldiler. Hevimizi to- parlıyarak hapisaneve sötürdüler. İsticvab, başladı. Bu cinavet esna - sında orada bulunan sarhos erkekler ve kadınlar, karmakarısık ifade veri - vorlar; tahkikatı fena bir mecrava sü- Tükliyerek zabıta memurlarını sinir - lendirivorlardı. Sıra, benim isticvabıma gelmişti. İfademi alan memurun catkın cehresi- ni görür görmez, elimin ayağımın bağı çözülüverdi. Sert bir ses sordu: — Adın ne?, — Sarafim. — Babanın adı ne?. — Kenan paşa. Memur, elinden kalemi bıraktı. Dik dik ve hiddetli hiddetli yüzüme baktı. — Kenan paşa mı?. Nasıl Kenan pa- şa?, — Bilmiyorun. Bildiğim bir şey var- sa, sadece bu isimden ibaret. Memur, kendisin! iffal ettifime za- hib oldu. Cok haklı olarak, öfkeli bir sesle bağırdı: — Ulan, sen hangi cinsten, hangi mezhebdensin? — Onu da bilmiyorum. —Öp babanın elini... Ulan, şunun doöğrusunu söyle, Uğraştırma bizi.. Ke- nan pasa kim?, — Bilmiyorum, efendim. Babamın adını ağzımdan kaçırdığı- ma pişman olmustum, Eğer söylediğim sözün doğruluğunu ispat edemezsem, vaziyetimin alacağı fena neticeden kor- kuyordum., Ve, tiril tiril titriyordum. imdadıma yetişti.. yor.. kendisine, paşazade süsü vermek istiyor... Bir paşazade, miçoluk eder mi hiç... Diye söylendi... Memurun bu söz- leri, ifademi alan memura derhal ka- naat vermiş olacak ki: — Vay habis vay.. daha bu yaşta za- bıtayı aldatmayı düşünüyorsun ha?.. Anlaşıldı. Sen, bizim başrmıza belâ - e 'arafi Allahtan olacak.. başka bir memur, | — Canım.. kârata piç yalan söylü -| lacaksın... Bir daha yalan söylersen, | ğ , —e 8ON POSTA UNA Yazan: ZİYA ŞAKİR Bir cinayet geces Birbiri arkasına içtiği birkaç kadeh rTakıdan sonra.... Diye bağırdıktan sonra; ifademi al- mıya devam etti. Fakat, ifadelerimizin alınması, ko - layca bitmedi. Bilhassa benim, dört gün tevkifhanede kalmama sebebiyet verdi. * Hayatımır en dikkate şayan olan bir kısmı da: işte bu, (dört gün)dür. Bunu da kısaca izah edeyim.: Eskiden tevkifhanede (Sübyan) is - Jminde bir koğuşu vardı ki, çocukları bu koğusa verirlerdi, Güya çocukları, böylece büyük maznunlardan uzak tu- tarak, onların ahlâklarını sıyanet et - mek isterlerdi... Halbuki bu köğuş, en masum ve en metin ahlâkları bile bir kaç saat zarfında bozmıya kâfi gelen bir (hırsız ve yankesici mektebi) idi. Ben bu koğuştan içeri ayağımı attı- ğım zaman, bir anda etrafımı ön dört çocuk ihata etti. Hepsi de sefil, pej - mürde ve perişan kıyafetli idi. Yaşları, on üç ile ön yedi arasında görünüvordu. (Tayvare) Jlâkabını tasıyan, orta boylt, dolgun çehrali, esmer, keskin, sabit ve cür'etkâr bakışlı bir çocuk, bunlara rivaset edivordu, Etrafımı alan çocuklar, karmakarışık sualler!'e beni şaşırtmışlardı. Tayvare- nin kısa bir emri, bunlar dağıtmıya kâfi geldi. Hentiz on altı yaşlarındaki bu çocuk, beni kendi kösesine çekti. Eski bir ki- lim parcası üzerine yerleştirdi. — Eh.. geçmiş olsun. Dedi. Ondan sonra, pişkin bir tahkik memuru gibi ağır ağır ve sükünetle is- ticvaba girişti.: (Arkası var) Son Posta Yevmi, Siyasi, Havadis ve Halk gazetesi Yerebatan, ;;';t;fğ;;ı_ne sokak, 25 * İSTANBUL Gazetemizde çıkan yazı ve resimlerin bütün hakları mahfuz ve gazetemize aiddir. LARI ——HOCRA4 “ABONE FİAT 1 6 Sene| Ay | Ay | Ay Kr. | Kr. Kr. | Kı. TÜRKİYE 1400 | 750 | 400 | 180 YUNANİSTAN | 2840 | 1220 | 710 | 270 2700 | 1400 | 800 Abone bedeli peşindir. Adres değiştirmek 25 kuruştur. Gelen evrak geri verilmez. İlânlardan mes'uliyet alınmaz. Cevab için mektublara 10 kuruşluk Pul ilâvesi lâzımdır. Posta kutusu : 7T41 İatı;nbul İz Telgraf : Son Posta Telefon : 20208 ' N İ Son Pasta'nın tefrikası: Ğ Çıkan yangın için sarfedilen gayretler fayda vermedi. Evleri yıkmakla meşgul bir yeniçeri alayı yanlardan gelen iki kol ateş ile kuşanmıştı Bunların muhtelif hanfleri muharrirle- rin intihabına kalmıştır. Bu suretle tah- sile yeni yeni engeller ihdas etmişlerdir. Bir adamın hayatı doğruca okumaya âan- cak kifayet edebilirse okuyacağı şeyleri ne zaman seçebilir ve okuduklarından ne zaman istifade edebilir? Bilhassa mücerred ilimlere taallük e- den bahislerde Türklerin cehaletini baş- lıca bu mahzura atfetmek icab eder. Sırf harfleri güzelce tersim ve onları kıraat ile meşgul oldukları için izzetinefisleri kendilerini bu kabil zorlukları aramağa sevketmek lâzım gelirdi. Bütün tetkikie- Irînin ve edebiyatlarının mevzuu iki tür- ü manalar, harflerin takdim vo tehiri gi- bi şeylere inhisar ediyor. Fena bir zevkin müfekkireyi bozmak için icad edebilece- ği şeylerin hepsi onları pek mütelezziz ed'yor ve hayran bırakıyor. Anasıl İranlı olan, şiire pek taraftar bulunan lisan hocam afyon ve rakı ile de sarhoş oluyordu. Hergün iki saat bu lâ- tif muhitte başbaşa kalıyorduk. Ben, bil- hassa, hafızamın biriktirdiği kelimeleri kullanmak yolunu büulmağa çalışıyor- dum. Söylediklerini anlıyabilir hale gel- diğim zaman, evime girerken dikkat et- tiği bir kokunun ne olduğunu sordu. Onâa bir şişe lâvanta suyu gösterdim. Filika kumandanının misal arzu ettiği bir fe- dakârlığa kolayca razı olmaklığımı intaç etti. O buna pekâlâ tahammül e'tti. Fa- kat ben bu kadar tehlikeli bir içkiyi ona vermekte devam etmeyi münasib gör- | medim. Birçok kelime toplamak hususunda sarfeitiğim gayret ve bilhassa bunları islimal için gösterdiğim müsaraat az Za- man içinde bana şöyle böyle maksadımı ifade etmek iİmkânını verdi. Artık tercü- mandan sarfınazar edebilecek hale gel- miştım. M. de Vergeune tertib edeceği bir eğlentiye bütün yabancı sefirleri ve İstanbulda yerleşmiş Avrupalıları davet etmek istiyerek hazırlıklar yapılması i- çin emir verdi. Bu haber ileri gelen bazı Türklerin merakını tahrik etti. Onlar da bu eğlentide hazır bulunmak istediler. Bunun türkçede temrin yapmak için bir vesile teşkil edeceğini gördüğümden ken- dilerini memnuniyetle davet ettim, Yeni evlenmiştim. Bu Türklerin için- de en ileri geleni ile kaynanam arasında mevcud olan münasebet türkçe öğren- mek hususundaki gayretimin kendisine telkin ettiği alâkayı artırıyordu. Gelir | gelmez, gördüğü kadınlar içinde Ma> dame de Tott'a kendisini takdim etmemi rica etti. Sonra, onun bütün hareketleri- ne gayet dikkat ederek gözlerile uzaktan takib ediyor ve karım kalabalık arasında bir an gözünden kaybolursa endişeli bir hal alıyordu. Bu endişe ijile beraber, eğ- lencenin umumi manzarası Türkleri pek meşgul ediyor gibi görünmekte idi. Ön- lar için yeni olan bu levhaya dair sor - dukları sualler bana birçok şeyler öğret- tikleri kadar tuhafıma da gidiyorlardı. Bu sırada bir emenuet» ile balo başla- dı, Dansörün kim olduğunu sordular, Bu, İsveç murahhası idi. Nasıl! dedi Türk hayretle... İsveç murahhası mı? Babiâli ile müttefik bir sarayın elçisi... Aldanı- yorsunuz, iyi bakınız. Hiç aldanmıyorum, dedim ona. İsveç sefiridir, evet tâ ken- |disi, Artık kanaat getiren Türk gözlerini yere eğdi, düşündü ve «menuet» nin so- nuna kadar sustu. Sonra bunu başka bir «menuet>» takib etti. Dansörün kim oldu- ğunu anlamak için yeni bir sual: Fele- menk büyük elçisi. Türk ciddiyetle, O! dedi, buna hiçbir zaman inanamam. Bir Fransız sefirinin debdebe ve tantanası çok geniş olabileceğini bilirim. Duydu- ğum hayrete rağmen, ikinci derecede bir sefiri oynatabilecek kadar zengin olabi- leceğini zihnime sığdırdım. Fakat bir büyük sefiri kaç paraya oynatabilir? A- || ralarında bu kadar büyük bir fark ola- maz ki. O zaman, eğlencenin sebeb ve hikmeti bu sefirlere ikramdan ibaret ol- duğunu, onların oyuncu olmadıklarını, Fransa sefirinin de bizzat dansedeceğini — | anlatmak için bütün bildiğim türkçe ke- limeieri kullandım. Zorlukla o 2a edebildim. Biraz sonra, Türkün şüphesiz daha alâkaya şayan bulduğu bir mevzuü onu tamamen meşgul etti. Karınızı gö- remiyorum, dedi. Ha, işte... Fakat birisi ona bir şeyler söylüyor. Çabuk koşunuz, aradaki muhavereyi kesiniz. Neden? di« ye sordüm ona. O zaman, daha açık Su« rette meramını ifade etti. Ben onu tes- kine çalıştığım sırada, Madame de Taott; konuşmasında devam ederk, kâğıd oyu- nu salonuna girdi ve gözden kayboldu. Bunun üzerine, Türk, kendine hâkim ©- lamıyarak ayağa kalktı ve beni sürükle- di. Mümanaat etmedim, Birkaç masa, bitbirlerile münakaşa eden kadın ve er- kekler: Bu manzara şüphesiz ki bana karşı beslediği dostluk hissinin korktuğu bir şey değildi. Supe getirildi. Dostum herkesin muh- — telif masalara ayrıldıklarını görünce, gitmek istedi. Daha ciddi cinsten bir en« dişe onu istilâ etmiş gibiydi. Eğlencenin sonunu beklemesi için ısrar ediyordum, Heyecanla:Her şey bitti, içkiye başlıyor« lar, dedi. Bırakınız biz gidelim. Beni din« lerseniz karınızı alıp götürünüz, siz de çekiliniz. Anlıyorum, dedim ona. Fakat müsterih olunuz. Her şey ihtimal verme- diğiniz derecede sakin bir sürette cere« yan edecektir. Israr ettim. Meraklı Türk- leri masaların etrafında dolaştırdım ve onları kendileri için hazırlanmış olan Mmasaya oturttum. Bir iki kadeh likör ons lara cesaret verdi ve sözlerime kanaat getirmelerine hizmet etti. Sabaha kadar kaldılar. Ayrılacakları sırada, kendi ara- larında böyle bir eğlence tertib edilmiş olsayd: belki otuz kişi maktul düşmeden eğlencenin nihayete ermiyeceğini temin ettiler. Elde ettiğim ahlâkt malümat, onları tevsia hizmet edebilecek ahbablıklar ve rabıtalar tesisi hususunda beni teşvik ettiler: İstanbulun fethindenberi her ne- silde imparatorluğa müftüler yetiştirm'ş olan ve kendisi de bu mevkie namzed bu- lunan damadzadenin ailesi en çok görüş- tüğüm aile idi. Kendisinden sık sık bah- se vesile çıkacaktır. Onun karakterini tasvir suretile hakkında söyliyeceğiim şeyler milleitn karakteri hakkında da bizi tenvire hizmet edebilir. Şahidi olduğum vekayiin siisilesini mümkün olduğu kadar takib edebilmek için şımdi yangınlara bir bakalım. Yan- gınlar İstanbulu o kadar sık tahrib eder- ler ki onlardan bahsetmemeğe imkân yoktur. Bunların arasından en göze çar- pan bir levhayı yani bizim muvasalatı. mızdan biraz sonra bu muazzam şehrin iki sülüsünü tahrib eden yangını intihab ediyorum. i Beyoğlu varoşunda kâin olan Fransa sefarethanesi limana ve İstanbul şehrine hâkim bir mevkidedir. Yangın sabahle. yın liman ve saray surları zürbunda bir evden zuhür etti. Şimalden esmekte olan rüzgâr yangının bu surlar boyunca de- vam ederek saat yediye doğru yokuşun üzerinde kâin bulunan sadrazamın ko- nağına sirayet etti. Padişah buraya gel mişti. Fakat onun emirleri, bu muaz « zam binayı kurtarmak için —sarfedilen gayretler fayda vermedi. Ateşin konağa sirayet etmesi alevlere yeni bir hız ve: rerek yanginın rüzgâr istikametinde ga yet büyük bir sür'atle intişarına sebeb oldu. Fakat, Ayasofyaya yaklaştıkça bu inanın yangına bir sed teşkil edeceği ü mid olunuyordu. Bütün yardımlar, he o cihete masruf oluyordu. Yangını oradi durdurabilmek ümidi besleniyordu. Fa kat havanın sıcaklığı tesirile kubbenir kurşunları eriyerek yağmur damlalıkla rından bekcilerin ve işcilerin üzerini dökülüyordu, Bu sebeble ateşin faaliyetü ne saha açık kaldı. Artık yangını durdur. mak ümidi terkedildi. Rüzgâs: istikame. tinde bulunan şeylerin kâffesini tahrih - etmesine karşı bir şey yapılamadı. Yan- gin, tepenin öbür tarafında sahile “Arkası Öar)