Bay Ebubekir Hazım, idam edilmekten nasıl kurtulmuştu? Damad Ferid hainine : “ Yarın kabine düşünce yeni gelen sadrazamın sizi, hepimizi darağacına çekmiyeceğine emin olabilir misiniz ? ,, dedim Cemil Topuzlu: — İstanbula geldikten birkaç gün son- ra, Babıâlinin büyük salonunda oturu- yor idik, dedi. Yanımıza âmedi kalemi hülefasından genç bir bey geldi. Bana ve maarif nazırı Fahreddin Beye, yavaşça, eski dahiliye nazım Bay Ebubekir Hazı- mın, Nemrud Mustafa divanıharbince İ- dama mahküm edildiğini ve tezkeresinin de hünkâru arzolunduğunu söyledi! Şaşırdım. Bu havadisin aslı olup olma» dığını öğrenmek ve icabında Bay Hazımı kurtarmak için sadrazamın odasına gir dim. Yanımda, benimle beraber mah- küm nazırın hayatına karşı büyük bir has sasiyet gösteren Fahreddin Bey de var- dı. Damad Ferid budalası gene mâlâyani bir işle uğraşıyordu. Hiçbir mukadde- meye lüzum görmeden, vükelâdan kim- senin malümatı olmadan, Hazım Beyin sırf divanharb kararile idama mahküm edilmesinin sebebini sorduk. Bize: «— Evet, Hazım Bey divanıharb kara- rile idama mahküm edilmiştir. Divanı- harb kararları meclisi vükelâdan geçi- rilmez. Keyfiyeti zatı şahaneye arzettik. İradeyi bekliyoruz!» dedi. Kendimi tutamadım: «— Pek ufak bir balayı öne sürerek - ki bu da varid değildi - hükümete mua- rız, muhalif bir kimseyi idam ettirmek asla doğru değildir. Bu gibi ağır bir mes'uliyete biz iştirak edemeyiz. Hattâ tekmil vükelâ arkadaşlarımızın da ayni noktai nazarda olduklarını bilesiniz ve bu şüphesizdir. Bugün iktidar mevkiin- de olduğumuz için, ufak birer bahane ile 8tekini berikini asarsak, ilerisi için çok fena bir çığır açılıyor demektir! Yarın, kabine düşünce, yeni gelen sadrazamın sizi, bizi, hepimizi darağacına çekmiye- çeğine nasl emin olabilirsiniz? Eğer divanıharbin idam kararı derhal geri alınmazsa, sizin ile teşriki mesai et- mek imkânımız kalmamıştır!» u sırada, beşikte sakin sakir uyumakta olan Hürmüz uyan- dı, viyaklamağa koyuldu. o Rânâ onun yanına sokuldu, kaldırıp kucağına aldı O minimini varlık o dakikada kim bilir ne hissetmişti? Lâciverd gözleri- ni açıp, kerli üzerine eğilen (sevimli simaya baktı. bakir. ve yanaklarında- a ü n tebarüz ettiren sümle gülümsedi ne şirinmişsin, sen?! Ne kal- 'Tuh, sanat, Kundağın r #ma (O bakmıyarak Rânâ onu e'lerile hoplatıyor, çocuk da şimdi katıla katıla gülmeğe yelteniyor- du. Ansızın avdet eden hamamcı bu mü- essir sahne ile karşılaştı. Ve bu onun gözleri doldu. — Allah sizden razı olsun, Rânâ ha- gin?! nım! dedi. Ben yalnız bundan korku -| yordum: Çoculumu sevmezseniz di — Aa, niçim sevmeyim? Sevilmiye - cek şey mi 0? Baksanız a! Çocuğun başı ucun: Tede ise, vüzleri Rönâ kendini yabancı hissetmemeğe başlıyordu. Şazimend, aşağıda doldurup getirdi Bi emziği uzattı. Rânâ bumu alıp Hü müzün ağzına verdi. O, löpür. löpür & merken, hamamc: gülerek: — Kaç vakittir. ilk defa olarak böy - e istihalı emdiğini sörüvorum.. dedi, Şazimend de ikırdıva karıştı: — Ablamı o da sevdi besbellit, sözündeki manayı Rânâ mende bakıp göz kırptı, anla Artık evine, barkına, kocasına, mu - bitine alışmıstı. Övle bir ev hanımı ol- , Sami Mollalar hesabına sık üse gelen bohçacı Ülfet ha « nım bile şasıyordu. Mahza hamamcıyı kandırmak kasdile söylemiş oldu: v lerin bir bir tahakkuk ettiğini gördük» çe hayretlere düşüyordu. Osman efendi de, Ülfet hanımla kar- gılaştığı vakitler, ona teşekkürler, dua- sefer| birleştiler. Ne-| birbirine değecekti.! Bay Ebubekir Harım Damad Ferid haininin yüzü kızardı. Bir müddet, uzun tırnaklı parmaklarını sallayıp birbirine vurdu. Sonra: «— Peki amma, divanıharb kararını nasıl iptal edebiliriz? Emniyet ettiğimiz ve salâhiyeti tamme verdiğimiz bu he- yeti askeriyenin nüfuzu ve kuvvei ma- neviyesi kırılmaz mı? Keyfiyet, çok fena bir misal teşkil etmez mi?» Dedi, Şu cevabı verdim: — Mesele çok basit. Ya?) Öyle ya canım, bundan kolay ne olabilir? Padişahın idam hükümlerini affa hak ve salâhiyeti yok mudur, söy- leyin? 4— Vardır» — O halde saraya gidin. Bizim israr ve rica ettiğimizi söyleyin. İdam kararının pm değiştirilmemiş olur, bem de padişahın, “Ah ne baygın bak a beyaz şemsiyeli lar ediyordu. — Allah senden razı olsun! oODerd göstermesin! İman selâmeti versin!, Be- ni ihya ettin, doğ- rusu! Evim şenlen - li. Derlendim, tap - andım... Evlâdıma ana buldum. Dünya ve ahiret bu iylliği- i unutamam; di» yordu. Ülfet hanımda, konaktakilere anla - tâ anlata bitiremi - yordu: — Hanımcığım' O Iloz, osavruk,o »z#m karı öyle hir olmuş ki görme! Kıvrak mı kıvrak, tirendaz mı tirendaz., herifin piçine ka- nad germiş, evini temizlemiş, süsle - miş. Kocasından başka, evinden baş - ka, gözleri bir şeycikler görmüyor, Ar- tık hamamcıyı da sormayın: Bir elimi bırakıp öbür elimi öpecek handise, Ge- çen gün, karısına: A! dedi; Ülfet hanıma önümüzdeki bayram kendinle bir örnek entari yapmayı unutma. O, benim velinimetimdir!. , Bu sözleri işitenl geliyordu.. — Bakındı karıya! Hiç de umulmaz- dı.. Allahü âlem kocası zabit adam da; onu iyicene zaptetti.. diyorlardı. Hakikat şu idi: Rânâyı ısındıran, ha“ mamcının tatlı dili, hüsnü muamelesi, rin inanamıyacaği müilebbed kürek cezasına tahvilini iste- yin. Şu suretle hem divanıharb kararı ufak bir kelimesile Hazım Bey kurtul! muş olur! Bu sözleri söylerken, tabii takdir #der- tiniz ki Bay Ebubekir Hazım Tepeyranın | ömrü oldukça hapiste kalmasını istiyor değildim. Fakat başka türlü idarci kelâ- ma çare yoktu. Zavallı, bir kere boynunu ipten kurtarsın, diye düşünüyordum. İ Sonra, bir yolumu bulup affettirmek, ya- hud da kaçırmak çareleri aranır idi! Damad Ferid budalası biraz daha te- reddüd etti, Başını yukarıya kaldırıp gözlerini tavana dikti. Düşündü, düşün- lediğim asiri, bizi, hepimizi didinden korkmuştu! Nihayet: «— Peki, gidiyorum, dedi. Söyledikle- rinizi zatı şahaneye ârz ve sizin ile de ayni fikirde olduğumu ilâve ederim. Son- ra da divanıharb reisini görerek onun da gönlünü almağa çalışırım!, Filhakika, Nemrud Mustafa dikbaşlı, harb kararlarının harfiyen yapılmasını istiyen gayet inadcı bir adamdı. Hülâsa, o gün damsd Ferid haininden ayrıldık. Ertesi günü erkenden Babıâli- ye geldim. Hemen, Fahreddin Bey de yâ- nınıda olduğu halde gene damad Feridin odasına koştuk. Bizi «— Merak etmeyin, istediğinizi tım. müsterih olun! Dedi, Zannedersem, Bay Ebubekir Hazım 'Tepeyranım şimdiye kadar bu işlerden, yani kendisinin idam sehpasından nâsıl kurtulduğundan haberi olmasa gerektir. O günlerde gene damad Ferid haini ile Said Molla için aram açıldı Damad Fe- ridin adliye müsteşarlığına tayin ettiği bu ahlâksız adam, eytam. sandığından binlerce lira dölandırmış ve buna benzer daha birçok suiistimallerde bulunmuş! (Devamı 13 üncü sayfada) Yazan: Sabih Alaçam Son Posta'nın Romanı : yap- Osman efendi de Ülfet hanımla karşı laştığı vakitler ona dualar ediyordu. çocukların da masumiyeti ile beraber kendisine karşı gösterdikleri yakınlık olmuşlardı. Osman efendi sabah çıkıp, akşam ge- liyor, evine büyük bir ihtimamla ba - kıyordu. Rânfya, eğer isterse bir hiz - metçi tutmasını, mutfağa, çamaşıra el sürmemesini teklif etmişti, Lâkin, ko * nu Komşu ile pek sıkı fıkı görüşmesini istemeyen kadın, ancak evinin işile 6 - yalanacağını düşünerek bu teklifi red- deylemişti. Bu hereketi karısının ida - reli oluşuna, tutumluluğuna hamleden adamcağız da, onda keşfettiği bu yeni meziyeti hediyelerle mükâfatlandır mışta, Çok iyi geçiniyorlardı. Osman efen- İ dü. Öyle zannediyorum ki, az evvel söy-|” asarlar» teh-| hain tabietli, söz dinlemiyen ve divanı-| g Türkiyede rirksle daif neşriyatın ehemmiyeti * Nüfusumuzun yüzde ekiş köylü müzü ve ziraatimizi kalkındıracak programlı ve devamlı neşriyata bi olduğunu söylerim. «Bizim gibi nüfusu- nun “e sekseni köylü, ve esas geçinmesi ziraatten olan bir memlekette; daki neşriyatın kıt değil, bilâkis tac derecede çok olması lâzım kaç kereler yazmışımdır. Köşli kındırmak ve dolayısile memleketi refa- Jha eriştirmek için ziraatimizi ca mak; bunun için de şu ve şu tedbirli ira uyerıcı bir neşriyata yeteri ki dar yol vermek kat'i bir ihtiyaç halin dedir. Lâtin harilerinin kendine göre hep o- kur yazar kıldığı 'Türk köylüsü, yılla danberi (okuyacak şey) hasreti çekiyor. Her yıl yüz binlerce nüsha basılıp Ana- doluya gönderilen «Asli ile Kerem, € rsa; bu, ondan hoşlandığın Bil, işinden gücünden bahis şev bulamadığındandır. Ben kaç köylü İgörn mdür ki kendilerine (Köroğlu | gazetesi) ni uzatınca ellerindeki «Fer- İhadla Şirin» 1 fırlatıp atmışlardır; ve ge İns kaç köylüye restlamışımdır ki, z'raa te müteallik bir şeyler anlatacağımı öğ-| renince o gazeteyi de bir kenara bırakıp etrafımı sarmışlardır. Demek köylümüz İ (karın d tar haldedir. Bu köylüler kadar kasabalılar da zirai bilgiye müştaktırlar. gani için bilmez, bilmedikleri inanmaz bir halde kendi Hn EMİNA dir. Okuyup öğrenmek, icaba göre çalı- şıp daha müreffeh olmak azmindedirler | ma ne yapsınlar? Onlara iyi cins bir tohumun değerini, filân yerde bulundu- ğunu öğretecek kimdir? Kaldı ki şehir- lerde oturan daha münevver ziraatçiler ide istediklerini öğrenmek oimkânmdan İ mahrümdurlar., Daha garibi memleke- hi zirai hareketlerini lâyıkı veçhile ta- kib #tmük ellerinde değildir. Türkiyede 17 işin var, T , W aşmış, Rânâ da hiç bir erkeği sev memeğe yeminli idi. oOOnun için müşterek hayatla - ri fırtınasız yordu. o Aralarında İıskançlık, sitem, anlaşmamazlık gi - bi karı * koca haya - tını zehirleyen şey - lerden hiç biri yok- tu. İki arkadaş, iki dost gibi, birbirle - rini incitmeden ya - şıyorlardı. Şazimend de, Râ- nânım yanından bir Aakika ayrılmıyor - du. Sadık bir fino köpeği gibi, onun gözlerinin içine bakıyor, en ufak bir ar- zu sezdi mi, onu, gücü (yettiği kadar| yerine getirmeğe can atıyordu. Sonra da, ayni bakışlarda memnuniyet ârı - yor, bulunca, bahtiyarlığını gizleye - miyordu. Minimini ellerile her hizmeti|” başarmağa çalışmak, «âblas sira müm- kün mertebe zahmet çektirmemek gönlünün en has, en büyük emeli idi Rânâ da bu derece bağlılığa karşı Şa - zimendi hoş tutuyordu. Onu yanına ça- gırıyor, oturtuyor, bir büyük insan gi- bi onunla hasbihal ediyordu. Bir gün, Rânâ, su dökünürken, me görmüştü. Düşen çocuk, mukadder rız- kını anasına yadigâr bırakmıştı Ka - | mdar- | racak) yazı veya söze cân a-'ç geçi » ” ü ve çiftçidir. Binaenaleyh köy bir çok tedbirlerin yan üyük bir yer vermemiz zum, Yazan : Tarımman Zirai neşriyatımızın ötedenberi pok kıt | (tohum ıslah müesseseleri) nin “£ dan ve bunların pek kıymetli den bihaber olanlar çoktur. Hele memleketimizi kâfi, dersi nımadığımızı, bunun için de yy” e | hile çalışamadığımızı söyliy' haksız değildirler, Billarz meyv# && İtamızı dillerine golayanlar; kaç çeşid, ne kadar, ne cins, DE ne evsafia, ne mevsimlerde rn eyva bulu mu bir türlü BÜZÜ T ünkü onlara pey Gneyva kadastrosu) Bu göstere İeser henüz yoktur. Ziraat kütüphanemiz bir pe kirhanez dir. Kapısını çalabilmti. İkula müyesser olmaz, En basit gazetemiz bile yoktur, 96 sel kiyede bi” unmadığı v £ gazetesinin İbir acı hakikattir. Köylüsü okur yazarlıkta bi$ benziyen Rusyada, bir yıl zirat eser âde: B garistanda b etin belli eği bif cı haline getiren ilk tedbir, Öl neşriyat olmuştur. Bulgar köylü ce urtayı taze ve temiz g9 usul ve ehemmiyeti öğretilmiş, # gön vagon ihraç için yapılacak sıralanmıştır. yumurtapı! ve taze derlenerek çok ellere Vi Biz İyeti öğrenmiş kaç köylü var? ki 931 de on miiyon lirayı gesi İtumızın yıldan yıla eksilerek cıklı âkıbete düşmesinde, yalms Fiğ bu sebeb değil, bizzat istihsal ! sındaki k iylünün bilgisizliği ve (Devamı 13 üncü dın, gizlice bu memeyi Hürmü zna verdi. Çocuk, önce, (ME görmeyip unuttuğu için bu m madı, başını çevirdi, haykırıP Lâkin bundan sonra Ikinci bif me, müsbet netice verdi. Mn diş etlerk sine yapışıp da, nin usa tikçe, zavallı Râ ji hazlarını nefsinde & | güne bu öksüz yavruya bağla! Bazan, gündüzleri kocası İ makla meşgul yi şiğinden çıkarıp yanına alıyor İte, bir şiltenin üzerine uzan! ordu. O zaman, ruhumda e yana reğinde sonsuz bir fı lak, BE duyuyor ve tatlı tatlı hayalâi du. Zorla düşürtülen kendi a türlü unutamıyordu. ya parça koparı da, yarasi v yor gibi idi. Vakit vakit de! hassür duy cuğuna sarılıp, onun bak selli arıyordu. | Bir gün, Hü !karıyordu. Ri ona geceli gün anlarında, duyduğu endişe V€ gözlerinin altında birdenbir? Çi hı lan koyu mor hâleden belli” İ Çocuk kendine gelinbe, jne esi avdet etti. | Vakın bu sevgide, hodgümlik da ber, kadın, kend mış, giti a vetini Kay Aylar geç tada he mesinden hâlâ süt gelmekte olduğunu) g mukabele ediyordu.