SON POSTA - Kayymş B ğ Fi .“SMI Pğsta,, n;n ikây;s;i Adliye Vekâletinden: ! ı AİN ELLER ç . Yazan : Muazzez Tahsin Berkand #0HElillz 1 — 2556 sayılı hâkimler kanununun üçüncü maddesinde gösterilen evsaf ve şartları hatz olanlardan otuzar lira maaşla, Adana, Trabzon, Erzurum altışar ve Diyarbakır, Samsun, Konya, Sıvas, Antcbe beşer ve Elâzığ, Karı ve Kastamonu, Antalya, Denizli, Kayseri, İsparta, Malatya, Muğlaya dörder ve Erzincan, Ço- rum, Amasya, Kırşehir, Urfa, Şebinkarahisar, Zonguldak üçer, hâkim namzedi Arkadaşım Fikret gayet durgun, soğuk kanlı ve kendine hâkim bir gençti. Ço- cukluğumuzdanberi hemen bütün ömrü-| müz beraber geçtiği halde onun bir defa| olsun hiddetine mağlüb olduğunu, asa- alınacaktır. biyet gösterdiğini, soğukkanlılığırı kay- bettiğini görmemiştim. - Fakat beş altı aydanberi ona bir sinir- lilik ârız oldu. Yerli yecsiz sebebler yü- ü kaşlarını çatıyor, sabırsızlık gös- | hattâ çok defa konuşurken sözü- | nü yarıda bırakıp kaçıyordu. | Fikrete ne olmuştu? Bir gün onu, ma-| sasının başında ellerini tedkik ederken gördüm. Tedkik diyorum, gözlüğünü | takmış, kaşlarını çatmış, parmaklarına biror birer bakıyordu. yapıyorsun Fiktet? | yorsun ya, ellerime bakıyo- Bir insan elinin ne demek oldu-| ğunu anlamağa çalışıyorum. u çatarak yaklaştım; onu ©- rından tuttum Sen fazla oluyorsun Fikret... Kaç zamandır sinirlerin bozuk Gidip kendi-| ni tedavi ettirmelisin. — Niçin? Beni hasta mı sanıyorsun... n sana Semih; sen ki benim en candan, en eski dosturusun... — O halde sendeki bu değişiklik ne- dir? — İnsan ellerini tedkik ediyorum de- dim ya... Dur seninkilere de bakayım. Ben cevab verecek vakit bulamadan yerinden kalktı; yanıma gelip oturdu ve sol elimi tutarak evirdi, çevirdi, açtı, ka- padı; sonra tekrar dizimin üzerine bi- raktı. — İyi adamsın Semih. ellerin hain de- ğil... Bütün itirazlarına rağmen Fikretin a- sabi bir buhran geçirmekte olduğunu an- Tadığım için onu elimden geldiği *kadar tedavi etmeğe çalışıyovrdum. Beraber çı- kıp geziyor, onu yalnız bırakmıyordum; fakat ondaki bu sabit fikri değiştirmek imkânı yoktu. Fikret, eller üzerinde ted- kik yapıyor, etrafındaki insanları bunun- la anlamağa çalışıyordu. Fakat niçin? Bir gün bu sırrı da öğrendim... Onun- la bir vapur gezintisi yaptıktan sonra Kaptan keskin bir ıslık çağırmakla beraber, bağırdı: — BSepi! Sepi! Korkuluğun ü - zerinde bir baş göründü: Gurabi efendinin kaske - tini taşıyan ve geniş bir tebes - sümle aşağıdakile- re sırıtan bir baş. Torikle Tak - vör el çırptılar. — Nah, işte! Mesele anlaşıldı. — Vallah, tıpkı da benziyor, be! — Ne deorsun? Yarım elmanın öbür Şşarısı da odur. Gurabi efendi kızdı: — Siz artık edebsizlik ödiyorsunuz. | Sinnime hürmet edin bâtim! — Senin de hakkiın var, beybabaci - ğum! Biz şaka ediyoruz. Sakın gücen - | me, — Evet, bizi ilen katiyen küs olma- malısın. Uzun deniz yolculuğunda, bı- rak ki biraz gülüp, eğlenelim. Yoöksam vakit geçiremeyiz. İhtivar, Takvora çıkıştı: — Sen sus! Ben senin eğlencen de- ğilim.. Ve ortaya hitab ederek: — Kâfir hayvan! dedi; şimdi benim eşyamı da mundar etti. Ben artık o Şapkayı nasıl giyer, o pipoyu — ağzıma Nasıl alırım? Hay, Allah belâsını ver- sin! Kaptan: eNe diyor?» Söylediler. O zaman: — Siz üzülmeyiniz, Mösyö Gurabi! dedi; ben zararınızı telâfi ederim. Bir dakika, beni orada bekleyiverin. Vapur engine açılmıştı. Kaptan Lö- Bgalek bir koşu aşağıya inerek kamara- BınA girdi ve güzel bir pipo, bir de yep- yeni gemici kasketile geri geldi: — Buyurunuz, Mösyö Gurabi. * Gurabi efendi memnuniyetinden gü- Tümsiyerek, kaptana: «Mersi!e diyecek yerde, «pardonla dedi ve kendisine u- diye sordu. Sarıyerde bir gazinoda oturmuştuk. Ya- nımızdaki masaya erkekli, kadınlı — bir genç kafilesi geldi. Biz yalnız olduğu- muzdan bilâihtiyar onlarla alâkadar ol- duk. Bir ara, genç bir erkeğin kadına: — Ne güzel ellerin var Nezthe... dedi- ğini duydum. Fikret birdenbire yerinden doğrulup: — Kalk gidelim Semih... demeseydi, bu basit sözlere ehemmiyet vermiyecek- tim. Gazinodan çıkınca deniz kenarındaki tahta sıralardan birine olurarak Fikreti de zorla yanıma oturmağa mechur ettim, Kat'i kararımı vermiştim artık. Hiçbir mukaddemeye lüzüum görmeden birden- bire ona - Anlat! dedim. O, bir iki saniye bocalar gibi oldu, el- h baktı, sonra bir çocuk itaatile an- lattı: - İki sene evvel bir kız sevdim. Kom- şumuzda oturan sakin, uysal bir kız... Bir gece annesi ve babasile bize gelmişti. İhtiyarlar bir köşede konuşurlarken kar- deşim Nebahet, Feride ve bet bahçeye çıktık. Methabda deniz kenarına giderek otların üzerine oturduk. Feridede gözü- me ilk ilişen şey, ay ışığında parlıyan ince, beyaz elleri oldu. Bu eller gâh fil- dişinden bir biblo gibi d de kıpırdamadan duruy ridenin yüzüne, gözlerine çöküyor, bazan da sinirü, heyecanlı bir sürette açılıp kapanıyor, işaretler yapı- yordu; o vakit te onun yüzü, gözleri ve bütün vücudü birdenbire canlanıyor, bü- yük bir heyecan ve atöşle konuşuyor, söylüyor, gülüyordu. O günden sonra Feridenin bütün duy- güularını ellerinden okumağa başladım. Bu bende büyük bir merak yaratmıştı. Komşumuzun sakin ve uysal kızının böy- le manalı ve ateşli elleri olmasına şaşı- yordum, Bu merak gitgide arttı ve ben farkın- da olmadan, ellerini tedkik edeyim der- ken Ferideyi sevdim. Bazı akşamlar aileve bize geliyorlar, yahad biz onlara gidiyorduk. Saatlerimiz yanındaki izlerinin Üzerin- zatılan eşyayı aldı. Bu sırada vapu - run yemek kampa - nası vurmuştu. Pek şen ve hoşsohbet bir adam olan kap- fan Gurabi efendi - nin koluna girdi, 'Torikle Takvoru da Köz işâretile, kendi- sini takibe davet ederek, yemek salo- nuna doğru yürü - dü. Salonun eşiğinde birdenbire — durup sordu: — Lâkin, madam Gurabi nerede? — Biraz evvel kıç güvertesinde — idi.. dediler. — Peki, nasıl olur? Ben gidip kendi- sini getireyim.. Takvor, kaptana mâni oldu. Kendisi koşa koşa, İfakat hanımı aramağa git- ti. Kadıncağız tek başına kalınca, gü- vertede oturmaktan korkmuş, kama- rasına ;jltica etmişti. Bin naz ve İstiğna ile Ermeninin davetine icabet etti. Bir- likte gelip, yemek salonuna girdiler. Kapıda ufak bir tereddüd gösterdiğini müşahade eden kaptan Lögalek, neş'e- sile, şaklabanlığile kendisini teskin ve tatmin etti. Bizzat elinden tutup sağ tarafına oturttu.. tabağına yemek koy- du, Çarşaf gibi bir denizin üzerinde ağır ağır seyreden «La Feuille de Rose» un ufacık fakat şip şirin yemek salonunda, | şirdi nasıl geçerse geçsin, ben Feridenin elle- rine bakıyordum. Onların her saniye de- ğişen bir manası vardı Bazan poaker oynamak için masaya ©- turuyorduk, Onun elleri bir dakika sakin ve sabırlı bir inkıyadla kâğıdları bekler- ken gözlerinde sakin, durgun bir mana beliriyordu; fakat bir saniye sonra - bu güzel ellerin sinirli ve haris bir hayvan | pençesi gibi büküldüğünü, - kıvrıldığın farkedince, Feridenin gözlerinin de v.ı)ı.i şi bir ışıkla yandığını görüyordum. Bazan ona piyano çalması için yalva- rırdık. Sevdiği bir parçayı çalarken onun | ğ rdım. Gâh munis bir kedi » gâh bir kaplan pençesi gi- hain olurlardı ve o zaman PFe- ridenin yüzü de tıpkı elleri gibi deği- Onu sex ihm ve bir gecv bahçede dola-| şırken bunu ona şu cümle ile söyledim: | büzüldü Başı omuzuma düştü, gözleri kapan ağzında mes'ud bir tobessüm belirdi, İkimiz de çok mas'udduk. Bu şaadelin ebediyen devam edeceğini — sanıyordum ben... Yanılmışım... Bir sene içinde işlerimin birdenbire bozulduğunu biliyorsun. Feride ile ev- leneceğimiz gün yaklaştıkça garib ve feci bir tesadüf eseri olarak işlerim büsbütün karışıyordu; fakat kendi kendımi teselli ediyordum: — Feride ile beraber olduktan sonra servetin ne ehemmiyeti var? Bunda da yanılmışım... Bir gece, gene bahçede, her zamanki tahta sıra üzerinde oturmuş konuşuyorduk. Elleri ellerimin içinde sakin ve yumuşak bir kedi gibi duruyordu, birdenbire sertleştiler, kap- lanlaştılar. Bir şey söyliyeceğini anlıya- 2 — Taliblerin evrakı müsbitelerile A dliye Vekâletine müracaat tarihleri sı- rasile istedikleri yerlere tayinleri icra edilecektir. 3 — Yukarıda kadroları gösterilen yerler dolduğu halde 6 yerlere müracaat edenlerle yer göstermemiş olanlar bulunursa bunlar arasında kur'a çekilerek isabet eden mahallere tayin muameleleri yapılacaktır. 4 — Evvelâ Ankara, bulundukları yerlere tayinleri icar edilecek ve bilâhare istidalarında gösterdikleri yerlere tayinleri yapılacağından hemen zat işlöri umum müdürlüğüne müracaat etmeleri. KİMYAGER «TT26> ARANIYOR: ETİBANK GENEL DİREKTÖRLÜĞÜNDEN: Kuvarsnan bakır madeni işletmemiz için muktedir ve genç bir kimyagere ih- tiyaç vardır. Alımacak kimyagerin, bilâhare izabe işlerinde göstereceği istidad ve muvaffakiyetine göre daha fazla ücret verilecektir. Tenvirat ve ev, maden işletmesi tarafından temin edilecektir. İsteklilerin, 2011933 tarihine kadar, bir istida ile istedikleri aylık ücret ve yle birlikte Etibank Gene l Direktörlüğüne müracaatları. RADYOLİN ie SABAH, ÖĞLE ve AKŞAM Her şeyi söylemek lâzım geldiğine karar ver- dim ve söyledim: Mali vaziyetimin her- gün biraz daha kötüleştiğini, şimdilik n—ıı na istediği lüks hayatı yaşatamıyacağı- mı, fakat istikbalden ümidvar olduğu- mu, onunla beraber olduktar sonra her şeye katlanarak çok çalışacağımı ınlzt-v tim. Elleri benimkilerden ayrılmıştı; dizle- rak bekledim. — Evlendiğimiz zaman balayı seyahati için Avrupaya — gideceğiz; bana oradan güzel esvablar ve kürklar alacaksın de- ğil mi Fikret? Yüzüne baktım. Dudakları temiz bir gülümseme ile bana bakarken gözleri hırsla parlamıştı. * Bilmiyorum neden, o dakikada ona her SON POSTANIN EDERİ RPOMAMI güle, oynuya yeyip içiyorlar, kaptanın çözülen dili bin bir hikâye ve macera anlatarak meclise revnak veriyordu. — | Takvor, onun fıkralarını arkadaşla-| rına aynen tercüme etmekte idi: — Bilirsiniz? Bizim kaptan efendi gayet ilen toaf ademdir, Şimdik, Afri- kada, Kanarya adalarında, tepesinden geçen biİr kortezanlık macirasını ağ - natıroor ki, pek kıyak. şeydir.. Bizim hemşire bayanı korkutturan maymon da, o zamanki sevdiği karının maksu- ludur deor. — Karı maymun mu doğurmuş? — Ka, divanesin? Karı maymon do- Burur?, — Ne- bileyim?- Sen - söylüyorsun: demek, ne demektir? rinin üzerinde duruyordu. O, mutlaka bu dakikada yüzüne bakmadığıma, gözlezin- | deki haris manayı görmediğime memnun olarak beni sessizce dinliyordu; fakat ben, başım önümde, bir düzüye onun el. lerine bakıyordum. Bunlar ne vahşi, ne haln bir mana almışlardı; o dakikada Feı ridenin, kabil olsa bu sinirli kaplan ıl]ı-l rile beni boğacağını anladım.. tüylerim | ürperdi., İ yemekten sonra muntazaman dişlerinizi fırçalayınız. Feride beni değil, paramı seviyordu Parasız Fikret onu alâkadar etmezdi ar- tık. Helecan ve ıztırabla teklediğim şey ol- du. Feride benden ayrıldı... Fakat o gün. den sönra da bende ellere karşı büyük bir âlâka uyandı; hele güzel kadın elle- rine... OÖnler bazan öyle zalim ve hani oluyor- lâar ki... YARINKİ NÜSHAMIZDA: Dudak boyası İngilizceden çeviren: Neyyir bağırmasile, Sepi sofranın üzerindeki biçaklardan birini kaptığı gibi, değme berberin gösteremiyeceği bir çeviklik ve bir maharetle suratını güya traş et- İf | meğe başladı. — O ki maksulu demiş isem, yadi - gârı demek istedim. Ne ise: İıle o karı, bizim müsü kaptanı | tam üç ay onda ye—î sir tutlmuşlur. | — Nerede? — Kanarya ada -| sında, Torik nükte fır - satını kaçırmadı: — Desen e ki asıl kanarya gibi kafese giren o olmuş? Takvor, başını gözünü —yararaktan bu sözleri kaptana tercüme etti. Kap - tan güldü, ve dedi kit — Bakın! Madam müsaade ederse, Sepiyi buraya çağırayım da, görün ne zeki hayvandır. İfakat hanım muvafakat gösterdi ve Mösyö Lögalek düdüğünü çaldı. May- mun zaten oralarda imiş. Hemencecik seğirtti, geldi; doğruca efendisinin ya- nina koştu, sol tarafındaki boş İskem- lenin üzerine çıktı, oturdu. Hakikaten de pek sevimli bir yüzü, cevval ve gülec gözleri vardı. İbtida etrafa şöyle bir bakındı; sonra, üşina çıktığı Gurabi efendiye göz kırptı ve ona bir şeyler söylemek istiyormuş gi- bi gırtlağından bir takım acaip sesler çıkardı. Kaptan, önünde duran yemek peşki- vini boynuna takıp; : «Berberle diye Bu bittikten sonra, kaptan nyağ kalktı, kapıya doğru bir iki adım attı ve birdenbire, kendini kaybetmiş gibi ye- re düştü. Hayvan hemen yerinden fır- ladı, oradan aldığı bir peçetayı su ile ıslatarak efendisinin şakaklarını oğma- ğa, etrafında pervane gibi dönerek onu ayıltmağa koyuldu. Ve ancak onun göz- lerini açmasiledir ki elinden peçeteyi bıraktı, Takvor dayanamadı : Zo! Deminden, bayan- bayıl - dığı vakit, ne deyi bu kıdat uğraştık? O kerte bu hayvan nerede idi?; Mü kemmel hasta bakıcıdır sanırsın.. dedi Kaptan: — Daha bunlar bir şey değil. dedi; bu bizim Sepi fevkalâde cesur ve işgü- zar bir gemicidir. Ayni zamanda çok da iyi yüzer ve şayed biri denize düse- cek olur da: «Haydi, Sepi! Kurtar'» di- ye bağırırsam, hemen atılıp kurtarır. Ben kendisini bir evlâd kadar severim. Hepsi de, sokulamıyan kocakarıdan maada, hayvanı sevip okşadılar. Ona, sofranın üzerindeki kuru yemişlerden ikram ettiler.. 0 da memnuniyet âsârı göstererek bu ikramlara mukabelede bulundu. « Sofradan kalktılar. Kaptan, Gurabi efendiye bir ufak teneke pipo tütünü, Takvorla Toriğe de birer yaprak siga- rası hediye ederek, İfakat hanıma da kendi elile bir kadeh likör sunduktan sonra, ür diledi ve vazifesi başına döndü. Çikarken hepsine birden: — İster burada kalmız, ister güver- teye çıkıp, uzanınız, istirahat ediniz. Hamaklar emrinize âmadedir.. demişti. Hamağın ne demek olduğunu Tak - vora sordular. (Arkası var)