Eski Türk detektifleri “Son Posta,, ya KA maceralarını. anlatıyorlar : ıü'-y—_’ Tatlıcı Raif vak'ası Adliye mübaşirliği yapan milyoner faizcinin evindeki facia nasıl geçmiş ve nasıl neticelenmişti? Eski zabıta âmirlerinden Nuüreddin: — BSize tatlıcı Raif vak'asını anlatayim, Gdedi. Bu, pek kanlı ve heyecanlı safhaları Evdeki vaziyeti tesbit ettik. Sonra is - keleye geldik. Katiller ortada yoktular. Onları, bir an evvel saklandıkları delik - ten çıkarmak lâzımdı. Hâdise, halk üze- Taşkasaplı Gümüşhaneli hay yazeteciye cevab x » » Tam hududu geçerken kamyonlarımız durduruldu, gümrük memur- plan acıklı bir hâdisedir. 'Tatlıcı Raif İstanbulun meşhur azılı - larındandı. Abdülhamid If devrinde ışledi Bi bir cinayetten dolayı 15 seneye mah- küm olmuştu. Vakta ki meşrutiyet ilân edildi, umumt af sayesinde müddetini doldurmadan dışarı çıktı. Eski Kadıköy merkezinin altında börekçi dükkânı açtı. O zamanlar adliyede mübaşirlik veya odacılık yapan bir Ali ağa vardı. Bu zen- Bgin bir adamdı, hattâ, faizle para verirdi. Şimdi biz gelelim hâdisşeye: Raifin ar- kadaşlarından Hafız Ahmed namında bi- risi, Ali ağanın dünyalık sahibi bir adam olduğunu öğreniyor. Fahri adlı diğer şa - hısla beraber başbaşa veriyorlar: — Şu Ali ağayı nasıl harcıyalım, diye Gdüşünüyorlar! hğ::ıhynı Çengelköyünde oturan — bir tanıdıkları var: Hamal Yahya. Bu, hiziüm füç ahbab çavuşun hapishane arkadaşı! A- ralarına Raifi de alarak işe başlamak ve plânın tatbik şekillerini görüşmek üzere Yahyayı bukuyorlar. Ali ağa di ıı_iın Çengelköyünde oturuyor. Evi talimha- ne meydanında, Kaldırım caddesinde. Hamal Yahya: — Bu soygumu başarmak çok kolay, di- yor. Ali ağanın evini size göstereyim. He- rif altını babasıdır. Bir gece kıstırırız. ih- tiyarı korkutup paraları cebe indiririz! Hamal Yahyanın söylediği hakikaten Goğru. Kaldırım caddesinin bir weunda o- Tan Al ağanın evi tenha bir yerde. Yelım fki tarafı da mezarlık. Sular kararıp ta or- talıktan el ayak çekildi mi, At ağa kıya- meti koparsa, etrafında ne duyacak var, ne de imdada gelecek olan... Dört haydud evi keşfediyorlar, Nihayet, kararlaştırdıkları gece Çen- gelköyünde buluşuyorlar. Btrafı gözlü- yorlar. Herkesin uyumasını bekliyorlar ve eve giriyorlar. Ali ağamın bir karısı, bir de oğlu var. Bu zavallı genç henüz bir ay önce ev - Jenmiş. Tabit onun da bir şeyden haberi yok, karısile beraber yatıyor. Tatlıcı Raif, Ali ağanın şakağına ta - bâancayı dayıyor: — Uçlan mangizleri moruk! Meşhur bir ata sözü vardır: Mal, canın yongasıdır. diye! İşte, Ali ağa da böyle düşünmüş olacak ki paraları vermek is- temiyor, mukavemet ediyor, bağırıyor. Gürültüyü çocuk işitiyor. Babasını kur - tarmak için, yukarı fırliıyor. Merdiven başında, dört haydudla karşı karşıya ge- Tiyor. Aralarında kanlı bir boğuşma baş- hiyor, Tatlıcı Raif, bıçağını çektiği gibi #aplıyor. Arkadan bir tane daha! Ali ağa- nn oğlu merdivenden yuvarlanıyor. Fa- Kat sağlam yapılı, güçlü, kuvvetli bir genç. Aldığı yaralara rağmen, haydud- larla boğuşmağa devam etmek istiyor. Fakat ne elinde silâh var, ne de yaralı yaralı bu dört canavarla başa çıkmak im- kâmı. Heriflerin para hırsile gözleri o ka- Gdar dönmüş ki ne yaptıklarını bilemiye - vek bir hâale geliyorlar. Ali ağanın oğlu- 'nu tam 18 yerinden bıçaklıyorlar. Niha- yet zavallı, kasab dükkânında doğranmış bir et yığını halinde merdiven başına se- Filiyor. Vaziyetteki fecaati şöyle bir Rözö- nüne getirin. Oğlünuzun, yahud bir ay gvvel evlendiğiniz kocanızın a parça parça edildiğini, bir an, tasavvur edin... İşte, ben, Beşiktaşlı Eşref isminde bir arkadaşımla, bu azılı katilleri yakala - mağa memur edilmiştim. Tahkikata başlamak Üzere Çengelkö « yüne geçtik. Evvelâ vak'a mahalline git- tik. Daha kapıdan içeri girer girmez, ci- nayet işlenen yerlerde hissedilen ağır bir Şlüm havası bizi karşıladı. Yerlerde, ö- bek öbek kurumuş kan pıhtıları vardı. Ali ağanın yatak odasına çıktık. Bütün eşya altüst edilmişti. Koltukların, kana- pelerin içi, dışma çıkmıştı. Anlaşılan he- rifler, buralarda para aramışlardı. İhti - yar ana ile daha evliliğin tadıma doyama- Gan dül kalan tazenin hallerini sormayın. İkisinin de gözleri, ağlamaktan, hâkik fen yumruk gibi şişmişti. rinde öyle gürültülü bir akis yapmıştı ki bütün İstanbulda günün —mevzuu ol- muştu. Cinayetin işlendiği saate nazaran, katillerin vapurla gitmelerine imkân yoktu. Vak'a gecesi, geç vakit müşteri a- lan bir araba da mevcud değildi. Şu hale |" nazaran iki ihtimal vardı: Katiller ya sandalla kaçmışlardı, yahud da taban - vayla! Bütün sandalcıları sigaya çektik. Ni - hayet bir tanesi, cinayet akşamı gece ya- rısından sonra dört müşteri aldığını söy- ledi. Sordum: — adamlardı bunlar? Sandalcı heriflerin eşkâlini tarif etli. (Tabif biz, katillerin hüviyetini bilmi - yorduk. Tşhkikat sonunda meydana çı - kardık). Sandalcının verdiği izahat sa - rihti. Çünkü hem vak'a üzerinden çok za- man geçmemişti. Hem de gece yarısı, ba- riz bir telâş ile ve hiç pazarlık etmeden, hattâ çabuk gitmesi için bahşiş te vüde- den bu müşteriler, adamın nazarı dik - katini çelmişti. Sandaltıya: — Söyle bakalım, dedim. Bu dört ki- şiyi nereye götürdün? — Kadıköyüne! Artık hedefimiz Kadıköydü.'Dakika ge- çirmeden köprüye, oradan da - o zamanki Seyrisefainin ton ton vapurlarile - Kadı- köyüne çıktık Muntakada bulunan şüpheli — şahısları, sabıkalıları araştırmıya başladık. Bu nu- susta zahmet çekmiyorduk. Çünkü, san- dalcı, hüviyeti meçhul dö mun eşkâlini gayet sarih olarak çizmişti. Ni - hayet bütün tahkikatımız şu noktada top- Tanmıştı: Şüphelendiğimiz adamlardan birinin eşkâli, sandalcının tarifine tıpa- tıp uyuyordu! t yok aramıya başladık. Vâkâ, katil, burnu - yatızun ucunda idi amma, cinayetten ön- ©e! Şimdi, koydunsa bul! Bu suretle bir hafta kadar uğraştık. En sonunda Raifi ele geçirdik. Fakat, katil her şeyi inkâr ediyordu. Bunun üzerine Ali ağayı, karısını, gelini- ni getirttik. Sorguların en hararetli ye « rinde, suçlu, hattâ Çengelköyüne gitti - ğini bile inkâr ederken, içeriye Ali Biğa- yı ve iki kadını soktuk, Üçü birden şu İt- hâamı yaptılar: — Canf budur! Herif şaşalamıştı. Bu vaziyet karşısın- da cürmünü itiraf mecburiyetinde kaldı, Katili, ayni zamanda sandalcı ile yüzleş- tirdik. O da Raifi görür görmez: — İşte, dedi, 6 gece Kadiköyüne ö - türdüğüm adamlardan biri budur! : Bü, varan birdi! Şimdi sıra öbürlerine Bgelmişti. — Söyle bakalım, dedim, ortağın kimlerdi? Fakat, cani, gene inkâra — başlamasın mı? Ne sorsak, ağğından 1âf çıkmıyor, kı- saca şu cevabı veriyordu: — Bilmiyorum! Katilin zayıf damarımnı bulduk: — Eğer, şeriki cürümlerini saklarsan, bu yüzden de cezan artacak! Bak, düşün! xeu:ylh kurtarmak istiyorsan arkadaşla - rını ele verirsin... Bu senin bileceğin şey. Ya bu adamların kim olduklarını, ııer,:yye saklandıklarını söylersin, yahud da so - Tuğu çingenenin yağlı ipinde alırsın! Tathcı Ralf, baktı ki olacak Bibi değil, cinayetin bütün safhalarını, en ince te - fı.jrr!lıtmn varmcıya kadar anlattı. Artık M peşine düşeceğimizi biliyorduk. Elimizle koymuş gibi birer birer yakala- yıp tıktık içeri! — Netice? —TıllıcıMüeEn(uAhn—dnm. dılar. Fahri ile hamal Yahya da onar se- ne hapse mahküm oldular, Fakat bu ce. za, ne çılgına dönen zavallı Ali ağa lle gelininin ıztırablarını giderdi, ne de İhti. yar ananın ağlamaktan kör olan Bözlerini açtı! rakıp, yolumun Üstüne çıkan, yazdı- zıda da söylediğim gihi; seyahat not- larım bir «mizah» sütunundan başka bir şey değfidir. «Ereümend Ekrem» | Ö nasıl «Afeşhedi Te devriğlem » e çıkmış- sa, ben de bir kamyon şolörile İran üs tüne seyahate çıktım .. Yolum Gümüş- haneye de uğradığı için oradan da göç- tim. Geçerken de gördüklerimi lâlife yollu sıralayıp kâğıd üztüne Gdizdim. Yazdıklarımın içinde, vak'a ltibarile bir bend yoktur ki; hakikat olmasın. Pakat elbette ki; şofür benim yazdık- larım gibi konuşmaz, nahiye müdürü böyle beyanat! nmaz, Mard'nden | Ç cıkış hikâyesini anlatan köylü öyle bir Usan kull yaşdığım cümleleri tec- Dört sütün tutan yazınızın ela avaca sığacak sağıam bir tarafı yok ki. ora- gından tutup sire lade edeyim.. Başma- kalenimin bir bucuk sütunu hava civa.. eğer © bir büçuk sütona bana vatan den yazdığım bazı yazılarımı Okumuş, onların hülâsalarını gazetenise imza- mızla naklederek hitab etseydinir. © vakit maksadınıza erişir, bana da bir derg vermiş olurdanuz.. Yoksa- basma kalıp sözlerinizden yeni bir şey üğren- miş değilim.. Maalesef hiçbir iatifade- de bulunamadım. Şimdi. sahsım ve yazılarım hakkında düştüğünür ha- talara, müsaade ederseniz numara nu- mara cevab vereceğim: 1 — Sizin gibi; aylıkla tutulmuş bir gazete memuru değilim.. — başka bir meslekle uğraşır, yaz günlerimin ta- yazi yazarım.. her halde okuyan da bulunur ki- Son Posla gibi Türkiye- darı alır ve sayfaları arasına kor.. Hn- kikst böyle iken: «Münhasıran bir ga- zeteye yazı yuzmak içine demeniz, be- ni hiçbir zaman küçük düşürmez.. Ga- | Ç zeteye rastgele yazı yazmak bir ma- | Ç Titet değüdir. ki; bu işle Dbüdürlene- yim., Galiba siz kendinizi, yazıcılığı- nizdan dolayı emarifet erbabındanı zannediyor da ileri geri JAf etmekte hemşerilerinladen daha ziyade vakıf elmanız Jâzım.. halbuki: «Tahkik et - tik. Yazı sahibinin İstanbul Şehir 'Ti- yatrosu artistlerinden olduğunu öğ- rendik» diyorsunuz... Ne tuhaf, İran dönüşünde Gümüşhaneye gelip de, de- re kenarındaki bahçesinde bir kahvo içmek için indiğim zaman orada bu- Tunan halk beni tanımışlar ve şoförün (Devamı 10 ncu sayfada) B gidişle galtba seyabati Mün bi- * Susuzluktan insan ölmez. Amma «ti - |fot»?.. Allah muhafaza etsin!! Hükümet doktoru bütün Sürbehran halkını uşıla - mış, Köyü de kordan altına almışlar. Bu- İnu gördükten sonra «su içmek için» o İkbyuı içine girmeğe hangi babayiğit ce- saret eder?,, Ummacıdan korkan bir ço- İsuk gibi Sürbehan'dan kaçıştık.. Amma dediğim gibi, hararetten de dü- daklarım patlak çatlak olmüş, içim yan- mağa başlamıştı.. Şofür dedi ki: — Birâz daha dişini sıkarsan, çaresini bulacaksın l — Çoğu gitti, azı kaldı.. şimdi hudud gümrüğüne çabuk varırız.. — Yani Gürcübulak denilen köye mi? — Evet.. orada iyi su yoktur amma, ga- yet iyi gümrük memurları vardır.. bi zim işimizi yarım saat içinde bitirirler.. ondan sönra ver elini: — Yan! İran hudud köyü öyle mi? — Evet.. — Sonra? — Boprası: Gümrük binası önünde hir su akar, sanki buz.. içimi şeker mi şeker!.. — Allahım, sen tez saatte nasib eyle.. * Gümrük bayrağı göründü, yaklaştık. «İşte Güzcübulak» dediler, durduk. Güm- Tük ve pasaport muamelesinin sür'atle ya- pılması ümidile kendimi kamyondan at - tm.. atlamamla, arkamdaki beyaz el - bise simsiyah oluverdi: Karasinek hücu- muna uğramıştım.. nereye gelmiştik! Bu ne kadar sinekti?! Durduğumuz yer mez- baha nu, debağhane mi, çöplük mü ney- di?.. Vücudümün açık bulunan tarafla - rına konanlar merhametsizce ısırıp ka - numi emiyorlar; elbiseli taraflara düşen- Jer ileri geri manevralarla etimi arıyot- lardı... Sıcak tahammül edilir gibi değil- ğu müdhiş dağlardan titriye tit- |riye indikten sonra bu sıcak, vükıâ so - Bukalgınlığına İyi gelebilirdi amma, si- neklerden muhafaza için sıkı sıkı kapan- diğim için bunalacak bir hale geliyor - dum... Ensem'de, ellerimde, yüzümde, gö- zümde kabarmadık yer a.. eli- me eldivenleri taktım. Mendilimin İki v- cunu başımın üstünden düğümleyip, ö- teki iki ucunu enseme uzatarak, İtfaiye efradının miğferleri arkasındaki meşin âteş siperi gibi bir şey yaptım.. Açık kalan suratıma konan sineklerin Bgıdasına mâni olmak için de fkinci bir mendili yü- züme örtüp kafama da kasketi yerleş - tirdim.. işte böyle, peçeli bir halde kar - naval maskarası gibi, gümrük muame - Tâtının sonunu beklemeğe koyuldum.. yarım saat içinde her iş bitecek. Biz de hemen hareket edip İran hududuna gi - recek ve buz gibi sudan kana kana içe - cektim.. Gümrük ve polis memurlarile selâmla- şıp, «hoş geldiniz!» esafa bulduk!» — gibi hoş beşten sonra, bizim şoföre sordular: — Eyy, yükünüz nedir bakalım?. lart yükümüzün izin kâğıdını soruyorlardı. Şoförler: «İzin kâğıdını siz vereceksiniz» deyince dananın kuyruğu koptu. Bu kâğıdı, valile- rin, hattâ müfettişlerin bile veremiyecekleri anlaşıldı Dü —a — Bvet. vaktile İzmirde kurulmuş. Sonra mal sahibi İrani, bunu oradan sö- küp Trabzona gelirmiş. İki sene de Trab- zonda yağmur altında kaldıktan sonra şimdi işte böyle dört kamyona yükletip İrana gönderiyor.. — Âlâ. Ahah hayırlı etsin.. şimdi bu- nun evrakını verin de muamelesini ya « palım, hemen iş bitsin... — Ya, ya.. biz de onu rica edecektik.. — Haydi verin! — Neyi? — İzin kâğıdını.. — İzin kâğıdını siz vereceksiniz.. Trah- zondaki komisyoncu öyle söyledi.. — Ne münasebet, biz izin kâğıdı vere. bilir miyiz?.. — Aman nasl olur. Komisyoncu öyle söyledi, bizi yola çıkardı.. — © sizi başından savmış. bir defa yükünüz, fabrikadan ziyade demir hur- dasına benziyor.. hurda demir ihracının nasıl şiddetle memnu olduğunu elbette işitmişsinizdir. hadi diyelim ki: Bu hurs da değil de, fabrika... Yani Türkiyede kurulu olan bir fabrikayı siz süküp İra- na götürüyorsunuz. Ve bunun için de ammma, İnsana «deli» derler.. gyol devlet, dünyanın parasını' verip hariçten getire- rek memloket dahilinde fabrikalar ku - rarken, dahildeki kurulmuş — fabrikanın harice gönderilmesine müsaade eder mi?. Haydi diyelim ki: Bu sizin fabrikanın çık- ması lâzım.. Hükümet te buna müzaade edecek. E biraz insaf edin: Memleketin sınai ve iktısadi siyasetile alâkadar olan bu meseleye karar vercek makamı, kos- koca Türkiye cumhuriyeti devleti içinde bulamadınız da, İran hududundaki kü - çük bir gümrük memurundan mi isti - yorsunuz?.. — Peki ne olacak? — Ne olacağını bilmem. Size yalnız şunu söyliyeyim ki: Bu ihraç işine karar verecek olan makam, ne burası, ne Trab« zon gümrüğü, ne valiler, ne de müfet - tişlerdir.. buna ancak İklisad Vekâleti izin verir; <«olure veya «olmaza der!.. İşte şimdi olanlar olmuştu... Hiç kim - seyi düşünecek halde değildim. Ben ne olacaktım?.. Allahın bu sinekli dağında, ot yok, ocak yok, kimsesiz köyünde ben ne halt edecektim?.. İleri gidemezsin, çünkü gümrük, kamyonları salıvermi - yor.. geri dönemezsin, kuş uçmaz, ker - van geçmez bir yerde vasıtayı nereden bulursun?.. Hülâsa öyle bir berzaha bat- tım ki: Kurtulabilmek için bir mucize lâ- zım.. memurların yerden göğe kadar hak ları vardı., bu iş şakaya, ahbablığa gel - mezdi.. Fakat iyi yürekli, temiz insanlar, Bütün ümidsizliğe rağmen, matbu güm- rük kanun ve nizamlarını çikardılar. ben de dahil, hepimiz elimize birer tane aldık.. Bu müşkülün halli için bir emad- dei mahsusa» aramağa koyulduk. na mümkün!, Duyulmuş, işitilmiş şey değil, sağa çektik, sola uzandık, imkânsız!.. Çe- re?,, Çaresini ben buldum; Ü — Elbette, Trabzondaki komisyoncu o- lacak o zatı şerif, sizi buraya gönderirken (Devamı 15 nci sayfada)