SÖON POSTA 21 Ağustos Resimle günün vak'aları lar: (Sağda) ordunun kamutana Urmumi Müfettiş Kâzım Dirik ile beraber, Kah dunun Edirneye ) motörlü kuvvetler şehir sokaklarında inden intaba girişi (solda, aKi 1939 fuarı için yapılan veklâmlar ve fuar şer visine tahsis olunan zabıta kuvveti İzmir fuarından ğ Eski polis şeflerinden Bay İhsan: »— 1917 genesi idi, dedi. Boğaz koantrol Amiri idim. Hüviyeti şüpheli bir yelken- linin Karadenize çıkmak üzere olduğu- nu haber verdiler. Yanıma üç memuru- mu « Kavaklı C., Eskişehirli R. ve şimdi ismini unuttuğum birisini - aldım. Motöre bindik, takibe başladık. Fırtınalı bir gece. Gökyüzü, üstümüze kapanacak kadar alçalmış. Dalgalar kü- çücük- motörümüzün teknesinde çatlı - yor. Yağlı bir karanlık tabakası içinde, gözlerimizin bütün kuvvetile Boğaz sa - hillerini araştırıyoruz. Nihayet yelkenli- yi Kavak Sütlücesi önlerinde seçebildik. O kaçıyor, biz kovalıyoruz. Fakat aksili- ğe bakın ki aramızda uzun bir mesale var, Hem bunu kısaltmağa, hem de gece- nin karanlığı içinde yelkenliyi kaybet - memeğe çalışıyoruz. Böylece poyraz sahiline geldik. Büyük liman önlerini geçlik. Her iki, üç dakika- da bir: — Son sür'at, emrini veriyordum. Artık Rumeli feneri açıklarına varmış- tık. Karadenize yaklaştıkça, dalgalar bi - rer dev gibi; üstümüze saldırmağa baş - ladılar. Fakat kaçak gemiye de iyiden iyi- ye sokulmuştuk. Makiniste: — Gayret oğlum, dedim. Biraz daha hazlan! Helo şükür! Artık sesimizi duyurabi - lirdik. Karanlıkla dalgaların arasında bo- calıyarak kaçmağa çalışan yelkenliyi doğ ru, iki elimi bir megafon gibi yaptım, ba- ğırdim: — Durunuz! Oralı olan kim? Sanki ben kaçınız de- mişim gibi büsbütün hızlanmağa başladı- lar bile! Artık çok oluyorlardı. Tekrar bağırdım: ı — Durunuz, kanun namına durunuz! | Memurlarım da ayni sözleri tekrar et -| tiler, Motör gürültüsünün var kuvvet -| lerile bağıran dört insan sesinin duyul -| mamasına imkân yoktu. Bunların aksini | kabul etsek bile, aramızdaki mesafe kı- salığına nazaran, bizi mutlaka görmeleri ve kendilerini takib eden motörümüzle moşgul olmaları lâzımdı. Vâkıâ bizimle a- lâkadar olmuyor değillerdi: Fakat kaç - mak süretile! Ne olursa olsun, diye düşündüm: — Ateş, emrini verdim! Fırtınanın velvelesi içinde, mavzerin işlemesi müdhiş bir tarraka yaptı! Eski Türk detektifleri “Son Posta,, ya Fkete maceralarını anlatıyorlar : 1 Karadenizde geceleyin kaçakcı takibi Polisler ateş edince kaçakcılar da mukabeleye başla- ta bir deniz muharebesine başladık.. Fa « kat harb kısa sürdü, Herifler, pabucun pahâlı olduğunu anlamıştılar galiba: — Ateş kesin, teslim oluyoruz! diye ba« gırdilar, durdular, Ben de motürün yolunu kestirdim. — Niçin? — Biz, ne cilvelerini gördük bu işlerin! İhtiyatı elden bırakmamalı — Sonra? — Kaçak yelkenliyi bordaladık. Aç « fım ağzımı, yumdum gözümü! Kabada « yıların elebaşısı ne cevab verse beğenir- Herif, bana: — Biz ne bilelim a beyim, demesin mi? — Neyi ulan? — Sizin polis olduğunuzu! — O kadar bağırdık, duymadınız mı? — Fırtınayı görmüyor musunuz? Bu havada kıyamet kopsa sivrisinek vızıl « tısı gibi kalıyor! Vay anasım! Herif öyle de kurnaz ki sanki o rejisör, biz acemi aktör! Karşımızda boynunu bükmüş, bin de « reden su getiriyor. — Gevezeliğe lüzum yok, dedim, ge « ce yarısı, böyle nereye gidiyorsunuz? — Şileye, kömür almağa. — Bu istikametten mi? — Sular attı beyim, tam dümen kıra « caktık ki siz kıstırdınız, yola bakacak hal mi bıraktınız? ' — Verin ulan şu silâhlarının! gösterin bakayım vesikanızı! Herif, vesikayı çıkardı. Baktım: İm « zalar, mühürler yerinde; esefaini teftiş ve muayene komisyonu üzasına kömür götürmek üzere seyrüseferine müsasde 0- Tunmuştür> diye de yazılı! Fakat, biz, işi sağlama bağlamada damın yakasını kolay kolay Heriflerin yetleri k. ortada bir cürüm vardı! Sonra bile, a, deniz ore tasında muharebe yapmıştılar. El deki vesika, seyrüsefere izin v Amma silâh taşımağa ve kullantı gil! Bunların hepsini bertaraf ta etsek, ben gene kuşkuda idim. Çünkü adamların wh:ılı. gittikleri yol istikameti insana çüpe he veriyordu. Ayni zamanda, ellerindeki vesikanın sahte olmak ihtimali yok mu idi? Yelkenliyi yedeğimize aldık. Sabaha karşı limana döndük. Herifleri tıktım içee Armma tınmadılar be birader! Artık iyi-|Yi, başladım tahkikata. Daha ilk adımda ©e kızmıştım. — Alın öyleyse, dedim, benim brovniği ateşledim. foyaları meydana çıkmadı mi? Vesika, tahminim gibi, sahte imiş! Mü« hür tıpatıp aslının ayni idi. Fakat bu &- Gene aldıran yok. Sade kaçmağa ba -|damları ne tanıyan vardı. ne de kümür kıyorlar. Düşündüm ki: getirdiklerinden haberi olan! Maznunları — Hak oyunu üçtür, onu da alın ba -| Stkıştırdım. Evvelâ inkâr ettiler, Amma kabmm, hatırınız kalmasın! Herifler de kabadayı imişler ha! Kur-| bur oldular. Gel gelelim: şunlar üçü bulunca: baktılar ki çare yok, hakikati itirafa n — Sahte mühürü biz yapmadık! diyore — Artık çok oluyorsunuz gibilerden bi- | lardı. ze karşılık vermeğe kalkmasınlar mı? Hem de bu hediye, boşa yollanmak isten- miyordu. Kurşun, başımın üstünden vin- hyarak geçmesin mi? Memurlarıma: — Çocuklar, ölmek var, dönmek yok! dedim. Yaylım ateş ediniz, hedef motör! |latada gemiciler kahvesinde Dört tabanca birden işledi! Onlar da bize mukabele etmek neza - ketini gösterdiler! Bu suretle, ufak çap- — Poki kim yaptı? — Bilmiyoruz! — Öyleyse bu vesika cebinize n: di? — Bir sene kadar evvel, bir gün, Gae sıl gire öturürken, bir adamla ahbab olduk. Vesikayı, bize 4 verdi. (Devamı 14 ncü sayfada) !