KA e AF AĞ İ — bah: Oturduğum evin sahibini öldürdüğüm artık herkesce malüm bir hakikat haline Beldiği için, suçumu alen! olarak itiraf et- | mekte hiçbir mahzur görmüyorum. Ev sahibimi öldürdükten sonra poliso Bgidip bu mesele hakkında ifade vermeğe hiç de lüzum aolmadığını bana birçokları göyledilerse de, ben bu gibilerin sözleri- ni dinlemedim. Çünkü vicdanım ve duy- gularım bana bunun aksini telkin ctti- ker.. Bulunduğumuz şehrin polis direktörü- hü ziyâret ettiğim zamatı, direktör sırtı- — gı okşiyarak benden bu mesele hakkm- " da hiçbir izahat istemediklerini söyledi. Hattâ daha ileri giderek, böyle bir şeyin arzuya şayan bile olmadığını ilâve etti: — Ev sahibinizi mi öldürdünüz?., Mü- kemmel. İyi etmişsiniz!. Bundan ne çı- kar?. * — Bir şey çıkmaz ama, dedim, benim | bu hareketim, kanunun müuayyen bir mad | gesinin hakkımda tatbikına bir sebeb teş- | — kil etmez mi?. Muhatabum menfi mânada başını sal ladk ve sordu: — Ne gibi ve ne münasebetle?, — Yaptığım hareketin beni biraz ya- lTancı vaziyetine soktuğu hakkında içim- — de bir his bulunduğunu, ahbablarımdan, işittiğim | hattâ bilmediğim kimselerden tebriklere pek de müstahak olmadığımı, — hâsılı kelâm, meseleyi efkârı umumiye- daha geniş bir tarzda anlatmak İstedi- imi kendisine izah ettim. Polis direktörü: — Pekâlâ, dedi, formalitenin yapılma- 81 için ısrar etmeğe tabil ki hakkınız var. — Mademki istiyorsunuz. ifadenizi alalım.. Direktör kâğıdların arasına gömüldü.. bir müddet sonra sordu: — Siz, ev sahibinizi öldürdüğünüzü —mü söylemiştiniz. yoksa onu öldürmek istediğinizi mi? Ben kat'i bir sesle: — Ben onu öldürdüm bile, dedim, Polis direktörü: — Çok iyi, dedi, şu halde bir başka kâ- Bıda yazmak Tâzım. Bana, matbu, uzun, sualli bir kâğıd u- zattı. Ben bu kâğıda: Yaşımı, san'atimi, MNY Sore Posta'nın İukagesı Ev sahibini öldürme sebeblerini ve daha buna ben- zer şeyleri kaydedecektim. — «Öldürme sebebleri» sualine nasıl bir cevab yazayım?. diye sordum. — Bence «sebebsiz yere öldürdüm» de- mek en doğru bir hareket olur. Maamatih isterseniz «mütad sebebler» de diyebilir- siniz! Bu sözleri söyledikten sonra direktör beni kapıya kadar geçirdi.. bu aradu, 8- damcağızın ölüsünü sokak ortasında bi- rakmamak için, gömme işini kendi üze- rime alacağım ümidini izhar etti. Doğrusumu isterseniz bu konuşma beni tatınin etmemişti. Çünkü, ben eminim ki polis drektörü münhasıran kanunun dar çerçevelerine göre hareket etmişti. Ev sahiblerinin her öldürülme vak'ası böyle sorgulara, isticvablara bir zemin teşkil etse, kim bilir ne kadar can sıkıcı neticelerle karşılaşırdık. |güzel dölab yaptırdı.. fakat kiraya hiç İ- Yalnız ufacık bir hâdise o gün kafam- da yer etmişti: Ev sahibimiz evinde dolab bulunmamasından ötürü itizar etmiş: — Bu evde dolabların sayısı oldukca azdır, demiştir. Onun bu tarzda konuşmasından biraz eanım sıkılmıştı: — Fakat bakınız, diye ona itiraz et- miştim, dolablarınızın az oluşuna karşı- lık ne geniş bir kiler odanız var. O başını sallamış: — Hayır hayır, demişti; evimdeki do- lablar cidden dardır.:Bu dolabları daha iyi, daha geniş yapmak mecburiyetinde- yim. Eve taşınmamızın üzerinden henüz iki ay geçmeden ev sahibimiz bir sira yeni ve lişmedi.. onun kirayı artırmayışı benim cidden hayretimi mucib oldu.. dayanama- dım, sordum: Ev sahibimi niçin ve nasıl öldürdüğüm keyfiyeti tabil merakınızı mucib olmüş- |masraf ettiğiniz halde ev kirasını artır- |tur, Daha fazla merakta kalmamanız için | mıya niyetiniz yok mu?, .| vak'ayı size anlatayım bari. Cinayet, ev sahibinin kirayı yükşelt- Taesi neticesinde işlenmiştir. — Kirayı on dolır artırıyorum, der. Kiracı ise: — Pekâlâ, diye cevab verir, siz kirayı Artırmağa kalkarsanız ben de sizi öldü- rürüm. Kiracı bazan bu dediğini yapar; bazan da yapmasını unutur. Fakat benim işlediğim cinayet, büsbü- tün başka şartlâr altında cereyan etti.. a- rada bir sürü yanlış telâkkilere yol açtı.. bilhassa kiracılar cemiyetinin önümüz- deki cumartesi günü, bu hareketimden ötürü, bana bir altın madalya vermek is- temesi, meseleyi fevkalâde keskinleştir- di. Bunun için de işi sür'atle izah etmek lâzı mgeldi. Bundan beş sene önce, karımla bera- ber, şimdi oturmakta olduğumuz evi na- sıl kiraladığımızı gayet iyi hatırlıyorum.. ev sahibi, bizzat kendisi, evi bize gezdir- mişti.. o gün hareketlerinde gayri tabit, veyahud lâakal gayri tabiiye benzer hiç- bir şey görememiştik.. — Peki, dedim, dolablar için bu kadar | Ev sahibim: — Hayır, dedi, bu dolablar bana epi öldürdi W Yazan : Stefen Likok - Çeviren : H. Alaz topu elli dolara mal oldular.. r eberlyı şöyle cereyan| Ben itiraz ettim: — Fakat aziz arkadaşım, dedim, elli doların senelik faizi altmış dolar eder'. Öyle değil mi?. Ev sahibi fikrimi tasdik etti., fakat evin kirasını artırmağa niyeti olmadığını tek- rarladı.. ev sahibimin bu haroket tarzı ü- zerinde bir müddet durduktan sonra, o- nun bu şekildeki hareketinin, ya dima- ğındaki damarlarının felce —uğramasın. dan veyahud tasallübundan ileri”geldiği kanaatine vardım.. bu tarihlerde henüz onu öldürmek kararına gelmemiştim. O- nu öldürmek fikri daha sonra kafama gel- di.. Ertesi genenin baharına kadar her han- gi mühim bir hâdise cereyan ettiğini ha- tırlamıyorum.. Fakat bir gün, ev sahibim, fiç beklen- medik bir sırada evime geldi. Ve oldukca şübhemi celbedecek bir şekilde, Bu âni ge lişinden ötürü itizar etti.. sonra, evin i- çinde umumi bir tüâmir yapmak niyetinde olduğunu söyledi.. ben onun bu tasavvu- runa kat'i şekilde itiraz ettim: — Yahu, dedim, evin içindeki duvar kâğıdları yapılalı ancak on sene oluyor. — Evet, haklısın, dedi, Fakat © zaman- danberi duvar kâğıdlarının fiatları iki misli artmış bulunuyor. Ben gayet kat'i bir sesle: — Çok iyi, dedim. Şu halde siz ev kira- sını ayda yirmi dolar artırmak mecburi- yetindesiniz!, Ev sahibim: — Benim hiç de böyle bit niyetim yok, dedi.. Onun bu cevabı, aramızda, aylarca sü- ren bir soğukluk yaratti. Bunu takib eden hâdiseler beni daha fazla tahrik edecek mahiyette, daha pro- kasyonel şeylerdi. İnşaat masraflarının tasavvurun fev « kinde artması dolayısile kiralardaki müd- kiş fırlayışı herkes hatırlar. Halbuki be- nim ev sahibim - bütün bunlara rağmen- evin kirasını artırmağı kat'i surette red- detti., İnşaat masraflarının artışına dikkati- ni celbettim: — Aziz doslum; dedim, inşaat masraf- Tarı en aşağı yüzde yüz arttı. O, hiç istifini bozmadan: — İyi, çok iyi, dedi.. fakat benim ev fa- Tan yaptırdığım yok.. ben, gayri menkul- lere yatırdığım sermayem üzerinden dai- ma yüzde on faiz aldım. Bundan sgonra da bu tarzda almakla devam edeceğim.. — Fakat karınızı düşününüz, dedim. — Ne diye düşüneyim, dedi. Ben fikirlerimde ısrar ettim: — Onu düşünmek sizin borcunuzdur, dedim. Gazetelerde, ev sahiblerinden bi- ri tarafından yazılmış çok dikkate değer bir mektubu daha dün okudum.. bu, ha- yatımda rastladığım ev sahibleri tarafın- dan yazılmış, en harikulâde, en güzel bir moktubdur. Bu adam, bu mektubunda, inşaat malzemesindeki son artışlar mü - nasebetile karısını ve çocuğunu düşün- mek mecburiyetinde kaldığını Bu, çok dokünaklı bir mektubdu. Ev 'sahibim! — Bu beni hiç de alâkadar etmez, de- di. Çünkü ben evli değilim.. — Ya, dedim, demek evli değilsiniz?. Bunu duyar duymaz, bu herifi dünya- yazıyor. dan kaldırmak fikri, ilk defa olarak hatı- rıma geldi. Bundan sonra ikinciteşrindeki hâdise vukua geldi. Okuyucularım, «Mütareke günü» teşmiye edilmesine karar verilen ve ev kiralarına yüzde elli nisbetinde zam yapılan o meşhür tarihi elbette ha- tırlarlar. Ev sahibim bu umumi bayrama iştirak ötmekten istinkâf etti.. Ev sahibimin bu umumi sevinç, bu u- mumi bayram karşısında - gösterdiği alâ- kasızlık beni fena halde öfkelendirdi.. Mareşal Foş'un memleketimizi ziyareti münasebetile bina vergilerine zam yapıl- dığı zaman da ayni hâdise vukua geldi., yani ov sahibim, diğer aklı başında ev sa« hiblerinin yaptıkları gibi, evin kirasına her hangi bir zam yapmadı.. sonra, yanıl- mıyorsam, eski muhariblere verilen ikra- miye münasebetile bina vergilerine ya- pılan yüzde yirmi beş zam münasebetile de ayni vurdum duymazlığı — gösterdi. Yani, gene evin kirasına bir metelik bile zam yapmadı.. Daha sonra, binbir vesile ile bina ver- gilerine üstüste zamlar yapıldı. heyhat ki benim ev sahibim bütün bu hâdiseler karşısında bir taş hissizliğini muha- faza etti.. evin kirasına bir santim bile i- lâve etmedi.. ben bu meseleyi ona açtık- ca: — Benim yüzde on kârım var; bu ba-« na kâfi, demekle iktifa ederdi.. Daha fazla dayanamadım; fiiliyata geç- mek kararını verdim.. Geçen ay, buhran hüd bir safhayı bul. du. Alman markının sukutunu telâfi ede bilmek ve bir müvazene kurabilmek içi bina kıymetleri ve fiatları tasavvurun fevkinde artırıldı. Bu artış keyfiyeti, en iyi ve en sağlam hesablar üzerine yapıl- mıştı.. Alman markının sukutile ortaya çıkan bazı hâdiseler diğer bir takım tedbirler- le izale edilmeseydi, muhakkak ki mah- volurduk. Ucuz Alman markı Almanlara bütün evlerimize sahib olmak imküânla- rını verirdi.. (Devamı 14 ncü sayfada) —10 İlakat han.m, yola çıkarken terlikle- rini almayı unut- muştu. — Kendinc sorarsanız, evden ayrılırken onla - rı koynuna sok - tuğunu, lâkin son- ra — bafurda mi, yoksa Köstence - de mi, herhalde bir yerde unut - tuğunu — veyahud düşürdüğünü iddia ediyordu. t Tabanlarına siyah yama vurulmuş goraplarile otelin parke döşeli odala - rında, mermer sofalarında dolaşamı - yordu. Mahmudpaşadan satın aldığı dekolte iskarpinler de ayaklarını vuru- yordu. O, esasen kundura ile gezmeğe alışık değildi. Üsküdarda, ayda, yılda bir sokağa çıktıkça bile ya arkalı, tüy- lü pantuflalarını giyer, yahud da koca- sının eski partal lâstiklerini sürüklerdi, Evin içinde ise şıpşıp mercan terlik- lerile, kışın da kendi elile ördüğü yün lâpçınlarla dolaşırdı. Kunduraya karşı, bu, takunya ile büyümüş mahalle kızının yenilmez bir adaveti vardı. Ve bu seyahatte onu en ziyade sıkan şeylerden biri de kundu- ra giymek mecburiyeti olmuştu. Bükreşe geldiklerinden beri, vurdum duymazlığını kırk yıldır. denediği ko- casından maada, Toriğe de, Takvora da yalvarıyordu: TANIN MAN! ginde hak dinini ka- bul edersin. Gurabi efendiden terlik parası kopar- mak mesele oldu. İhtiyar mümeyyiz, karısı mevzuu bahs olduğu zaman ke - senin ağzını bir tür- lü açamıyordu. — Yahu!- Terliği nerede giyeceksin ? Evde oturduğun yok ki. Ömrümüz dişarıda — geçiyor.. dan tuttürarak bin dereden su getirdi. Nihayet, zar zor, kendisinden bir iki yüz Jei kopardılar; 'Takvorla ikisi yola düzüldüler. Camekânlarda gözlerine ilişen süslü terliklerin etiketlerine bakıp pahalı pabalı şeyler olduğunu görünce dük - kândan içeri girmek cesaretini kendi - — Ayol! Ne olur? Sevaptır. Beni gÖ- |lerinde bulamıyorlardı. türün de ayağıma bir Çift terlik ala - yım, Bu kazık kadar topuklu iskarpin- lerle helâk aldum. Yere bastıkca ciğer- lerime oklar, hançerler saplanıyor. Haline acıyan Takvor oldu. Bir sa- — Buyur, böyük hanım! dedi, o ki pantufla isteor udun, gidip alalım. — Hay Allah senden razi olsun! Di- nin diyanetin, mezhebin ayrı ama ne- me lüzim, iyi adamsın! Cenabıhak in -|da ucuzdur. Vakide, şallah son günlüğü verir: Rahat döşe - İfakat hanımın bunlarda gözü kalı- — Buyur, böyük hanım! O ki pantufla isteor udun, modası olacak esasen? Buyur, girelim! Girdiler. İçerisi bir âlemdi. Ucu bu - cağı olmuyan geniş bir yerde çocuk eş- yasından tuvalef takımına, elektrik a- vizelerinden et tahtasına, araba ko - şumlarından iskambil kâğıdlarına ka - dar, eşya namile akla, hayale ne gele- | yor, fakat Takvorun durmayıp yürü -| bilirse, vitrinlerde, raflarda, yerlerde | düğünü gördüğünden, naçar, ona ıyak uyduruyordu. sıralanmış, tavanlardan — barkıtılmış, |duvarlara' asılmıştı. Dükkânın dört| Bir aralık, her çeşid mal satan koca-| köşesinde dört tane vezne ayrı ayrı ve mâan mağazalardan birinin önüne gel- diler. Takvor tabelâsına bakarak, adını okudu: Galeri Labavet, — Nah! dedi. İşte bunda aradığını bulursun. Fiyetler maktu, ayni, zaman- bu mağaza derni- iyer mod eşya satmaz ama, terliğin ne tıkır tıkır işliyor, bunların yanı başla - rındaki tezgâhlarda siyah önlükler giy- miş şirin şirin kızlar habre paket sarı- yorlardı. Müşteri kalabalığından ileri adım at- mağa imkân bulamıyan İfakat hanım- Ja Takvor terliğin hangi kısımda satı- lır olduğunu sora - cak adam arıyor - lardı. Müfettişler - den biri nihayet kendilerini — gördü, he aradıklarını sor- du ve asansörü Işa- Tetle, dördüncü ka- ta çıkmaları lâzım geldiğini söyledi. Asansör — dibinde Takvorla koca kat münakaşa geçti. İ - fakat hanım yemin- İ idi. Merdivenler he kadar dik olursa Olsun, 0 şeytan do- fTabına bir daha bin- mekten ise ayakla alalım! çıkmayı tercih edi - yordu. 'Takvor, içinden küfür ede dede, ka- dının peşi sıra dördüncü kata lırmandı. Her kata vardıkça teşhir edilen envai Jeşyanın bolluğu ve güzelliği karşısın - |da İfakat hanım uzun uzun duraklıyor, |bayran nazarlarını etrafta gezdirin, ağzından akan salyaları siliyordu. Dördüncü kat ayakkabı, yağmurluk, kımsıle, bavul ve meşin eşya dairesi İidi. Bunlar, katın bir kısmını işgal edi- yordu, Öbür kısmında, taflan ve zak- kum saksilârile süslenmiş tenteli bir taraça vardı. Bu taraçada rengârenk örtülü, sına sıra masalar, hasır koltuk- lar duruyordu. Bir köşeye yerleştiril - miş boparlörden, Bükreş radyosunun güzel müziği etrafa neş'e saçmakta idi. hın arasında kısa İtakat hamm dikkat etti: Masaların etrafında oturan kadınlı, erkekli, ço - huklu çocuklu insanlar limonata, kah- ve içiyor, dondurma yiyorlardı. Tak - vorun kolunu usulca dürterek: — Baksana, ayol! dedi. Damın üs - tünde kahve yapmışlar, safa sürüyor- lar. Acık biz de şuraya ilişelim de bir nefes alalım. — Sen pantoflanı al, sorama oturur birer kayve içeriz. — Peki, öyle olsun! Aradıkları terliği buldular. Bunun ken- dilerine satan vandöz, İfakat hanıma bir tane de yelpaze hediye etti. Artık koca karı memnundu. Takvoru araya koyarak, kıza bir takım sualler sordu: — Adın ne? Evli misin? Bu kadar dilbersin de ne için hâlâ kendine koca bulamadın? Kız böyle suallere alışmamış, bir dizi inci gibi parlıyan muntazam dişlerini meydana vurarak gülüyordu. kat hanım, alışverişini bitirip de kalkar - ken, Takvora: — Bizimkini sakın buralara getirme,. çıkmaz artık! dedi. Taraçada, karşılıklı birer de dondur- ma yediklen sonra, mağazadan çıkıp otele dönmeğe karar verdiler. Daha da geciktiler mi, Gurabi efendi küplere binerdi. Yavaş yavaş merdivenlerden iner - lerken İfakat hanım, ikinci katta teş - hir edilen renk renk basmalara takıldı. Önden giden Takvör da zihnen dalmış, bunun farkında olmamıştı. Satıcı kız- lar koca karının etrafını sarıp, oradan oraya götürdüler. Takvor da İfakat hanımı göremeyince önden yürüdü zannile acele atti, sokağa fırladı. Sağa baktı.. sola baktı.. ileriye gilti, geriye döndü.. nihayet oradan uzaklaştı. Koca karı kendine gelmişti. O da Takvoru yanında bulmayınca telâşa düştü. Çırpınmağa başladı. Mağaza müstahdemini başına üşüştüler. (Arkan var)