——— İki kamyon karşı karşıya tekerlekler şosenin tam kenarı! uçurum. Öteki kamyona baktı Bir köprü ve bir yol hikâyesi Pu ü F Wansu . Yazan: Vasfi Rıza Zobu geldi, tıkıldı.. Bizim yan ımda. Ondan sonrası m. O da öyle... TzT 4 SÖON POSTA İngiltere Kralı %&W Sevdiği, sevmediği, merak ettiği, bildiği şeyler, dostları, eğlenceleri nıı:ıu M ,_2:'" VI İngiltere nın;.n âd: dir. Henüz York dükü iken lsmi York dükü Alber idi. George VI ismini şu sebeblere binaen al- Lmnıştır: 1 — Alber İngilterede halk arasında çok kullanılan bir isimdir, (2) annesi Kraliçe Mary bu Alber ismini sevmemektedir, (3) Kraliçe Elizabet de bu ismi sevmez, (©) Ken- dileri dahi bu isimden boşlanmazlar... Kral olmamış olsa idi şu meslek- lerden birini seçer idi: 1 — Kameraman — Sinema operatörü. (Kral sik sık ailesinin fümlerini çeker), (2) Hayvan beslemek, (3) Davis tenis kupasında oyuncu, (4 İş adamı, Sevdiği yemekler şunlardır: 1 — Piliç, (2) Az pişmiş pirzolalar, (3) Tatlılar, (0 Dondurmalar. L EDEBİYAT —| Edebiyatcının Yaşı Sayfa 7 Yazan; Halid Fahri Ozansoy Dost meclislerinde, edebiyatçıdan bah- #edilirken şuna benzer sözleri sık sık işi- tirsiniz: — X.. in son şiirini okudun mu? — Okudum, çok kötü! — Tabil.. ihtiyarladı artık... Kırkından sonra saz çalacak değil ya... — Ya şu filânın yeni romanına ne der- sin? — Geç canım.. bugün okunur mu 0?.. — Ben de öyle diyecektim. Modası ge- çeli yıllar oldu! — Filânın bugünkü makalesine ne bu- yurursun? — Ukalâlık! Bunamış artık! Şimdi o salonda bu mükâlemeleri işit - tiniz ya... Gelin öyleyse, oradan ayrıl - dıktan sonra, zahmet edip o şiiri, o ro - manı, o makaleyi okuyun. Amma üstün- körü değil, şöyle adamakıllı kelimesini atlamadan dikkatle okuyun. Belki bazan bu eserlerden birisi hakkında verilen hükmü doğru bulursunuz, fakat çok ke-| re de nefis bir şiir, bir roman, yahud ma- Luici Pirandello olduğu gibi yalnız buruşmamış yüzler ve porsumamış bilekler ararız? San'atkâr ne disk atacak, ne de bilmem kaç metrelik let eder ki bir kısım okuyucuların takdir | koşu da birincilik peşinden koşacaktır. Hoşlandığı müzikler: 1 — Caz, (2) Opera, (3) Operet, (4) As- keri marşlar. Hoşlandığı havalar: 1 — Dans havaları, (2) Slow foks'lar, (3) Keman soloları, (4) Akordeonla çalınan ha- valar. En aziz dostları: 1 — Lord Stanley Baldvin, (2) Sir Roberi kale okumanın zevkile akşam işittiğiniz hükümlerin yanlışlığına, bilhassa baksız- lığına şaşarsınız. Sadece ruhunun hızı onun en büyük kud- retidir ve bu hız zamanla fazlalaşır, ek- silmez. Elverir ki o san'atkârın ruhun - daki ateş, geçici bir heyecan olmasın! E- Ber bazı şair veya romancı veya tiyatro müelliflerinin vaktinden evvel sustukla- rını ve artık kuvvetli eser vermek şöyle dursun, hattâ hiç eser vermediklerini gö- rüyorsak, bunu, anların yaradılışındaki zaafta aramalıdır, kızmetleri 0 kadarmış demelidir. Maamafih şair için bilhassa lirik şair için şu veya bu sebeblerden do- layı bazan yaratıcı, bazan da ruhu sön - dürücü sebebler, hâdiseler hayatla her zaman vüâki olabilir. Gevşedin mi işin vecde gelen şairin her yaşta tabiati bir| bitti demektir. Ondan sonra susmasını anlayışı vardır ve bazan bir çamım altın- | bilmek, eski eserlerini hasretle hatırla - dar, Kadın aşkı da yaradılışına göre bir |tatak zoraki mısralar yazmaktan elbette Bu, neye delâlet eder? Bu şuna delâ - ölçüleri hatalıdır ve işin en hazin tarafı, yaşır kırkı, hattâ otuz beşi atlıyan edebi- yatçı, böyle düşünenler için çürük bir mavna gibi iskartaya çekilmek gerektir. Çünkü artık gençlikleri geçmiş, eskiyen uzviyetleri ile beraber ruhları da sön - müş, üslübları hayideleşmiştir! İşte bilhassa böyle düşünen ve bilerek veya bilmiyerek bu fena propagandayı yapanlardır ki Türk edebiyatının en bü- yük düşmanlarıdırlar, Önce şiiri ele alalım. Hiç bir ltrik duy- gu, sadece genç kalbelerin çarpıntısı de- Bildir. Tabiatin güzellikleri karşısında Aras nehrine aid bir görünüş KS 'Aras nehri kenarından çükurlu - Şol -| pıya çıkıyor gl'” mrı;,;';; B ların üstünde birikmiş yağmur suların-|bez bağlıyanarı e e e dan etrafa serpintiler yayarak ““"’""ıw_y_ ihlâs bir fatiha ile oluyor.. be- ruz... Suyun üstünden öbür tarafa Beç lî_mnin“î /dına erebilmesi, göze girmek mek için yapılmış, inşası eaki, duruşu Ye içla epey hulüs çakmağa vabeste... ni bir köpıü_ye Yıkllş_lyıî’“ü"vu | «Lâzım değil inayeti, ehli ıfkıbbürünı pek '“l"'"îmh:;dl* büyük bir kıymeti| — «Bahşeyledim atasını vechi ıb—us'uruıı vt DSLĞR, GA Diyebilen babayiğit te bu asri dilârada hm"iıî :ıî*“:öprüsü.' zor bulunur... — Çobandede köprüsü.. — Neye Çobandede?.. — Bir çoban yapmış ta ondan.. — Anl dım, * Neyse, biz yolumuza devam edelim... hayırlıdır. Fakat san'atının bütün tekni- — Anlatayım: Zamani evsilde bu su- vun üstüne bir köprü kurmak iztemisler. î)adis.m mı ferman etmiş, yoksa vali paşa -ade? O vaktin mimarları, ustaları gel mı irade miş, Ameleyi toplamışlar. Temel atmak yorlarmış.. uğ- sağlam bir toprak arıyorlı e D E;yorlır, uğraşıyorlar, bir türlü temeli tutturamıyorlarmış. hi , — Ha, bildim. Bizim «Gazi köprüsü» Bibi.. — Vallahi anun orasını bilmem. — Ey, sonra?.. a — Sonra, oradan biı'_ çobı_n Ng:îğî: Muş. Bunların halini görmüş: « aA #iyorsunuz yahu?» demiş. On_hr’ Bdi lerini anlatmışlar.. ıqyle ise e «ben size yardım edeyim..» ç_ur!;'ıır'ıe e züne şöyle bir bakmışlar; «Bizim'le & - Mi ediyorsun be adam!» der gibi şmü bir süzmüşler. Çoban de_înii k_l_î_"r”îan beden bir şey çıkmaz, gum:rdıgımnndvu de bir bakın!» Bunun üzerine e ar «Çoban sopasını» savurmuş ııvı.ımığ.mşı kenarı hizasına doğru - fırlatmış a Mimarlar, ustalar sopanın düştüğü B . m Bitmişler. Kazmışlar, eşetemi' $ foprak harç... İşte bu köprüyü kurmus- lar. Onlar ermiş muradına, biz DA Kerevetine!.. öprü- — Şimdiye kadar gördüğüm taş KöPri kerin en den biri. Hem Bi hem mimart bakımdan herhalde çok Metli olacak... Ç — Ben o kadar incesinden pel Mam.. halk ta benim gibi.. yalnız onların anladıkları bir şey varsa, o da «Çoban' de hazretleri».. — Ne o, evliya diye Mişlar?. — Yo. türbesi falan yok. fakat mesiit köprünün sol ayağı Y'”md"mıf::ıyî.ğ_ Ll!kıd vardır. Gelen ağlar, giden bir türbe mi yap- 'imarların Tam önünden geçiyorduk. Mima ti Pliri «Çobandede hazretlerinin» Merkadinin yanına kıyısına, şalvarından, Şakşırından bir parça bez koparan hağ- İamış... Allah ne muradları varsa versin: Köprünün taş ayakları, eyyamı resmiyede | Tengârenk bahriye bayraklarile süslen- Miş tersane duvarlarına dönmüş... Halk bul. Herkes bir kapıya sarılmış, meded Umar.. kimi ölüden, kimi diriden. Hangi Münacatcı haklı bilmem.. «İnsane dediği- Miz mahlük ta fani olup bir gün toprak şoseyi daha ileri uzatıp, Horasan önün- den kıvırmışlar... Zavallı «<Çobandede» köprüsü de: Bezlerile, paçavralarile, mu- tekitlerin bir ziyaretgâha olarak yolun sağ tarafında kalakalmış... * — Bu sefer de nereye geldik? — Buna da Tahirdâğı derler.. — Ha öyle ya, aklıma geldi. burası «Tahir geçidi» le meşhurdur.. Rus - Türk kuvvetleri bir zamanlar burada çarpış- mışlar, Türkler Güşman — kuwvetlerini durdurmuşlardı.. — Hah şimdi o geçidden geçeceğiz.. 'Yol enfes... Zaten her yirmi kilometre- de bir «yol bakım' evleri» var.. müktn?- mel bir teşkilât. amelenin ellerinde bi- rer çalı süpürgesi, yan tarafa fırlıyan kumları ortalara atmakla şosenin gençli- ğini muhafaza ederlermiş. fakat bugün temizlik yok.. çünkü mütemadiyen yağan yığmurlııl.ı yol islak. Bizimıkamyun da bu ıslak yolun üzerinde iht?y.ır ıarıy_h kadınlar gibi aheste beste gidiyor. Dik ve bol virajlı bir tepeye çıkıyoruz. Sağı- miz uçurum, solumuz sarp bir dağ yarı- ğ Etrafta görünen «tabil manzara> gü- zelliği: mün hakkımı vere vere sey- mın;ı'?ğh ne âlâ! Tekmil yollar böy- le muntazam ve yeni olsa, insan etrafı zevkle temaşa... ...» dememe kalmadı; karşıki virajdan, tepeleme dolu, ejderha gibi bir kamyon çıkıverdi... «Tos yapa- cak iki koç gibi karşı karşıya geldik, tı- ik... hîı Neye durduk?. z — Başka çare biliyorsan söyle de va- BO Dirür seğii ada Türeü ol d mmyîheî'ıh.dıp bir İ 'da bak baka - ü k yer var mi?.. h'ııçı;ğy:ıs:n“:!hâm. bizim yan teker- lekler gösenin tam kenarında, qndm sonra bir metreye yakın toprak bir yol yar ki vıcik vicik Çamur, Daha w)îıruı bir uçurum... Ötekine baktım.. o dı_ö_vle.. ©o da gösenin kenarına kadar gelmiş. O- nun da yanında yarım metre kadar gı—nvı: “amurlu bir yol, sonra içi su dolu dar bir lç—endıeL Daha sonra kesme, duvar gibi :ıR . Ne onun, ne de bizim bir santim :ın.ı gitmeğe imkânımız yok.. o da yük- Tü, biz de. Tekerlek çamura şöyle bir te- mas etti mi, hafazanallah battığımız gün- du;;wwmdımml* S., M. kralın en sön resmi: Kraliçe ve çocukları ile beraber tatil müddetini geçirmek üzere şeyahate çıkarken Vansittart, (3) Bir Neville Ohamberlain, (4) Anthony Eden. Sevmediği şeyler: 1 — Merasimler, (2) Nümayişler, (3) M-| de ağrıları, Eğlenceleri: 1 — Açık havada yürüyüşler, (2) Parkta gezmeler, (9) Sinema seyreylemek (Aktua - llteler), (0 Mekano oyuncakları. Ne okurlar: 1 — İngiliz şiirleri, (2) Tarihi vak'alar, (9) Tiyatro piyesleri, (4) Röportajlar. 8. M. York dükü kalmak ister miydi? Evet; 1 — Asüde hayatlan — hoşlanmaktadır, (8 Kızının bir gün tahta çıkacağımı düşü- nür ve bunu hoş görmez. Hayır: 1 — Krallığın en ince işlerine vâkıftır, (2) Kraliçe Eltanbet Kraliçelikten hoşlanır, Dünyanın her tarafınt bilmekle beraber en çok: 1 — Hindistandan, ()) Okyanus adala - rından, (3) İskoçyadan hoştanır, Merak ettiği şeyler: 1 — Pilmlerini develope etmek, (©) Piya- no çalmak, (3) Şiir yazmak, (4) Saat kolek- siyonu yapmak. Vâkıf olduğu ecnebi lisanlar; 1 — Almanca, (2) Fransızca, (3) Porte - kizce, (©) Irlandaca. Hastalıkları: 1 — Mide ağrısi, (2) Baş ağrısı, (3) Bo- Baz ağrısı, (0 Grip. Sevdiği hayvanlar: 1 — Kuşlar, (D Geyikler, (3) (0 Kırmızı balıklar, (Devamı 15 inci sayfada) Köpekler, -— lerek seslendim: «Çobandede! Çobande- de, ne olurdu bu medeni asırda 'da, şu göse yapılırken zuhur edip kerametini gösterseydin!..> diye... * Bu bataktan nasıl kurtulduğumuzu mühendislerinin ibret gözile okumaları için, yarın anlatacağım... Vasfi R. Zobu |da hâlü san şair başında ince bir hilâl gibi daha fü- sunlu ve rüya pırıltılı bir şiir hâlesi ışıl- #ine malik bir romancı ve tiyatro müellifi dıyor. Kadfn aşkı da yaradılışına öre bir| için, yukarıda söylediğim gibi, vaziyet şair kalbinde ölünciye kadar bir meş'ale | tamamile aksinedir. Ancak hayatı ted < gibi yanar tutuşur. Onun içindir ki Ab-| kikten usanan müelliflerdir ki kalemle- dülhak Hâmid seksen şu kadar yaşta ol-|Tini kırmalıdırlar, Yoksa hayatın içinde duğu halde ruhan gençti. Onun içindir | tecrübelerinin dürbünü ile dolaşan ro - ki büyük Alman şairi Goethe, sayısız aşk | man ve tiyatro müellifi hiç Şüphesiz es- maceralarından sonra yetmiş iki yaşında bir genç kıza karşı kalbinin gene çarp - mağa başladığını hissedince: —«Anlıyo - rum, bana gene uzaklaşmak, kaçmak lâ- zım!» diye haykırdı. Bunlar; ilhama bağlı cihetler... Ya şairin işlene işlene incelen üslübu? Mısralarının molozlarını ata ata ve pürüzlerini temizliye temizliye inci kadar saf şiine varışı? Hikâye, roman ve tiyatro gibi edebi nevilere gelince, muhakkak ki bir san'at- kâra en derin eserlerini otuzundan, hat- tâ kırkından sonra yazdırır. Çünkü bu neviler, bilhassa insanları ve hâdiseleri uzun tedkikler sonunda kıymet alırlar. Hayatı eserinde canlandırmak için o ha- kisinden daha kuvvetli koyabilir. eserler ortaya Tekrar ediyorum: Bir san'atkâr için gençlik sadece ruhunun gençliğidir. O Tuh hâdiselere karşı ne kadar kuvvetli ise eseri de o nisbette büyük ve zengindir. Aksini edebiyat tarihlerinde Bgörmüyo - ruz. Bir lâhze eski hurafeleri düşünün. Bir kelimede Mitoloji deyip geçtiğimiz o masallarda bile araştırsak ne Bizli haki - katler keşfedebiliriz. İlâhlar ilâhı Jüpi- ter, ak saçları ile yarım - ilâh Promete'yi yenmiş, Kafkas dağının tepesinde bir ka- yaya kıskıvrak bağlamış ve mütemadiyen ciğerlerini yiyen bir Akbabayı onun göğ- yatın içinde oldukça eskimelidir. Bu as- Süne musallat etmiğti. Niçin? Bu yarım rın en büyük edebi çehrelerinden biri o- lan ve tiyatroya nisbiyet nazariyesini şi şeğin bir tek hüzmesini çaldığı için.. De- mek ki genç Promete'de, ihtiyar Jüpi - ter'in ziyası yoktu. getiren İtalyan edibi Lulci Pirandello elli yaşına kadar yalnız raman yazmıştı ve şöyle böyle tanman bir müellifti. Fa - kat karısının kendisine bir cehennem ha- yatı yaşatan nevrozu, müdhiş kıskanç - lıkları ve nihayet zavallı kadının büsbü- tün çıldırarak bir timarhaneye konuluşu Pirandello üzerinde san'atına yeni bir istikamet veren bir ıztırab işareti oldu. Senelerce karısının gözleri içine bakarak bü ruhün karanlığındaki esrarı görmeğe çalışmıştı. İşte bu gayrişuur bekçiliği o- nun romancı hüviyeti üstünde ikinci ve evvelkinden çok daha kuvvetli bir hüvi- yet yarattı ve Pirandelle o günden son- ra bütün dünyada şöhret alan «Altı şa- hıs müuharririni arıyor., «size öyle geli -| yorsa.», «Namus şehveti» gibi ve daha böyle bir çok harikulâde eserlerin mü - ellifi oldu. Hâsilı dediğim gibi, san'atkârın kabi- liyetini yaşla ölçmek hiç bir kıymeti ol- mıyan bir düşüncedir. İnsan var ki yirmi yaşında ihtiyardır, insan var ki yetmi - şinde yirmisindeki kadar heyecanlıdır. Hele hayatı kavrayış, canlandırış, tedkik ve tahlil edişte yaşlı san'atkârların genç- Terden üstünlüğü çok kere su götürmez bir hakikattir. Bu, böyle iken nasıl ilâh, topraktan yaptığı insana Jüpiter'in mşeği ile hayat vermek arzusile o şim- İşte san'atkâr da böyledir. Bazan en yaşlısının en gencinden kuvvotli bir şim- şekle mücehhez olduğunu görebiliriz. Me- sele sadece bir kudret ve dehâ meselesi. dir. Halid Fahri Ozansoy Çankırı matbaası ıııldı;l_- vefat etti ırıdan yazılıyor: Çankırı matbha. Çan ası müdürü ve meclisi umumi başkâtibi Hasan Üçok, 54 yaşında olduğu halde vefat etmiştir. Cenazesi törenle kaldı- rılmış ve mezarına çelenkler konmuş- tur, l(oıualiyo]lî küçük bir çoban boğuldu Divrikten yazılıyor: Kemaliyenin Ilıç nahiyesinde Hadan isminde küçük bir çoban yıkanmak üzere Fırata girmiş, nehri bir yakadan öteki olur|rek geçmek isterken boğulmuş; ir şiüur, Ce- 'at sahasında spor sahasında | sedi el'an bulunamamıştır. yakaya yüze.