kırmızı tuğlâ süslü apartımanın — katını işgal ederdi. Duldü, zengindi, üs- — çift iri yıldım andıran pariak gözlere ve — yuma bir delikanlı idi. İsmi Hasandı. İri — ker gibi olduğu yerde sallanarak orada — olurur ve dilenirdi, Görmiyen gözlerinin — yarattığı müdhiş ıztırabı içinde yapayal- ( yarak hepsi ona bir başka türlü faydalı “ olmaya bakarlardı. Bununla beraber Ha- “Son Posta,, nin Hıkayesı VAA KINKAARIKII KİNARR KİK AA 11 ASANIN GÖZLERİ Doğrusu bu güzel hareketi kimse genç kadından beklemiyordu. Köşedeki ma- navdan ve şöförlerden başlıyarak hava- dis kulaktan kulağa bütün mahalleyi do- Taşınca herkes hayret içinde kaldı. Şo- förler ve manav ellerini ağızlarına ka- pıyarak: «Vay canma!» diyorlardı. Ka- dınlar aralarında «insan değil, bir melek, bir melek» diye, söyleşiyorlar ve kendi- - lerinin y emedikleri bir payeye onu böyle yükseltirken için için hased duy- maktan ve sıkıntılarınt! geniş nefeslerle| dışarı vi iktan geri durmuyorlardı. Mesele şu idi: Bu genç kadın köşedeki ikinci telik güzeldi de, kadife gibi bir tene, bir| — karanfil rengi canlı, taze dudaklara ma- — likti. Onun apartımanını kıvrılınca cad- — deye çıkıan sokağın başında da kör bir| dilenci vardı. Bu solgun yüzlü, enine bıı-W /— siyah gözleri bir noktaya takılı zikir çe- — nızdı. Bazan sıkıntısından göğsüne yum- ruklarını vurur, sık sık ağlar, garib buh- — ranlar geçirirdi. Başı göğsüne düşer, ağ- zından salyalar akarak yarı baygın bir hüalde saatlerce kaldığı olurdu. Bununla beraber biraz kendife hâkim Olup can- — landığı dakikalar da yok değildi. çok ze- H idi. Herkes te otu severdi. Ekseri et-| rafında mektebli çocuklar toplanır, ona| günün havadislerini anlatırlardı. Dikkat- le dinler ve onları hafızasına nakşederdi. Oturduğu köşedeki manavdan, ve orada | otomobilleri dizili olan şoförlerden başlı- -— san çok bedbahttı. Daimt bir zulmet için- de bulunmak.. bu hiçbir şeye benzemi- — yordu. Pek korkunçtu. O, görmek isti yordu. Kendisine yemiş veren — manavı, şakacı, merhametli şoförleri, çocukları, hattâ arkasını dâyadığı duvarı bile gör- — mek istiyordu. Dünyayı merak ediyorda. — Bu hal başına beş yaşında iken gelmişti. O zamandan kafasında bazı hatıra kırın- tıları kalmıştı. Bir takım hayaller, uzun şerid gibi yollar, sonrâ birbirine yapışik — eğri, büğrü duvara benzer şeyler hatırlı- yordu. Bir de renkleri biliyordu. Kulağı Çök hassastı. Kendisine para verenleri a- — yak seslerinden tanırdı. Paraları da bi- — madan gidebilirdi. lirdi ve külübesine kadar yolunu şaşır- Garib bir iddiası da /— vardı. Önünden siyah gölgelerin geçti- " gini gördüğünü söylüyordu. Bazıları bu- —a bir vehim diyorlardı. Fakat bir çok- Tarının fikrince de Hasanin gözleri teda- vi edilebilirdi. Yalnız iyi bir mütehassı- — Bin eline düşmesi lâzımdı. Fakat nerede — bu mütehassıs, onu bunaldığı karanlık- Tarın lçlndm çekip kurtaracak uğurlu el BABA İOYAZAN: SUAD — Bir sinir rahatsızlığı idi bu... Kim bilir, belki!... İstanbula biraz da bir günlük mace- — ralar aramak için erken dönmüş olan - Halid, haftalardır yakınlaşmak istedi- ği her kadında Ferihaya benzer, Feri- — hayı hatırlatır bir hususiyet arıyordu. Ve bunu bulamayınca hiçbir kadının (yanına yaklaşamıyordu. Bir gün gece — yarısı Beyoğlu caddesinin karanlık bir sokağa açılan bir köşesindeki pastacı- k d:ıı tek başına oturan biçare bir kadın " görmüştü. — Orada pencerenin önünde oturuyor- du ve içinde ışık yanar gibi pırıldayan — yeşil gözlerile caddeye bakıyordu. Yüzünün üstünde katmerlenmiş bo- ya ve pudra tabakalarının altında bir iÇç sükünetini, bir iç huzurunu ifade e- — Gözleri caddeden geçenlerin üstüne Hzaktan ve yabancı bakıyordu. Artık kendi için bir şey istemiyen, artık şah- Si ihtirası kalmamış gözlerle, Yazan le tedarik ediyordu. Arada sırada sözle, şefkatle ve maddi küçük yardımlarla 0- na el uzatanlar vardı. Yalnız bu eller 0- nu bir hastaneye götürecek, büyük dok- torlara gösterecek iktidarda değildi, fa- kat mihayet bir gün bu el d€ çıktı. Hem de köşedeki kırmızı tuğlalarla süslü 2- partımanda oturan genç, güzel kadının beyaz eli.. Genç kadın sık sık Hasanın ö- nünden geçer, onu merhametle - süzerek parar verirdi. Bir gün ona gene böyle ps- ra verirken *birdenbire hayretle durmuş we biraz ötede derin bir münakaşaya dal- mış olan manavla şeförlerin sözlerine ku- lak vermişti, mevzu gene Hasanın gözle- riydi ve bir kısmı esaslı bir tedavi ile bu gözlerin açılacağını, bir kısmı da bunun imkânsızlığını müdafaa etmekle meşgul- düler, Genç kadının konuşmaları ile alâ- kadar olduğunu hissedince hürmetkâr bir tavırla sustular. O zaman kadın Ha- sana doğru eğilerek gayet tatlı bir sesle fısıldadı: — Benimle gelmek ister misiniz? Belki de gözlerinizin açılması hakikat olabilir. Ertesi gün genç kadın Hasanı memle- ketin en büyük hastanelerinden birine yatırdı. Değerli, büyük bir göz mütehas- sısı delikanlıya bakmayı üzerine almıştı. Bu enteresan bir vak'aydı ve göz dokto- runu şiddetle alâkadar ediyordu. Hasa- nin gözlerini açarsa nasıl bir göhrete ka- vuşacağını o çok iyi bilmekte idi, sonra hastanın hâmisi de fazla güzeldi. Onu a- lâkadar ediyordu. Daha ilk gününden ga- zetelere beyanatlarda bulundu. Meslek- daşlarına, herkese senelerce nurdan malı- rum kalmış bir âmanın gözlerini açaca- ğını yaydı, yalnız Hasanın kalbini dahi- liyeciler bozuk bulmuşlardı. Onun için göz doktoru hastasını daim? bir istiraha- te mecbur etmişti ve fazla ihtimam gös- teriyordu. Genç kadına gelince sık sık hastaneye Hasanı ziyarete gelirdi, onun- la uzun uzun konuşur şekerlemeler ge- tirirdi. Delikanlıya da bu hâdiselerden sonra mütevekkil bir hal gelmişti. Eskcisi gibi göğsünü yumruklamıyor şikâyet etl- miyordu. Artık daima gülümsüyor ve herkese: «Gözlerim açılırsa...> diye, baş- hyan uzun nutuklar irad ediyordu. Bu uzun nutuklarda daima genç kadından, hâmisinden bahseder. «Ah onu bir göre- bilsem..> diye büyük tecessüsünü dışarı vururdu. Hasan hastanede bir ay kadar müşaho- de altında kaldıktan sonra bir gün dok- tor genç kadına onun gözlerinin pek ya- kında açılacağını kat'i bir şekilde söyledi. Yalnız bunun için çok ince tehlikeli bir amoliyat lâzımdı. Doktor bir de hastanın gözleri açılınca büyük anf bir heyecana kapılarak hayatının bu yüzden tehlike- ye girmesinden korkuyordu, fakat bunu genç kadına söylemeye lüzum görmedi ve sözünü rirkdn ellerini oğuştura- rak, önüne bakarak: «Hastamız kurtul- . Sizinle konuşmak istediğim hususi OĞUL SUAD DERVİŞ l mevküle yaptığı işle tam bir tezad ya- pan bu ifadesi ne kadar Ferihanın yü- züne benziyordu. Genç adam o gece pastacıya girmiş ve o kadının yanına oturmuştu. O ka- dırla tanışmıştı. Tanılması pek basit olan bu kadınla belki iki saat o masada gevezelik etmiş, fakat sonra birdenbi- Te yerinden fırlıyarak kaçmıştı. Ve kaçtığı içinde pişman olmuş, er- tesi akşam ve onu takib eden diğer ak- şamlar onu bulmak için caddede bey- hude yere dolaşıp durmuştu. Maltepedeki köşke her zaman ka'bi ümidle dolu geliyor ve her defasında da bugün olduğu gibi gayri memntın olarak dönüyordu. Giderken ne ümid ediyordu, ne İsti- yordu, ne bekliyordu? Gittiği zaman ne bulamıyordu? Feriha onların hiçbirine ehemmiyet vermiyordu. Hepsine karşı çocuk Mmüıa- melesi ediyor, fakat uzak ve yabancı Peride Celâl 5 i i aN İT bazı şeyler var» diye, kekeledi. Genç ka- din onun kendisine lâkayd — olmadığını zaten biliyordu. Derhal ne söyliyeceğini anladı, gülümsedi. Adam iyi bir doktor- du. Hele yakında Hasanın gözlerini aça- rak büyük te bir şöhrete kavuşacaktı. Gençti de, iyi bir koca olabilirdi. Hasanın ameliyatı müvalfakiyetle ya- pildı ve doktor sargıları bir hafta sonra açacağını söyledi. Hasan bu birkaç günü gayet sakin ve memnun bir halde geçirdi. Haftanın hi- hi bulduğu son akşam odasına onu yoklamak için uğrıyan doktor ertesi sa- bah sargıları çözeceğini müjdeledi. Son- ra kabil olduğu kadar şükünetini muha- faza etmesini, fazla telâşin ve heyecanın kendisi için büyük bir tehlike tevlid ede- bileceğini söyledi, çıkıp gitti. O gittikten sonra hastabakıcı uğradı. Bu şişman, ka- ba yüzlü, sinsi bakışlı bir kadındı. Hasa- na bir isteyip istemediğini gordu. Hasan kadımdan biraz kendisi ile olurmasını ri- da etti, yalnız kalmaktan hele bu son ge- ce çok korkuyordu. Kadın bu teklifi naz- lanmadan kabul etti. Delikanlının başu- cuna oturdu. Ona arkadaşlarının müna- sebetsizliklerini anlattı. Sözü doktorlara geçirdi. Onların da hayatlarının en mah- rem köşelerine kadar dilini uzattı ve nl- hayet delikanlıya hâmisi genç kâdından bahsetti. Hasanın başını yastığında alâka ile doğrulttuğunu görtünce hararetlendi Gözlerinde müstehzi bir tebessüml A çocuğum dedi, sen de bu kadına ama e- hemmiyet veriyorsun hat Seni alıp bu- raya getirmekle büyük iş mi yapmış san- ki? Sen ayaklarınla kendin tıpış tıpış gel- sen gene doktor seni kabul ederdi ayol.. fena iş mi onun için. Yarın gözlerin gör- miye başlayınca şöhreti İstanbulun bir ucundan öbür ucuna gidecek. Seninki de inız seni yoklamak, hatırını sormak i- çin mi geliyor sanıyorsun? Hay Allah müstahakını versin! Doktor için ayol, doktor için geliyor. Hele herif senin göz- lerini açsın, resmi gazetelerde çıksın da bak gör, o zaman kadın nasıl şıp diye, hemen kollarına düşecek, zaten hasltane- de söyleşip duruyorlar. Galiba doktora Hasanın gözlerini açarsan evlenirim se- ninle diye, söz bile vermiş.. Kadın pek gevez idi, belki daha çok şeyler söyliye- cekti, fakat Hasanın hiçbir harekette bu- lunmadığını görünce: «Uyudun mu ayole diyerek ayağa kalktı, eğilip baktı ve bir- denbire bir çığlık kopardı. Hastanın yü- zü bir kadife gibi al olmuş, vücudü ise kaskatı kesilmişti. Kadın odadan deli gi- bi fırladı. Sabaha karşı genç kadını hastaneye telefonla çağırdılar, Heyecan ve telüş i- çinde hazırlandı, gitti. Hasanın kapısın- da ilk karşılaştığı kimse doktor oldu. A- dam perişan bir halde idi, onu görünce: «Ölüyor, sizi görmek isltedi» dedi. Kadın scndı—lıv rek içeri girdi, şlmdı bu zavallı olsalar bile bir & gençlikten vazgeçemezler. Elleri; tır- nakları pençe gibi gençliğe takılır, genç likten ayrılamaz, Halbuki Feriha gençliği çoktan ter- ketmiş gibi fakat gençlik ona dört elle sarılmış, onu bırakmak ve ondan ayrıl- mak istemiyor. Paranın üstüne titriyen, malın üstü- ne titriyen, şöhretin üstüne titreyen, hattâ hayat için titriyen paraya, mala, şöhre ve hayala harfis olan insan ya zavallıdır, ya gülünçtür, ya gülünç bir zavallıdır. En hoşa giden adam cömerd adamdir, Veren, ferağat gösteren, tok gözlülük gösteren cörmerd insan. İşte Ferihanın kendi isteğile gençliği terkedişi, ona kiymet vermeyişi ve kırk iki yaşına geldikten sonra hâlâ yirmi | ; yaşındaki bir genç gibi hoppa olmayı- şı, Mmacera aramağa kalkmayışı onu çok güzel yapıyordu. Bütün yirmi yı şındaki kadınlara hased verecek kadar güzel, e Halid, düşünüyordu. Bu Ferihanın ferağati değil bilâkis koketrisi idi. Ki- mi kadın kırıtarak, göz süzerek, yap- macık yaparak, hoppalık ederek, erkek gönülleri avlamak ister. O ise tamamile lâkayıd kalarak, ehemiyet vermiyor görünerek, uzaktır. yabancıdır Muhammen bedeli 150.000 lira olan aşağıda yazılı 4 kalem elbiselik kumaş 2/8/1938 Salı günü saat 11 de kapalı zar?/ usulü ile Ankarada İdare binasında sa- tın alınacaktır. Bu işe girmek istiyenlerin 10250 liralık muvakkat teminat ile kanunun tayin ettiği vesikaları ve mnufıa müteahhidlik - vesikâsı ve tekliflerini ayni gün saat 10 a kadar Komisyon Reisliğine vermeleri lâzımdır. Şartnameler 750 kuruşa Ankara ve Ha ydarpaşa veznelerinde satılmaktadır. (4485) 10.000 metre memur elbisesi için kumaş 5000 » paltosu için kumaş 10.000 müstahdem elbisesi için kumaş 5.000 paltosu için kumaş » » Baş, diş, nezle, grip romatizma, nevralji, kırıklık ve bütün ağrılarınızı derhal keser. İcabında günde 3 kaşe almabilir. mumumuamncauamauam İstanbul Emniyet Sandığı Direktörlüğünden: Emniyet Sandığına borçlu ölü Bayan Fatma Kamer varislerine ilân yolile tebliğ Bay Mustafa kızı Bayan Fatma Kamer Çırçır Hacıhasan mahallesi Sinanağa Haydar yokuşu eski 1 yeni 1 numaralı ahşab bir evin tamamını birinci derece- de ipotek göstererek 13.10.934 tarihinde 19950 hesab numarasile Sandığımızdan aldığı (75) lira borcu 5.2.938 tarihine kadar ödemediğinden faiz, komisyon ve masarifi ile beraber borç (79) lira 78 kuruşa varmıştır. Bu sebeble 3202 numa- ralı kanun mucibince hakkında icra takibi başlanmak Üzere tanzim olunan ih- barname borçlunun mukavelenamede gösterdiği ikametgâhına gönderilmiş ise de borçlu Bayan Fatma Kamer Kasımpaşada Küçükpiyale caddesinde 219 sayılı evde öldüğü anlaşılmış ve tebliğ yapıla mamıştır. Mezkür kanunun 45 inci mad- desi vefat halinde tebligatın ilân suretile yapılmasını âmirdir. Borluç ölü Fatma Kamer mirascıları işbu ilân tarihinden itibaren bir buçuk ay içinde Sandığımı- za müracaatla murislerinin borcunu ödemeleri veya kanunen kabüle şayan bir itirazları var ise bildirmeleri lâzımdır. Mirascılar ipoteği kurtarmazlar veya- hud başlıyan takibi usul dairesinde dur durmazlarsa ipotekli gayri menkul mez- kür kanuna göre Sandıkça satılacaktır. Bu cihetler alâkadarlarca bilinip ona göre hareket edilmek ve her birine ayrı ayrı ihbarname tebliği makamına ka- im olmak üzere keyfiyet ilân olunur. — (4547) Keşif bedeli 619 lira 16 kuruş olan Dolmabahçe sarayı saat kulübesi ile rıhtım arasındaki tümseklerin esi açık ek sillmeye konulmuştur. Keşif evrakile şartnamesi Levazım Müdürlüğünde lebilir. İstekliler 24090 No. l1 kanunda yazılı vesikadan başka Fen İşleri Müdürlüğünden alacakları fen ehliyet vesika- sile 46 lira 44 kuruşluk ilk teminat makbuz veya mektubile beraber - 18/7/938 Pazartesi günü saat 11 de Daimi Encümende bulunmalıdırlar., (4110) — (B) -a— ——— —— ni anlamıştı. Buna kendisi de hayrette| Sözünü «ölümüme de sebeb sizsiniz. idi. diye bağlıyabilirdi. Hem ona daha çok Hasan karyolasında hafif hafif nefes-| şeyler söylemek: «Ben ölürsem de atabâ ler alarak yatıyordu, yüzü bir llmon gibi| onunla evlenir misin» diye sormak ve sararmıştı, gözlerindeki sargıları çöz-|korka korka ona bir şey itiraf etmek, se- müşlerdi ve o iri siyah gözler şimdi bu ni seviyorum demek istiyordu. Fakat ar- solgun yüzde çakmak çakmak yanıyor-|tık vakit geçmişti. Öğleye doğru dudak- du. Kadını görünce elini uzattı, gülüm- |1 n ga çocukca bir tebessümle rahat, sa- sedi ve gayet yavaş mırıldandı: ya dalar gibi gözlerini ka- — Aman Allahım bu kadar güzel ola- | bileceğinizi nasıl tasavvur edebilirdim! Ellerini hafifçe parmaklarffım arasında sıktı. Sesi biraz daâha sönükleşerek ilâve etti: Yeşil yüzüklü kıdın — Allah sizden razı olsun, sizi şimdi görebiliyorsam bu gene sizin sayeniz- dedir. zül etmiyor hisini vererek kalbleri ça- hyordu. Ne biçim bir kadındı bu.. hiç hissi yok muydu? Ne idi bu hi Yoksa bir sevdiği mi vardı?. Yalnız kendisine değil bir kere bile Tekinalpa yahud Ekreme bakmamışlı. Tekinalp da Ekrem de arkadaşları içinde aşk ve kadın muvaflakiyetlerile anılan iki gençtiler, Feriha onlara bile ehemmiyet ver - miyor.. hiç birini insan yerine koymu- yordu. —- Mehtab o gece harikulâde güzeldi... Deniz iyi parlatılmış bir ayna gibi di. Gök açık lâciverd renkte... Tarasada oturuyorlardı.. Demir a - yaklarını fhasır koltuğun yanlarından sarkıtmış, elinde Fransızca bir spor gazetesi tutuyordu. Babaları tarasanın kenarındaki masada oturmuş mukad- des hanımla bezik oynuyordu. İngilizceden çeviren: Neyyir turmuş ve yarın imtihan vardı.. ders- lerine çıllışıyordu.. gözü, ne mehtabı görüyordu, ne denizin güzelliğini... Eilleri çenesinin iki tarafında... Saç- ları perişan, sabahtanberi giyinmedi. Üstünden ropdöşamberini çıkarmadı bile hep arada bir kalkıyor... Banyo i- dasına kadar gidip, bunalan başını s0- ğük su ile ıslatıyordu. Üç gecedenberi sabaha kadar uyu- mamıştı, kendini uyanık ve kafasını sağlam tutabilmek için birbiri üstüne kuvvetli kahveler içiyordu. Bugün zaten tam çalışırken Halidin de ziyarele gelişi onun epey canmı sıkmıştı ya! Tam o bu sıralarda (rieler- deki halin bakteri kabiliyetin derece- sini) öğrenmekle meşguldu. Aklında lökositler, kagostiyozlarla rtelerdeki mikroplar vardı., O da tam bu sırada gelmiş, karşısına Ferihadan bahsediyordu. — Güler ne güzel ablan var senin... Ona bayılıyorum... Vallahi âşık oldum galiba, Diyordu. Güler: — O kadar Aşıksan git kendin söyle? Feriha kenardaki koltukta, gözleri |diye onu terslemişti,ben şimdi yarınki denizin gümüşlerinde her zamanki gi- |imtihanla meşgulüm. Bana bunları bi büyük bir sükünla günlerin günleri |söylemekte ne mâna var?.. Bıktım ar- takip etmesini bekliyordu, tık senin aşkından,