B BSayfa SON POSTA | Tarihten sayfalar ca_nı"_"z'n Kımeet"" Bir sadrâzamla bir vali BIImIYOI'UZ! arasındaki muharebe Suad Derviş | * esleğinin ehli bir barcının eli- 4 * Nasuh Paşazade hudud valilerinin tuğralı Fferman vermemeleri hak- B kındaki emri kendisine bildirmeğe gelen sadrazam ağasını mağrur bir tavırla baştan ayağa kadar süzdü, sonra sert, hem de alaylı bir sesle şu cevabı verdi: «Tuğra çekmek bana mirastır. Ben vezir oğlu vezirim. Senin paşan gibi Arnavud serserisi değilim.n Yazan: Kadircan Kaflı dü. mek azminde ayni tempo | ği bi nbamda yıkanan fincan- kahve vermenin Bu kadar sür'ate, bu kadar telâşa lü-|mı bıçakla vurup öld zum nedir?. Acele bir yere yetişmek mi | var? Acaba kahveci bunu düşüne! a veya düşünemiyorsa |pazar yerlerinde dolaşan belediye murlarının bunu ihtar etmeleri M eminim hiçbir zaman bu kadar şiddetli Çalkanamaz. isi y Otobüs: Babası tutmuş bir Arab bacı| ğ » ı gibi ihtilâçlar içinde gâh zıplıyor, baş mıziı küttedek otobüsün tavanına çar, tutulmuş bir gemi ğ izere yolı aylar b ne düşmüş bir kokteyl üzere yola de J larla rmekten ne farkı Nereye gi me- Niçin bu kadar sür'atle gidiyoruz? doğru Bir virajda kafamı olanca hızla pence- | değil mi? renin k | bunlar Sıvasa gitmek we orayı meli, İstan- 1 © büyük Ve aman- haklamalıydı. O sırada şöhret yoruz, güh fırtınay Bibi sağa, sola yalpalanıyor, ba camlara çarparak parçalamaktan kurta- rirken o de Hüseyin Bey Erzurum|bütün köp $ da hudud valileri kendi 'z; klerine tuğralı fermanlar n bu fermanlar fena elle- mızi D “gpiüla | deyamsimıyor; | biletciye soruyorum. | © çok büyük bir m aki a eçenlerde köylü bir hizmetcim İsız veziri obüsün içine doğru fırlayıp düş- mek tehlikesine uğruyoruz. Otobüs yolcularının hepsi yerlerinde mnüuniyetle, adetâ *ııı harla — Kurtuluş otomobilinin şoförü ile bi- zim şoför yar çirmek yapıyorlar. Onu öne ge- istemiyoruz. Geçirmiyoruz da! Diye cevab veriyor. Bu otobüsler, bir nakil vasıtası mıdır, İdeğil midir? oturabilmek için azami gayret sarfedi- yorlar, kimi oturdukları iskemlenin yah- larına yapışmış, kimi pencerenin par- maklıklarına ellerini takmış, kimi önde- ki sıranın arkasını tutuyor, kimi yaniın- daki arkadaşının koluna kolunu geçir - miş. Bir kaldırım taşından diğerine çarpan otobüs virajlarda içindeki yolcuları tam manasile . birbirine geçirerek - (cehen- nemi) bir sür'atle yoluna devam ediyor. Şoförde, ne virajlarda yavaşlamak kay- Bgusu, ne de içindeki yolculara karşı ufak bir merhamet var... Otobüsün içi adetâ ana baba günü... Yolcuların sallanmaktan bütün vücud- leri ağırıyor. Kalb, böbrek, ciğer mide, galiba birbirine karıştı. Kimisinin şap- kası çarpılmış, kimisinin paketleri yere yuvarlanıyor. Bir diğeri çok seri dönülen bir virajda otomobil sağa yatınca boş bu- lunup iskemlesinden fırlıyor ve yere dü- Şüyor. Aman! Tramvayın — solundan — çıktık. Karşidan gelen küçük otomobil bir te- kerleğile kaldırıma çıkmasaydı, üstüne bindirecektik... Ama da mahir bir şoförümüz var... Koca otobüsü iki tramvay arasından nasıl da geçirdi. Bir kaza olmadı, şükürler ol- sun... Korku yanımıza kâr kaldı. Önümüzde ne bulursak adetâ — devir- Eğer gaye spor müsabakası ise bunu evvelden haber verseler, tehlikeli spor- ları sevenler bulunur.., Fakat yolcular içinde benim gibi bir çokları gidecekleri yere kadar kol, bacak Ve kafalarını muhafaza etmek istetler. İnsan hayatına biraz hürmet yök mu? * ı— ir pazar yerinde gu manzarayı H görüyorum. Seyyar pazarın bir tara! muş. Ufak — bir mangalda kahve - sini pişiriyor, son- ra onları küçük çırağile istiyen müşteriye yollu - yor. — Müşteriden gelen kahve fin « canlarını bir ta - içine soku « yor. Ordda yıkıyor, çıkarıyor. Tasta kah- ve telvesinden kararmış mülevves bir su var. kahveci kahve takımını kur- d - sın Bütün fincanlar bunun içine daldırı- lıp çıkarılınca temiz addediliyor ve he- men suları sızdırılıp içine yeniden kah- ve konuyor ve bir başka müşteriye yol- lanılıyor. Kahveci düşünmüyor bile ki şu fincan- dan içen insanların derdlisi var, sari has- talıklısı var, türlüsü var... Hiç olmazsa musluklu bir kova getirip şu fincanları akar bir suda yıkamak yok mu? Herkesin tükrüğünün birbirine karıştı- |çenler türl vardı. Geldi, tinden gelmiş bir mektubunu Kendisi Cideli ve Cidenin içinden... bana memleke- okudu. Uzak köylerinden | değil... Mektubda kocası ona şunla - t yazıyor: «Kızın Ayşe - Ayşenin dokuz rirken, ağır gelmiş, bir tarafa çarpıldi. Kirık böğrünü elimle düzeltip doğrult- tum. Şimdi ağır hasta yatıyor.» Cidenin içinde doktora ön dakikalık yerde bir baba bir tarafa çarpılan Ayşe- sinin kırık kemiğini elile düzeltiyor. Dok. tor çağırmak aklına gelmiyor. Zavallı Ayşe! B unu geçen gün bir okuduk: Ön üç yaşlarında bir ki kızı sırtın- da taş taşırken yere yuvarlanmış ve ar- kasında taşıdığı taşlar allında göğsü, sır- tı ezilerek ölmüş. * gazetede Bunu gazeteler lâalettayin bir havadis olarak kaydettiler ve çoğumuz da bunu bir kazadır diye okuduk, Halbuki böyle şeye kaza denir mi? Hergün bindiğimiz otobüsümüz devril- se, kahvecinin Tincanlarından Kkahve |- türlü sari hastalıklara tutul- salar, zavallı küçük Ayşe ölse veya öm- Tünün sonuna kadar sakat kalsa... Bunlara da kaza mı diyeceğiz? * Bu kadarı fazladır. İnsan hayatına bir parça daha kıymöt vermesini öğrenelim. Suad Derviş Çindeki Japon orduları nasıl besleniyor? Japonların (Tanaka) tesmiye ettikleri bir hava teşekkülleri vardır, Tayyarelerden atılan bu paraşütlerle, edilmektedir. Keskin bir göz, ekilmiş farkedebilir. AAA0 Resim bu teşkilâtın faaliyetini gösteriyor. harb sahasında bulunan Japon askerlerine yiyecek ve diğer levazımat temin arazinin arasından geçen yol üzerinde Japon — askerlerinin — yürüyüşünü kullanılıyor ve karışık- Zaten sadrâzam Kara Mi kemiyordu. Yeniçerinin dan yetiştiği için aona (Çorbacı) diyordu. Sonra: Okumak yazmak bilmiyen bir kim- genin sadaret ne işine gerektir. Sözlerini ilâve ediyordu. Tuğralı ferman verilmemesi hakkında- ki emri ona bildiren sadrâzam ağasını da mağrur bir tavırla baştan ayağa kadar süzmüş, sonra hem sert, hem de alaylı bır sesle şu covabı vermiş! — Tuğra çekmek bana mirastır. Ben vezir oğlu vezirim. Senin paşan gibi Ar- navud serserisi değilim! Vaktile Erzurumda vali olan Abaza Paşa da böyle dik kafalılık etmiş, devle- tin başına derd açmıştı. Sadaret ağası herkesin önünde yapılan bu tahkirden sonra İstanbula geldiği zaman Kara Mus- tafa Paşaya her şeyi anlattı. Kendi fik- rini de söyledi: — Devletlüm, Nasuh Paşazade bir yo- la gelmez kişidir. Eğer Abazanın yaptı- ğimı yapacak olursa devlet tehlikeye gi- rer, Bunun üzerine Kara Mustafa Pâşa bir ferman göndererek Hüseyin Beyi- Erzu- rTumdan kaldırttı ve Haleb valiliğine ta- yin etti. Hüseyin Bey bu emre bir şey söylemedi. Yerinden kalktı we Hale- be vardı, oradaki vazifesine başladı. Fa- kat hemen © günlerde garib bir vaziyetle karşılaştı. Ayni Haleb valiliği bu sefer Siyaveş Paşaya verilmişti. Bu, Kara Mustafa Paşanın dalaveresiydi. Hüseyin Bey âdet olduğu üzere Haleb valiliği için peşin olarak elli kese altın vermiş, burayı satın almıştı. Verdiği paranın bir akçesi- ni bile almadan ayrılmak niçindi? Siya- veş Paşanın vekili orayı teslim almak Ü- zere geldiği zaman: — Ben burası için elli kese vermişim! Diyerek kovdu. Adamcağız İstaribula döndü ve başına gelenleri olduğü gibi anlattı. Sadrâzam kızdı, vaziyeti padişaha anlattı. Padişah onu büsbütün açıkta bırakmayı da doğ- ru bulmamış olacak ki şöyle bir ferman çıktı: — Nasuh Paşayı Sıvas valiliğine tayin edesin. Muhalefet gösterirse elbet silâh ile tenkil eyliyesin! Kara Mustafa Paşa buna razı değildi. Hüseyin Beyi her halde açıkta bırakmak, hattâ yok etmek istiyordu, (Arnavud sere serisi) nin neler- yapabileceğini, okuma yazma bilmiyen bir adamın okuma yaz- ma bilen ve akıllı geçinen bir adamı na- sıl yere serdiğini göstermek istiyordu. Bu maksadla bir taraftan Hüseyin be- yin hemen Sıvasa gitmesi için Halebe ferman gönderirken diğer Sıvas valisi İbrahim Paşaya söyle bir xâ- ğid yazdı: «Senin memuriyetin Nasuh paşa oğlu- na ancak lüzumu âcile mebni sureti zâhi- rede tevcih olunmuştur. Sıvası zaptet- meğe gelirse ne suretle olursa olsun onu mahvetl» aşağı sını İbrahim Paşa, Abaza Paşanın yetiştir- | © mesiydi. «Kör hazinedar» adile meşhur- kerlerini topladı ve Hüseyin Beyi karşı- lamak üzere şehirden çÇıktı, Kayseriye doğru yollandı. Hüseyin Bey Halebde bir mikdar asker toplamış, onlarla birlikte Sıvasa doğru yola çıkmıştı. Kendisi için hazırlanan tuzaktan haberdar olup olmadığını bil- miyoruz, Fakat iki taraf Kayseri yakınla- rında karşılaştılar. İbrahim Paşa hemen dört nal sürüp Hüseyin Beyin üstüne gal- dırdı. Orada çetin bir çarpışma oldu. İb- rahim Paşa mağlüb oldu ve öldürüldü. Nasuh Paşazade bu işe çok kızdı. Ay- ni zamanda İbrahim Paşanın sadrâzam tarafından idare edildiğini öğrendi, büs- taraftan da| bulunuyor, yüreğinde — zafer neş'esinin verdiği k cesaret kö- pürüyordu. hislerin tesiri altında olar rak atının başını İstanbul tarafına çevire di. Yoluna devam ederken gerek İstan- buldaki dostlarına ve gerek yolunun üs- tündeki vâlilere yazdığı mektublarla: «Sadrâzam ile olan davamı padişah ö« nünde kazanmak için İstanbula gidiyo- Tum.» Diye asıl maksadını bildirdi. Böylelik- le kendisinin âsi olmadığını açıkca si lemiş ve kimsenin onu silâhla karşılama- sına, yolunu kesmesine yer bırakmamış oluyordu, Abaza Hasan günlerini hatırlıyan İs- , tanbul halkı bu haber üzerine telâşa düş- tü. Çarşılarda dükkânlar kapandı. Bazı fena niyetli adamlar bu halden istifade- ye kalkıştılar. O zaman Kara Mustafa Paşa dükkânları açtırdı ve Nasuh Paşa zade hakkında söz söylenmesini yasak et- ti. Bundan başka ortalığı bulandıranlar- dan bir düzine kadarını başlıca gokakla- rın başlarına astırdı. Anadolu Beylerbe- yi Osman Paşa asker üzerine serdar ya- pıldı ve Nasuh Paşa üzerine gönderildi. İzmitte karşılaştılar. Bu harbde gerek Osman Paşa ve gerek başlıca kumandane lardan Kaytas ağa vurulup öldüler. Hu« seyin bey esir alınmasını ve kaçanların kovalanmasını yasak etti. Hızlı bir yü- rüyüşle Üsküdara kadar geldi. 30 naziran 1643 de Bulgur tepesine ordugâh kurdu. İstanbulda şaşkınlık son dereceyi bul- muştu. Sadrâzam Üsküdara asker ve top ge- çirmişti. Gürcü Mehmed Paşa da serdar. tayin edilmişti. Padişah bile «Üsküdar bahçesi» ne gitmişti. Buna rağmen eğer Nasuh Paşazade, bulunduğu tepeden - nerek hücuma geçseydi Üsküdarı elde etmek işden bile değildi. Halbuki etrafındakiler tereddüde düş- müşlerdi. Oraya vardığı zaman kendisı» nin sadrâzam yapılacağı hakkında haber gönderenlerin dedikleri çıkmıyor; kâhya. sı Bekir onu oyalamakta devam ediyor- du, Kara Müustafa Paşa onun adamların- dan birini elde etti ve «Rumeli y kazanmış İret | geçtiği takdirde Rumeli valisi yapılacağı» hakkında kandırdı. Hüseyin Bey Boğazi- çinden Rumeline geçti. Geride kalan a$e ketler onun ardına takıldıklarına pışman olmuşlardı. Sadrâzamın çadırına gittiler ve yere kapandılar. Nasuh Paşazade boş yere Rumeli vali- liği fermanını bekledi. Neden sonra, düş- tüğü tuzağı anladı ve on altı yaşındaki oğlu beraberinde olduğu halde on kişi ile İbirlikte Pravadi civarındaki çiftliğine sıe |ğındı. Oradan Kırım Hanına gitr re Ruscuğa doğru yola çıktı bastancı ile boştancıbaşı arı tiler, zincire vurdular, İstanbula getirdi« ler. Şimdi tahkir sırası Kara Mustafa Pas şaya gelmişti. Ağzına geleni onun yüzüe ne tükürdü. İşkence ile öldürüldü ve ö lüsü saray kapısında teşhir edildi Nasuh Paşazade danayı yüzmüş yüz- müş, kuyruğuna getirmiş, fakat birçok inde olduğu gibi saflık ve terediira. zünden bir çuval inciri berbad et- du. Sadrâzamın kâğıdını alır almaz as- | Mişti Okuma yazma bilmeyen kurnaz a- dam okuma yazma bilmekle' mağrur o- lan budalayı yenmişti. Sarhoş bir kadın yüzmek için denize girdi, boğuldu Beşiktaşda oturan 45 yaşında — Necn Haninde la raki içmiştir. Hava da, çok sıcak olduğu için, rakı ba- pna vuran Necmiye doğru sahile koşmuş ve serinlemek için denize girmiştir. — Uzaktan bu sahneyi gören mahalle çocukları her ih« timale kargı karakola haber vermişlerdir. Yapılan araştırma neticesinde, Necmiye- nin cesedi denizden Çıkarılmıştır. arab bir kadın evyelki akşam Taz-