6 Mayıs 1938 Tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 9

6 Mayıs 1938 tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 9
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

6 Mayıs Bu kadın ne yapsın? Feci Olduğu Nisbette Hakiki Bir Hayat Sahnesi Yazan: Yarısından bir saat sonra Sirke -| vaydan indim. Tepemden aşa -| sıkı yağmurdan bir an evvel için adımlarımı sıklaştırmış - sekiz on adım attıktan sonra m bir sahne beni durdurdu: iki polisten, beş bekçiden, ve *ekiz on adamdan müteşekkil küçük bir Kalabalığın önünde bulmuştum. Onları orada bir araya getiren hâdi -| *eYİ anlamak isteğile aralarına sokuldum. Bu küçük kalabalığın orta yerinde, Genç bir kadıncağız vardı. Kadının sir - in ince, soluk, ve yer yer yırtık bir *htari sarkıyordu. Başı açık, kirli saçları Anık, ayakları çıplaktı. Şivesinden, İs- â uzun zaman bulunmamış bir Maşralı olduğu belliydi. Yağmur, yırtık *atarisini, vücudüne yapıştırmıştı. Ve bu entarinin soğuk teması, onun cılız tırın. Ücretini ben vereceğim. Yarın, mişi Naci Sadullah şünelim. Bu fıkarayı sokakta bırakmıya- Um! Bu vaziyet kı #aydasızlığını riyetleniyorum. Fakat kadının üzer merhametle dolaşan gözlerim, teessürü « mü arttıran bir hayretle bü Ve görüyorum ki, geceyi s meğe mahküm olan kadın gebedir.. Ve gizlemiye çalıştığı kocaman karnındaki yavrunun bir kaç hafta, hattâ belki de bir kaç gün sonra dünyaya geleceğini kes - tirmek için, bir doğum hekimi Tizum yoktur! Bu feci hakikati görr timden vazgeçiriyor. Mi vazgeçemiyorum. Ve onlara; kendimi ta- nıttıktan sonra: — Siz, diyorum, bu kadını bir otele ya- müdahalenin olmuy ek, beni niye - ahale etmekten SON POSTA arbin ikinci senesi ve bizim mek- teblerin yaz tatili sıralarında idi. "Dostum avukat Ali Rızaya pederi Sabit bey merhum tarafından üç yüz lira el den sunulmuş, bu suretle bunalan bi- çare Alinin nefeslenmesine meded ol- muştu. İhtiyac o kadar çoktu ki dostu- mun bu baba hediyesini üç günün için- de eritip tüketmesi işden bile değildi. Bir akşam çilingir sofrası başında uzun boylu düşündük. İnce eledik, sık doku- duk. Nihayet bir manav dükkânı açmı- ya karar verdik. Mektebler kapalı ol- duğu cihetle serbesttim. Dükkânda ben oturacaktım. Akşam üstü Ali Rıza ge- lecek, hasılâtı kendine verecek, ertesi gün için almması icab edenleri de sipa- riş edecektim. Karar mı? Karar.. dedik. Ertesi gün t#evekkeltüalâllah diyerek işe başladık. Üsküdarda Ahmediye ile Yeniçeşme a- rasında ufak bir dükkân bulduk. Der- |hal kiraladık. Bir aylık peşin verdik. | Manav dükkânı olarak kullanılabilme- İsi için bir marangoz taslağı getirdik. Çünkü harb bâdiresi ortada uslu akü- l: san'atkâr bırakmamıştı. Bu adam da bizim işimize yaradı. Bir mostralık raflar sıraladı, terazi koyacak ımsı bir yer bile vücude gelir- | meyi unulmadı, Dükkânda demirbaş bir de yazıhane vardı. — Eh, ticâret yuvası üç günün içinde kurulmuştu. İş şimdi içini doldurmıya | kalmıştı, Bir sabah Ali Rıza İle erken- den paçaları sıvadık. İlk vapurla Ye- lesine indik, Civar iskelelerden Yücudünü sıtma nöbeti gibi titretiyordu. | içinizden biriniz onu alır bana getirirsi - kayık kayık karpuz gelmişti. Biz eski dişlerinin takırdamasına mâni ola. | ikçe, kendisine sorulan suüllere ce - Yab veriyordu: Eskişehirden İstanbula yayan gelmiş i yokmuş. Boğaz tokluğuna hiz -| aramış, bulamamış. Dört gecedir #kaklardaymış. Halbuki o, İstanbulda e- Ünder, tutulacağını sanıyormuş: > Şimdi ben ne yapayım? diyor, hıç -| ya çabalıyarak ağlıyor. Gözlerinden Süzülen sıcak damlalar, şiddetini gittikçe W yağmurun sularına karışıp gi - diyor, Bekçi polise: > Sen, diyor, bunu merkez: götür, © tada gecelisin! Bunu yapamıyagağşm söyliyen polis, rayon; > Polis merkezi otel mi? Bir diğer bekçi ona hak veriyor: e 'Tabit.. Karakolda olmaz... Bu kızı, i zi şuradaki otobüslerden birine ya- Üzüneü bekçi kaşlarını çatıyor > Öyle şey olur mu? O otobüslerin e birinde, üçer tene bekâr yatıyor! Bu- Onların arasina nasıl yatırınız? ap yircilerden birisi de mütaleasinı söy- RE Bir gece nasıl olsa geçer. Zaten şu-' #urasında sabaha ne kaldı? Şu kah- tan bir köşesine kıvrılıversin! Bu Sefer kahveci itiraz ediyor: aki Olmaz... Kahve neredeyse küpâna - Serhoz bir yolcu: ös Yahu, diyor, ne dalaşıp duruyor - üz? Verin ben götüreyim evime! pp başka bekçi, bıyık burarak göz kır- > Gİt işine be! Tilkiye peynir ema - m mi? Hamiyetinin Sui tefsire uğrayışı, sarhoş iğ #inirlendiriyor: Size İnsaniyet te yaramaz... diyor, ve laşırken hiddetle ilâve ediyor: dip en kala kala bu kokmuşa mi kal - Semtin bekçisi, bu canlı sefaletin ba - ekşimesinden kurtulmak için: niz, bir çaresine bakmıya çalışırız! Bu teklifimin itiraza O uğramıyacağını sanıyordum. Fakat polislerden birisi, bu zannımı da tekzib ediyor, ve büna: — İmkân yok.. diyor. Hayretle soruyorum: — Sebeb? — Çünkü kadının üzerinde hüviyet cüz danı yok. — Ne çıkar? — Otelci kabul etmez! — Siz kefil olursunuz! — Ne münasebet? Ne olduğu belirsiz bir kadına ne diye kefil olayım? Ya otel- de bir münasebetsizlik ederse? — O takdirde, ben mes'uliyeti kabul e- derim! — Öyleyse, siz kendiniz kefil olun! — Otelci benim kefaletimi kabul etmi- yebilir! — Ben karışamam o halde!., Semtin bekçisi, benim müdshelemin de bir netice vermediğini görünce, kadını tekrar dürtüyor: Haydi, diyor... Düş önüme... Ben se- ni kendi mıntakamda tutamam! Uzattığım adresi, verdiğim paranın ha- tırı için kabul eden kadın, gizli ve canlı hamulesini, yağmurdan korumak ister gibi önüne eğilerek uzaklaşırken ağlıyor, ve bedbaht dimağına saplanan suali ü midsiz ümüidsiz tekrarlıyor: — Şimdi ben ne yapayım? — Evet... Şimdi o ne yapsın? O iki canlı öksüz, iki polisin, beş bek- çinin, bir gazetecinin ve bir sürü seyir » cinin elele, başbaşa vererek temin edeme- dikleri sıcak bir yemeği, ve rahat bir ya- tağı nereden, nasıl bulsun? Ve bugün, karşıma dikilip bu suali ba- na sorduğu zaman ben ona ne cevab ve- reyim? — Neci Sadullah Propaganda uçuşları Türkkuşu filosunun propaganda u- çuşlarına Balkan şehirlerine gidilme- den evvel başlanacak, evvelâ Karade- niz şehirlerinde uçuş yapılacaktır. Sabiha Gökçen İstanbuldaki uçuşla- ie kurd ağırbaşlılığile kayıkları gezi- latlam iskandil ediyorduk. Niba- yet gözümüzün tuttuğu bir kayıkta an- laştık. Çek Üsküdara kumandasını verdik, Birkaç tekerlek kaşar peyniri İatdık, patlıcan aldık; domates aldık, Jyelhasıl aklımıza ne uygun geldiyse tedarikledik. Bunları da karpuz kayığıs na yükledik. Rıza bana nakliye için lâ- zım gelen parayı verdikten sonra ayrıl- İ İki saat sonra Üsküdar arabalı vapur iskelesine yanaşan kayığımızdan göğ- süm kabara kabara malları arsbalara yüklettirdim. Yardımcı olmak üzere bir de öksüz çocuk bulmuştuk. Dükkâ- na varınca kan ter içinde istife, terti- be başladık, Akşam üstü Ali Rıza gel diği zaman her şeyi tamam bulmalıy- dı. Karpuzlar; çıplak raflara oturttum. um. Yalmz nkü oturak terazi değil, bayağı çengelli el terazisi idi. Bunda, meselâ, on kuruşluk kaşar peyniri tartmak oldukca güç bir işdi. Mutlaka ya müşteri, ya biz-zarariı çı- kacaktık. Ne ise bunun da icabına ba- karız, dedim. Her iş bittikten sonra Ahmede seslendim: — Haydi Ahmed! Şimdi kallâvi bir fincanla köpüklü bir tiryaki kahvesi söyle! Dedim, Mallarımıza baktıkca key- fim artıyordu. Bembeyaz yumurtalar, kırmızı Al man yanağı gibi domatesler, patlıcan- lar, hele rafları dolduran iştiha verici karpüzlar. Sakız gibi beyaz peynir, vel- hasıl her aldığımızın gön hem ümid, hem safa veren bir güzelliği, bir hoşlu- ğu vardı. Akşama kadar epeyce alış ve- rişimiz de oldu, Yedi sekiz karpuz sat- tik ,beş on patlıcan, üç beş okka doma- tes. e Oh, yarabbi şükür; artık akşamları maişet zorluğu çekmiyecek, Allah ne İ verdiyse iki kardeş gibi kanaat edip ge- çinecektik. İ Akşam üstü Ali Rıza merak eaikasile, yor, tün diyor, Darülâceze memuru de- İrini ikmal ettikten sonra Ankaraya dö-|mutadından erken avdet etti. Tertibatı Di. Ve kadına dönüp: hip, SAYdI, diyor, düş önüme... Seni, be- Bar Mntakamdan çıkarayım da, ne ya - derde Yap! Başıma bir iş gelirse, beni de necek ve ondan sonra da Karadenizde şa başkyacaktır. Türkkuşu filoları şehirlerimize git- meden evvel şehirlerde hazırlık yap: görünce hoşlandı. Bir tiryaki kahvesi de ona ısmarladım. Alış verişi söyle- dim. Tabii sevindi. Dedi ki: — Yahu! Hoca! Şu canım karpuzlar- Ama, başkasının mınta-İlacak ve filo tezahüratla karşılanacak, |dan birer tane de biz evlere götürelim. De halt edersen et... Orası benim İs ilerden bir diğeri meslekdaşına: ele dur biraz... diyor. Bir çare dü - halka tayyareciliğimiz hakkında uzun uzun malümat verilecek, filoyu teşkil eden gençlere gittikleri yerlerde konfe- ranslar verdirilecektir. — Hay hay! Dedim. Güya anlarmışım gibi iki ta- ne seçtim. Ali Rıza beş on yumurta; ben biraz beyaz peynirle domates al- Yazan: dım. Çocuğun hakkını verdik. Ezan ye- ni okunmuştu ki biz memnun ve şadan dükkânımızın kepenklerini kapıyor- duk. o Ertesi sabah ben dükkânı erkenden açtım. Yardımcı çocuk da geldi. İtma Bir Muallimin Umumi Harb Hatıraları Nasıl manavlık yaptım? Muallim Nihad de esnaf ağzını, palavrasını nasıl kavrâs mışsın? Ben terler dökerek andları, yemin» leri sırahyarak kendisini iknaa çalışi- yordum, — Neyse, haydi öyle olsun! Bu ak- şam da alır görürüz. ile bir temizlik yaptık. Ismarladığım| Dedi ve gitti. Fena halde üzülmüş ve kahveyi içerken Ali Rıza çıkageldi. | sıkılmıştım. Akşema ne cesaretle ve ne Merhabalaştıktan sonra ilk sözü: bilgi ile iyisini seçip overebilecektim. — Kuzum hoca! Senin götürdüğün | Aklıma bir tedbir geldi. Bizim dükkâ- karpuz nasıl çıktı? nın karşısındaki kahveci vaktile kar» puz sergisi idare etmiş, Rumelili gözü açık bir adamdı. Gittim.. çağırdım. Şu İkarpuzlara bir bakmasını Tica ettim, | Birer fiske attı, bazısını eline aldı, evir- idi, çevirdi: — Bunların alay? kabak! İçlerinde ancak sekiz on tane yenebilir karpuz var, dedi. Onlar hangileriyse ayırmasını rica ettim. Bu iyiliği esirgemedi. Niyetim, kabak karpuz verip canlarını yaktıklas İrım gelirse bunları verecek, düştüğüm | mahcubiyeti gidermeğe çalışacaktım, i Kahveci ilâve etti: ! Hem raflara karpuz böyle kon- maz.. hepsi çürür. Alemgağından yeps rak getirtmeMsin. Hem zerzevatlarn, hem karpuzların altına yaprak döşe- melisin! — Bu yaprağı nerede satarlar? — Onu aşağıdaki zerzevatcılardan sor, onlar bilir. — Ben de sana ayni suali sormıya hazırlanıyordum. Benim götürdüğüme el süremedik. Yenmez, yutulmaz dere- cede hışır ve kabaklı. — Bizimki de aynen! Acaba bunların hepsi de böyle mi? — Vallahi bilmem.. malüm a, anladı- ğımız iş değil! Şimdiden sonra öğrene- ceğiz. — İyi ama kardeş! Hepsi böyle ber- bad şeylerse verdiğimiz . müşterilerin yanında mahcub oluruz. Hele ahbab- İara karşı pek ayıb olur. — Ne yapalım a kardeş? Acemiliği- mize bağışlasınlar. İşte bir kasid yok ya.. kendi evlerimize götürdüklerimizi and içerek anlatır, tebriei zimmete ça” lışırız. — Dün sattıklarımız bakalım bugün uğrar, bir şey söylerler mi? — Hele bakalım! Dedim. Akşamdan not ettiklerimi Ali Rızaya sipariş ettim. Hazret işi olduğu için daha fazla eğlenmedi. Çekti, gitti, e Biz Ahmedle kaldık. Kahveciden ge- tirttiğim gazeteyi okuyor, müşteri bek- liyordum. Müttefikin ordularının ber tarafta akıllara durgunluk veren ci- hangirane muzafferiyetlerine (?) öyle! dalmışım ki karşıma dikilen dünkü kar- puz alanlardan eski bir dostu göreme- dim. Seslendi: — Yahu! Bu ne dalgınlık? Şimdi de erkâmharbliğe mi merak ettin? O ga- zeteyi biraz şöyle bırak da sıkılmadan ağıza alınmaz ham karpuzu bana nasıl sokuşturdun, onu söyle! Ali Rızaya söylediğim gibi evlerimi- ze götürdüğümüz karpuzların hikâye- sini yemin ederek anlattım: — Hoca, uzun etme! İki günün için- o Kahveciye teşekkür ettim. O dükkâs nina henüz avdet etmişti ki dünkü sa- tışta karpuz kazığına uğrıyan âşinalar- dan biri daha düştü. Bu; merhabaya bi- le lüzum görmeden: — Aşkolsun hoca! İlk alış verişte has mını yükletirsin ha? Biz; berkararı sabık andlar, yeminler savurarak Ali Rızanın evine gidenle bi zim eve götürdüğümüzün hikâyesini nakle başladık. Kime anlatırsın? — Doğrusu bu işde de üstad imişsin! Hem de seçip verdiydin, mavalen lüzü» mu var mı? Artık ağzım açılmıyordu. Süklüm püklüm ne diyeceğimi şaşırmış bir va- ziyet almıştım. Bu dost akşama tekrar alacağından bahsetmiyerek hidâetle çıktı, gitti. (Devamı 13 üncü sayjada) ii il

Bu sayıdan diğer sayfalar: