3 & d Kubilây Hanın Japonya seferi Yazan: H. Hancıoğlu Kubilây Hanın, Japonyayı istilâ ede- Cek 100,000 askerini nakle memur - 3500 Parça gemisi, Çinin bütün ormanların- Gdan kesilerek inşa edilen bu muazzam donanma denize açılmıştı. 1291 senesinin sonlarına doğru Japon #ahillerinde görülen bu heybetli donan- Mmanın Japonyayı istilâ etmemezi imkân dahilinde değildi. Bu zamanda, Japonya İhtilâl ve anarşi içinde yüzüyordu. Ho- fosların son deli evlâdı Takatoki millet We memleket ile alâkadar olmaktan ziya- Ge, 5000 köpeği İle uğraşmaktan, bunl. <ın ve gümüş madalyalar, nişanlar ver- Mekten daha büyük bir zevk duyuyor, #arayın içinde, köpekleri için inşa ettirt- Üği ikinci bir sarayda, onlarla oynamak- fan büyük bir zevk alıyordu. Kubilây Han bütün bu vaziyeti öğren- 'Türk ülkelerin- B Mişti. Koreden ve Hen Japonyay i istlerden Biç birleini mükâfatsız birakmıyor, ön- tdan her zaman, Japonyanın hakkırida haberler alıyordu. Artık vakit gelmişti: — Donanmayı vücude getirmek için bütün Çin ormanları kesilsin! emri, Çin- H idırım gibi tarrakalar husule getir- Herkes, engin denizlere açılacak bu Parça geminin inşaatında çalışmak- la mükelletti. Sibiryanın şark denizinden ©h üstad en büyük gemiciler getirilmiş İnşaat, bunların emir ve idaresi altına işti. | İlkkânunda bütün inşaat bitmiş. 200.000 Böker taşıyan denizin bu seyyar kaleleri, hh-'ıııı gözü önünden bütün haşmetile 'Oordu. h:.ıllbüly Han en emekdar gemiciyi ça- — Nasıl, dedi. Artık hareket edilebilir, ğ mi? Gemici başını önüne eğmiş, cevab ver- | — Neye susuyorsun? — Korkaklıkla itham edilmemek için "'“!nrumı Ş R“büây Han bir şey anlamamıştı: “ — Yani bu ne demek? ı; Onu denizin dilinden, onun sözün- anlıyanlar bilir. Deniz severken 1sı- W“klırktn boğan bir kahbedir. Onun '..m"rmı düşmemek, onun tablat ve biz Nü bilmekle, öğrenmekle olur, İşte ._h.:('u bildiğimiz için, bu ayda gitmek UyYoruz, ;::Z*”'ây Han birdenbire suratım —as- *khuyük bir hakanın karşısında deni- Yan ve tehevvürü, onu azminden, arından vazgeçirtemez. Ben ilkbaharı, BüzüeYaM istilâsı — zaferi — şenliklerile Y « Bana o zamana kadar bu tes'ide yarıyacak her şeyi hazırla- —h"nıı. Haydi yola! tiyar gem boynunu bükmüş, ge- Belmiş, arkadaşlarile hasbihale ar gitmeklen, vüruşmak- ardı. Gaddar bir ryzgâ- ancak. olmaktan ve boğul- an ictinab ediyorlardı. .lai(' bu derd kalblerinde olduğu halde —m: Genizlere açılmışlard. Denize kur- T kesiyorlar, onun hami ruhundan vaziyeti | |istimdad ediyorlar, yalvarıyorlardı. Böy- Tece Japon adalarının karşısına gelmiş- lerdi. Gemiciler bir an evvel askerleri, dışa- rıya çıkarmak istiyorlardı. Fakat anud kumandan, Japon sahillerinde nümayişle dolaşmağı birdenbire karaya çıkmağa tercih etmiş, iyi bir ihraç noktası avrama- Pa başlamıştı. Günler geçiyor, bir türlü harekete geçilemiyordu. Bir gün emekdar gemici dalgın gözle- İPrtnl denize dikmiş' Ona bakarken iri kö- | pek balıklarının kaçıştıklarını görmüş ve |hemen kumandanı yanına çağırarak: — Görüyor musum? Japonların mukad- des halâskâr rüzgürı esecek ve bizi ka- yalıklar arasında batıracak. İstersen gel alduğu gibi dönelim. İstersen hemen dı- şarı çıkın, bize de gemileri, rüzgürm sar- rinden kurtarmak fırsatllır. verin! mişti. “Fakat dinliyen vöktu. Neticâde emek- dar gemicinin sözleri çıktı. Rüzeür es- meğe basladı. Gemiler kavalıklarda var- ealandılar. Yetmiş bin asker öldü. Müte- bakisi de Japonlar esir oldu. Kımk direği ile tek bir gemi, dalealar arasından kayarak Koreye doğru kosu- yordu. Zafer haberini sabırsızlıkla bekli- yen hakan, bunu bir müjdeci zannetmis- HL Fakat Ihtiyar emekdar gemiciyi kar- şısında görünce şasaladı. — Ne oldu? dedi, Japonya fethedildi mi? İhtivar gemlei acı acı güldü: — Hayır hskan, dedi. Denizin isvan ve tehevvürü sizin emrinizi dinlemedi. Yüz bin askerin havatına malolan bu hareket için bir zafer takı değil, fakat ölenlerin ruhlarmın istirahati icin bir mabed insa ettirtebilirsinz. Cölde yürüven atla, da- nizde yüzen gemi arasındaki farkı bilmi- yenler icin elbette böyle bir âkıbel var- dı. O da geldi, çattı, Büvük hakan hiç sesini cıkarmamıstı. Simdi davağa müstahak, sımarık bir e- cuk olduğunu anhyordu. Islak sözlerini endin denizlere dikti. Bakısında bir daha aldanmak — deliliğinde bulunmıvacağını söylemek istiyen bir nedarnet vardı Nazarlarını son defa ihtivar gemicive cevirmisti. O hâlâ bu gözlerin içine dik- katle bakıyordu. Hakan mahcub ve utan- Baç sordu: — Kat kisi öl. | Gemici bilâtereddüd cevab veri — 70,000 öldü. 30.000 esir gitti. Kubilây Hanın gözleri yasardı: — Bü günahımı affettirebilmek — icin ancak hayatımı verebilirim. Başka bir şey yapamam. İhtiyar gemici hakanın intihar etmek istediğini anlamıştı: — Vaktile olsaydı, iyi olurdu. Bövle- Hkle 100.000 cengâverin bayatı da kur- tulurdu. Fakat şimdi bu atı tecrübeden sonra bir tecrübe sahibini elimizden ka- çırmak ta onum kadar acı bir felâket de- Ril midir? Öldürdün, boğdurdun.. fakat buna rağmen büyük bir ders aldın. Bunu umnutma! Biy söz Kubilây Hanın ölünceye kadar kulağında kalmış, onu maceralardan u- zaklaştırmıştı? de | H P Yazan: A R. Antuvan, Şövalye Cemi, Poyraz Alinin karşısına oturttuktan sonra, çılgınca bir sevinç ile: “ Tanıyamadın mı, daha hâlâ tanıyamadın mı, Ali reis? Eski dostunu, sevgili efendimi, kahraman Cemi tanıyamadın m? ,, diye haykırdı Ve koltuk değneklerinin — arasında boş bir çuval gibi — sallanan o perişan kıyafetli adamı görür görmez; bir kah- kaha koyuvermişti. - Fakat bu kahka - ha, uzun sürmemişti. Birdenbire kesi - livermişti. Çünkü, o sakat adam, An - tuavanı iliklerine kadar titreten bir ses- le: — Antuvan!.. Benim Antuvanım... De raek ki sen, yaşıyorsun, ha... Halbuki ben senden ayrılırken, ümidimi büs - bütün kesmiştim. Şu anda, — bilsen ne bahtiyarım demişti. Bu sözler, bir anda Antuvanın bey - nini altüst etmişti. Gözlerini, o sakat adamın gözlerine dikmişti. Dimağı bir anda, kuvvetli bir makine gibi işlemiş- ti. İnanılmıyacak bir rüya — görüyor - muş gibi silkinmişti. Ve sonra; — Hayır.. bu, mümkün — değil diye söylenmişti. Sakat adam, sözlerine devam edi « yordu: — Nasıl, Antuvan.. yoksa, daha hâ- lâ beni tanıyamadın mı? - Hakkın var,. Artık ben, insan kılığından çıktım. İş- te böyle, bir külçe kemik haline gel - dim. —Düşün Şövalyeni.. O kadar sev- diğin Şövalyeciğini! Antuvan, çılgın gibi ellerini kaldır- dı, Heyecanından, çene kemikleri bir- birine çarpa çarpa: — Muci mucize... Bütün azizle - rin Üzerine yemin ederim ki.. bu; şim- diye kadar görülmemiş bir mu Diye ba t. Ve, birdenbire Şövel- yenin önüne atıldı. O sakat adamın ö -| nünde diz çökerek ellerini yakaladı: — Sövalyem, benim aziz Şövalyem' Hayatta, seni bir daha göreceğimi hiç ümid etmiyordum. Beni af fet, diye, hüngür hüngür — ağlamay başladı. Şimdi, orası birbirine — karışmıştı. | Bu'hazin manzara karşısında, herkes şaşırmıştı. Antuvan, Şövalyeyi — kucaklamıştı. İKoltuk değnekleri birer tarafa fırla - Jra: Eski at uşağı; çılgın bir sevinç içinde efendisini kucağına alarak Poy- raz Alinin masasına doğru götürüyor ve: e — Ali Reis! Bak kimi getiriyorum. Kollarını hazırla. O kadar — zamandır hasretini çektiğin dostunu, doya doya kucakla diye bağırıyordu. Poyraz Ali, yerinden fırlamıştı. Gör düğü halden ve işittiği — sözlerden bir şey anlamamıştı. Gözleri, o perişan kı- yafetli adamın yüzüne takılıp kalmış- tı. — Bu, kim.. Antuvan ne demek is - tiyor? diye mırıldanmıştı. Antuvan; Şövalye Cemi, Poyraz A - Hinin karşısına oturttuktan sonra, Çıl - gıncasına bir sevinçle: — Tanıyamadın mı.. daha hâlâ tanı- yamadın mı, Ali Reis?, Eski dostunu.. | İsevgili efendimi daha hâlâ tanıyama - Jdın mı? diye bağırmıştı. i Poyraz Alinin vücudü, bir anda sar- İsılmıştı. Şövalyenin çebresine dikilen |gözleri, yavaş yavaş açılmıştı. — Hey kadir Allah... C şim, sen misin”.. Diye haykırarak, — Şövalyeciğinin boynuna sarılmıştı. Antuvan, Poyraz Ali, Şövalye Cem.. şimdi, üçü de hıçkıra hıçkıra ağlıyor- lardı, Herkes, susmuştu. Çalgılar ve o- yunlar durmuştu. Levent gibi Türk ge micileri yerlerini terketmişler; onla - rın etrafında, geniş bir halka çevirmiş- lerdi, Poyraz Alinin ilk defa ağladığını gör- dükleri için, hepsi de hayret içindeler- di. Poyraz Ali, şövalye Cemi bir türlü kollarının arasından bırakamıyor; hiç- kırıklar arasında, kesik kesik söyleni - yor: — Bilsen, bana ne kadar acı çektir - din. Dönüp gemiye gelirsin diye, seni orada günlerce bekledim. Fakat gel - medin, Eğer bir kaç gün sonra, koca Karde - Şövalye içini çekti: «Ne çıkar, Ali, reisten emir gelip te demir kaldırmıya mecbur olmasaydım, ben de arkandan gelecektim. Fakat ne yapayım ki, va - zifemi terkedemedim. Ve arlık senden ümidimi kestim. Söyle, anlat, ne ol - dun? Bu halin ne?.. Kiminle vuruştun? diyordu. Şövalye, ağlamaktan cevab veremi- yordu. Bu vaziyet, belki uzun sürecekti. Bereket versin ki; en evvel, Antuvanın aklı bâaşına gelmişti. — Hey Polin! O gevrek gevrek ağla- mayı şimdi bırak. Eğer unutmazsan sonunu yarın ikmal edersin. Çabuk, bir şe reçina getir. Bu içki, efendime biraz ferahlık verir. Haydi arkadaşlar, siz de masalarınızın başına geçin, Şu mes'ud dakikanın şerefine, birer bar - dak şarap daha için. Asıl eğlencemiz, bu dakikadan sonra başlıyor. Heyyy, garsonlar! Marsel, Alfred, Pol, Jan! Çabuk, kapının önüne beş fıçı şarap çıkarın, musluklarını açın, çeşme gibi akıtın. Herkes şapkasına, külâhına doldursun doldursun, efendimin aşkına içsin.. (Şövalye Cemin aşkına!) diyene, bir daha verin. Çalgıcılara da söyleyin. En neş'eli hava hangisi ise onu çalsın- lar. Bütün bu sözler, fasılasız olarak An- tuvanın ağzından çıkıyordu. O böyle- ce bağırırken, masalarına dağılan ge - miciler arasında da şu sözler konuşu - luyordu: — Kuzum, reisi böyle çocuk gibi ağ- latan bu sakat adam kim? — Tanıyamadın mı? — Hayır. — Canım, hani Cezayirde reisle kar- deş gibi beraber yaşıyan.. sonra, rel - sin gemisinde bizimle sefere çıkan © genç ve güzel delikanlıyı tanıyamadın , artık benim için oütün hayat bitti'» — ÂAy bu, o mu?.. — O ya, baksana Antuvan da (efen- dim) deyip duruyor. — Aman Allahım. Bizimle bütün hatblere girip çıkan, o tığ gibi deli « kanlı ne hale girmiş? — Her halde birinden zorlu bir kılıç yemiş. Garsonlar da hayretlere garkolmuş- lardı. Bir taraftan şarap fıçılarını so « Hkak kapısına yuvarlarlarken, onlar da söyleniyorlardı: mühim bir adam olsa gerek. — Kral birinci Fransuvanın — dostu olduğundan bahseden efendimizin bu kadar telâş ve hürmet ermesine bakılırsa, — Krallardan dostu olan bir ada « mın efendisi ancak imparator, yahud Papa olur. — Bu adam ne imparalor, ne de Pa- paya benziyor. — Şu halde?.. — Öğreniriz, Asıl heyecanlı konuşma Poyraz Ali- nin masasında devam ediyordu. Antuvan, efendisinin bu vaziyetin - den son derecede müteessir olmuştu. Şövalye Cemin çok büyük ve kanlı bir macera geçirdiği anlaşılıyondu. Antu - van efendisine bu macerayı hatırlata - rak müteessir etmemek için hiç bir şey soramıyordu. Fakat, his işlerine hayatında bir kere bile ehemmiyet vermemiş olan Poyraz Ali, böyle düşünmüyordu. O kadar sev- diği şövalye Cemin bu elim vaziyetini bir an evvel öğrenmek için sabırsızla- nıyor, kısa kısa sualler soruyordu: — Anlat, ne oldu sana?.. — Vurüştuk. — Kiminle? (Arkası ver) Hitlere gönderilen hediyeler Almanya devlet reisi B. Hitlere, doğum yıldönümü Mün: bediyeler gönderilmiştir. Yukarıdaki resim, kendisine gönü hediyelerin kamyondan boşaltılmasını bir çok kısım en bir göstermektedir. BAK aZ aai nn Ğİ AŞ SAĞAĞ GÜÜERÜRÜRÜÜME N üü DA LAŞ AD M aN & eee ragiehera e e v AM vari