T ZL SA a aa ee Ö Nü aa aei geaiii aa di e *Son Posta,, nın ikâyesi — Doğrusu pek çirkin şey! — Hain adam, böyle yapmamalıydı. — Kadıncağız ne yapsın, göz göre gö- ve hiyanet etmiş. — Böylesine dayanılmaz doğrusu. Bütün bu türlü karı koca meselelerin- de olduğu gibi, her kafadan bir ses çı « kıyor, herkes bir fikir yürütüyor, kimi aldatan erkeğe söyleniyor, kimi alda- nan kadına yanıyordu. Yalnız o, hak - kında türlü hükümler yürütülen, türlü duygular sayıp dökülen genç, güzel ve aldatılmış kadın, o hiç sesini çıkarmıyor- du. Rengi sapsarı, küçük bir bavula rastgele oşyasını gelişi güzel tıkıyordu. Bir ara durdu. Yolunu kaybeden bir in- san şaşkınlığı ile kendi yuvasına, kendi odasına bir yabancı gibi ürkek ürkek bakltı, Gözü duvarda asilı sarı çerçeveli bir fotografa ilişti, Kollarını göğsünde çapvastlamış, «çatık kalın kaşlı, geniş o - muzlu, şakaklarına kır düşmüş bir erkek fı., Kadın ona uzun uzün baktı. iş, derin bir nefes aldı ve kendi ken- dine marıldandı: — Geliyorum, gene sana geliyorum. * Büyük çam ağaçlarının arasına gömü- lü beyaz köşkün yakınları yaz biter bit- mez kuş uçmaz, kervan geçmez, ıssız bir yer olurdu. Yazlığı gelenler dönünce, dan sabah akşam postacı ile ekmekçi- başka yolcu geçmezdi. İkisi de bu tenha yolda şakalaşa, yarışa her gün ay- ni saatte görünürler, ekmekci çam ağaç- Tarının arasındaki beyaz köşke bir ayak uğrardı, postacının bu kapıdan girdiği değil, dönüp baktığı bile yoktu. Bazan durup ekmekçinin çıkmasını bekler, son- ra birlikte güle söyliye uzaklaşırlardı. Yalnız o sonbahar günü tenha yoldan onlardan başka biri daha geçti. Genç, gü- zel bir kadın yolun alt başından ağır ağır geldi, parmaklıklı kapıyı araladı. Bahçı- van bir köşede kuru yaprakları süpürü- du. Geniş omuzları öne eğik, çatık ka- hn kaşlı yaşlı bir erkek elleri cebinde, durmuş onu seyrediyordu. Kapıdan gi- rTen genç kadını görünce kaşlarınm ara- 5 rdenbire düzeldi, gözleri bir çocuk gibi parladı. Bir çocuk sevincile bağırdı: Sen misin Jülyet, benim Jülyetim. Benim amcacığım. İhtiyar erkek gelen genç kadını alnın- dan öptü. Elini onun omuzuna attı: © iyi ettin de geldin. Sen görmiyeli a neler oldu, neler... Verdiği havadisler pek mühimdi. Sarı $ bu sene Üç yavru doğurmuştu. Jük: in sevgili kanaryası hâlâ duruyordu. yunun başımdaki dut ağacı geçenki k fırtınada devrilmişti. — Senin odanın pancuru da düşmüştü, diyordu, hemen yaptırdım. İyi elmedim Mi Sonra birden eğildi, genç kadının göz- letine baktı. Bu gözler yaş dolu tdi. Er- kek: — Bü apansız geliş neden Jülyet, hani kocan, onsuz hiç gelmezdin? diye sor - madı. — Neden ağlıyorsun? Bile demedi. Hiç bir şeyin farkında değilmiş gibi sözüne biraktığı yerden başladı. — Ya.., İşte böyle Jülyet. Buralar ya- ç derler ama inanma. Baharın; bü Ah, Şu C —— Yazanı Nezihe Muhittin — Yâni? Son Posta'nın edebi romanı: YALNIZLIĞIN — TADI Genç kadın amcasının yanında artık yal hele kışına doyüm olmaz. Allah için söy le, şu sonbaharın güzelliğini hangi kala balık şehirde bulabilirsin. Daha dur bu- gün ilk günün.. Yalnızlığın zevki tadıl- dıkca çıkar. Burada seninle ne güzel va- kitler geçireceğiz... Köşke doğru yürüdüler. Tüş merdiven- leri ağır ağır çıktılar ve gözden kaybol- dular, * - Aradan on beş gün geçmişti. Hava gene nerede ise yağacak gibi kapalı idi. Sık çam dallarının arasından arasıra pırılda- yıp çekilen soluk bir güneş öğleden sonra büsbütün görünmez olmuştu. Am- ca yeğen büyük çamın dibindeki banka yanyana oturmuşlar, kuru yaprak yığın- larını yakmıya hazırlanan bahçıvana bakıyorlardı. Köşkün kapısı on beş gün- de ikinci defadır bir yabancı tarafından açıldı. Bu defa içeriye giren postacı idi. Elindeki iri zarfı bahçıvana tutuşturdu: Gelmesile dönmesi bir oldu. Her halde gene ekmekçi ile yarışa tutuşmuşlardı. Amca, gülümsiyerek yerinden kalktı; — Hayrola Jak, mektub kimden?.. — Size değil efendim, madama... Genç kadının arkası dönüktü. «Mektub, madam> sözlerini duyunca telâşla geri döndü. Bahçıvanın uzattığı mektubu al- d. Kalktı, sık çamların arasından küşke uzanan beyaz yola daldı. Zarfın üstün « deki iri erkek yazısını derhal tanımıştı. Ondandı, kocasından... Acele acele açtı. Kâğıdı çıkarıyordu. Birdenbire kat't bir karar vermiş gibi başını dikti, gözleri mektubu açıp okumak neye yarıyacaktı? İçindekileri daha okumadan tahmin edi- yordu. Bir zamanlar çılgınca sevdiği, dün. yadaki bütün yuvaların en şen ve mes'u- dunu kurmak hülyasile birleştiği bu er- kek, ona gene bin tatlı sözle şımarık bir çocuk pişmanlığı dökecekti. Kaç kereler onu dinlemiş, affetmişti, Fakat bu sefor affedilemiyecek kadar suçluydu. Btse bi- le yarın gene ayni ömür binbir ıztırabı, endişesi, ateşile başlamıyacak mıydı? Halbuki bir zamanlar onun uğruna ter- aldığı yarayı ne eşsiz bir sükünla saxıp iyi etmişlerdi. Tekrar ona dönmek, bu çam kokul —AXAAe ——— 59 Hayat! — — Fakat kurtulduğum gün sizin için — Yani derhal sizi tevkif edeceğim!. | iyi olmiyacaktır sanırım!. Münir gene şaşaladı. Bir lâhza ö - nündeki koltuğa çökerek düşündü. Ve dejenere kafasına hemen gelen bir fi- kirle tekrar doğruldu. Şimdi yumuşak ve baş eğen bir sesle: — Peki -dedi- demek ki kanun na - mına hareket ediyorsunuz, size itaat edeceğim! Buyurun Münir bey.. size cebir istimal etmek istemiyorum. Kurtulma- nızı da temenni ederim. Bu nazik mukabele üzerine Münir biraz sertleşerek: Müdür gene o acı gülüşile: — Zarar yok! -dedi- ben vazifemi yapmış olayım da., — Pekâlâ.. yalnız sizden bir dakika müsaade rica ediyorum... Zevcem he- yecandan bayılmış... Kendisini son de- fa olarak göreyim? Bir diyeceğiniz var mı buna? Müdür başını salladı: — Görebilirsiniz.. ben burada bekli - yorum! Münir zindandan çıkan bir mahkâüm gibi kendini dışarı attı Geniş bir ne- lindeki zarftan çok uzaklara kaydı. Bu| |u kedip gitliği bu yerler yüreğinin ondan | -.| Çeviren: Neyyir nızlığın doyulmayan zevkine kavuşmuşttu ennemle değişmek... Bunu artık dünya- da yapmazdı. Artık «Yalnızlığın doyul- mayan zevkine» ermişti. Bu zevki bir da- ha kolay kolay bırakamazdı. Parmakları gerildi, sıkıştı avucundaki mektubu buruşturdu, parçaladı, ayakları- nın dibindeki kuru yaprak yığınına attı, sonra dönüp bahçıvana seslendi: — Jak, bırak orayı da, önce şu yığından başla! > * Ayni yerde bir kaç dakika sönra sık çam dallarının arasından bulutlu göğe ince bir duman yükseliyordu. YARINKİ NÜSHAMIZDA: Holandalının aşkı Yazan: M, Dekobra Çeviren: Faik Beremen B.Millet Meclisinin dünkü toplantısı Ankara 2 (A.A.) — Büyük Millet Meelisi bugün Hilmi Uran'ın Başkan - ığında toplanmış ve celse — açılırken eri meb'usu Veli Yasinin vefat et- tiğine dair olan Başvekâület - tezkeresi okunmuştur. — Ayağa kalkılmak ve bir dakika süküt edilmek suretile müte - veffanın hatırası taziz edilmiş ve bu - nuü müteakib ruznameye geçilmiştir. Meclis, Karaisalının Mansurlu kö - yünden Ali kızı Ayşe Gelgetin ölüm ce- asına çarptırılmasına — aid mazbatayı tasvib etmiş ve posta telgraf ve telefon m müdürlüğü 1934 yılı hesabı kat'isine aid kanun lâyihasını da ka - bul etmiştir. Büyük Millet Meclisi Çarşamba gü- nü toplanacaktır. Yeni Afyon hastanesinin temeli atıldı Afyon 2 (ALA.) — Gittikçe çoğalan talebeye dar gelen lise binasına ilâve olarak yapılacak pavyonla — yeniden yaptırılmakta olan 100 y hasta - nenin temel atma törenleri ya çam gölgeli cenneti bir ce-'tır. festen sonra kapının önünde bekliyen uşağının kulağına: — Hemen şimdi otomobili arka bah- çedeki küçük kapının önüne getiri -dedi- Uşak sür'atle aşağı, kendisi de üçer dörder atlıyarak merdivenlerden yu - karı çıktı. Celilenin odasına girince - şaşaladı. Genç kız güzelce giyinmiş, güler yüzle bir kanapede oturuyordu. Yanına bir saniye bile yaklaştırmayan o buhranlı ©o baygın hasta Celile birdenbire ken « dine gelmişti!.. Münir fazla düşünemez- di., bir deli gibi karyolanın örtüsünü kaparak genç kızımn başına geçirdi ve onu bir saniyede sararak çırpınmasına meydan vermeden kucaklayıp dışarı çıkardı. O iri yarı, kuvvetli insan için narin yükünü, arka bahçenin kapısın- da bekliyen otomobile götürmek hiç bir zahmet değildi.. bütün bu işler bir fi dakika içinde ohıp.blunlştt Madam — Angilikinin — Feriköytünde —e San'atkâ Haber aldığımıza göre, — san'atkâr Bayan Safiye, muhtelif müesseseler a- leyhine davalar ikame etmek mecbu - riyelinde kalmıştır. Dün, açıldığını öğrendiğimiz bu da- vaların mevzularını ve mahiyetlerini de anlamak istedik. Bayan Safiyenin avukatı, bu hususta bize şu izahatı ver- di: «— Safiye, bugün, memleket hu - dudlarından bütün Balkanlara yayılan, bir ucu tâ Mısıra, hattâ küçük mik - yasda Avrupaya ve Amerikaya kadar uzanan, çok geniş bir şöhret yapmış o- lan bir san'atkârdır. «Safiye» denilince, herkesin mu - hayyilesinde canlanan şahsiyet, kıy - metli san'atkârımızın neş'eli ve sevim - U simasıdir. Bu itibarladır ki, Safiye, memleketin her köçesinde kendisini hulka takdim etmek | » çin, kendi adından başka bir sıfat, veya 1 - sim kullanmaya lüzüum görmüyor. Hattâ, kâfi derecede maruf bir firma ha- line gölen «Bafiyer isminin nihayotine, soy adıi olarak seçimiş bulunduğu Ayla lamini bi- Je İâve etmiyor. Biz, bu sözlerle, açıldığını işittiğimiz da- Yalar arasında bit münasebet sezmeye ça - balıyoruz. Fakat şimdüik adının yazılmasını iste - miyen değerli ve maruf avukat derhal ilâve ettiği cümlelerle, bizi bu zahmetten kurta - riyör - Pakat gelin görün ki, bugün — ortada, cSafiyec ismile şarkı okuyan bir düzine ba - yanı Vari Beyoğlundaki bir gazinoya giriyorsunuz. Gazino duvarındaki bir afiş, size «Bafiye> nin orada okuyacağını müjdeliyor. Oradan Çilıp bir başka gazinoya giriniz; ayni İlânı görecekslniz. Sinemaya eldiyorsunuz: Dublajı yapıl - miş bir Amerikan filminin tevzlati arasında şu cümleyi okuyorsunuz: «Bu filmin şarkıları, Bayan Safiye tara - fından okunmuştur.> Bir yerde, «Ayvazım gel» diye bir şarkı dinliyorsunuz. Biraz sonra size, bu şarkıyı plâğa okuyan sesin, Safiyeye ald olduğunu söylüyorlar. Ve inanmazsanız, plâğın üze - rindeki etiketi güzünüze sokuyorlar. Bir Şehzadebaşı kahvesinde, bir. Sirkeci kıranthanesinde ortaya çıkan bir çığırtkan, orada bulunan müşterilere gu sözleri söy - düyor: Safiyeyi dinleyeceksiniz!» Galata, Tophane gazinoları da, sahne - lerine birer Bafiye çıkarmak gayretini esir- gemiyorlar, Anadoludan gelen bildiklerimle, bise, bir çok şehirlerde birer «Safiye» dinlediklerini söylüyorlar, Biz, İstanbuldaki mizalleri batırlayınca, Anadoludan gelen bu haberlere inanma - mak için sebeb göremiyoruz. Hattâ oralarda, bu gayretin — daha ileri götürüldüğünü tahmin ediyoruz. Bunları yapanlardan baszılarile — görüş - tük. Bize: Efendim, dediler, biz, okuttuğumuz ha- nendelerin nüfus küğldlarile hareketimizin dürüstlüğünü Isbata hazırız. Ortada, Bayan sSafiyee adile meşhur, olmuş bir san'atkür var diye herkes isminl mi değiştirecek? Ta bir tarla kenarındaki evinin oda- sında idiler. Münir yarı baygın olan Celileyi bir kanapeye yatırarak oda kapısından ses- lendi: — Bize mükemmel bir içki tepsisi hazırlayın! Sonra da bizi kendi hali - mize bırakm, bu gece tam bir keyif ya- pacağız!.. Kapıyı kapadıktan sonra bitkin bir halde yatan genç kızın yanına geldi: — Kalk otur bakalım.. na de güzel giyinmişsin!. Hastalığın geçti değil mi? Kalk, karşıma geç, Bu gece düğünü - müz varl, Celile cevab vermedi. Nereye gel - mişti? Neydi bu hal? Uyuşmuş gibiy - di. Münir tuvaletin üstünde duran ko - lonya polivizatörünü yakalıyarak kı - zın yüzüne sıktı.. Celile kımıldadı, de- rin bir iç çekişile doğruldu. Münir onun ellerini, kollarını, olli- yerek: -— «— Gelecek pazar günü, burada Bayan | Baş, diş, nezle, grip, romatizma, nevralji, kırıklık ve bütün ağrılarınızı derhal keser. İcabında günde 3 kaşe almabilir. — Onlar bittabi, bü tevil karşısında akar sut — ların duracağını sanıyorlar, İçlerinden zıları da, eSafiye» adile ortaya çıvardıkt ei j hanendeler birer a0y adi takmak ihliyalı l göstermişler. Fakat onlar da ilânlarına «S4- Tiye» Iamin! 200 puntaluk harflerle yazıyo lar. Ve bu soy adını da, bu ismin — altınt, reklâmı hazırlayan hattatın imzası geklirili — ilâve ediyorlar. Bugün ortada ber boydan, — her bipten. her biçimden, her renkten, her neviden LiT «Bafiye» var. . Ve bu «Safiye» bolluğu içinde, halkın tak- lidlerden korunabilmesine hemen hemen İ0t kân yok! Siz de takdir edersinlz ki, ayni devirdek | hattâ ayni muhitte ortaya bir düzine «Sa * | fiye» çıkması, ve bütün bu Safiyelerin de © & ganniye olması, sade tesadüfe atledilebilr. < — cek bir keyfiyet sayılamaz. k Bu şöhret istlamarına göz yummaya im * kân yok. Çünkü görülüyor ki, kanuni hiç LiT mahzuru olmadığı sanılan bu usul, memi ketin içine, gittikçe dal budak salarak ya * yıltyor. Ve bu gidişle çok yakında, bu eSatiyee | kalabalığının ortasında asıl Satiyeyi bula * — bilmek hemen hemen imkânsız olacak! Hakiki Safiyo, bu istismarın — sabebiydi verdiği dedikodulardan — bittabi — müteasslfı, mulazarrır olmaktadır. a Fararsa fena şöhret yapmış bir mücssese” nin kapısında «Safiye» ismini gürenler, V& bir moda haline giren bu taklidellikten bit tabi haberdar bulunmuyanlar, şüphe yok Kİ san'atkârın lehinde bir hüküm — veremiye © ceklerdir. Vâkıa, memleketle, maruf — san'atkâri” — Mmazin sesini hattâ simasını tanıyanlar tafk bir ekseriyet teşkil eder. Ve onları aldat * maya imkân yoktur. Pakat san'atkârın uğ * radığı manevi zarar, büyümek — istidadındA görünmektedir. Bu itibarladır ki, biz, yıllarca sürmüş Çe“ | tin bir çalışmanın mahsulü olan bir şöhre * tin har vurulup harman savrulamıyacağın! göstermek zaruretini hissediyoruz. Mahke * | meye müracaat edişimizin sebebi de budur!* e Biz avukattan sonra, san'atkârımızı Ö8 konuşturmak istedik. Bayan BSafiye, evvelik mütevazlane bir ketumiyet gösterdi. Fakâf usrarımız karşısında izahat vemmnek mecbu * riyetinde kaldı, ve: — Ben, dedi, halktan gördüğüm büyük V€ veccühün başkaları tarafından küçük mak * — sadlarla sulistimal olunmasına müteessirim Halkın aldatılmasına ismimin vasıta edil © mesine mani olmak mecburiyetindeyim. İS” — mimin kullanılmasından yalnız kendim zü * — rar görseyditz, lâkayd kalabilirdim. Faküf ortada, işlenmekte olan bir haksızlık var. VE ben, bu haksızlığa göz yummak hakkına mMü” lk değilim. Hiç bir teşebbüsde bulunmadı * Çım takdirde, işlenmekte olan iğfal cürmünü | iştirak etmiş sayılmaz mıyım? İsmimin, kendimden ziyade buşkalarınl? zararına istismar edilmesine mani otmayı Vf | vazife saydığım içindir ki, kanunun müdü “ | halesini ve himayesini iştemek mecburiyt * tinde kalıyorum!. | Bu sözlerden, çok yakında, orijinal bir ĞA vaya daha şahid olacağımız anlaşılıyor. KA" ni müeyyidelerimizin, bu sarih istismafi önleyebileceğinden emin bulunduğumuz 1Çi seyimli san'atkârımıza şimdiden: e— Geçmiş olsun!» deriz! Belim Tevfik —— —e — Hah şöyle -dedi- ayıldın mı? Heti artık bayılmalarına inanmıyorum Genç kız yanı başında canavar EM homurdanan Müniri görünce dehşetli yerinden fırlamak istedi. Fakat kudüf” muş adam belinden sarılarak y'lll'” çekti. Celile inledi: ; — Bırakın beni.. bırakın beni!. İ — Beni bırakmak mı? Yağma yo; | Benimsin bu gece! Anlıyor musut | Sakın isyan edeyim deme, Benimsit” | benim olacaksın!, Solukları vahşi bhir hayvan hlf’w' kızışmıştı.. Celile son “kuvvetini sarfi” derek kaçmak istedi, Münir koştu, onu kucaklıyarak: — » — — Kaçmağa kalkma! Her taratltf | kapalıdır. Nafile bağırma! Bu odti içeri hiç bir adam giremez! n Bu esnada kapı vuruldu. Münir #7 melerini emretti, İçeri büyük bir #F | ile içki verdiler, (Arkası ver) | 4