cenin hayli ilerlemiş olmasına rağmen Safir denizaltısının efradı hiç de uyumak Stemiyorlar, konuşuyorlardı. İçlerinden biri: “ Ah, karşımıza çıkacak ilk sefine Yavuz ismi verilen o eski Alman gemisi olmalı!, diye mırıldandı p Çünkü, —ilk — sallanacak — tar- ; birinci defa bir düşman memleke K iç sularında âk edecek İngiliz ADili, hele benim elimle - savı NVaffakiyete gideceği şü 1 a hedef olacak sefir ğ Türk harb gemisi olmasını y Tkadaşları hep bir ağızdan sesleni- Slar. Me Meselâ nasıl bir gemi? İsmini süy- Tosbi! Mosbi kollarını Fiyor: i —;Mı—ekî mu? İlk lenin Yavuz ismi verilen o esk isi olmasını istiyorum Biraddan: ğ Oco.. brava Krosbi! ses kabartarak sımıza çıkacak AL leri yüksel- enin hayli ilerlemesine G hiç de uyumak arzusı du. Üşüyünceye kadar, & denizin ufuklarını ta _w.ııl'.:ı ! olan kaptan Naşmitin, içe tü kadar devam eden bu has ; et süvarinin nöbetcilerden bi Erlerin yatmalarını emretmesile so- rdi, l 4... Kaptan Naşmit, kuşkulu fa- i E'Hn bır uykuda.. bir insan vücu- bj dün dayanma kudretini tamâmen adıktan sonra bitab düşen süvari, İ v—.vnr uyuyor. Atdiya tutan ikinci kaptan Hil, « )D&ü kamara kapısını tıkırdattı in uykusunun arasında tekerrür leı vurulmasını kaptan Naşmit lüştu. Tıbkı her fevkalâde işe atıl- İnşanın tâbi olduğu, içinde bulun- /rağmen termi- fi hâleti ruhiye ile, derin uykusun- | le sükütundan mahrum bulu! _' n derhal yerinden fırlamış ve ba- Siştı: W Hella! , , UNUZ? l_ toptan sorgulara dışardan Hilin 8 verdiği duyuldu: Benim kapiten.. Hil! plninıı Mister Hill. Ne var? Bir “dılık mi? Üğa,, Ayır kapiten; yarım saattir Ma A, 4 girmiş bulunuyoruz, onu haber | î:’on. mühim! Peki, buyurun; ben Salkiyorum. Sız gelinceye kadar; periskop Ba- İzzat bulunmak İstiyorum da. k güzel, şimdi geliyorum! pinın önünden ayrılınca Naş “x"illı: lâvabosunda elini yüzünü “ #sasen yatağına soyunmadan h Yalnız ceketini çıkarmıştı. Ace- İkf tarakla da ince saçlarını dü- kllq,. sonrn ceketini omuzlarına ai- rasından çıktı. Periskop ba- W Sde dikkat kesilen ve ağarmıya fanyerini, yarı ışık ve loşluk ,':"lmud eden ikinci kaptan Hi- "'—l yaklaştı. Hil arkasından lya)'( seslerine rağmen gözle- _Mkobun adeselerinden ayırmı- wmdıınım aldığı tavır ve v Sade dikkat kesilmiş olduğunu i- W:;_S'Brdu. ASA b yüzünde beliren hafif bir e bu en yakın madünuna bir A ;—k(l. Sonra hafifce omuzuna Kimdir 0? Ne var, ne isti- bu dokunmaya karşı da tama- ha ç Yd kalmış, başını periskobdan 4 ft Tıbkı, aradığı bir avın v- üu eîllgını gören bir pars ha« le tarassud işine devam Süş, - Periskobun sol takozundan a- bi n:h!'d Arkasına doğru salladı ve: H k3'F>hn tarassuda o kadar dal- * Omuzuna dokunan elin, süva- n kîlP!nu Naşmitin eli olduğunu A mg"”mto lüzum görmemiş, bü- tini sarfettiği ve her halde velbim bulduğu gözetleme işine de- Hilin amuzuna ikinci defa mmm görmedi. Doğrudan nmeği tercih etti: £ İlerini cevab Hil! Bu itinana göre, şey görmüş olmalısın! 1, süvarisinin sesini duyunca göz- kobdan ayırdı. Bariz bir he iladesine — verdiği yecanın, ik |saklıyamadan cevab verdi: — Ovv, kaptan, tam v niz! Uzakta: ufukta, yakl yen bir nokta var. Bir Türk ticare misi olacak. Yani ilk avımız. Marma ya girişimizin birinci sâatinde talih ö- nümüze bi 1 Bunu t duman tabakasile örtülen Tanın açık Mavi enginin- ştıkca — gemileşen hı güzel Mavm de; uzakta karaltının rülüyordu. Bu, ticar u v benzemiyordu. Evvelâ bacası yoktu ve duman çıkarmıyordu, Fakat ufka mür- 1 çok barizdi. ZI bir rinin iaşe nde kullanılan nakil den çok evvel. M ıîlau.ı bnhımnn— ları sırada bu hareket dolayısile boğaz mıntakası ve Türk kıt'alarının a'm:xL! hakkı ndn muntazam raporlar ve dıaf nin dpn deniz vasıtalarını kullanarak başardığı nı, hatti rket vapurlarından bile D hususta islifade edildiğini bildirmişti. Bu; sabah karanlığı, boğaza yetişmeğe balıyan ve .nnık le yol a- kullanılan | Va: lılurd.ın biri olucak(' Bir şirket vapuru, bir - torpile değ- mezdi. kat, böyle Içi asker yahud cebhane sandıkları, erzak çuvallarile dolu olursa a zaman meselenin şekli değişirdi. Sonra daha mühim olan bir nokta vardı. Bu, ilk ve müdahalesiz ha- fif deniz vasıtasını, sabahm ıssızlığı ve kimsesizliği arasında Marmaranın de- rinliklerine gömmek efradın birinci a- dımda bir muvaffakiyet diye kaydede- eeği bir hâdise olacaktı. Ve bu hâdise, mnların maneviyatını çok yükseltecek. Naşmit, gözlerini yaklaşan gemiden ayırmadan Hil'e emirler verdi: Yol kes!... İskele omuzluğumuza görünen gemi istikametinde iki ı<kf-leye alabandı Herkes vazife ba- şına! Kovan doldur! Haydi marş! Hil, kumandanını askerce selâmla- dıktan 801 emirlerini yapmak, yap- ftırmak üzere oradan ayrıldı. Bi niye sonra Hilin kısa, tok emi radı kamçılıyan bir le işlerinin başında mevki aldırmıştı. Sür'atten dü- şen gemi, emredilen kerte kadar İskele- ye alabanda etmiş; yalnız periskobunun tla takib ettiği ve — yakınlaştıkca bilinmez bir hâdisenin karşısında bu- lunuşun verdiği heyecanla derhal vazi- feleri başına geçen mürettebat süvari- in müteakib emirlerini bekliyorlar- Meçhül gemi, artık iyiden iyiye ya- kınlaşmış; aradaki mesafe altı gomine- ye kadar inmişti. Şimdi, tamamile farkediliyordu. Sabahın ince bir gaz buxaıııwm andıran hafif sisli aydınlı- bunun e€ dilen bir motör olduğu i; başlarımıştı. Motör, clmhndı_ çok yakınında dn“-ı- şan, kendisi 1 mek isteyen bü bile değildi. O, dümen yekesine yasla- nan ve memleketinde, köyünde bırak- tığı Fadimesinin hayalile Marmaraya mahsus sihirli bir sabah havasının i- çinde vecde gelen, Alaplı serdümenin eline iradesini teslim etmiş, kırk tan- ük (eh!ıxe in farkında nakliyatı küçük | mühim bir|Juk un yükünü Çanakkalede dövüşen kardeşlerine yetiştirmek gayesile yol &- hyor, gidiyordu. Akıbetinden gafildi zavallı motör! Kaptan Naşmit, buna karşı yapacağı taarruz şeklini düşünüyordu. (Aarkası var) Bir Doktorun Günlük Fectlarından Gözün kharası Üzerinde Beyaz leke Dünkü yazımızda gözün saat camı şek- Tindeki çeffaf kısmı üzerinde her hangi bir Hühab olduğu vakit peyda olan be- yaz noktadan bahsetmiştik. Ve ekseri - yetle lenfatik, zayıf, kansız çocuklarda bunun görüldüğünü söylemiştik. Gözde beyaz lekeler peyda olması diğer sebeb- lerden de İleri gelir, Meselâ şiddetli ve tedavi edilmemiş bir trahom da karniyede ihtilât yapar ve orasını, hattâ bazan kâ- milen beyaz bir perde şeklinde örter, has- ta görmez olur. Bundan başka vuku bu- lan tromatik Arızalar, meselâ; gözün içi- ne batan bir çöp, bir sopa, bir çakı veya- hud bıçak darbesi, Çivi darbesi gibi bir- çok tromatik sebebler de tabakal karine- de İtihab yapar ve hattâ karineyi yır- tar. O saman iş daha ziyade ehemmiyet ve tehlike kesbeder. Göz, Adeta akar, Bu- nun tedavisi kabildir. Tekrar düzelebillir. Fakat yıztılar sahada huüsüle gelen be- yaz şerid şeklindeki kesafet daimi kalır ve gözün gözme kabiliyetin! çok azaltır. Yarın devam edeceğiz. Cevab isteyen — oküyucularımızın — posta pula yeliamalarımı rica ederiz. Aksi tak- dirde istekteri mukabelesir kalabilir, Nöbetci Eczaneler Bu gece möbetci olan ecraneler yunlar- dr: İstanbul cihetindekiler: Aksarayda: (Pertev). Alemdarda: Neşet), Beyazıdda: (Cemil). Samatyada: (Radvan). EBminönünde: (Hüseyin Hüs- nnü), Eyübde: (Hikmet Atlamazı. Fe- nerde: (Vitall). Şehremininde: (Hamdi). Şehzadebaşında :(i Hali)). Karagüm- rükte: (Arif), Küçükpazarda: (Yorgi). Bakırköyünde: (Merkez) Beyoğlu cihetindekiler: İstiklâl caddesinde: (Dellasuda). Tepe- başında: (Kinyoli), Karaköyde; (Hüseyin Hüsnü), İstiklâl caddesinde: (Limonci- yan). Pangaltıda: (Nargileciyan). Beçik- taşta: (Süleyman Receb). Beğaziçi, Kadıköy ve Adalardakiler Üsküdarda: (Ahmediye), Sariyerde: (Os- man). Kadıköyünde: (Büyük « Üçler). Büyükadada: (Şinasi Rıza). Heybelide: (Tanaş). (Eşret Kendisine beybude yere eziyet ediyor! GRİiPiN Varken ıstırap çekilir mi ? BAŞ, DIŞ Ağrıları ve Üşülmekten mütevellid bütün ağrı, sızı, sancılarla nezleye, ro- matizm&ya karşı GRiPiN Tcabında günde 3 kaşe ülhnahilir. Sayla 12 E&efıîyat dî'ıîiyasının hükümdearları (Baştarafı 6 mcı uyjndn) süşliyecek, değerlendirecek eserlerini ya- ratmıştı. Bu tesadüflerden biri de şairin Tori fırkasına girmesi ve hükümette bir memuriyet almasıdır. Aradan çok geçme- den de saray şairliğine seçildi. Bu hâdise, geçen yazımızda kendisin- den bahsettiğimiz Browning'e meşhur (Kaybolmuş Şef) ünvanlı, fakat yanlış tefsir edilen şiürini yazdırdı. Browning şöyle diyordu: «Bir avuç gümüş içinde terkette bizi Elbisesine tabacağı bir şerid için b Taktı bizir > * Vördzvört çok sevdiği Lake Regionda inzivasına çekildi, edebiyat ve tabiatile başbaşa kaldı. Mütemadiyen yazdı. Fa- kat zamanının münekkidleri şürlerini in- safsızca delik deşik ettiler, En fena şiir- lerini seçerek, mecmualarda teşhir etti- ler. Muvaffakiyet bir türlü güler yüzünü Röstermiyordu. Lâkin şair asla meyus olmadı. Sabretmesini bildi, Ölümünden çok evvel «umumi alâka ve sempati gü- neşinin tatlı sıcaklığı» muhitini kapladı. Skot ve Bayron'un tacları devrilmişti ve halk ta bu tabiat Aşıkını derin bir hay- ranlıkla seyretti. Münekkidler de onu İngiliz edebiyatının yegâne en büyük şairi diye alkışladılar, Sutinin ölümile de, 1843 de saray şairi oldu. Şair, halkın etrafında coşturduğu, taşırdığı alâka ve takdir hislerini de ayni istiğna ile karşı- ladı. Daha sonraları istediği gibi özlü e- serler veremedi. Yazış kudreti - gittikçe azaldı. Bu da, nefsine olan itimad ve em- niyetten değil, bilâkis daima yalnız ya- şamak müuhafazakârlığından; eserlerini diğer edebi şahsiyetlerin muhakeme ve usüllerile mukayese etmemek — gafletin- den ileri geldi. Vördzvört 1850 de, seksen yaşında iken engin bir huzurla öldü ve sevdiği kır ve bayırlarla dolu Grasmere'de gömüldü. * ŞİİRLERİ: Vüördzyört, yepyeni bir ufuk açarak ci- hadına, (şiir) i bütün yapmacıklığından kurtarmak, hakikatin dilini konuşmak ve iInsanları, tabiati, oldukları, göründük- leri gibi tarif ve tasvirle başladı. Bu- nun İçindir ki, şairi ilk tedkik süzgecin- den geçirince, mısralarında gizlenen, de- rinliği, coşkunluğu, asil ihtirası, ve gü- zelliği birden farkedemez ve gönlümüze hitab eden bu mutlak sadelik karşısında hayal kırıklığına uğrarız. Şurasını da ha- tırlatmak doğrudur: Vördzvört pek nadir olarak coşar ve (ahenk) i daima takib gtmiyen bir na- zımcıdır. Fakat taştığı, coştuğu, ilham cezbesine tutulduğu zamanlar ise hiçbir şair kendisile boy ölçüşemez. Alelâde zamanlarında şiirleri o kadar yavan ve heyecansız görünürler ki, bunların ta - lbin'lc konuşan bir şairden nasıl doğabil- |diklerine ve - doğabileceklerine şaşarız. Bundan başka, Vördzvört'ün büyük bir nakisesi vardır: Mizah hissinden mah- rumdur. Bütün bunlara rağmen de, gene İngiliz edebiyatının en yüksek tabiat şa- iridir. Tabiate dair yazdığı şiirlerinde şu 4 nokta bütün azamet ve açıklığile belirir: A — Vördzvört, etrafındaki en küçük değişikliğe karşı bile bir barametre kadar hassastır. (Başlangıç) eserinde, ştiz ken- disini, rüzgârın dokunuşuna ahenkle ce- vab veren gergin ve hassas bir tele ben- zetir. Bu benzetiş hiç te yanlış ve iddiacı sayılmaz, Çünkü hiçbir ses, ışık, çiçek, dağ, bayır, şelâle ve kuş tasviri yoktur ki, şiirlerinde aksetmiş olmasın. B — Başka hiçbir tablat şatri, tablati onun kadar hakikate sadık kalarak kay- detmemiştir. Canlandırmamıştır. Mese- lâ (Börne) tabiati söylerken, öz hislerin- den ördüğü bir tabiat âlemi yaratmıştır. Halbuki Vördzvört, nehri, ağacı, rüzgârı olduğu gibi göstermiş ve onların dilini terennüm etmiştir. € — Hiçbir İngiliz şairi, onun kadar bu geçici dünyada böyle bol ve taşar gü- zellik görememiştir. Onda yalnız görüş kuvveti değil, bir de eşyanın tâ derinlik- lerine kadar süzülebilen, yüzden belli ol- mayan güzellikleri bulup çıkaran bir «enü- fazu nazar» hassası vardır. Onun için de (hakikat) 1 yazar ve Vördzvört'e göre, bu dünyada hiçbir şeye çirkin denemez. Bilâkis, herhangi tabli bir şeyde göreme- diğimiz bir güzellik saklıdır. D — Herkesin kabul ettiği en mühim ııplm Tabiat'in hayatiyetidir. Bıı haya- tiyetten maksad, sadece kabuk mek ve neşvünema bulmak değil, zat tabiatin ŞAHSİYETİdir. İşte Vörd vört Tablatteki bu şahsiyeti — tanımaştı Şüirlerinde de bunu terennüm etmiştir, Çocukluğunda, nehri, tepeleri, bayır gçiçekleri hattâ rüzgârı, kendisinin en ya- kın arkadaşı olarak saymış; büyüyüp fi- kirleri genişleyip, değişince şu kansate varmıştı: «Tabiat, yaşıyan Allahın tecellisinden başka bir şey değildir...» (Kits) — Keats, (Kovper) — Cowper, (Börns) Burns, (Tension) Tennyson ta- biatin muhtelif zamanlardaki eşkâliri te- rennüm etmişlerdi. Vördzvört ise, bire tabiatin «Ööz» ünü açtı. Dağlarda, kızlar. da dolaşan bir adamla arkadaşlık eden, yaşıyan müşahhas bir ruhun, bir varlığın varlığınt haber verdi. Ne Leibnitz'in fe sefesinde, he de Hindlilerin mttoloji de, şairin bizde uyandırdığı bu intıbalar bulamayız. Vördzvört, (imnsan) 1n tabiatten ayrı olmadığına inanmıştı. Bu inanışla da bir nazariye kurmuş, bunu da d esasa bağlamıştı. 1 — edİnsan, çocukluğunda tabil tesire lere, nüfuzlara karşı hassastır. Ayni za- manda dünyanın güzellik ve saadetinin bir nişanesidir» diyen şair, 1807 de neş rettiği «İlk çocukluk devresinde | mutluğa dair düşüncelerim» isimli eç rinde, çocuğun, tabiat yaratıcısının bir e- seri olduğunu kaydederek: «Doğuşumuz uyku ve unutulmuklu başka bir şey değildir. Bizimle ber büyüyen ömrümüzün yıldızı ruh, ev ce başka bir yerde konaklamıştı. O, u: lardan geliyor, biz de, üzerlerimizde za: fer bulutları sarılı olarak Allahtan guli- yoruz» diye konuşur. Vördzvört'ün fik- rince, cemiyet ve şehirlerin anormal k: labahk hayatı, insaniyeti zayıflatır, ta rib eder. Dolayısile beşeriyeti bu sefalet- ten kurtarmak, yükseltmek için tabiate dönmek ve sade yaşamak lâzımdır. 2 — Çocukluğun his ve zevkle! nın bu dünyadaki seaadetinin hakiki bir miyarı, aynasıdır. Suni zevklerden ça- buk yoruluruz. İnşanım iş zamanında ko- laylıkla ihmal ettiği tabli zevkler ise dai- ma neş'e saçıcıdırlar, «Alâimi sema, İş kasidesi» şiirlerinde bütün bu tezin mü- dafaasını bulurüz. 8 — Edebiyat için en iyi mevzu insa- niyet hakikatidir. Yani, göz yaşlarile gü- lümsemeyi seven, paylaşan ve onlar için çalışan gündelik hayatın realitesidir. Vördzvört Bir dağ kızına, Münzevi he- sadcı, Gezinti, isimli şiirlerinde prens ve büyüklerin neş'e ve kederlerini değil; halkın, âmmenin safa ve celasını teren- nüm eder. Bütün mevzularında da saa. detih çalışma ve sabırla kazanılan, kaza- nılması lâzım gelen, dolayısile tesadüfi, arızi bir vasıf olmadığını söyler. 4 — Vörüzvört, bu felsefesine bir de kendi inanışı neticesi olarak tasavvufi bir çeşni katmıştır. «Her tabil eşyada Allahın Bgene | tecellisi vardır» der ve bu inanışını şö: le tefsir eder: Tabiat ruhla doludur. İns san da ilâhi ruhun bir tocwllisidir. Bipa- enaleyh insan, tâ derinliklerine nüfuz e- demeyinceye kadar, bir çiçeğin veyahud bir güneşin yarattığı güzelliği kovrıy maz.» Emerson haklı olarak, «on doki zuncu asrın burcu» diye vasıflandırdığı (Lâyemute dair düşüncelerim) eserinde, Vördzvört, hayatın ebedi ve ezeli oldu Runu ilân eden kablelvücude dalr ( existence) çok güzel parçalar vardır. * En güzel çiirleri 1798 yılında (Lirik B lad) lar ismi altında ve bir kitabı da lümünden sekiz sene sonra çıkan Word! worth bütün ruhunu, varlığını şiire fetmiş olan ve İngiliz edebiyatına Tab Sevgisini getiren tablat âşığı ve Te son'un dediği gibi de, «âdi hiçbir şey t lâffuz etmiyen» yüce bir romantik şa- irdir. İbrahim Hoyi Dr. İRFAN KAYRA Röntgen Mütehassısı Hergün öğileden sonra saat 8ten 7 ye kadar Belediye, Binbirdirek Nuri Conker sokak No, 8-10 ları, KİRALIK APARTIMAN: Taksim Ko>ate- pe Şehld Muhtarbey sokağında 54 No, bu Nebiye aparlımanının ikinci katında beş odalı, banyolu, havadar ve güzel manzaralı bir dâlresi acele kiralıktır. Aparlaman ku İPicisına müracaat, — —