12 Ocak 1938 Tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 6

Saatlik sayfa görüntüleme limitine ulaştınız. 1 saat bekleyebilir veya abone olup limitinizi yükseltebilirsiniz.

Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

| Hadiseler Karşısında SERLEVHALAR ün çıkan gazetelerin birinde, Ankaraya giden İstanbul va- lisinin beyanatı vardı. Gazete beyanata şöyle bir serlevha koymuştu: «Plâka parası pek yakında tamamile kaldırılacaktır.> Husust otomobilim yok. Taksi sahibi de değilim amma hususi otomobillilerle, taksi sahibleri namma: — Ne âlâ! Dedim. Der demez de ikinci serlevha gözüme ilişti: «Buna mukabil benzin fiatlarına bir mikdar zam yapılacaktır.> Yüzümü buruşturdum: — Ne fena! Yazılara bu tarzda gerlevhalar koymak bilmem iyi mi?. Aklıma birçok misaller geliyor... * Birinci serlevha: . «Vergilerin dörtte üçü kaldırılacaka İkinci serlevha: «Büdce buna müsaade ettiği zaman.» * Birinci serlevha: «Hava bırdenbıre ısınacak.» İkinci serlevha: «Fakat bunun için yazı beklemek lâ- zımdir.» * - Birinci serlevha: «İstanbulda bir tek ışıksırz, kaldırımsız sökak kalmıyacak.» İkinci serlevha: «Yeni şehir plânmın esaslarından biri de budur.> * Birinci serlevha: «İspanya isyanı yatıştırıldı.» İkinci serlevha: «On sene sonra çıkacak gazetelerde bu- nu okuyacağız.» * Misallerin sonu gelmiyecek.. iyisi mi burada keseyim.. her yiğitin bir yoğurd yiyişi varmış amma bu tarzda yoğurd yiyiş benim bir kari sıfatile hiç hoşuma gitmedi. Allah fakir kulunu sevindirmek istedi | mi eşeğini kaybettirir, yeniden buldurur- muş. Bizim arkadaşlar ise bunun tam tersini yapıyorlar. İsmet Hulüsi —| Bunları biliyor mu idiniz? Nebatatın da hararat derecesi nihayet ölçülebildi Maruf nebatat âlimlerinden «Bla- ringhem» ilk defa çiçeklerin hararet derecesini almıya muvaffak — olmuş- tur. Muvaflakiyet, kendi icad ettiği küçük bir termo - metre — sayesinde mümkün olabil - miştir. Âlimin | müşahedesine göre uzunca bir kuraklık | devresinden sonra yağmur yağarsa, çi - çek tomurcuklarının harareti, harici mu- kitin hararetinden (9) derece fazlalaş - maktadırlar. Bir adayı yabani gül ağaçları istilâ etti Bundan — yirmi sene evvel İngil - tereden Ayvustral - yada, Tasmanya aâ- dasında bir çiçek meraklısına bir gül fidanı gönderil - miş. Çiçek merak- hsı , bir müddet sonra ölmüş, bah - çesi metrük kal - lmn(l* | 'ı'."ff(f.";/f_v% öyle dal budak salmış ki, şimdi Tasmanya kırlarını hep yabani gül ağaçları istilâ etmiş. Ve Tasmanya çiftçilerinin baş be- lâsı olmuştur. Şimdi, bu ağaçlara karşı milyonlar sarfedilerek mücadele açılmış- tır. G Bu kadın terbiyeli mi, Terbiyesiz mi? İmzasını okuyamadığım bir okuyucum, bana, içinden güç halle çıkabildiğim bir mektub göndermiş, Mektubunu bitirirken de: — Bise, diyor, böyle bir mektub gön - dermek istemezdim ama, şu anda saat üçdür, ve ben sabah saat altıda mektebde bulunmak mecburiyetindeyim!» Doğrusunu isterseniz, okuyucumun ken disini mazur göstermek — maksadile ilâve ettiği bu satırlar bende derin bir suitesir uyandırdı. Çünkü okuyucum bana, kalbini tutuş- turan derin bir sevdanın hikâyesini an - latıyor, ve hayatında büyük rol oynâya- bilecek kadar ehemmiyetli saydığı bu gö- nül macerasında tutması lâzım ıeıen yo- lu öğrenmek istiyordu. Şu halde, mektubunu niçin daha mü- salid bir zamanda, daha itina — ile, daha dikkatle yazmadı? Ona, baştan savma bir mektub kara- latan duygu, benden alacağı fikre karşı lâkaydisi midir? Yoksa bu lâkaydisi, «de- rin», «asönmez», «büyük» sıfatlarile haya - len süslediği sevgisine karşı mıdır? Bilmiyorum. Fakat, onun kaleminden üstünkörü dö kîııgn karışık satırlar arasında, acayib te zadlar vâar. Meselâ, mektubunun — başlarında, beş sene evvel memur olduğundan bahseden okuyucum, mektubunun sonunda, mekte- be yetişmek mecburiyetinde bulunduğu - nu söylüyor. Gene ayni mektubun bir ye- rinde de: — O gün resmi kıyafetteydim! — diyor. Adresine san'atını da ilâve etmediği için, talebe midir, memur mudur, asker midir, polis midir, anlaşılmıyor. Fakat ben karineyle, onun, askeri hiz- metini yapmakta bulunan bir memur ol- duğunu kestiriyorum. Ve: — Yüksek mekteb mezunu olacak ki, as keri hizmet esnasında da mektebe devam ediyor! dedim. Fakat bu mektub, mühim mektublarla düşürüldüğüm müşkül vaziyetin kuvvetli bir delilidir. Bu vesile İle, okuyucularım - dan bir daha rica ediyorum: Bu —misale bakıb bana hak versinler,- ve mektubları- nı, müşküllerile mütenasib bir dikkatle yazarak, beni, bir polis hafiyesi gibi tah- minlere girişmekten kurtarsınlar, * Mevklini, içtimali vaziyetini ihtimal yan hş tahmin ettiğim bu okuyucum, uzun za mandanberi bir kadını sevmekteymiş. Ni- hayet bir tesadüf, birbirlerini tanımıyan bu iki iİnsanı karşılaştırmış. Fakat, okü - yucumun hitabına maruz kalan kadın derhal: — Rica ederim! demiş, sizi polise tes - lim ederim. Beni rahat bırakınız. Okuyucum, bu satırlara — şu cümleleri de ilâve ediyor: — Bu kadın, bu hareketile, düşkün bir seviyede olduğunu anlatmış bulunmuyor mu? Hem düşünün ki ondan sonra karşi- laştığımız zamanlarda bana bir gün Be- yazıdda oturduğunu, bir gün İngiliz oldu- ğunu, bir gün İzmirli olmadığını, bir gün beni hiç tanımadığını söyledi. Bir gün de onu bir çocukla gördüm! Şimdi sorarım size: Bu karışık ruhlu ve inslcamsız sözlü kadına sokulayım mı? Sokulduğum tak - dirde, beni hakikaten polise teslim eder- se, fena olmaz mı? A çocuğum... Senin az evvelki iddiana göre kadın sana İngiliz olduğunu, İzmir- li olmadığını, Beyazıdda oturduğunu se- ni hiç tanımadığını söylemedi mi? Bunları söylediyse, seninle konuşmaya başlamış, binaenaleyh, seni zabıtaya tes- lim etmekten vazgeçmiş demek değil mi- dir? Şu halde, bu korkun neden? Görüyor- sun ya? Mektubun, başından sonuna ka- dar, birbirini tekzib eden satırlarla dolu. Fakat ben gene karinemle, senin bu ma- ceradaki vaziyetini tahmin ediyorum, ve diyorum ki: — Bu kadının seni polise teslim etmek istemesi, hiç de ahlâkının, terbiyesinin ek sikliğine delâlet etmez. Bilâkis, bir erkek tarafından ısrarla takib olunan terbiye- l bir kadının başvuracağı en muvafık kurtuluş çaresi budur. Ve bilâkis, eğer bu- nun aksini yapsaydı, ve kendisine sokak ortasında hitab eden yabancı bir erkeğe güler yüz gösterseydi, fena bir kadından farkı kalmıyacaktı. —Binaenaleyh, sana tavsiye ederim, sevdiğin kadınla görüşe- bilmek için, ona da daha mülâyim gelecek bir tesadüf, bir tavassut, bir fırsat İcadı- na çalış. Ve şansını ondan sonra dene. Göreceğin mukabele gene sert olursa, tu- tulacak yegâne yol ric'attir. Zira elma - lüm: Zorla güzellik olmaz! TEYZE mış. Gül fidanı yabanileşmiş, ve etrafa | SON POSTA KADIN Bluz etek Yukarıda: Kareli kumaştan şömizie,. Düğmeler, kumaşın çizgilerile bir renkte- dir. Aşağıda: Önü plikaşeli etek. Yukarisın- daki sivri kup'lar beli iyi sarar, ince gös- terir. Güzellik bahsi: Diş ve kirpik güzelliği Kirpiklerinizi uzatmak için: Akşamları gözünüzü kaynatılıp soğutulmuş su ile banyo yapıp küçük parmağınızla kirpik- lerinize biraz zeytinyağı sürünüz. Dişler: Fırçayı hiçbir zaman yukarı- dan aşağıya doğru hareket ettirmeyiniz. Devrani hareketler yapınız. Yüzün biçimini güzelleştirmek için şunları yapınız: Ağız kenarlarını hafif hafif çimdikleyiniz. Dişlerinizi — göstar- meden gülüyormuş gibi dudaklarınızın uçlarını yukarıya kaldırınız. Islık çalı- nız, üfleyiniz. Bütün bunlar basit bir yüz jimnastiği sayılabilir. Yüzü genç saklar, Biçimini güzelleştirir. Koku: Her kadına ayni koku uymaz. Sarışınlara daha ziyade çiçek esansları iyi gider, Esmerler egzotik ve karışık ko- kular sürünmelidirler. Fazla koku iyi de- ğildir. Biraz saçlara serpmek, biraz ku- lakların arkasına, biraz da üst dudağa dokundurmak yeter. Otomobil ile istanbuldan Avrupayâ Alman tiyatrosu nedelf eski vaziyetinde değil? | Dünyanın en büyük rejisörü ünvanını pek haklı olarak üstünde taşıyan Rein - hard, Berlin şehrinin içinde beş tiyatro- ya sahibdi. «Beş tiyatro», bu, dile ko- lay gelen iki kelimenin anlatmak iste - diği mananın zorluğunu biz, tiyatrocular, pek iyi biliriz. Berlinin beş büyük tiyat- rosuna sahib olmak demek, Alman ti - yatrosuna hâkim olmak demektir. Dün- yanın en üstün tiyatro varlığı olan <Âl- man tiyatrosu» na hâkim olmanın ne bü- yük bir tecelli olduğunu da siz takdir e- din. Alman milletinin çıkardığı en büyük aktörler, onun eli altında idi. Alman ti - yatrosunun doğurduğu piyes muharrir - leri, onun tesirile mahsul veriyorlar; ©- nun varlığından ilham alıyorlardı. «Al - man tiyatrosu» demek; o demekti. Yalnız «Alman> değil, dünya tiyatro - ları da ona dönmeğe, ondan örnek alma- ğa mecbur kaldılar. Avusturya, Macar, Çek, Lehistan, onun, yeni san'at cereya- nına kendilerini kaptırdılar, Şimale çık- tı; İsveç, Norveçe kadar kol saldı. Cenu- ba indi; İtalyaya kadar uzandı. Bulgarlar; ondan, Türkiye, ondan, bütün Balkanlılar, ondan ders aldılar. Fransızlar bile «vur- dum duymaz» lılıklarına rağmen nihayet diz çökmeğe mecbur kaldılar. — İşte Üstadı, eyeni tiyatro» nun bânisiydi. Onu, tiyatrolarınım bulunduğu «Kü - çük Meydan» daki «Komedyen havz» ın- üstündeki dairesinde, çalışma bürosunda görmeğe gittiğim zaman heyecan için - deydim. Bu heyecanı bana veren, hiç şüp- he yok ki, onun erişilmez «dehâ> siydi. Fakat yanına girebilmek için uğradığım binbir muamele, huzuruna çıkılması güç bir insan karşısında olduğumu bana ân- latıyordu ki bu da heyecanımı kabartma- ğa yardımcı oluyordu. Türkiye büyük el- çisinin, Alman hariciyesi vasıtasile aldı- Bı iznile, kapılardan girerek, bürolarda bekliyerek, kâtibden kâtibe teslim edilip nihayet büyük üstadın kapısı tokmağını çevirebilmiştim. O vaktin Alman cum- hurreisi, kendi topraklarında bile salâ - hiyetle bir işten bahsedemezdi. «Düveli İtilâfiye» nin kontrolü altında <icrayi hü- kümet» ederdi. Halbuki karşımdaki a - dam, bütün dünya san'atına hükmedi - yordu, Cihan tiyatro san'atını zevki al - tına almış, kurduğu san'at tahtının üs - Zannımca siyaset belki her şeye karışabilir, fakal san'ata asla.. Aksi takdirde işte böyle olur — Yazan: Vasfi Rıııı Zobu ' Alınan Tıyatrolarından birinde bir sahne Reinhard böyle şanlı, şerefli bir tiyatro- tüne kurulmuş, kâinata şöyle bir B” vardı ki... Onu, o tahtından, ne İnB donanması, -ne Fransızın ordusu, a| | İtalyanın tayyare filoları indirebi” V£ Alman devletini harb kuvvetlerile “y reti altına alanları bu, san'at silâhi” önünde yerlere kapandırmıştı. İşte bu inkılâbı yapan, bu salta ran büyük kahramanı, yeni reJım tidar mevkiine gelen hükümet, şİ aşağı etmişti. Sen mi yahudisin, yoksa karın mı nedir? İşte bu «sef J ben> çekişmesi sonunda bu yef'i kahraman, kendi kurduğu san'at M& zinden uzaklara atılıvermişti. Berline gider gitmez ilk işim gab'et bit olarak, onun, tiyatrolarının bulüf! , duğu meydancığı ziyaret etmek old“" yalan söyleyim: İçime hemen bir hi çöktü. Issızlık, sessizlik ve derin bif "" tem havası.. Beni, bir türbe ziya gibi, süküta götürdü. O neş'eli ha değişmiş, bülbül sesini andıran o şŞa* lık, ağır bir baykuş nağmesinin sür8 n ne uğramış.. Hülâsa: Ne mey kalmlŞı ; " saki; ne gülden eser var, ne bülbül #” <«Canan gide, rindan dağıla, mey ola | «Böyle gecenin hayır umulurmu,:' J Nitekimi de oldu. Son seneler zal*” Alman tiyatrosu süratle Rus tiyatr0” nun altına düşüverdi. Bu düşüş te P'k çık olarak anlattı ki: Siyaset, her Tj belki karışabilir; ama san'ata asla. YO" bunun aksine, ikisini birbirine bağlâ istedin mi, işte böyle: : ,' «Şeytanla ortak olan, ekinin sam&' alır...> | Vasfi R. Zobi. — $ Bir adamın dişlerini sökmüşlef farkında bile olmamış — Katagümrükte oturan şekerci Âdem P | ban Balikpazarı meyhanelerinde & kıllı sarhoş olup köprüden geçerken y;:wâ şüp sızmış ve köprü kaldırımları Ü uyumaya başlamıştır. Bu esnada köprüden geçen Sıdki ; de bir adam kendisini yerden maı:mal banesile cebinde bulunan 14 lirasını a8" bu arada ağzında bulunan 3 tane altin Yj de sökmüştür. Şekerci Âdem Kurban “" ı şin farkında bile olmamış, neden sonrâ h başına gelip işin farkına varınca M" polise aksetmiş, zabıta Sıdkıyı da bir gi det sonra yakalamıştır. ! naü laiır — aa aa G6 Bacaksızın maskaralıkları :

Bu sayıdan diğer sayfalar: