l Hidiseler Karşısında I — SERLEVHALAR | İkinci serlevha: y | D Ankaraya giden İstanbul vi «Fakat bunun için yazı beklemek lâ- p lisinin beyanatı vardı. Gazete beyanata zımdır.» göyle bir serlevha koymuştu: «Plâka parası pek yakında tamamile kaldırılacaktır.» Hususi otomobilim yok. Taksi sahibi de değilim amma hususi otomobillilerle, taksi sahibleri namma: — Ne Dedim. Der demez de ikinci sorlevha gözüme İilişti: «Buna mukabil benzin fiatlarına bir mikdar zam yapılacaktı Yüzümü buruşturdum: — Ne fena! Yazılara bu tarzda serlevhalar kaymak bilmem iyi mi?, Aklıma birçok misaller geliyor... vuzaannü ” e — vosameme SOT EEAŞDE L L | (Otomobilile istanbuldan Avrupayal | A Alman tiyatrosu nedefl eski vaziyetinde değil? Zannımca siyaset belki her şeye karışabilir, fakal san'ata asla.. Aksi takdirde işte böyle olur Yazan: Vastfi R_ııı Zobu * Birinci serlevha: #İstanbulda bir tek ışıksır, kaldırımsız sökak kalmıyacak » İkinci serlevha: «Yeni şehir plânının esaslarından biri de budur.» * Birinci serlevha: «İspanya isyanı yatıştırıldı.» İkinci serlevha: «On sene sonra çıkacak gazetelerde bu- nu okuyacağız.. * Misallerin sonu gelmiyecek.. iyisi mi burada keseyim.. her yiğitin bir yoğurd yişi varmış amma bu tarzda yoğurd benim bir kari sıfatile hiç hoşuma medi Allah fakir kulunu sevindirmek istedi mi eşeğini kaybettirir, yeniden buldurur- muş. Bizim arkadaşlar ise bunun tam (c:sır.ı_yıpıyo:lır. * Birinci serlevha: «Vergilerin dörtte üçü kaldımılacak. İkinci serlevha: «Büdce buna müsaade ettiği zaman.» * Birinci serlevha: «Hava birden İsmet Hulüsi L Bunları biliyor mu idiniz? — | Nebatatın da hararat derecesi nihayet ölçülebildi Maruf — nebatat re ısınacak.> KD SAA 3 DĞ Bir adayı yabani gül ağaçları istilâ etti Bundan — yirmi Alman tiyatrolerından — birinde bir sahne Dünyanın en büyük rejisörü ünvanını ) tüne kurulmuş, kâinata göyle bir pek haklı olarak üstünde taşıyan Rein - | vardı ki... Onu, o tahtından, ne İng Dresili ee —O Alimlerinden «<Bla- ringhem> ilk defa çiçeklerin hararet derecesini almıya muvaffak — olmuş- tur. Muvaffakiyet, kendi icad — ettiği küçük bir termo - sayesinde mümkünr olabil « Âlimin Mmüşahedesine göre uzunca bir kuraklık devresinden sonra yağmüur yağarsa, çi - gek tomurcuklarının harareti, harici mu. kitin hararetinden (9) derece fazlalaş - maktadırlar. metre miştir. — Bu khadın terbiyeli mi, Terbiyesiz mi? İmzasını okuyamadığım bir okuyucum, bana, içinden güç halle çıkabildiğim bir mektub göndermiş. Mektubunu bitirirken de: — Bise, diyor, böyle bir mektub gön - dermek istemezdim ama, gu anda saal fçdür, ve ben sabah saat altıda mektebde bulunmak mecburiyetindeyim!» Doğrusunu isterseniz, okuyucumun ken disini mazur göstermek — maksadile ilâve ettiği bu satırlar bende derin hir suitesir uyandırdı. Çünkü okuyucum b turan derin bir sevdanın hikâyesini an - latıyor, ve hayatında büyük rol oynüya- bilecek kadar ehemmiyetli saydığı bu gö- mül macerasında tutması Jâcim gelen ya- du öğrenmek istiyordu. Şu halde, mektubunu niçin daha mü- maid bir zamanda, daha itina — ile, daha dikkatle yazmadı? Ona, baştarı savma bir mektub kara- latan duygu, benden alacağı fikre karşı lâkaydisi midir? Yoksa bu lâkaydisi, «de- rin», «sönmez», «büyük» sıfatlarile haya - len süslediği sevgisine karşı mıdır? Bilmiyorum. 'akat, onun kaleminden Üstünkörü dö külen karışık satırlar arasında, acayib te zadlar var. Meselâ, mektubunun — başlarında, beş Bene evvel memur olduğundan bahseden okuyucum, mektubunun sonunda, mekte- be yetişmek mecburlyetinde bulunduğu - mu söylüyor. Gene aynl mektubun bir ye- rinde de: — O gün resmi kıyafetteydimi — diyor, Adresine san'atını da ilâve etmediği için, talebe midir, memur mudur, asker midir, polis midir, anlaşıtlmıyor. Fakat ben karineyle, onun, askeri hiz- Mmetini yapmakta bulunan bir memur ol- duğunu kestiriyorum. Ve: — Yüksek mekteb merzunu olacak ki, as keri hizmet esnasında da mektebe devam ediyor! dedim. Pal bu mektub, mühim mektublarla düşü üm müşkül vaziyetin kuvvetli bir delilidir. Bu vesile le, okuyucularım - dan bir daha rica ediyorum: Bu — misâale hbakıb bana hak versinler, ve mektublârı- nı, müşküllerile mültenasib bir dikkatle sene evvel İngil - ti len Avustral » yada, Tasmanya â- dasında bir çiçek meraklısına bir gül fidanı gönderil « miş. Çiçek merak- lısı , bir. müddet sonra ölmüş, bah - | çesi metrük kal - mış. Gül fidanı yabanileşmiş, ve etrafa le dal budak salmış ki, şimdi Tasmanya | kırlar bani gül ağaçları istilâ miş. Ve Tasmanya çiftçilerinin baş be- lâsı olmuştur. Şimdi, bu ağaçlara karşı ö milyonlar sarfedilerek mücadele açılmış- tır. CSNÜLİSLERİKA | yazarak, beni, bir polis hafiyesi gibi tah- minlere girişmekten kurtarsınlar, * Mevklini, içtimal vaziyetini ihtimal yan hş tahmin ettiğim bu okuyucum, uzun za mandanberi bir kadını sevmekleymiş. Ni- hayet bir tesadüf, birbirlerini tanımıyan bu iki inganı karşılaştırmış. FPakat, oku - yucumun hitabına maruz kalan kadın derhal: — Rilca ederim! demiş, sizi polise tes - lim ederim. Beni rahat bırakınız. Okuyucum, bu satırlara — gu cümleleri de ilüve ediyor: — Bu kadın, bu hareketile, düşkün bir seviyede olduğunu anlatmış - bulunmuyor man? Hem düşünün ki ondan sonra karşı- laştığımız zamanlarda bana bir gün Be- yazıdda oturduğunu, bir gün İngiliz oldu- Bunu, bir gün İzmirli olmadığını, bir gün beni hiç tanımadığını göyledi. Bir gün de enu bir çocukla gürdüm! Şimdi sorarım size: Bu karışık ruhlu ve insleamsız sözlü kadma sokulayım mı? Sokulduğum tak - dirde, beni hakikaten polise taslim ader se, fena olmaz mı? A çocuğum... Senin az evvelki iddiana göre kadın sana İngiliz olduğunu, İzmir- K olmadığını, Beyazıdda oturduğunu se- ni biç tanımadığını söylemedi mi? Bunları söylediyse, seninle konuşmaya başlamış, binaenaleyh, seni zabıtaya tes- Him etmekten vazgeçmiş demek değil mi- dir? Şu halde, bu korkun neden? Görüyör- sun ya? Mektubun, başından sonuna ka- dar, birbirini tekzib eden satırlarla dolu. Fakat ben gene karinemle, senin bu ma- ceradaki vaziyelini tahmin ediyorum, ve diyorum ki: — Bu kadının seni pollse tesdim etmek istemesi, hiç de ahlâkının, terbiyesinin ek sikliğine delâlet etmez. Bilâkis, bir erkek tarafından erarla takib olunan tarbiye- N bir kadının başvuracağı en muvafık kurtuluş çaresi budur. Ve bilâkis, eğer bu- nun aksini yapsaydı, ve kendisine sokak ortasında hitab eden yabancı bir erkeğe güler yüz gösterzeydi, fena bir kadından farkı kalmıyacaktı. Binaenaleyh, sana tavsiye ederim, sevdiğin kadınla görüşe- bilmek için, ona da daha mülâyim gelecek bir tesadüf, bir tavasant, bir fırsat icadı- na çalış. Ve şansin) ondan sönra dene. Oöreceğin mukabele gene sert olursa, tu- tulacak yegâne yol ric'attir. Zira elma - düm: Zorla güzellik olmaz! TEYZE aran n çüikedk SDi l edakaire ee aai Yukarıda: Kareli kumaştan gömizle. Düğmeler, kumaşın çizgilerile bir renkte- dir. Aşağıda: Önü plikaşeli etek. Yukarısın. daki sivri kup'lar beli iyi sarar, ince gös- terir. Güzellik bahsi: Diş ve kirpik güzelliği Kirpiklerinizi uzatmak için: Akşamları gözünüzü kaynatılıp soğutulmuş su ile banyo yapıp küçük parmağınızla kirpik- lerinize biraz zeytinyağı sürünüz. Dişler: Fırçayı hiçbir zaman yukarı- dan aşağıya doğru hareket ettirmeyiniz. Devran! hareketler yapınız. Yüzün biçimini güzelleştirmek şunları yapmız: Ağız kenarlarını hafif çimdikleyiniz. Dişlerinizi meden gülüyormuş gibi dudaklarınızın uçlarını yukarıya kaldırınız. Tshık çalı- nız, üfleyiniz. Bütün bunlar basit bir yüz Jimnastiği sayılabilir. Yüzü genç saklar, Biçimini güzelleştirir. Koku: Her kadına ayn! koku uymaz. Sarışınlara daha ziyade çiçek esi iyi gider, Esmerler egzotik ve karışık ko- kular gürünmelidirler, Fazla koku iyi de. ğildir. Biraz saçlara serpmek, biraz ku- lakların arkasına, biraz da üst dudağa fcin hafif göstar- hard, Berlin şehrinin içinde beş tiyatro- ya sahibdi. «Beş tiyatro», bu, dile ko- lay gelen iki kelimenin anlatmak iste - diği mananın zorluğunu biz, tiyatrocular, pek iyi biliriz. Berlinin beş büyük tiyat- | & rosuna sahib olmak demek, Alman ti - yatrosuna hâkim olmak demektir. Dün- yanın en üstün tiyatro varlığı olan «Al- man tiyatrosu» na hâkim olmanın ne bü- yük bir tecelli olduğunu da siz takdir e- din. Alman milletinin çıkardığı en büyük aktörler, onun eli altında idi. Alman ti - yatrosunun doğurduğu piyes muharrir « leri, onun tesirile mahsul veriyorlar, ©- donanması, ne Fransızın ordusu, n İtalyanın tayyare filoları indirebi W Alman devletini harb kuvvetlerile reti altına alanları bu, san'at silâl yerlere kapandırmıştı. İşte bu inkılâbı yapan, bu saltanâti ran büyük kahramanı, yeni rejimle aşağı etmişti. Sen mi yoksa karın mı nedir? ben: çekişmesi kahraman, kendi ku zinden uzaklara ati Berline gider gitmez ilk ( vermişti, m gayel ' nun varlığından ilham alıyorlardı. <«Al -| bit olarak, onun. tiyatrolarının bu'Ş man tiyatrosu» demek; o demekti. |duğu meyâ Yalnız «Alman> değil, dünya tiyatro - | yalan söyleyim: İçime hemen bir BÜ ları da ona dönmeğe, ondan örnek alma- | çöktü. Issızlık, sessizlik ve derin bir '_ ğa mecbur kaldılar. Avusturya, Macar,|tem havası.. Beni, bir tüzbe ılyıf' Çek, Lehistan, onun, yeni san'at cereya- | gibi, süküta götürdü. O neş'eli ha nına kendilerini kaptırdılar. Şimale çık- | değişmiş, bülbül sesini andıran © ça ! tı; İsveç, Norveçe kadar kol saldı. Cenu-|lık, ağır bir baykuş nağmesinin sür£” ba indi; İtalyaya kadar uzandı. Bulgarlar;|ne uğramış.. Hülâsa; Ne mey kalmığı ö neığı ondan, Türkiye, ondan, bütün Balkanlılar, ondan ders aldılar. Fransızlar bile <«vur- dum duymaz» İılıklarına rağmen nihayet diz çökmeğe mecbur kaldılar, İşte Reinhard böyle şanlı, şerefli bir tiyatro Üstadı, «yeni tiyatro» nun bânisiydi. Onu, tiyatrolarının bulunduğu <Kü « çük Meydasi> daki «Komedyen havz> ın üstündeki dairesinde, çalışma bürosunda görmeğe gittiğim zaman heyecan için - deydim. Bu heyecanı bana verenm, hiç şüp- he yok ki, onun erişilmez edehâ> siydi. Fakat yanma girebilmek için uğradığım binbir muamele, huzuruna çıkılması güç insan karşısında olduğumu bana an- yordu ki bu da heyecanımı kabartma- Ba yardımcı oluyordu. Türkiye büyük el- çisinin, Alman hariciyesi vasıtasile aldı- Öi iznile, kapılardan girerek, bürolarda bekliyerek, kâtibden kâtibe teslim edilip nihayet büyük üstadın kapısı tokmağını çevirebilmiştim. O vaktin Alman cum- hurreisi, kendi topraklarında bile salâ - Kiyetle bir işten bahsedemezdi. «Düveli İtilâfiye» nin kontrolü altında elerayi hü- kümet» ederdi. Halbuki karşımdaki a - dam, bütün dünya san'atına hükmedi « yordu. Cihan tiyatro san'atını zevki al - dokundurmak yeter, tına almış, kurduğu san'at tahtınım Üs -'det sonra yakalamıştır. # Bacaksızın maskaralıkları Futbol saki; ne gülden eser var, ne bü ğ «Canan gide, rindan dağıla, mey ol0 «Böyle gecenin hayır umulurmu ! yi Nitekim de oldu. Son seneler zarti, Alman tiyatrosu süratle Rus tiyatrfi, nun altına düşüverdi. Bu düşüş te l:"ı | çık olarak anlattı ki: Siyaset, her F belki karışabilir; ama san'ata asla. YU bunun aksine, ikisini birbirine bağlâ” istedin mi, işte böyle: «Şeytanla ortak olan, ekinin sams alır...> Bir adamın dişlerini sökmüşlef farkında bile olmamış Karagümrükte oturan gekeret Adem F ban Balıkpazarı meyhanelerinde ııdl"; kıllı sarhoş olup köprüden geçerken yeft Yüp sızmiş ve köprü kaldırımları Üsef ” uyumaya başlamıştır. Bu esnada köprüden geçen Bıdkü '»'; de bir adam kendisini yerden kaldırmak banesile cebinde bulunan 14 lirasını WŞ bu arada ağzında bulunan 3 tane altın Ööş de sökmüştür. Şekerel Âdem Kurban şin farkında bile olmamış, neden soprü h başına gelip işin farkına varınca 4 polise aksetmiş, zabita Sıdkıyı da bir | | | İ İ İ