İ SON POSTA MİZAH: İstanbul sine haftaki programları malarının bu Bu hafta, çıîkîanben görmediğimiz Sylvia Sidney ile Ramon Novarronun birer İstanbul — sinema- —- larında bu - hafta —— Bösterilen filmler de Şok güzeldir. Bunla- Tın mevzularına ve gösterildikleri sine- maları sıra ile yazı- yoruz: ÇİNGENE PRENSES «Melek» de göste- rilen bu filmin baş rolleri Anna Bella, Henri Fonda ve Les. lie Banks tarafından yapılmıştır. Mevzuu şudur: 1889 — genesindi Çingeneler prensesi olan Marle; Irlanda- da Kont Klontarf i- le evlenmiştir. Bir ay sonra Kont ölü- yor ve (Mari) ken- di milletinin arasına avdet ediyor. Fakat Marinin izdivacı ai- lesinin üç nesline felffket getirecektir. Marie torunu ile birlikte tekrar (Irlan- da) ya gelmiştir. Maria İspanyadan er- kek kıyafetinde ve Marie ise çingene “Ancelo ile kaçmıştır. Marie bir at ye- tiştirmiştir. Bu at Epsom yarışlarına iş- tirak ettiriliyor ve yarışı kazanıyor. Klontarf ailesi efradından Kerry de at yetiştirmektedir. Bu münasebetle ta- nışıyorlar ve nihayet saadete kavuşu- yorlar. KAN DAVASI İpek'de göslerilen bu şayanı dikkat film, Silvia Sidney, Henri Fonda ve Fred Mac Murray tarafından çevril- Miştir. Mevzuu şudur: Blue Ridges dağlarında bir şimendi- fer hattı inşası için Jack Hale adında bir mühendis tayin edilmiştir. Seneler- denberi bu mıntakada iki aile mücade- le halindedirler. Ailenin birinin ismi Toliver, diğerinin ise Falin'dir. Bu iki le efradı bir yabancının oraya gelme- sini hiç de hoş bulmuyorlar. Hale tre- nin muayyen bir mahalden geçmesi i- şin iki aileden müsaadeyi müşkülât ile elde etmiştir. Falin'lerden biri David Toliver'i ya- ralıyor. Hale yaralıya yardımda bulu- Buyor. Bu hai kendisinin Toliver aile- sile dost olduğuna delâlet ediyor. Da- vid'in nişanlısı Jeanne'da Hale'e şık oluyor. David iyileşiyor ve Falinlerden inti- kam almağı kuruyor ve Hale'in Jea- mne'u kasabaya Bgötürdüğünü duyuyör ve takiblerine koyuluyor. Hale Jean' Louisville'de bulunan kız kardeşinin 'yanına götürüyor, Bu sırada David ge- liyor ve Hale ile kavgaya tutuşuyor. Genç Falin mühendisi arkadan vuru- yor. İhtiyar Falin bunun üzerine oğlu- nu bir kurşunla yere seriyor. David ö- lüm halinde eve götürülüyor ve ölür- güzel filmleri var Anna Bella ile Henry Fonda «Çingene Prenses> te * Şeyh Ahmed filminden bir sahne ken Jeanne'i Hale'e emanet ediyor. ŞEYH AHMED Sümer'de gösterilen bu filmin baş ro- Tünü Ramon Novaro yapmaktadır. Şeyh Ahmed Nesib asil ve güzel bir gençtir. Büyük bir servete ve fevkali- de cins atlara mealiktir. Amerikalı milyoner Sam Marduk, Büzel kızı - Filip'i kızın hiç - sevmediği Lord Bayigton'la evlendirmek istemek- tedir. Genç kız Lord eğer gelecek yarış- larda atı onun da atını geçerse kendisi. le nişanlanacağını vâdediyor, Çirkin Lardla evlenmekten korkan Filip seçme bir Arab atı todarik etmek düşüncesile ve 'ailesile beraber Tama- red'e hareket ediyor. 'Tamared'e gelen Filip at seçmek için Şeyh Ahmed'in çöldeki karargâhına gitmeğe hazırlanıyor ve bir rehber ara- iyor, Fili tasavvurlarını gazetede okuyan ve onun resmini gören Şeyh Ahmed genç kıza âşık oluyor. Ali Alu- sa adını alan ve tebdili kıyafet eden Şeyh Ahmed kendini Filip'e rehber o- larak tanıtıyor. Neticede sevişiyorlar ve Filip lordu terkediyor. Sylula Sidney «Kan, , davasır filminde A ayol çalışmak da A&yıb mı? Herkes ça - lışıyor.. Ben de ken- dime bir iş arayayım da bir kaç para ka - Zanırım, dedim... ko- un komşudan ileri gelenler yok — değil ya.. Onlara baş vur. dum: — Kuzum, dedim, bana uygun bir iş bulsanız ne olur? Bizim komşu Bay Necatinm elinin er « mediği yer yoktur, O, — Sen daktilo olur musun? Dedi. kızdım: — A ayol Bay Ne- Birdenbire Nimet teyze rady o i keri - T y — E ama, kim din- Â SEZNE AĞ Tyecek?. e —- Bütün dünya... — İlâhi çocuk, sen aklını mi - kaçırdın, cati, sen aklını mı kaçırdın, ben nasıl| çıktım. Radyo dedikleri yerir Beyoğlun. daktila olurum. — Neye? — Neyesi var mı, daktilo demek son moda giyinip kırıta kırıta gezmek değil mi? — Ne münasebet, daktiloluk bir iş, bir meslek. « Ben ne bileydim. Meğer daktiloluk bir meslekmiş.. hani bizim mahalleye taşı - nan bir sıska kiz var ya,, Gülsüm Ha - nımlarda konuşmüuştuk, onun için dak - tilo, demişlerdi. Hani eskiden öyle giyi - nenlere fango derlerdi ya, ben de dakti - Joyu tango gibi bir şey zannetmiştim, Bu sefer sordum: — Daktiloluk nasıl iştir? — Bir makine vardır. Makinenin ba - şina oturursun, tık tık uk yazı yazarsın. — Ne yazısı yazacağım?. sini verirler. — Benim okumam: vardır ama, yazmam yoktur. Pek yazamam. — Sen yazacak değilsin, makine yaza- cak. € — Makine yazacaksa bana ne Jüzum var. — Sen tuşlara dokumacaksın.. — Ay bu yaştan sonra kuşbaz mı ola- cağım? — Ne kuşbazlığı? — Kuşlara dokunacaksin dediniz ya?. — Kuş değil, tuş. — Aah, sah bu işi vapamıyı ka bir iş olsa!.. Orada hiç tanımadığım yakışıklı bay vardı.. bona döndü: — Sizi, dedi, radyoya alsak. Lâfını doğru dürüst anlıyamamıştım. — Ne dediniz; ne dedi: dedim, ben radyo mu alâyım?.. Ah evlâücığım, bizim kamşuların birinde var. Düğmelerini sa- fg, sola çevirince gramofon gibi ses çı - kıyor. Ama beni böyle işlere karıştırma Bir kere düğmeleri çevireyim, demiştir ğa radyonun acağım, baş- bir sanki yüz bi; girmiş gibi vak vak vak sesleri işitildi. «Aman Nimel teyze, elin? buna sürme farfara yezidden beşka bir şey düyamaz olduk» diye bağırdılar.. Nimet teğze yanlış anlamış ölmiya- sın, parazidl domesinler. - Ne bileyim ben, ha parazid, ha farfa- ra yezid; ne farkı var kil Nimet Teyze benim sana bulacağım iş.. büsbütün başka, sen İstanbul radyo - sunda şpikerlik yapacaksın. — Anlamadım, ne ekeceğim — Bir şey ekecek değilein, şpikerlik yapacaksın.. yani sen orada mikröfonun önüne geçecek; şarkı söyliyeceklerin isimlerini sayacaksın, şarkılardan bahse- deceksin.. konferans verileceği zaman konferansın mevzuuna aid bir kaç söz söyliyeceksin! — Aman evlâdım, ben şarkıcıların isim lerini ne bilirim. Hele gönülierine girme- dim ki ne şarkı söyliyeceklerini evvelden tahmin edip, şu şarkıyı söyliyecekler, di- yeyim. Ben Fransayı bile bir kere işit - tim. Konfransanın neresi olduğunu bil - mem. Bütün bunları derleyip, toplayıp becereceğimi biç zannetmiyorum. » — O kadar güç değil, Nimet teyze, se- nin göyliyeceğini daha evvelden sana öğ- retirler, Uzun uzadıya düşünemedim, uzun za- man da boklemedim. Şıp eker olüuverdim. İlk gün çalışmıya gidiyardum. Sabah- leyin erkenden kalktım. Bizim mahalle - |lirdim. İstasyon Sirkecide da olduğunu öğtenmişlim. Galatasara - yan önünde'tramvaydan irdim. İlk rast- | karış büyüyecek m.yim?.. geldiğim dükkâna gitdim. Yanakları bo- bizim evdeki saatin önünde ben — kendi kendime lâf söyledi- ğim zaman — bütün dünya dinliyor mu ki, bu saatin karşısında söylenince dinlesin. — Tabii dinler, he- le siz gimdi oraya ge< — çin.. — Geçtim ne ola- cak? Söylesenize, alın şu kâğıdı. Orada ge- rek bayanın, gerek bayların isimleri ya- zılı. — İsimleri yazılı ise bana ne.. Ben on- ların isimlerini öğreneceğim de sanki bir — İsimleri mikrofonun önüne söyliye- yahı, dudakları böyalı, saçı, kaşı boyalı İceksiniz.. Vakit şeldi. Haydi durmayın.. bir kız.. — Madam ne istlyorsünuz? Dedi, cevab verdim. — Bir kere ben madam değilim, ma - dam sensin, kokona anandır. Ben radyo nerededir. Onu öğrenmek istiyorum. — Yok burada madam, — Madam aramıyorum, radyo arıyo - rum. — Burada çorap var, korsa var, yok radyo.. radyo karşıki dükkân. Oradan çıklım. Karşıki dim.. — Buyurun madam, Hay dilleri tutulsun, beni analarına mı kâna gir - — Sana yazacağın yazının müsvedde « |benzetiyorlardı, neydi? Hep de madam — Ne 0? Durmayın, dedin, - kovuyor musun yoksa.. sen uffetmişsin onu, ben şuracıktan şuracığa gitmem., Ben bunu söylerken orada bulunan ba- yanla yanındaki baylar parmaklarını a - ğızlarına pötürdüler.. Yavaş sesle: — Sus! Dediler.. birdendire kızdım. — Neye susacakmışım, ben sizin eğlen- ceniz miyim? Bugün daha siz mışıl mışıl üyürken calışayım diye buraya geldim. Biri elini ma kapadı. Susmıya mec- bur kalı Gözlüklü, çubuğun üzerindeki saatin karşısına geçti, bir şeyler söyledi. Çalgı- cılar çalgılarını çabraya başladılar.. b - yan da çarkı söyledi. Gözlüklü yanımda diyorlardı — Bun, dedim radyo arıyorum. duruyordu: — Kaç lâmbalı! — Her akşam Surada böyle ahenk © - — Lâmbayı evde söndürdüm. Lâmbay- la işim yok. Ne moödeli*?, — Model filân islemiyorum, evlâd, rad- yoyu arıyorum, radyoyu! Ben oranın şi- pekeri oldum, — Ha istasyonu arıyorsunuz? Ne de lâf a çatmıştırn. — İstasyonu arasaydım, yerini ben bi- Ben, radyo a- rıiyotum. — Stüdya diy Ben üyle bir işte anlarsan anla Nihayet güçbelâ #n'amıştı. Bana bir yer tarif etti. Tarif ettiği yere — gittim. Kaptlar kapalıydı. Ne de tembel şeyler. miş. Kapısında tâ ukşama kadar oturup bekledim. Gönülleri oldu. Akşam ezanın- da kapıyı açtılar, ben de güçbelâ içeri gir- dim. Ben, dedim, buraya şıpeker oldum. ü gözlüklü nurtopu gibi bir deli - MK UZ. | kanlı Artık beraberiz demek. Demesin mı?.. - Birdenbire kaşlarımı çattım.. — Hişt ayol, ben dış eht kadınım, bu nasıl (âf, neye zeninle beraber ola - cak mışım, ben senin nen oluyorum ki?.. — Yok, yani siz de benimle birlikte şipikerlik yapar z da — Ha şunu şöyle söylesene.. — Şimdiden işe taşlıyalım. — Pekâlâ, hele göster işi Ben ya - payım.. pencereyi açıp bağırayım mı? — Ne münasebet.. — Ne münasebeti var mı, ben buraya gelmeden şıp ekerliği öğrendim. Pence- reyi açıp, ey abullular burası İstan - bul radyosu, şimd' dinleyin diye bağırıp çalgıcıların isimlerini söyliyeceğim. —- Öyle değil bayan, hiç pencereden bağrılır mı? Şu m'krofonun karşısına ge. Çin.. — Mikrofon da ne ? — İşte bakın şu:.. — A ayol, masa saatini ne diye, çubu- ğun üzerine koydunuz? Bir konsolunuz, bir masanız yok mu? — O masa saaı! ösğil. — Beni mi kandırıyorsır Biz böyle konuşurken, bir de arkama baktım.. Ne göreyim, tir kadın, yanında da iki erkek duruyorlar. Gözlüklüye sor- düm: — Bunlar da kim? — Bayan, radyoda demiyorum, radyo, | lur mu, yoksa bu ekşam bu benim şere- fime mi? dadim. Hemen işareti verdi: gibi ne söyliyecek olsarr hemen: — Sus: Diyorlardı. zaman BeÇÜ. Erkekli kadınlı bir kalabalık içeri daldı. Onlar galiba benden evvel papa * Her a» ise biraz rayı yemiş olacaklar ki heps! de ayakla- rının uçlarma basa basa — yürüyorlardı. gözlükliye döndüm: — Hişt, dedim, erkekli, kadınlı misa * firler geldi. Kalkıp karşılasana, yer güz- tersene, »- Sus! —Aa, ü yıp derler b me iyilik sağlık, canım a - y vardır. Sen ev sahibi sayılırsın lamak sana düşer.., Gözl olmadı. Ben de kızdım.. kendim ayağa kalktım: — Safa geldiniz, safalar getirdiniz, de- dim, benim için geldiğinizi anladım. Kom şuluk böyle olur. İlk günden safa geldine gelmeli .. Ben burada memurum.. hani © Şıp eker dedikleri memur cirsinden me « mur. Hemen şimdi çıp diye ekeceğim. Gözlüklü aramıza girdi. — Yeni kerimiz. Onları bana gösterdi: — Şehir Tiyatrosu artistleri, radyafo - nik bir piyes şemsiline geldiler. — Neye geldiler neye?.. Piyazla pes « i iler.. Ah evlâdım, sen onu ev- leseydin, ben kendi elimle dol- ma doldururdum. Hiç misafire piyazla pestil ikram edilir mi, doğrusu utandım- Hep birden gülmiye başladı! — Bak gördün mü, şimdi de gülüyor - lar.. tabil gülerler ya., böyle ziyafet öm* rümde görmedim. — Bayan ziyafet değil, biz aktörüz, rad- yoda temsili bitirip gideceğ'z. — Hele daha yeni geldiniz, durun ko - nuşalım.. Ben konuşalım derken anlar, sanki ben orada yol şum, kendilerile konuşmü- yormuşum gıbi o çubük üştündeki saatin karşısında toplandılar.. Gözlüklü anla - şılır anlaşılmaz bir sesle bir şeyler söy « ledi.. Mişafir gelen kadınlardan biri ava- zi çıktığı kadar bağırdı: — Ben vuruldum, beni öldürdüler, al - çak.. Mimtomu kapınca radyo dedikleri o menhus yerden dışarı çıktım ve bir da« ki Lı işe giden reci kızlarıle birlikle yola B y gör üeü iSüdük ha da adımımı atmadım. şarkı — söyliyecek, da çalacı ğ (smet Hulüsi