20 Kasım 1937 Tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 13

Saatlik sayfa görüntüleme limitine ulaştınız. 1 saat bekleyebilir veya abone olup limitinizi yükseltebilirsiniz.

Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

ö gaü İx— İî b' ç hd Ö” kâğıda Saha baktı: ça fum î * îok sevdiğim Viyanalı bir dos- &ti çi a oa"h sizi telgrafla bana tavsiye Üm, — Stüğümüze pek —memnun ol- düzelterek telgrafa bir Daa; dunî e Kendisine teşekkür ederek otur- Eetiı;ilm?i.%ör telefonla bana bir kahve di, elini 3_' emrini verdikten sonra eğil- "’Urarak.gdyet samimi bir tavırla dizime n : : W müx eâ_rdoîı_ dedi, muhterem İstanbul bir eyn Müdürü Hamdi bey dostumuzla Sörüşüyordu Hem%?n; Şüyorduk.. AU 5 | Üzhş Zğea €derim, devam ediniz.. dedim. Si | 'nfarakiıîade ne görüşüldüğünü anlamak Ci l'of « SE et îsor'_!_îamdi beyle büyük bir hür- Yordy: * silis bir fransızca ile konuşu- '*' — : ;"!ı'a vüm . ğtmııye mecburum. ÂAntakya ci- İ Gmya Zincirli hafriyatını İngilizler ) Mecbur Şalışıyorlar. Orada bulunmaya L k:y'netıPm' Maamafih' yarın müzedeki Ki koıeksil olduklarına şüphe etmediğim İ & n Yonlarınızı memnuniyetle görme- I amdğk isterim, fğ #iğ 1 bey, Zincirlide (Hamorabi) ye İ :îîales?f güz_el şehrinizde çok kala- Sim, dedi. İki gün Sonra Suriyeye Üğ; îseğjür_ bulunacağını hiç zannetme- TÜlaya delki o civarlarda daha ziyade E- Sanr Sid asar bulunduğunu söylüyordu. ' hıüZeI;fmeSörden, Viyana imparatorluk İ lulama d akademisile muhabereye vakit ğ k_vıfle özülgm*_'jan dolayı büyük bir neza- meesör'-r diledi ve hemen ayağa kalkir. - N ertesi günü bekliyeceğini söy- Veda etti, beni de selâmlıyarak '7 li,:"*?l'&k Ha Öi . foşğr di beyi kapıya kadar geçiren pro- L | Mi İaîn âya dönünceye kadar ben kendi- 1 na"'lclı âmile toplamıştım. — Profesörün haş Pt eyle ilk defa görüştükleri ve res- ZE.îerIe şt_uk]arı aşikârdı. Profesörün mü- î;ı t îğıkası olduğunu da anlamıştım. İt lisi Soygunculuğile Perapalasta hîçhîr .€T profesörü arasında zihnimde aralî â tesis edemiyordum. ’“üş k profesör tekrar salona dön- tebeasü &şını tavana kaldırıp tatlı bir büna: Mle bir müddet düşündü, Sonra Sh'ğ bil îr_mükâfatınızm derhal verilme- 1yor Ülar & Tz * Üzerine gayri ihtiyari kıpkır- €g P ;'fbessün:ılm'şfm Zira gayet samimi bir ukleı—i aî: Bülümsiyen profesörün göz- Mekşa Tlindan beni dikkatle tetkik et- Ölü..> m;—— DOStd"gunu farketmiştim. Dîör güldü: S ğ .rzu ettitî:[—m.un benden bir talebi var.. gşk bir ng;mz taâkdirde ayrıca sizi. yük- 28 söşr Yösla istihdam edebileceğimi S Te “Memi istiyor. Üç Faîîtkür ederim., bi isleı-ü;ı doğrusu, sizinle açık görüş- < - — uyul'unuZ' leğ, İnağ irsatta tecrübe olunmuşstunuz gln12 hakîînmlşsmız_ Fakat ben mes- da hiçbir malümat sahibi Ülara Sa esore del'hal; nedîlh_ S bi_" iş istemeğe gelmedim! Ofesör tekrar güldü: j dedi. Fakat şimdi bulundu- r €n memnun musunuz? öw, Ma Gki a d & Rizi Sor © öyle tahmin ederim. Mesle- abilir Miyim? e K S p üman, Ya Yır, ; finı -Vazifenizi sormuyorum. Ha- çbir Meslekle mesgul olma- idim.. nbire vüzünde bir SAt . ' bim .fedefsmiz. dedi, muhterem ahba- | nu;ma büyük bir hizmette bülün- || hI bi aşılan dostum tarafından çok | - .-. D a ” YaNŞK Gi L Mf "gg -ij eij â ĞAL bA z Bizansın Defi SON POSTA milyarlar etrafıhdaki gizli harb | Profesör bana 2000 liralık bir çek uiatmıştı. Elimi iç cebime atıp çantamı çıkardım ve sarılı bulunan elması kendisine teslim ettim «Ka'riye camii ctvarında bir evin müahzenini gezeceğiz!» # Son Posta ,, nın sergüzeşt romanı F E va me_mnunîyet parladı. 'Yüzüme bir müddet garib garib baka- rak düşündü. Sonra, pek ağır bir cid- diyetle: — Çok iyi! dedi. Çok iyi! Benim mem- leketinizde bu işlerden anlıyan birine çok ihtiyacım olacaktır. Evvelâ dostumun ricasını halledelim de.. — Buyurunuz.. — Dostumun sizde emanet bir elması varmış. Galiba bulmuşsunuz.. — Evet.. — Bulunmuş bir emaneti sahibine biz- zat getirip feslim etmenize mukabil kü- çük bir mükâfatın ikram edilmesi son derece tabildir. Elmas yanınızda ise şu iki bin liralik küçük çeki size takdim e- âeceğim.. Profesör hazır bir çeki uzatıyordu. Çek, hâmiline tediye edilmek üzere Osmanlı bankasına çekilmişti. Tereddüd etmeden para çantarmnı çıkardım ve bir kâğıd par- çasıma sardığım elması teslim ettim. Pro- fesör teşekkür etti. - Sonra: —- Tarih muallimi bulunuşunuz çok isabet oldu, dedi. Acaba Bizans eserleri- ni hiç etüd ettiniz mi? — Bir zamman şöyle merak ederek göz- den geçirmiştim. — Çok iyi. Tarih âleminin ve bütün dünya müzelerinin meşgul olduğu mü- him bir meseleye hiç temas ettiniz mi? — Ne gibi? — Meselâ, dünya müzelerinde Bizans saraylarından sayılı birkaç eserden baş- ka hiçbir şey olmadığını biliyorsunuz ta- bit.. İstanbulun fethinde, bu kıymetli ve zengin eserler yağma edilmiş olsa, elden ele dolaşarak gene müzelere intikal et- meleri icab etmez miydi? Halbuki ortada Bizans hazinesinin eserlerine aid hiçbir şey bulunmayışı hiç nazarı dikkatinizi celbetmemiş midir? — Vallahi, kat'i bir şey söyliyemem. Çünkü meşgul olmadım, her ne kadar memleketimiz Bizans eserlerile zengin olduğu için pek çoklarını gördümse de.. (Arkası var) Gripinin n faikiyeti Çabuk tesir ederek ağrıları geçirmesine mu- kabil uzviyette hiçbir zarar yapmamasıdır Bu fena ve karışık hava- larda en büyük yardımcı- nızdır. Baş ve romatizma ağrılarınızı geç'rir, nezle ve gripi önler. Kadınların - muayyen zamanlarındaki rahatsızlıklarına da iyi “Gripin » İ ısrarla isteyin LKL G —— | gelir. İcabına göre 24 saatte 3 kaşeye ka ar alabilirs'niz. Bütün bunlara'ra men mide ve böbre leriz ze sıkıntı vermez ve kalbi kat yyen yor.maz. iz! DA Boyu beş karış ya var, ya yoktu. O kadar Hava, soğuk ve yağışlı. Topaneden bin- miş olduğum tramvay, oldukça dolu ol- duğu halde bir kısım safrasını Karaköy- de, diğer kısmını Eminönünde boşalttı. Eminönü meydanı elektriklerle pırıl pı- rıl. fakat tramvayın buhulu camların- dan haricin elektrik ziyası tramvayın içine bulanık, karışık ve mağmum bir ışık şeklinde, adetâ bulut altında kalmış bir güneşin donuk rengi halinde akse- diyor. Tramvay Eminönü durağından kalktı. Hafif bir ses: — Son Posta, Akşam, Son Telgraf... Ses o kadar körpe idi ki, gayri ihtiyari başımı arkaya çevirdim. Karışlasaydım, boyu beş karış ya var, ya yoktu. O ka- dar küçük, o kadar küçücük bir müvez- zi., İlk dikkatimi sırtındaki mintanı, ikin- ci dikkatimi çıplak ayakları celbetti: Minimini omuzlarile hafif kaburgala- rinı örten mintanında - muhtelif bez por- çalarından - bir değil, üç değil, beş de- ğil; bir sürü yama vardı. Bembeyaz yüz- lü, açık sarı saçlı koyu mavi gözlü bir yavru.. Dilenmiyor, çıplak ayağına, yağ- murla yamyaş olan yamalı mintanına rağmen tramvaydan tramvaya atlıyarak ve caddelerin ıslak kaldırımlarında çıplak ayaklarla koşarak, küçücük yaşına bak- mıyarak beş on kuürüş kazanabilmek için koşuyor, durmadan, dinlenmeden koşü- yos. İçim sızlıyor, kendi kendime: — Koş yavrum... diyorum... Hayatta senin nasib ve kaderin de bu imiş.. Ne yaparsın, koş!... Bir an kafamda, beynimin içinde bir heretümerç oluyor. Düşünüyorum: Ben bde bir babayım, benim de bir oğlum var. O, oğlum ki, bu dakikada beni evimde | bekliyor, hattâ sadece bekliyor değil, geç kaldığım zaman üzülüyor bile... Bir an gözümün önüne öldüğüm gün ve onu ta- ikib eden âvlar geliyor. Manzarayı daha tamik edemiyorum. ; a Sirkeciye yaklaşırken tramvayda Şid- detli bir karambul oldu. Öyle bir karam- bül ki, oturmamıza rağmen kendimizi müşkülâtla yüzü koyun yere kapanmak- 'tan koruyabildik. Ne olurdu, tek hepimiz yüz koyun yere kapanaydık ta tramva- yin arka sahanlığında Eminönünden Sir- İkeciyo kadar bir tek gazete satan o küçü- eük yavru, yere düşmeseydi ve dişlerini kanatmasaydı... k | Bu hâd:se, tramvayda üç beş kişinin nazarı dikbatini celb ve merhametini tah- rik etti; ona: | — Bir yerin acıdı mı yavrum?... Diye sordular, | Kat'i bir ifade ile ve dudaklarınım :ki : yanından sızan ince iki kan çizgisine rağ- 'men hattâ güler bir yüzle: i — Hayır.. hayır!.. Dedi. ; | Yüzü o kadar beşuştu, ve acısını o ka- “dar saklamasını biliyordu ki, göstermiş |olduğu bü necabet tramvayın sekiz on Ikişîden ibaret olan yolcularından üçünü alâkadar etti. Ondan gazete aldılar. Hat- tâ bunlar içinden birisi, üstü lime lime bir hamaldı. Emindim ki belki okuması bile yoktu. : Kücüğü yanıma çağırdım: — Gğlum adın ne senin?,, — Mehmed!... diye cevab verdi. Bir an düşündüm ve kendi kendime: Ona gök bile ağladı Yazan: Salâhattin Enis kücük, o kadar küçük bir muvezzi.. ne kadar, ne kadar de çok Mehmeüler var, Mehmed ve Mehmedcik, lisanımızda ne ulvi ve mukaddes bir rümuzdur. Meh- medcik, Mehmedcik âbidesi, Hep bu rümuzun ayrı ayrı ifadeleridir. Küçük Mehmed, parkın önünde tram- vaydan atladı. Tramvay camını sisliyan buharı pardesümün yenile sildim ve ©- nun ıslak kaldırımlârda çıplak ayaklari- le ince senini tekrar işittim: — Soön Posta, Akşam, Son Telgraf!... O zaman gayri ihtiyari tramvayın dur- masından istifade ederek 'ben de tram- vaydan indim. — Mehmed!.. diye kendisini çağırdım; gazete almak istiyen bir müşteri olduğu- mu sanarak insiyaki bir hareketle eiini gazetelerine götürdü. Kendisinden — bir gazete aldım ve sordum: — Mehmed!... Senin kimin var? — Neye sorüyorsun amca?... dedi... — Neye soracağım?.. Merak ettim de,.. Cevab verdi: — Sadece bir anam var. Babam ve ağa- beylerim varmış, fakat onların hepsi öl- müş. Şimdi biz, annemle ikimiz kalmi- şız!.. Ben onu fazla muztarib etmemek için suallerimi fazla tamik etmiyorum; (akal o, gösterdiğim alâkadan mütehassis ula: cak ki sözüne devam ediyor: — İki ağabeyim Balkan harbinde, ikisi de büyük harbde ölmüş; fakat anam, hüâ- İlâ onlar ölmedi, muhakkak bir gün ge- lecekler... diyor. — Ya, baban?.:. — Ben, onu hiç hatırlamıyorum am- ca!.. Ben doğduğumdan birkaç ay sonra ölmüş. — Ne iş yaparmış?... — Küçük bir kâtibmiş... Ölünce bize 300 kuruş maaş bağlamışlar. Onunla yavaş yavaş konuşarak Alem- dar yokuşunu çıkıyoruz. Küçük Mehmed, şehrin kaldırımlarını dolduran bu kadar binlerce insan içinden bir kimsenin kendisile bu kadar vakm- dan alâkadar oluşundan mütehassis vla- cak ki hattâ gazetelerini satmağı, vani ası! vazifesini bile unutmuş, sözlerine devam ediyor. — Bu zamanda 300 kuruşla iki can ge- çinir mi amca?.. diyor.. Sonra anam cok ihtiyar; eskisi gibi çamaşıra, tahtaya gi- demiyor. Ayakları tutuk... Onun için ben çalışıvyorum. — Mektebe gitmiyorsun o halde?... — Ne gezer?.. Mektebe gidersem a- namla ben' kim geçindirir?... Sultanahmed tramvay durağına gelin- ce orada kendini tutamadı. Beni bıraka- rak tramvay bekleme yerine koştu ve in- siyaki bir şekilde bir taraftan tramvaya girmeğe uğraşıyor ve bir taraftan da ince sesile bağırıyordu: —-Son Posta, Akşam, Son Telgraf!... Zannederim ancak bir tek gazete sata- bildi, yahud hiç satamadı. Çünkü tram- vaya girmesile tramvayın kalkmasını müteakip, kendisini tehlikeli bir hare- ketle basamaktan atması bir oldu. Bir an durdu, etrafına bakındı, gelen geçen tramvaylara baktı. Vaktin geç olması hasebile, bir iş yapamıyacağına kanaat getirmiş olacak ki, oradaki bakkallardan birisine uğrıyarak yarım kilo ekmek, biraz zeytin aldı. Sonra yemişçinin ö- nünde uzun bir lâhza durdu. Üzüm küfle« (Lütfen sayfayı çeviriniz) | — An, yarabbim!.. dedim:. Türkiyedel

Bu sayıdan diğer sayfalar: