'M— Bir insan nekadar aç ve SUuUSUuzZ kalabilir? Efsaneler kırk yıl aç yışıyanlırdaa bahsediyorlar, biz ise ancak 74 gün aç kalıp yaşamış olanları bılıyoruz Bir kaç hafta evvel, Amerikada Ten - nesee dağlılarından biri, Yahudadan, <iş'arı ahire değin» bir şey yememeğe dair emir almış olduğunu ilân ederek ©- ruç tutmıya başlamış, görünürde de 51 gün hiç bir şey yememiştir. Yalnız su iç- miştir. 5l inci gün de iddia ettiği ilâhi emri telâkki ettiği için orucu bozmuştur. Bir parça şarap içmiş, ertesi gün de bıl- dırcın suyuna çorba ile karnını doyur - muş, daha ertesi gün de mutat yemek - lerine başlamıştır. Bu adamın aklında zoru var mıdır, yok mudur? Alâkadarlar bunu araştır - mıyorlar. Dağlı dini inanışa kapılarak 51 gün oruç tutmuştur. Bu onun itikadını gösterir. Bununla beraber tarihte daha fazla aç ve susuz duranlar vardır. Sonra her hangi bir medeni insanda ufak bir deneme ile belki dört ay kadar hiç bir şey yemeden yaşıyabilir. Günde üç kap yemek yediğimizi farzediniz. Bunu ya - yaş yavaş günde bire, daha sonra haftada ikiye, sonra da bire indirebilir, böylelikle dört ay hiç bir şey yemeden pekâlâ düu- râbiliriz. Hindistanda gene dini saiklerle 132 gün oruç tutanlara rastgelindiği son ha- berler arasındadır. İrlânda ihtilâlinin en şiddetli zaman « larında iki fedainin, biri 70, öbürü 74 gün hiç bir şey yemiyerek, Dublin ha - pishanesinde açlık grevi yaptıkları, s0- nunda"da öldükleri hafızalarımızda da- ha hâlâ yaşıyor. Buna mukabil açlık gre- vi yapıp ta ölenler serisinde bulunan bir Amerikalı ancak 18 gün aç ve susuz ka- labilmişti. Bununla beraber bu zatın B4 yaşında olduğunu da unutmıyalım. Dini düşüncelerden uzak, sırf ilmi tet- kikatta bulunmak ve insan bünyesindeki biyolojik tesirleri aramak için 60 gün hiç bir şey yemeden duran bir Rus dok- toru da meşhurdur. * Söylenenlere inanılacak olursa, vak - tile Hermolus isminde bir adam, ağzına bir lokma ekmek koymaksızın, sırf (aziz) lerin yardımı ile ve çiçekleri koklıyarak | 40 sene yaşamıştır. 1596 da Eva isminde bir genç kız, yemeği terkederek 16 sene tâm sıhhatte olarak yaşamıştır. 1866 da, «iyi saatlerde olsunlara» ka - rışmış bulunduğu iddia edilen Broklinli bir kadın tam 13 sene ağzını mühürle- miş, sıhhati kıl kadar bile bozulmamış, her sabah papazları, doktorları ve zama- nının meşhurlarını yatakta kabul etmiş. Güya, Broklinli kadın uzun bir hastalık neticesi, uzun müddet yatakta yatmış, biraz iyileşir iyileşmez, kendisine vahi gelmiş, ondan sonra da ağzına bir lokma sokmak imkânı olmamış, * Tıp tarihinde aç yaşamayı tercih eden bir çok genç kızlardan bahisler vardır. Bunlarda da umumiyetle isteri ârazı gö- rünür. Âyni zamanda, âarada sırada da kaçamak öteberi yiyen bu nevi İnsanlar sıkı bir müşahede altına alındılar mıydı, foyaları pek çabuk meydana çıkar. 2 se-, ne aç, susuz kaldığını iddia eden bir kı- zı müşahede altına alan doktor, ilk 13 günlük denemede muzaffer çıkan genç Profesyonel açlık şampiyonlarından biri cam kafesinde Buna, 9 günden fazla dayanamıyan genç kız sonunda, aç durma devrelerinde ara- sıra yemek yediğini itiraf etmiştir. Oruç tutanların meşhurlarından biri de, silâhsız mücadelede bulunmak, ve yahut her hangi bir vaziyeti protesto et- mek için oruç tutan Gandidir. Gandi işi- ni bilen takımındandır. (Oruc) u üç haf- tayı asla geçmez. 1911 de İllinvisli 101 yaşlarında bir A- merikalı tamam 65 gün oruç tutarak u- mumi efkârın hayret nazarlarını üzerine toplamıştı. Bazılarımın iddiasınca yaşlı- larla şişmanlar açlığa daha mukavim - dirler, Bir altın madeninin çökmesile 10 gün altında kalan üç ameleden en yaşlı- ve şişmanımsı kurtulmuş olması, diğer ikisinin de ölmüş bulunması bu iddiaya kuvvetli bir delil olarak telâkki edilmek- tedir. * Profesyonel aç durucularıa, yani ken- dilerini camdan kafeslere kapatarak para , Mmukabilinde halka teşhir ettirenlerin piri Merlatti isminde bir İtalyandır. Merlatti, 50 gün hiç bir şey yemeden, içmeden, ka- $este kalmıştı. Merlattiden sonra Jak is- minde birisi, ilk önce 30, sonra 42, daha sonra da 50 gün aç, susuz kalmıştı. Fakat kıza ikinci bir müşahede teklif etıiıiş]er. ( Devamı 7 inci :ayfada) GÖNÜL İSLERİ C Okuyucularıma Cevaplarım — «Ben Anadolunun bir köyünde doğdum, tahsilimi İstanbulda yapıyo- rum.» Cümlesi ile başlıyan bir mektup aldım, imzası evvelâ atılmış, sonra si- linmiş, okunmaz bir hale getirilmiş.. Bu okuyucumu yürüdüğü yolda tenvir edemiyeceğim. Verdiği malü - mat bir fikir edinmekliğime kâfi de- ğildir. Kendisinden daha sarih olma- sını, bilhassa maddi vaziyeti üzerinde tafsilât vermesini isterim. * Ankarada Bayan «G. A.» ya: Sevgi sevilenin üzerinde taksim ka- meliyim. bul etmez, mutlak bir malikiyeti ister, TEYZE ö 4 miyeceğini gördüğü zaman mahiyeti değişir, sevmek ile nefret etmek ara- sında kelimelerin zannettirdiği kadar büyük bir mesafe yoktur.. Seviyorum, diyorsunuz, kabul ediyorum, fakat bunu söyliyen kalbiniz değil, asabı - nızdır. İsterseniz biraz bekliyelim. A- radan meselâ bir ay geçsin, o zaman konuşalım, — hislerinizin — geçireceği buhranın sükünla biteceğinde hiç şüphe yok. zin, kendinizin, sevdiğinizin içtima? ve maddi vaziyetlerinizle, yaşlarını bil- emreder. Bu malikiyetin tesis edile - * Kayseride Bay «E.» ye: Cevâp verebilmekliğim için aileni - | doğrusunu öğrenme- L SON POSTA (i Z A H Gazeteciler on beş gün evvel Yeşilköy- den tayyareye binip bir uçuş yaptılar. Gazetelerde buna ait bir takım — yazılar çıktı. Fakat bu yazı - ların hiç biri hakika- te uygun değildi. O gün ben de Yeşilköy- de bulundum ve bu uçuşu bütün tefer « Tüatile not ettim. O- kuyucularımın — işin leri için notlarımı aynen gazeteye ya - tıyorum. Yeşilköy tayyare meydanı gazeteciler- le dolu idi. Tayyare hazırdı. Fakat hiç bir gazeteci tayyareye binmek cesaretini gösteremiyordu. Nihayet — gazetecileri isimlerile birer birer çağırmak ve tayya- reye yerleştirmek icap etti. Bu işi gene gazetecilerden birine havale etmeyi dü- şündüler.. Gazetecilerin sesi tonları üzerinde u- fak bir mukayese yapıldı ve iki kişinin sesleri muvafık bulundu. Bunlardan bi- ri Esat Mahmut Karakurttu. Diğeri de Nizameddin Nazif Karadavut. Fakat E- sat Mahmut Karakurt soy adının Kara- kürt olarak telâffuz edilmiş olmasından hiddetlenip geri çekilince iş Nizamed - din Nazife kaldı. Nizam bağırdı: — Heyyy beni dinleyin, hepinizin bi - rer birer adlarını okuyacağım. Buraya geleceksiniz. Tayyareye — bimeceksiniz. Şimdi çağırıyorum: Refik Ahmet Seven- gil! — Buradayım.. — Gelsene.. — Gelemiyorum. — Neden? — Korkuyorum. — Benden mi? Korkma, Karadavudun kılıcı yanımda değil! — Tayyareden korkuyorum. Hani bir havalanıverirse sonra gök yüzünde bizi kartallar yiyiverir, gelmem.. — Bu kartaldan büyük kartal, bunu yiyemez. — Hadi oradan, sen ne bilirsin, benim büyük annem masalda anlatmıştı. Kar - tal daha büyükmüş. Ondan da büyük Zümrütü Anka kuşu var. — Öyleyse dön geri İstanbula, — Döneyim amma, yarın — gazeteye tayyareye bindim diye yazacağım. — Ne istersen yaz. Refik Ahmet koşa koşa sahadan ayrı- lır. Nizam çağırır. — Vâ-Nü namı diğer Veli Nuri. — Geliyorum efendim. Yalnız müsaa- de ederseniz ben bu tayyarenin kanadı- na oturacağım.. — Olmaz düşersin.. — Düşmem, ben hep oraya oturur - dum. Hem benim Ünyede hususi tay - yarelerim vardı. — At atabildiğin kadar, Ünyede seni görmedik ya! — Görseydiniz, ben Ünyede bir tane idim, Bir çiftliğim vardı. Eşi olmazdı. Toprağı öyle mümbitti ki Moris dö Kob- ranın romanlarını ekerdim. Yerine top- raktan türkçe romanlar çıkardı. — Pekâlâ kanada otur, düşersen dö düş, bana ne? Muhiddin Apak — Bir kanada da ben oturayım mı? — Olmaz, müvazene bozulur. Vâ-Nü ile ayni boyda, ayni ağırlıkta biri olmalı. Naci Sadullah, sen de öbür kanada ge - çeceksin? Naci — Ben kanat sevmem, göğüs ta - rafından olursa ne âlâ! — Burası tavukçu dükkânı değil, tay- yare meydanı. Naci — Ben ondan da anlarım. Tayya- Te oyununu bile gördüm. Cim Londos yaptı. — Fazla lâfa lüzum yok, sen kanada bineceksin. Naci de öbür kanada geçer. — Abidin Daver, — Geliyorum, Abidin Daver: «Yavuz geliyor Yavuz denizi yara Gazetecılerın havalanması Yazan : İsmet Hulüsi Be kadar uçtull* l radan kendimi £ şütle yere 11'1'"k demişsindir. Karakurt — den biliyorsır_nşq | nımızda mı idin” | Hikmet — Y": nızda değildim — ma, seni bili Nizam — şwâ olacak? ; Karakurt — mün eri oldu&” isbat için tayyâft y) yüz bin metrey* ” , seldiğimiz zamaf İ raşütle atlıya | Şarkısını söyliyerek yürür. Abidin Daver — Kaptın mevkiine ben geçeceğim. — Bu gemi değıld.ir kaptan mevkii yoktür. — Öyleyse ben de yokum. Ben kaptanı olmıyan otomobile, ara - baya, hattâ kaptanı olmıyan bisiklete bi- le binmem. — Öyleyse vaz geçelim, başka birisi Turhan Tan: Turhan Tan yavaş yavaş yürür. — Bir kere bu tayyareyi muayene e- deyim. Kanatları hâlis kartal kanadı mı, |Evliya Çelebi Seyahatnamesinde heza - rı fen Mehmet Çelebinin yaptığı tayyare misillü ise hay hay. Eğer başka türlü ise benden paso! Yusuf Ziya — Benden de paso, demek bizim tramvay pasoları burada da ge - çiyor ne âlâ şey! Turhan — Öyle paso değil, yani pas! Bürhan Cahit — Rest. Selâmi İzzet — Restini gördüm, kaç kâğıt? Felek Bürhan — Tayyareye mi bine - ceğiz, yoksa poker mi oynıyâcağız. Hikmet Feridun — Ben poker bilmem, tayyareye binmeyi bilirim zannediyo - rum. Çünkü çocukken çok uçurma uçur- muştum. Her ikisi müsavi değil mi? Suat Derviş — Efendim bahsi uzat - mayın da tayyareye binelim bir an evvel şu İstanbulu kuşbakışı bir seyredelim. Hem yanıma üç metre kumaş aldım. — O ne olacak? — Eğer Tahranın üzerinden uçacak ©- lursak kız kardeşime mendil yerine onu sallıyacağım. Küçük mendil görünmez jamma üç arşın kumaş görünür. Ziya Şakir — Ne iyi düşünmüş, keşki ben de ayni şeyi yapsaydım. Felek — Senin de kız kardeşin var mı? Ziya Şakir — Yok amma tarihi kah - ramanlarım var, Onlara mendil sallar - dım. sozaur, sağ mı? Ziya Şakir — Sağ değiller, fakat bir a- ralık tayyareyi yerin altından geçirir - dik. Nizam — Fazla söze lüzum yok. Tay- yareye binecek misiniz, bınunyeeek mi- siniz? Peyami Safa — Demindenberi sıramı bekliyorum. Tabif bineceğiz. Nizam — Öyleyse buyur.. Peyami — Yalnız ben birinci mevkide seyahat etmek isterim. Nizam — Bunun ikincisi birincisi yok! Peyami — Nasıl olur, sınıf farkı gözet- mek elzemdir. Ben Pariste iken vagonli- de seyahat ederdim. Vagonlide birinci mevki, ikinci mevki, üçüncü mevki, dör- düncü mevki, beşinci mevki, altıncı mev- ki, yedinci mevki, sekizinci mevki, do - kuzuncu mevki, onuncu mevki... ilh ilh mevkiler vardır. Her mevkiin adamını fiziyolojik — ve sosyölojik bakımlardan tefrik ederler. | Antiijjienist bir görüşe göre bu tefrik sistemi yirmineij asrın medeniyet şahi - kasına ilâve edilmiş bir Monblân sayıla- bilir. Esat Mahmut Karakurt lim lâfı, tayyareye. — Ey sen kaçmıştın. Şimdi nereden — Haydi kese- -| çıktın. Karakurt — Öyle amma en sonuncu- dan yirmi dört evvelki sevgilime tesa - düf ettim. Olanı biteni anlattım. Hikmet Feridun — Muhakkak tay - Felek — Senin tarihf kahramanların | o sabık Bev8” , bahçesine ıneoeıi’ Etem İzzet — Benim bildiğim tâ)- | yüz bin metreye yükselmez. N 7 Karakurt — Yükselmez mi? YÜZ 4 metre de bir şey mi? Olsun olsun * boyun kadar olsun. 3 Suat Derviş — Ne dedin ne, birağ " | ha küçült, benim boyum kadar oli“”'dj Karakurt — O da olabilir. Beniti çüm böyledir. Ben aşk işlerinde ge y ölçüyle hareket ederim. Bir kadınâ yüz bin kilo seviyorum, dersem On“ akide şekeri ağırlığında sevı_',rı:n'ı.u'—lîl mektir. Fazla lâf yok, haydi"tay Hep birden tayyareye hücum Tayyare hareket eder. Cahit Uçukı Deryişe. — Yüzüme baksana.. Suat — Ne var? Cahit Uçuk — Rengim uçuk mu? Suat — Korktun mu? . — Korkmadım amma, rengim u'ı'“t* lursa daha iyi, adıma uygun bir sahip olacağım. Hikmet Feridun — Çocuklar B& havuzuna bakın, içinde kâğıttan g€T yüzdürüyorlar. Vallahi billâhi şu * , reden ineyim, ben de doğru Bey&z'ıdil $ decek, havuzda bir gemi yüzdürec*? , Ziya Şakir — Orası Beyazıt H? değil, Yıldızın meşhur havuzu; di hamit o havuzda tavus kuşlarını $ Yusuf Ziya — Tavus kuşu yüzef ,. Ziya Şakir — Benim kadar bilecek y siniz? Yüzer, hem öyle yüzer Bi V balık gibi saatlerce suyun al tiği de olur. Hem bunu size vîd-h bat ederim. Orhan Seyfi — Nasıl vesika. * ben bu bahse temas etmiş ta “ nın nasıl yüzdüklerini uzun uzadıyâ 4 mıştım. > Orhan Seyfi — Vesika bu mu: Ziya Şakir — Bundan daha | vesika mı olur. — d ef Orhan Seyfi — Dervişin keramt dinden menkul. ) Suat Derviş — diniz? Orhan Seyfi — Hayır! dG" z yA Suat Derviş — Derviş dediniz ”g! Etem İzzet — (Aşağı bakar): Beyazıt havuzu ne kadar büyw ; diyoruz, gidiyoruz, sonu gelm'yorwı" Faik Sabri — (aşağı bakar) ? | havuzu değil! Peyami — Sen de şimdi Kâğıl resi olduğunu mu iddia er.'n*a*c*!k"'*'lıı Ba & —— Ö7e 5 Düi “ede n AĞA Z ö “eönü Ü e d ll GD a Bana bir şey mi söy * Abidin Daver — Mükemmel Ö. zarım. amma Meşhedi nerede? Torik M , Suat Derviş — Tuz, biber Annem yemeği tuzsuz Ai FN yuluyor: — Yazık oldu, halbuki bi — Böyle daha iyi. Mat yara» _*â! İ ' ' yareye bindim.. Yüz bin metre yüksekli- M TA L a W e Bi Faik Sabri — Ne münaseb? «Bahrimuhiti Atlasiyi tayy ğğ,.ıi" oldu? Onlar da yammızda M aklıma geldi. Evde ocağa Y akşama evde beni dövecek. ',j gu — Burası, Marmara denizi- çe gidiyoruz zannetmiştik. (Devamı 10 ımcu Hapir muhiti AÂtlasi. geçtim?» diye uzun bir hatırâ Ercümend Ekrem — Ben d€ oü'pi İ ' ki bu seyahat yazısının tuzu b muştum. Tuzunu at.may_ı u““”î;' Bu sırada tayyare pilotunu? — A Marmara imiş. Mefik’ — Pilotün dediğini düyb;::; J&?