b | S K SF0 7 CA CC 2 e CP ĞNÜ P gp e D SN AF SNÇN 5 S S € Sayfa SON POSTA Temmuz 4 Ankara mekhtupları: “Bahçıvan mektebi,, nde istifadeli bir saat.. Bu mektep, memleketin ve baş şehrin büyük bir ihtiyacını karşılayacak değerli elemanlar yetiştirecektir Ankara: 1 Temmuz Bunaltıcı sıcaklar başladı. Fakat An- karanın serin gecelerine de doyum - ol- muyor -.. Dün Meclisin önünden istasyo- na uzanan akasyalı geniş caddeyi takib ederek Hipodromun içinde ve bir köşe- de kurulan bahçıvan mektebini ziyarete gittim. 'Tek katlı, zarif bir Ankara villâsını andıran mektebin koridorunda karşılaş- tığım sempatik yüzlü bir gence, müesse- se direktörünün nerede bulunacağını sordurm. — Burada ve benim! Değâi. Bir lise talebesi kadar genç gö- rünen direktörle müessesenin diğer kı- sımlarını gezmek için bahçeye çıklık. Paraşüt kulesinden Hipodrom tribünle- rine kadar uzanan bahçe, henüz bozkır halinde... Ganç direktör: — Fakat, diyor, burasını, bir yıl sonra gördüğünüz zaman şaşacaksınız. Bu bom- boş saha, dünyada bulunan bütün ne- batları kucağında toplayacak. Bir yıl içinde, burası, Türkiyede eşi olmayan moödera bir botanik bahçeye kavuşa- caktır. Bahçede kazma ve küreklerle çalışan talebeler, geniş bir yol yapıyorlar. Onları bıraz seyrettikten sonra, came- kânların bulunduğu tarafa doğru yürü- yoruz. — Tam bir botanik bahçe elde edebil- mek için camekânlara çok ihtiyaç var- dır. Dışarıda yetişmiyenleri camekân al- tında, kalorifer vasıtası ile" yaşatacağını, ayni zamanda, nebatların ne şekilde üre- tddiğini öğretmek için de, camekânlara muhtacız. Çelik, aşı, daldırma nasıl ya- pılır; bu dersler, camekânda, çok gürel gösterilir... Sınıfların bulunduğu binaya gelmiş- tik. Burası da, idarf işlere ayrılan ilk kı- gım gibi tek katlı ve küçük bir bina. İki sınıfı, bir yemekhanesi ve bir mut- fağı var Bu yıl mektebe 30 talebe alın- mış. Seneye, talebe mikdarı 50 ye çıkarı- Jacak ve icab ederse bir paviyon daha Hâve edilecekmiş. Direktör Mehmed Ali Uluçam diyor ki: — Bilhassa, tatbikata fazla ehemmiyet werilecek.! Çocukları, ziraatin ve bahçe- eiliğin hermen her şubesinde çalışabile- cek bir halc getireceğiz. Bağcılık, hay- vancılık sütçülük, meyvacılık, modern bahçe dekorasyonu, büket tanzimi, bah- çede ve salonda ne gibi çiçeklerin nazıl yetiştirileceği hakkında, tam bilgi veri- lecektir. Çocuklar, husust kamyonumuz- la civar köyleri gezecekler, bu suretle, Ankara nebetlarını tanıyacaklardır. Tah- sil müddeti iki senedir. Bir yıl da, staj devresi vardır, Henüz eşyasızlıktan çıplak bir halde bulunan direktör odasında, şuradan bu- radan tedarik edilmiş sandalyalarda otu- tuyoruz. Mektebin üç öğretmeni, direk- tör ve ben, Ankara bahçelör müdürü Rı- za Uluçamı dinliyoruz: — Bu küçücük müessese, modern zi- raatin tekemmülü için çalışacaktır. Bili- yorsunuz ki, mühim bir memleket dava- sına, henüz el attık: Köy kalkınması... Köyü yükseltecek elemanlardan en bi- rincisi Köy muallimidir. Halbuki, henüz, köylerimizin dörtte üçünde muallim yoktur. Kültür Bakanı Bay Saffet Arı- kan, bu yokluğu telâfi için eğitmenler kursları açtı ve güzel neticeler elde etti. B. Saffet Arıkan, olgun bir köycüdür. Bizim fikrimizi beğenirler ise, köylüye, İki yoldan ve kısa bir zamanda muallim yetiştirmiş olacağız. Hemen her vilâyet- te birer bahçıvan mektebi açılmalı, bu- raya yalmız köy çocukları alınmalıdır. Bir vilâyette yüz köy varsa, her köyden birer çocuk getirmeli. Bu çocuklar, iki yıl içinde modern ziraat hakkında tam fikir edinecekleri gibi, bir kö ziraat- te ne gibi vasıtalar ve şeraitle ilerliye- ceğini de kavrayacaklardır. Bu suretle bunlar memleket ziraatinin birer mani- velâsı olabileceklerdir. Rıza Uluçam, limonatasını sonra devam etti: — Bize, nazari bilgili köylüden ziyade ameli köylü lâzım. Muallim mektebi va- sıtası ile istediğimiz köylüyü elde ede- meyiz. Çünkü, vaziyet malüm. Köy ço- cukları, ancak 4-5 ay mektepte kalabili- yorlar. Diğer zamanlarını tarlalarında, tâ Etiler zamanından kalma vasıtalarla çağışmak suretile geçiriyorlar. Köylüye okuma zevkini aşılamak için gidilecek yal, ziraat yoludur. Buradan çıkacak gençler, kış günü köylüye okuma öğretecek, yazın da tarla başında, raoderm ziraati gösterecektir. Bilhassa, bu yollardan yürümek suretile, muhakkak ki müsbet neticeler elde ede- ceğizi Macar ve Bulgar köylüsü, bu şekilde yükselmiştir. Oralarda, hâlâ, küçük zi- raat mektepleri vardır. Fikrimizce, şehir çocuğu, bir köy çocuğu kadar köyde mu- veffak olamaz. Çünkü, köy çocuğu, ta- biati sevmiştir ve tabiatin dilinden ça- buük anlar. Bakın, talebelerimiz yirmi gün içihde bütün ağaçları, Ankara ne- batlarımı tanıdılar ve şimdiden aşıyı, ü- dan yetiştirmeyi öğrendiler. Meğer, köy- lâümüzde, tahminimizden fazla kavrayış ve anlayış kabiliyeti varmış... Kısa bir süküttan sonra sözüne devam ediyor: —— Bu suretle yetişen köy öğretmenle- rtine maaş lâzım değildir. Bunlara 10 lira verilir ise kâfidir. Kendi tarlalarını da, köylü emece suretile ekebilir. Muhterem Kültür Bakanı fikrimizi beğenirler ise, bu yoldan gidilmek şartı ile köy dava- mızda yüzde yüz muvaffak olmuş sayı- içtikten Okuyucularıma Cevaplarım Ankarada Bay E E ye: Bir erkeğin bir kıza aşkını ilân et Mmesi için ancak dört vasıta vardır: 1 — Mektup yazar, Bu ancak mektep sıralarında müra- enat edilen bir usuldür, bu usule mü- racaat edenin ekseriyetle belâhetine hükmedilir. * *2 — Bilvasıta haber yollar. Bu, kızın da, erkeğin de ayni dere- cede dostu olan emin bir üçüncü şah- sın bulunması imkânsızlığından dolayı tatbik edilmesi zor bir usuldür. Esasen müracaat eden adamı da beceriksiz gösterir 3 — Kıza baygın nazarla bakar, Bu da, yapanı gülünç mevkie sokan * bir usuldür, netice de vermez, 4 — Kıza bizzat müracaat eder. En kestirme yoldur.. Ekseriyetle müsbet netice verir, aldığı netice men- GÖNÜL İŞLERİ! fi de olsa bayanı küçük düşürmez. Maheubiyetiniz mânimiş, kıza veya ailesine müracakt edemezmişsiniz, ça- resiz ilk Üç usulün neticeleri ile kar- şılaşacaksınız. * Unutmadan kâydedeyim: Bir de be- şinci usul vardır ki, yekdiğerinden az çok farkla binbir çeşitte tatbik edilir, bu usulü ancsk samimi âşık olanlar bilirler ve kendiliklerinden keşfeder- ler. * Ankarada Bayan 8. Ç. Y. ye: Hukuk Fakültesinden Bay R. yı se- viyorsunuz, aşkınızı ona bildirmek iİs- tiyorsunu, benden fikir soruyorsunuz, fena değil. Eğer erkek olsaydınız, size yukarıki satırları okuyunuz derdim. Kızsınız, söyliyeceğim tek cümleden ibaret kalacak: Erkeğe aşkınızı ilân et- miye kalkışırsanız onu kendinizden e- bediyen uzaklaştırmış olursunuz. TEYZE (ADİSELER ARŞISINDA Tifosuz tarafından bir su Önümde bir gazete var.. bu, evvelki günkü Son Posta! Birinci sayfada çift sü- tuna dizilmiş bir yazının başlığını oku- yorum: «Sıhhat Vekâletinin tifoya karşı aldığı yeni tedbirler.> İkinci sayfayı açıyorum.. Sözün Kısası sütununda Ercümend Ekremin: «Terkosa tarziye> başlıklı yazısı, yazıdan bir iki satır okuyayım.. - diyorum. Bir iki satır derken sonuna kadar okumuşum.. mevzu, gene tifo, Sayfayı ceviriyorum.. «Sabahtan Saba- ha» yazan: Bürhan Cahit <Menfi — ted- birler» yazısına «Tifo vars cümlesile baş- Tamış. Şimdi Gdördüncü sayfadayım, birinci sayfadaki <Sıhhet Vekületinin tifoya kar- şı aldığı yeni tedbirler» başlıklı yazının ikj sütunluk mabâdı orada.. Bir sayfa daha çeviriyorum. Sayfanın tam ortasında yani bu sütunda benim ya- zım.. tifodan bahsediyorum. Yazı kâfi değilmiş gibi üstelik bir de eli tırpanlı is- kelet resmi, yani tifonun sembolü ilüve edilmiş Aklıma bir hikâye geliyor: Adamın birini yemeğe davet etmişler. Masaya oturulmuş. İlk yemek patlıcanlı çorba imiş, arkadan patlıcanlı kebab gel- miş daha arkadan imam bayıldı, daha ar- kadan patlıcan dolması. Adam uşağı ça- Burmiş: — Bana, demiş, patlicansız tarafından bir su getir! Ben de anun gibi: — Tifosuz tarafından bir haber, bir me, bir ses yok mu? Diyorum; sokaktan geçen, bardağı be- linde destis? elinde sucunun sesi yük- seliyor: « — Haniya, Kıirkçeşmeden içen! İMSET lacağız Çekirdekten yetişme, modern ziraat öğrenmiş bir köy çocuğunun, kö- yünde ne büyük faydalar temin edeceği- ni, iki yıl sonra herkese göstereceğiz. Ay- ni zamanda bize, bilhassa bahçe ustaları Tâzımdır. Bu işiş şimdiye kadar bahçeden anlamıyan elemanlar yapıyordu. Hele bahçeli Ankarada, hemen her ev, yetiş- tireceğimiz çocukları kapışacaktır. — Ne gibi dersler gösteriyorsunuz?.. — Buraya ilk mektep mezunlarını alı- yoruz. Daha fazla tatbikt ziraat dersleri göstereceğiz. Kültür Bakanlığı, fikrimi- zi kabul ederse, tarih, coğrafya, yurtbil- Bisi gibi derslere de yer verilebilecektir. Kalkarken, genç direktör, duvar dibin- de duran bir fidanı gösterdi: — Olimpiyat birincisi Yaşara verilen fidan, işte... Çıkıyordum. Direktör Mehmed Ali U- Tuçam: — Bir de, fidanlığımızı görmek iste- mez misiniz; dedi. Mehmed Ali Uluçamın idare ettiği kamyonla, Hipodrom sahasında, Akköp- TÜ yolu boyunca, uzanan fidanlığa geldik. — Burası da, bir yıl evvel bozkır ha- Bnde idi. Ve şiimdi Adeta bir orman haline gel- miş olan fidanlığı görünce, Insan hayrete düşüyor... — Zaten, yeşil Ankara birkaç yıl evvel ağaçsız, kupkuru bir bozkır değil miydi?.. Bir zamanlar, Ankarada, tek bir ağa- cn yetişmiyeceğini iddia edenler pek çoktu. Ankaraya şimdi görsünler!... Ankaralı Pastahaneler ve şekerciler kontrol edilecek Şeker, şekerleme, helva, pasta ve emsali yapan müesseseler hakkında ya pılan talimatnamedeki mühlet 30 ha - ziranda bitmiştir. Bir Temmuzdan iti- baren bu gibi imalâthanelerin talimat- namede icap eden tadilâtı yapmış ol - maları icap etmektedir. Belediye şu - belerine dün verilen emirde pazartesi günü bu müesseselerin kontrolüne baş- lanması bildirilmiştir. Pazartesi günü başlıyacak kontrol esnasında talimatnameye göre hiç bir tadilât yapmamış olan müesseseler der hal seddedilecektir. 'Türk Evinin en şerefli an'anesi kilerdir. Kavanoz, kavanoz reçelle- ri, şişe, şişe şurupları - olmuyan bir ı;mıuhhyuvıhluuü. Bu güzel an'anemizi yaşatalım, Amerikalı bir milyonerin geçirdiği feci macera “Haydut Karım âşığı ile önümde öp .. .. üşüyordu,, Meflüctu, serveti karısı tarafından hile yolu ile elinclen alınmış, üstelik denize atılmak üzere bir vapura bindiril« mişti. Oradan kaçtı. Şimdi mahkemede hesap soruyor Nevyorklu Mister Lewis, mülkleri, bir çok şirketlerdeki hisseleri ve sayısını 'Tanrı bilir nakid parasile dünyanın en büyük zenginlerinden biridir. Paranın mutlaka saadet doğurmayacağını bir ke- re daha isbat eden canlı bir deli dfye gös- terilebilecek olan Mister Lewis, bütün hayatında mes'ud olamamıştır. İlk karı» sından ayrılmıştır. Çok sevdiği çocuğu ölmüştür. 1919 da düçar olduğu felç has- talığı ile sağ tarafı hiç tutmamakta ve kendisi de güçlükle koruşabilmektedir. Ağrıların şiddetini bir an için teskin edebilmek Üzere, kendisini içkiye veren Lewis, yavaş yavaş alkolik te olmuştur ve âdeta şaribülleyli vennehardır. 1919 da, bir berber dükkânının mani- kürcüsü diye tanıdığı bir genç kızı, şim- di de büyük, yetişmiş, olgunlaşmamış bir kadın olarak gören Lewis'e, bu tesadüf eksir tesirini yapmıştır. Hastalığı âdeta geçmiş, kendisi de canlanmıştır. Bu mu- cizeden büsbütün mütehassis olan Lewis 1930 senesinde bu fettan kadınla evlen- miştir. Kadının mazisi © kadar pürüzsüz de- Madam Lewis ğildir. O da, evlenmiş, boşanmış, bir ço- cuğu vardır. Lâkin, bu yeni evlilerin sa- adeti bu pürüzü görmiyecek, hatırlıya- mıyacak kadar geniştir. Onun için iki sevydalı, milyonerin büyük yatile uzun ,bir balayı seyahati yapmışlardır. O zamandanberi yodi sene geçmiştir. Şimdi 6 dünyanın en mes'ud adamıyım diyen milyoner Nevyork mahkemelerine müracaat ederek «kepazelikte emsali ol- mıyan karısı aleyhinde emniyeti sulis- timal, bedeni nakiselerinden dolayı mu- kabele edemediğinden tahkir» iddiasile dava açmıştır. Zavallı adam karısından çektiklerini şöyle anlatmıştır: — Bir sabah karım, mutadıi veçhile, bana sormadan ve nereye gittiğini söyle- meden evden çıkıp gitti. Âlil vücudumla arkasından koşarak takib edemiyeceği- mi bildiğimden, bütün derdimi içime a- kıtarak olduğum yerde kaldım ve içme- ğe başladım. O kadar çok içmişim ki ken- dime geldiğim zaman, bir hastanede bu- lunduğumu anladım. Meğerse içkiden zehirlenmişim. Karım bu âlil vaziyetim- den istifade ederek, bir arkadaşile el bir- liği yaptı ve bütün emlâkimi, hisse se- nedlerimi, paramı elimden almaya kal- kıştı ve gene bir gün hiç reyimi almadan beni bir otomobile zorla bindirerek, meç- hul bir semte doğru götürdü. Nereye git- tiğimi bilmiyordum. Nihayet bir yöre geldik. Buranın bir sanatoryom olduğu- nu anladım. Beni burada bir odaya ka- padılar ve dışarıya da yalnız çıkmama izin vermediler, Burası bir timarhane tendim. Mister Lewis idi. İki gardiyan gölgem gibi yanımdan ayrılmıyordu. Yezid, hınzır karı (beni neye buraya kapadınız, ne istiyorsunuz) diye bağıtı dim, çağırdım. Hastalıktan konuşamı» yordum. Derdimi güçlükle anlatıyor, kes lümeleri bir araya geliremiyorum. Bu vak: ziyetten de istifade eden karım olacak aşifte, söylediklerimi duymamış, anla« mamış gibi davranıyordu. Beni buraya hapseden karımm, suç or« tağile birlik olup, neyim var, neyim yok«. sa, el çabüklüğile, alabilmek için plânlan kurduğunu anlamış bulunuyordum. Bu« nun için de kanun yolundan gitmekten başka çare olmadığını pek iyi kestiren mel'un kadın, bir gün odama gelerek, icab eden kâğıtları imzalamamı, aksi tak- dirde, ölüncoye kadar beni timarhanede hapsedeceğini tehdiclerle söyledi. Kâğıt. lardan biri, bankalardan birine yazılmış olan ve nezdlerinde bulunan 60 bin lira- hk hisse senedinin satılıp parasının ka- rıma verilmesine dair bir emirdi. İlkönce ayak diredim, imzalamadım. Beni hastanede ömrün sonuna kadar bi« rakacağını, üstelik te ayrılacağını söy- ledi. Daha başka şeylerle korkuttu. Yile dim. Ve bu mektubu imzaladım. Gene bir gün, o suç ortağile hücereme Gene bir gün, o suç ortağile höcreme ile bir de vekâletname imzalatmaya kal- kıştı ve (eğer bunu imzalarsan, on günde geni buradan çıkârırım. Aksi takdirde sen 'bilirsin) diye beni tehdid etti, kore kuttu. Onun tesiri, nüfuzu altında idim, Ondan, ölümden korkar gibi korkuyors dum. Hele bu karanlık, iç sıkan sanatore yomda ömrümün sanuna kadar kalmak, beni büsbütün çileden çıkarmıştı. Bu se- fer de yıldım, vekâletnameyi de, vasiyet. nameyi de imzalamayı kabul ettim, Böye lelikle bütün varım yoğum karıma geç. miş oluyor. zavallı kızım ise eli böğrün« de kalıyardu. Kızımla da temasa geçen büyücü kas rım, onu da aldatmış ve hastalandığımı, sanatorvyomda yatlığımı, çok iyi bakıldıe ğımı söylemişti. Ve yaptığı bütün melâ« netleri ondan saklamış; kızımı ürkütmekt için de, (baban üç kere intihara kalkıştı da biz mâni olduk) demişti. Âlildim. biçare idim. Elim kolum tuts muyordu. Bu kadin beni eritmiş, mahvete miş, bütün irademi elimden almıştı. Ne yapabilirdim? Suç ortağının yanında, al- datıldığımı bile bile vasiyetnameyi ime zaladın. — Husust — noterime — beni bu elim — vaziyetten — kurtarmaları için yazdığım mektubların da gene ons ların hain oyunlarile hiçbir zaman yere lerine gitmemiş olduğunu sonradan öğ- il (Devamı 8 inci sayfada) K