Bir arabacı, atalar sözünün doğruluğunu nasıl anlar? Hasan isminde bir arabacı, dün ara -| basına Kibrit İnhisarından 4 sandık kib- | şof rit yükletmiş, bunları Beyazıtta bir tü- tüncüye götürmek üzere yola çıkmış. Yenicami yanından geçerken kahveci İr- fan, arabaya atlamış. Arabacı, dönüp ken disine bakınca da «boş yer var, izin ver de tabanvayla gitmiyeyim; me olur? se- yaptır!» diye - yalvarmış. Arabacı Hasan, yaşlıca, iyi yürekli bir adamdır. «Pekâlâ'» demiş. Fakat, Beya- zıda varınca, bir de ne görsün? Sandık- lardan birinden 2 kutu, amma içinde bir çok kibrit kutusü bulunan 2 büyük kutu eksik! Adamcağız, şaşırmış. İyiliğinden, mü- saadesinden istifade eden adam, kendi- sine bunu yapsın, ha? «Tevekkeh iyilik et te, kemlik gör, dememişler!» diye ba - şını sallamış, kutulardan ümidi kesmiş. Ancak, dönüşte Emin isminde birinin ih- barile yolda arabadan atlıyan İrfanın yakalandığını, kutuların da açılmadan e- Bnden alındığını öğrenmiş. Meşhut suç müddeiumumiliğince Sul- tanahmet 3 üncü sulh cezada bakılan bu davanın duruşmasında, İrfan «ben çalma- madım; bu iki kutu, sandıktan - fırladı, * yere düştü, ben de o suretle aldım. Aşiır- madım!'» yollu sözlerle kendisini müda - faaya koyulmuştur! Hâkim Kâmil Günas, şahitleri dinle - miş, mevcutlu hakkında tevkif müzek - keresi kesmiş ve mevkufun cezaevine yol lanması, orada kendi hazır bulunduğu halde geçmişteki mahkümiyetlerinin a - raştırılması kararile, duruşmanın deva - mını başka güne bırakmıştır. Geriye alman kibrit kutuları, mukabilinde arabacıya verilmiştir. imza Bir kaza davası Bir vatmanın yaralanmasına ve ayağı- meşhur bir Inın kırılmasına sebep olmaktan suçlu bir förün düruşması, dün 4 üncü .uıda devamt etmiştir. Davacı vatman İhsandır. Sulçu da şo- för Germandır. Bu şoför, Elektrik şirke- fabrikası direktörü Fibü- Tramvay şirketi vatmanının davacı, 0- nunla birleşik elektrik şirketi fabrika di- rektörü şoförünün suçlu yerinde bu - lunmalarına sebep teşkil eden vak'a, ka- [aale!tıvuı bir ye - zadır. Bu kaza, Harbiyede vukua gel -|rinden birkaç satır miştir. O sırada mezun olan ve tram -| okuduktan sonra dos vayda yolcu sıfatile bulunan vatman İh- san, istasyonda inmiş, sağdan geçen oto- molbi kendisine çarpmış, yaralanmasını ve ayağının kırılmasını mucip olmuş - tur, Vatman İhsan, salona bir bastona da- yanarak, yavaş bir yürüyüşle girdi. Şo- för German da avukatile beraber yerine geçtikten sonra, tramvay şirketi memur- Jarından Rıza ve Karakuş şahit olarak dinlenildi. Verdiği ifadeyle vak'ayı tev- sik etti. Buna karşı suçlu, şöyle dedi: — Ben, ötomobili tramvayın arkası sı- ra sürüyordum. İstasyonda tramvay mu- tat yerinde durmadı. Ben de, hiç durmu- yacak sanarak, sağa kırıp geçmek iste - dim. Fakat, tramvay istasyonu geçtik - ten sonra, birdenbire duruverdi. O ara bu yolcu yere inince, kazanın önüne geçile- medi! Şoförün vekili Şefik, vak'a yerinde ye- niden keşif yapılmasını, kazanın nasıl vukua geldiğinin daha etraflıca tesbitini istedi. Müddetumumi muavini Hikmet Özdeş bu isteği uygun gördü. Fazıl, Suud ve A- tıfla kurulan heyet te, bu yolda karar TÖNÜL İŞLERİÇZ, Hayatı kolay yapmak, Güç yapmak meselesi Bir erkek okuyucum hususi haya - tından şikâyetci, bana derd yanıyor: Teyzeciğim, İçinde oturanların muhtelif mııı.ı « yetlere mensub olmaları dolayısile Ba- bil kulesine benziyen bir aparlımana taşındım. Bu ise benim için daimi bir üzüntü vesilesi oldu. Aymnı apartımanda — çocuklu — bir Alman aflesi var, ara sıra kadınla ya kapının önünde yahud da Taksim bah- çesinin tarasasında karşılaşırız. Ara - mızdaki muarefe aynı apartımanda o- turmadan doğurduğu bir tanışıklıkla selâmlaşmaktan ibaret. Konuşmayız, zaten bu mümkün de değil. O alman- cadan başka bir dil bilmez, ben ise türkce İle rumcadan gayri hiç bir dil- den anlamam. Fakat bu konuşama - mak, benim bazı tetkikler yapmaklığı- ma, bu tetkikler neticesinde de üzün- tüye düşmekliğime mani olmadı. Söy- iyeyim: Bu Alman allesinin bebek gibi gü- zel 2 kız çocuğu var, birincisi bir bu- Çuk yaşında, ikincisi de takriben dör- dünde. Evlerinde hizmetci namına hiç kimse yoktur. Fakat sabahleyin tam 8 de evin efendisi tertemiz, kolalı ya - kalığı, hatasız ütülü kostümü ile ev- den çıkar, iki saat sonra da kadın gö - Tünür. Kendisi hali, tavrı, giyinişi ile tam bir hanımefendidir, çocukları da birer melek. Bahçeye çıkarlar, yahud âbide kenarında dolaşır veya Harbi- yeye kadar bir yürüyüş yaparlar, Ar- tık öğle vakti gelmiştir. Evin efendisi işinden, kadın çocuklarile dolaşmasın- dan dönerler, adam iki sularında tek » rar gider. Kadın ile çocukları ise sar* beşe kadar gözden kaybolurlar. Tek - Tar çıktıkları zaman akşam gezintisi başlamıştır ve tü saat (7,5) a kadar sü- rer. Kaç defa düşündüm: — Bu kadın kocasına ve çacukları - na baktıktan sonra yemek işini hallet- Mmeye, apartımanına çeki düzen ver - Meye nasıl vakit bulur? dedim. Söz a- rasında kapıcıyı isticvab etmiştim, öğ- Yendim ki: Kadın yalnız yemek yapmıya değil, yemek yapılacak levazımı almıya da vakit bulmakta ve bu işi sabahları çok, erken sokağa çıkarak bizzat yapmak- tadır. Şimdi bana bu tetkiki müteâkıb ü- züntü veren noklayı kaydedeyim: — Bizim biri kız, biri oğlan, onla - rınki ile hemen aynı yaşta iki çocuğu- muz ve ikı tane de hizmetcimiz var. Bununla beraber hiç bir zaman ço - cuklarımızı aynı intizamla sokağa çı- karamayız, aynı güzellikle giydireme- yiz. Evde iş hiç bir zaman bitmez, ka- rım âdeta bir üçüncü hizmetci halin - dedir. Sarfettiğimiz para ise, Almanın kazancını bilmiyorum, onlarınkinden üç misli fazla.. Meseleyi karımla münakaşa edecek oldum: Evvelâ bir hücum, sonra bir Böz yaşı karşısında kaldım. Bana der- hal ihtiyatkârane bir ric'at temin et - mek düştü. Teyze, gönül işlerinden bahsediyorsunuz, çok iyi, fakat biraz da gönül işlerini müteâkıb açılan bu baâhis üzerinde kadın okuyucularımızı tenvir etseniz olmaz mı?> * Bu meseleye ilerde avdet edeceğim, Şşimdilik okuyucumun derdini yazmak- la iktifa etmek mecburiyetindeyim. TEYZE verdi. MİZAH Aşçı kadının hatırâ defterinden yapraklar Yazan: İMSET Bir dostumun fiız - metçisi kaçmıştı. Dostumun karısı: — Hizmetçinin o - dasında bir de defter buldum, dedi amma okumadım. — Hele şu defteri ben göreyim. Defteri gördüm... tumun karısının o - kumasını — muvafık bulmadığım için; def teri gözle kaş arasın- da cebime indirdim. Bu defter hizmet - çinin hatıra defte - riydi. Defterin birkaç sayfasını buraya ay- nen yazıyorum: * Bizim bayana da öyle kızıyorum ki. Sanki onun benden fazla nesi var, İmam bayıldı nasıl pişer? Diye sorsam: — İmam bayılız ondan sonra pişer. Kabilinden bir cevap verir. Hele bakkalın defterine fazla yazdırıp, yarısmı bakkaldan geri alımak kabilin- den işlere hiç aklı ermez. Sonra güzel mi? Ne gezer. Eğer » güzel uş olsa bizim bay, ikide bir yüzüme bakıp: — Sen ne fettan kızsın! Demez.. Ben, onun yerine bir geçsem. Neler yapardım.. Neler... Evvelâ o ba- an denilen karıyı bayanlık koltuğundan gx indirirdim. Düşünürdüm. Sokağa ım mı? — Acırdım m da o benim yerime hiz- zi sin, derdim. Onu mutfağa sokar, kendim onun odü- tına girerdim. Tuvalet masasının başında şöyle saçlarımı bir güzel tarardım. Son- ra yanaklarımı, dudaklarımı, kaşlarımı, kırp klerimi boyardım. Ve onun güzel lerinin en güzelini arkama giyer- dı'n Bayı kapıdan karşılar, tırnakları boyanmış elimi uzatırdım. Şap diye ö- perdi: — Hoş geldin Necml. Yüzüme bakardı, beni hem tanır, hem de tanımazdı: — Şey sen, sen.. Onun kekeleyişine gülerdim. — Ben yeni karın. — Sen eski hizmetçim. — Bende hizmetçi kılığı var mı? Bay beni bir süzerdi, hoşuna gitmişim- dir. Artık eski karısını sormazdı bile. Yemek vakti gelirdi. Yeni bizmetçi, yani eski bayan yemek tabakları elinde görünürdü. Ayağımı ayağımın üzerine atardım: — O nasıl tabak tutuş, sen hiç şimdiye kadar tabak görmedin mi? Korkusundan eli titrerdi: — Dikkat et şimdi düşürüp kıracaksın: Önüne bak! Yemek masaya konulurdu. — Ne acemi yarabbim, hiçbir şey de bilmiyor. Evvelâ benim tabağıma yemek koyacaksın. Sen şimdiye kadar kibar bir evde hizmet etmemişsin galiba! Odadan çıkardı, kocama, yani Haydi bizi: evin eski bayına dönerdim. — Bu kız da hiç hoşuma gitmiyor. Val- lah şüpheleniyorum da; bakkalla anlaştı Raliba; deftere fazla yazdırıyor. Yemekten sonra ayaklarımı uzatır otu. ruürdüm. Elime de bir sigara alırdım. — Bu akşam nereye gitsek. — İstersen balo var, oraya gidelim. — İyi olur. * Baloya gitmek için kısa kollu entariyi giyer. Bayın koluna girerdim. Balo de- nilen yerde bir Mmasaya otururduk. Ö- nümüze içki bardakları gelirdi. Karşılıklı içerdik. Bir delikanlı sokulurdu: — Bayan benimle danseder misiniz? Dansa kalkardım. Evde görüyordum ya. Sarılıp dönerlerdi. Ben de - sarılıp dönmeye başlardım. Benimle danseden söylerdi: — Siz ne kadar güzelsiniz. — Güzelimdir ya, © da öyle söyledi. — O kim? — Ali. — Hangi Ali? — Yanımızdaki apartımanın kapıcısı. Biraz şaşırırdı. Biraz daha döndükten sonra başka bir şey söylerdi: — Ne güzel bir koku kullanıyorsunuz. — Halis Urfayağı kokusudur. Daha sabahleyin pılâv pişirmiştim de. Gene şaşalardı.. Fakat tencere kapağı vuranlar artık vurmaz olmuşlardır. Biz de durmuştuk. — Söylesene. derdim, şu tencere kapak- larını gene vursunlar. Yanımdaki el çırpardı. Olur ya ben bu &damdan hazzetmişimdir. Gene döner- dik, gene dururduk: — Masama gelir misiniz? — Nasıl sizin masanızda hizmet etmi- ye mi, affedersiniz amma ben hizmetçi değilim. — Yanlış anladınız bayan, estağfurul- lah bovlr bir şey söylemedim. Yani ma- samda viski içmez misiniz? — Ha içeyim. Masasına yiderdim. Bana bir yer gös- terirdi. Masadaki kadınları şöyle bir sü- zerdim, İçlerinden birine sorardım: — Siz kimin evinde çalışırsınız. “Kadın yüzüme bakardı: — Anlamadım ne söylediğinizi.. — Yani kimin hizmetçisisiniz.. — Bu nasıl lâr. — Nasıl lâf olacak basbayağı 1âf. Erkeğe dönerdim. — Sizin ı'nmnçinlı değil mi? 'ki ahbap çavuşlar: sebebi Var. üstünden Y mekten nozu gibi P de, hem P,,,..ıl";’ nız da bulaşıktaf lancı dolmâ gibi toparlak alnıl'a » Kadın 'wn y hiıd.: ye A ruşturdü. — Ötülenmemiş çamaşır bumburuşuk duruyorsunuz. | Canım sıkılmıştır. Ayağa Yavaş yavaş yürürdüm. Bir Ud'” "f da oturan erkeğin fincanına î'y / yordu. Fakat ne acemi bir çay KOYT ge rede ise elinden çaydanlık dü nım örtüler lekelenecektir. . — Dur, derdim, beceremi ı._I karışma! | Çaydamı elinden alırdım. Er“:;,:# | canına çayı koyardım. Kadin l çatardı: — Sen de, derdim, kendini B İgr muş sanıyorsun. Ben senin gibi de hizmetçi diye kullanmam. — çoçaltt Nihâayet balodan çıkardık: I iramvaya binelim, derdi, ben: DW Olmaz, derdim, otomobile Yanyana oturur eve dönerdik” dld' İ Yatak odasına girerdim. K ğim adama bakardım. Beğeni ıu"*'” zümün önüne wnımminkl apal kzpıcm Ali gelirdi: . Haydi derdim. Şimdi hemtf mızdaki apartımana git, kapı€i raya gönder, Sen de hizme eski karınm yanına defol! pıktif | Birkaç nclza | Giyinmi | iyinmiye ı.ı,; | Çıplaklık modası az HĞ"" Tabii az rağbet görür. Çıp!ık zel vücutlular ekseriyeti yorlar. A Birila * 'da ÖÇf Ne garip şeydir. İlkbahar! giyinmiye, insanlar ise larlar. * Kadın terzisi kadar müd'b’;w görmedim. Kadını bugünkü »C8 K | fete koyup sokağa salırveren k * — İyi giyinmek para olur! Derler, Fakat zevki temin edtf radır. Önu unutuyorlar. * İnsan, iyi giyinmek için, soyunmasını ve soyulmasını ile olmak SA