ÜTr Tirairen y —a * Son Posta , nın tefrikası* 20 Süheylâ durdu. Kan başına sıçra - Tiş, soluğu kesilmiş, dudakları titri Yordu. Hüsamettin, bunların hiç birini Ymuyormuş, işitmiyormuş gibi, dal- dalgın bakıyordu. Genç kadın, o - Kün bu katılığını görünce büsbütün ıâl"mii: Kovulsam da, atı Plhizin eşiğinde boynumu büküp siz- f sevgi mi dilenecektim?. Beni bu :"İlr alçak gönüllü, bu kadar düş - Yoy Yaradılışlı bir kadın Mi sandınız?. f'“l kendi — güzelliğinize, — baba - :'uh zenginliğine mi — güveniyor - Ahüz?,, — Hangisi — olursa — olsun, boş yere kuruntuya düşmüşsü - * Yalnız siz mi insansınız, yalnız tle ikiniz mi kalp taşıyorsu- Ci Sözüm ona evlenmemizin azabı İ “hiz sizin için mi?, Düşünseniz bir hî"z Bu işten sıyrılmak sizin için da- kolay... Sevdiğiniz bir başka kadın t Allah ikinizi de birbirinize müba- ak &tsin, benden ayrılır ayrılmaz onu de 'ksımı, ya ben ne olacağım?, Ben .ü"lden boşanır boşanmaz — var: Ü. için bir erkek peylemiş olsaydım, | idl amma bu kadarını düşüneme - '"" Böyle bir yedek parça hazırla- im!.. Gençliğim, kızlığım hepsi bu Tüzt Feh huz> kaldı. Artık bundan evvelki lden benim için geriye gelmez. Şim- sonra ben herkesin gözünde, ko- Ü"Pî böşanmış bir kadın olacağım. mf'“! sizin gibi zengin de değilim. AŞinak için kendime yeniden — bir 4I arıyacağım.! Bunları da düşünse- e bir kere... Biraz düşünmek fazile- m RE tünler RBösterseniz, kabahatin yalnız ben- |. mq“!mudığını pek çabuk anlar, baş; “Snünüze eğerdiniz!.. *ğ'iîımcddm, bu isyan karşısında Mış, gözlerini kırpmadan ona ba- ):;:'du, Süheylâ, artık daha fazla da- |t-ıı Muyacağını anladı. -Ağlamamak ı_'“:endmi güç tutuyordu. Sesinin a liğı birdenbire düştü: deği Siz, bitişik odada yatacaksınız, Mi?,, diye sordu. — Bvet, ukx Runuşocnklnnmm konuştuk; ar- ı.n:üıza çekilseniz fena olmaz, sa- G; Burada kalmak niyetinde değil- Zaten... .,; Sabahtanberi siz de çok yorüldu- h de... Onun için biraz dinlene- ı"m'hmek isterdimi. k*u sameddin kapıya doğru _'_'lcı acı: Yim; Sferseniz başka, bir otele gide- Eî)'s Söyleniyordu. Mek _Ş'_ln*.arık çocuklar gibi kavga ct- < Şih bahane mi arıyorsunuz nı,,“:::ıal!hh, demindenberi etti elvermiyormuş gibi, şi: ş:.::k Çocuk olduk, öyle mi ti’sh iltifatlarınız. varsa çekinmeyi- < Ebsini söyleyiniz!, & hş*mdilik bu kadar... İnşallah, siz Binizt ha fazlasına beni mecbur elmez- Bnıîn“'heddhı hiç şesini çıkarmadı; Yilır]ıe kapıdan dışarıya çıktı. N,Mu kalır kalmaz, Süheylâ hiç kı- h gı Madan birkaç dakika kadar ayak- dü. Sevdiği adamla geçirecekleri Tu Ti bumuydu?.. Yıllardanberi bu- Yünç © bekliyordu?. Sonra yatağın üs- Bkipdlötü. Sabahtanberi bir küşeye hîleî kendi kendine ağlamak, belki "knmk'“ biraz açılmak için işte bu Üat ğ yı | bekliyordu. Başı l ,m'lur : ütün vücudü sarsıla Bözlerinden yaş boşandı. b —3— .qr’!iesq Sabah, Yalova yemyeşil bir qühkâhqe'yıkımyordu. Süheyl ğ%,hglhl değildi. Uyandığı zaman, Yat h!'mda dolaşan kana yepyeni bir l’k . Tişmış gibi, kendisinde baş 'Ermnl_şmc’ik duydu. - Sinirlerindi :'*r» iği Yatışmış, üzunca bir uykunun ha * Bevşeklik içinde, tatlı tatlı ge- ağıya indiği zaman Hüsamet: * |güler tin de kalkmış, kahvaltısını yiyordu. Süheylâyı görünce ayağa kalktı; ona da bir sandalye uzattı: Genç kadin: — Biraz geçiktim ama, diyordu, uyu- ya kalmışım!. Hüsamettin dündenberi — aralarında olup bitenlerin hepsini unutmuş gibi izle: — Ben de çok iyi uyudum, dedi, ses- sizlik içinde meğer uyku ne kadar tatlı imiş!. Kahvaltı da mükemmel!.. Tere yağı enfes!. Hele süt, bizim İstanbulda al z sütlere hiç benzemiyor! Yalova, sahiden cennetmiş!. Sühey SA Doğrusu, dedi, dün akşam bana çok acı bir ders verdi artık!.. Yeniden iltü çıkarmak, çe- kişmek için ben kendimde ne istek bu- lüyorum, ne de kuvvet!. Hiç olmazsa iki üç gün birbirimizi incitmesek ol- maz mı?.. — Ben de artik o acıyı tazelemek he- vesinde değilim, Hattâ dün akşam ara- mızda geçen sözlerden çok üzüldüm de onu söyliyecektim. Hüsamett gözlerinden dünkü öf- kenin buğusu sıyrılmış, karşısındakini de inandıracak, yumuşatacak kadar tat- lL, candan bir sesle: — Olmamalıydı, dedi, birbirimizi bu kadar kırmamalıydık ama oldu bir kere.. Süheylâ ne yaptığını bilmeden, dü- şünmeden, eski bir alışkınlıkla € ona doğru uzatt. Hüsamellin, çekin gibi, bir kaç saniye durdu, sanra o da elini uzattı: BSemti Mahallesi — Sokağı — Büyükada Yalı 85 Yukarıda yazılı odalar mevsimlik kiraya verilecektir. İsteklilerin tarihine müsadif Cuma günü saat 14 Altınordü Dölaplaj Otelin- deki oda- 17,. 21 lar. SON POSTA — «<dmek ki barıştık!. Yeniden ar- kadaş olduk, öyle mi?. — Neden olmasın?.. Hüsamettin, sanki gizli bir şey fısıl- damak istiyormuş gibi yavaşça ona doğ- ru eğildi; sonra nedense vazgeçti. Bu, Süheylânın gözünden kaçmadı; fakat sormak da istemedi. Kahvaltıdan sonra birlikte gezmeye Çıktılar, birbirini seven insanlar için el ele, kol kola dolaşacak bundan gü bir köşe bulunmazdı. Bu güzelliğin or- tasında en dertli insanların üzüntü bile yavaş yavaş da, İ lır; onlar bile kendilerinde bir başkalık, bir genişlik duyarlardı. Tüya olmasay ler, birbirlerinin kolunda kimbilir na- sıl kendilerinden geçeceklerdi. Yazık ki Fehametin süslü, boyalı, göz alıcı gölgesi onların arasına girmiş, onları birbirinden ne kadar — uzakl: miştı, Öyle iken bile, bir gece içinde hiç ol - mazsa aralarındaki düşmanlık ortadan kalkmış, şimdi artık iki arkadaş gibi havadan, sudan, çiçeklerden, yeni yeni yapılan köşklerden lâf açıp konuşu - yorlardı. Denilebilirdi ki, onları saran bu gü- zellik, içlerindeki bütün karanlıkları tılısımlı bir el ile silivermis, onun yeri- ne tatlı bir gevşeklik, çocuklar gibi a- çılıp saçılmak, koşup oynaşmak İçin başdöndürücü bir hafiflik vermişti. Onlar da sanki bunu bekliyorlarmış gibi, kendilerini pek çabuk salvermiş- ler, bir gün evvel başlarında kopan fır- tınayı bile unutmuşlardı. tele döndükleri zaman, ikisinin de zü pembeleşmiş, ikisinin de gözleri- in içi gülüyordu. (Arkası var) Adalar Malmüdürlüğünden: Cinsi Oda No, Beher odanın Muhammen İcarı Lira — Kr. 25 85 Bo 10 15 2 1lâ 10 11 ,, 16 22,26,28,81 28,25.28,80 24,29 , 18-6-9387 de ©& 7,5 pey akçeleriyle Adalar Mal- müdürlüğünde müteşekkil satış Komisyonuna müracaatları. “3312. ——— ——— — Dikranyan Han -İstanbul »x Reklâma lüzum yoktur Bir tecrübe kafidir TRAŞ BIÇAĞI Şu son yirmi dört saatlik korkulu| dı, Süheylâ ile Hüsamet-| :|tin de burada kimbilir nasıl sevişecek- Hastalık 'Yanar dağları ne kadar çok seversem, insanları da c kadar az severim. İşte bura- ya da, bir yanardağ görmek için geldim. Geçen gün kendimi birdenbire rahatsız hissettim. İyi ingilizce bilen bir doktor getirmelerini söyledim. Akşam karşıma Insan şeklinde biri çıktı. Fevkalâde güzel bir ingilizce ile: — Ben, dedi, doktar Harold Alofsenim. Beni niçin çağırttığınızı söyler misiniz? Kendimi nası! rahatsız hissettiğimi an- lattım. Doktor Alofsen beni gözleri ile baştan aşağı bir süzdü ve alaylı alaylı du- dak bükerek: — Şüphes!z rahatsızlığınızı gidermek- llğimi istiyorsunuz? dedi. Maksadımı iyi keşfettiğini anlattım. ,Cevap verdi: — Böyle bir alçaklığı hiçbir zaman ir- tikâp edemem. Ne sonradan vicdan aza- bı duymak isterim ne de şahsi usülüme aykırı hareket etmek. iz yabancı Ol- duğunuz için biılemezsiniz. Ne diye size beni tavsiye ettiler, bilmem ki? Hiçbir hasta beni istemez ve bunun içindir ki hepsi de, âdi tıbbi müdahalenin fena ne- ticesi olarak, vaktinden evvel ölür. Eğer yaşamak istiyorsanız, hastalığınıza karşı hiçbir zaman karşı komamalısınız; çünkü hastalık muhakkak ki mukadder ve na- fidir. Size yapsam yapsam ancak bir şey yapabilirim: Birinci hastalığın — tesirine yardım edebilmesi için size ikinci bir has- talık bulmak... Evi doktoru hemen koğmak istedim. fakat manyak insanlar beni daima cezbet- || mişlerdir. Doktor Alofsen de bana bu böş fikrinin nereden geldiğini ifşa eder diyo, ç| sözlerini büyük bir kanaatle kabul eder gibi yaplım. Usulünüzü tatbike hazırım, diye ce- vap verdim, yeter ki bana, bunun hangi prensiplere istinat ettiğini anlatın. Doktorun yüzü sevinçle parladı. Zan- nederim uzun zamandır kendisini dinlı tecek bir adam bulamıyordu. — Usulüm, diye başladı, Hippocrate imekîf:bm!n yapmış olduğu bir müşahe- deden kök elmıştır. Fakat doktorlar bu müşahedeyi ne farketmesini ne de de- vinleştirmesini bildiler. Hippocrate'a gö- re sıhhat, ifratla tefrit arasında bir mu- vazenedir, Fazla sıhhatte olmak ise teh- | Ekelidir, zira hastalığın yaklaştığına işa- ret eder. Hippocrate'ın kitaplarını belki okumadınız, fakat Escbyle'in Agamem- non ismindeki eserini elbette gördünüz. Şair 1001 ilâ 1003 üncü mısralarda bakın ne der: Fazla sıhhatte olmak endişelidir, çünkü bunun komşusu olan hastalık onu ezmeğe her zaman hazırdır.» <İşte benim de hakiki prensipim şudur: #«İnsan vücudunun tekâmül ve muhafa- zası için hastalık sıhhat kadar lâzımdır. Tecrübe ile sabittir ki sıhhatte olan bir kimse gizli bir hastalıkla malüldür. Has- talik tezahür edince, bunun seyrine mâ- ni olmaktansa, ona riayet etmelidir. Vü- cudun umumi muvazenesini bozacak bir raddeye geldiği takdirde ancak tedavi tavsiye edilebilir. O da, ilk hastalığa kar- şı koyacak ve la bir muvazene tesis edebilecek kabiliyette başka bir hastalık amikrobu aşılamak suretile. Hahnecmann: «Hastalıkla ancak hastalık mücadele e- debilir. diyerek kısmen hakikati sezebil- mişti. Fakat o da herkes gibi hastalığı kökünden koparıp atmak, mücadele ede- zek onu tedavi eylemek lüzumuna kani idi. Bu taammüm etmiş olan hata tehli- kelidir ve ekseriya ölüme sebebiyet verir. «İyice bilinmelidir. ki hastalık, deva- dan başka bir şey değildir. İfrat derecede sıhhate karşı bir emniyet supapı, bir ak- sülâmel, tabiat tarafından yaratılmış kıy- metli bir prevantiftir. Binaenaleyh has- talığı nazlı mazlı büyütmek ve hattâ $cap ederse bunu ekmek bile lâzımdır. Çünkü tarih gösteriyor ki hasta insanlar sağlam #insanlardan daha çok fazla yaşıyorlar. «Demek ki makul tıbbin vazilesi hiç hasta olmıyanın bir hastalık aşılamak, hasta olanlar da, bu hastalığa karşı ko: mak için başka bir hastalık yapıştırmak- tır. «Hulâsa bir doktor, hastalık — getiren bir an olmalbıdır. Ancak bu suretledir |i insanların hayatlarını muhafaza etme lerine yatdım edilebilir. Doktorları teda- vi edlel bir unsur telâkki etmek modası artık geçmiştir. Âdi doktorların tutuna- bilmeleri, insanların korkaklığından ileri Devadır Çeviren: F. Varal gelmektedir. İnsanlar ıztırap çekmekten çekinirler ve bu şarlatanlara baş vurure lar. Bu herifler de zehirli ilâçlarla acıyı uyuturlar, fakat bazan hastayı da, bir dâha uyanmıyacağı bir uykuya daldırır- lar. Bu zavallı adamlar bilmezler ki bir insana sıhhat kadar hastalık ta ne kadar lâzımsa, zevk kadar ıztırap ta lâzımdır. «Bazı doktorlar bugün artık benim u- sulümü tatbike başlamışlardır. Meselâ tedriti nüzulü tedavi için haztaya ateş verici bir mikrop aşılamaktadırlar. Fa- kat bunlar bu kakiki ve t başlar. Şimi benimle kadar uüsülüme kani 0« Tanlar pek azdır ve bunların arasında da doktor yoktur. Fakat: «Hastalık dirl> prensipim istikbalde hâkim caktır, — Nazariyenizi fevkalâde buldum, de- dim. Usulünüzü takip edeceğim. Benim vaziyetimde ne yapmak lâzımdır? Bırakın ıztırabınız ilerlesin. fcab |- derse hafif miktarda kafein alarak biras arttırın da. İkı güne kadar geçmezse, siz bir mikrop aşılar ve ateşinizi 39 veya hırl dereceye çıkartırız. Söylediklerini tatbik edeceğimi vadet tim, Doktor sevine sevine gitti. Fakat ar- kasından sokak kapısı daha kapanmamış- ti ki iki aspitin yuttum: Bu sabah daha iyiyim, öğleden sonra da vapura atlıya- rak Kopenhağla gideceğim. Yarınki nushamızda : İnci bilezik Yazan: J. MARC-PY Çeviren:Nurullah Ataç deva- ola- Bilmediğiniz bir hikâyesi hayal sukutu ( Baştarafı 9 uncu sayfada ) içimden gelen bir emrin esiri olarak ye- rimden fırladım. Bir elimi ona uzattım. O, tatlı bir bakışla gülümsiyerek yanı ma geldi. Ben tarif edilmez bir hisle o- nun yaklaşmasını bekliyordum. Gözlerim kararmıştı. Öyle bir heyecanın tesiri al- tında idim ki, bahtiyarlığımdan titriyor, hattâ ağlıyoraum. Kadın, tamamen yanıma geldi. Artık onun güzel kokusunu bile kokliyabiliyor- dum. Avutuma tok bir şey damlar gibi oldu. Ben veed içinde avucumu sımsıkı kapadım. Gözden kayboluncıya kadar güzel ka- dının arkasından uzun uzun baktım. O Bidiyordu. Fakat gene içimde idi. Onun © harikulâde yüzünün ifadesi asla silin- miyocek bir surette dimağıma kazınmıştı. Elimde bir şey bulunduğnu hissederek birdenbire avucumu açtım. Keşki kör olsaydım ve görmeseydim, Avucumda, on kapiklik küçük bir gü- müş para vardı. Fakat bu para, ne kadar, ne kadar ağırdı.. Anlatılmıyacak kadar ağırdı. Bu güzel kadır. keşki beni öldürseydi! O, neden, neden bu kadar iyi idi? Yüreğimde onulmaz bir yara açıldığını hissettim. Mesele açıktı: Kirli gömleğim ve iş el- bisem beni ona bir dilenci, bir serseri zannettirmişti. AHeycandan ona doğru u« zanan elim bir dilenci eli muamelesi gör- müştü. O, bu kadın, neden bu kadar merha- metli idi? Bu hâdiseden sonra birçok dedalar bu küçük, bu bayağı, bu parlak on kapiği hatırladım. Ben her vakit sevgide, yüksek, temiz ruhi heyecanlar aramak cesaretini gös- terdim. Fakat hayatımı, ruhumu kendisi- ne teslim ettiğim bu sevgi bana kendi benliğini açtığı zaman, büyük bir acı ile, daima bu on kapiği, bu küçük, bu parlak parayı hatırladım. Ben hayatta çok aradıim. Çok bekledim, Fakat istediğimi hiçbir vakit bulamadım. Ve her defasında ön kapiği hatırladım. Bana bu on kapiği veren kadın, haya- tın tâ kendisine benzemiyor mu idi? Ha- yat ta böyle ! midir? Uzakta çok şeyler vadeder gibi görün yanımıza yaklaştığı zaman bizi ci telâkki ederek önümüze birkaç kırı atmakla iktifa eder. Bizi - doğduğumuz gün nasıl bir halde isek gene öylece - bırakarak uzaklaşır.