30 Mayıs 1937 Tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 9

30 Mayıs 1937 tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 9
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

N i di. Ee bi Dünkü kısmın hülâsası Süheylâ ertesi gün €vleneceği halde ge - ne bankadaki (işinin başına gidiyor, Arka - daşları biraz hayret - e fakat daha ziyade #evinele karşılıyorlar. Yalnız Süheylâ kadar güzel olan bir başka kız, Muallâ onun Hü- #ametlin ile evlenme- sini çekemediği için İğneleylel sözler söy « Yüyor, Bu sırada Büheylâ - Bin halası müessese - ye telefon ediyor. Kı- 7A alıncak bazı ufak tefekleri öğle tatilin - söylüyor. devam etmek» Genç kız, biraz Avraladı. o Öğleyir Hüsamettin ile bu » Vuşup beraber ye - mek © yiyeceklerdi. Bunun geri kaldığı - na üzüldü. Halasını da kirmak istemi - Yordu, Hem kadıncağız gene onun içinİrebiledek bir erkekti, Sağlam yapılı, didiniyordu. Yarın evlenme dairesinden | koyu mavi gözlü, gülümsedikce bem - çıktıktan sonra halasının Beşiktaştaki beyaz dişleri görünen, tertemiz giyin konağında toplanacaklar, konu komşu, arkadaşları, damadın yakınları hep bir rada çay içeceklerdi. Süheylâ: — Peki halacığım, dedi, ö; in çık- tığım zaman hepsini alırım. Sen me - Yak etme. başka bir eksik var mı?, — Bir şey yavrum. — Şekeri getirdiler mi?. — Getirdiler, çok güzel olmuş! Sof- Tamız çi ötme, ne güzel oldu. imz Mi sive eksik geldi. Onları da Rüşür cile rdan istedik. Yalnız, artık bü akşam yemeği ile yarınki sabah kah- Valtısını senin odanda yiyeceğiz. Ne ya- Payım, yemek odası yarına kadar bo « Zulmasın!, 3 — Canım halacığım, sen nasıl İster- . Ben nerede olsa yerim! — 5 Hidiyaleri de şimdiden gelmeye pe hem de çoğu damad tarafın- « Hepsini yerleştirdim. ”— Ah halacığım, benim yüzümden $ok yoruluyorsun!. — Neye yorulayım?, Bayram çocuk- M gibi senden ziyade ben seviniyo - Yum. Bir eksiğimiz kalmasın, eşe dos - ta karşı yüzümüz kara çıkmasın da, be- MİM en büyük üzüntüm b — Benim canım halacığım.. bütün|, #aâdetimi sana borçluyum. Benim be- da sensin, annem de, kardeşim de... — Benim de senden başka kimim var, Yavruml, Telefonu kapatırken Süheylânın söz! © yaşaracak gibiydi. Onu bu kadar #even, küçük yaştanberi elinde büyü - en bu kâdindan, artık büsbütün aynı» Mak ona ne kadar acı gelecekti. Bir|, Yandan da Hüsameddine kavuşmak, ha- Yatlarını onunla bölüşmek sevinci her tüyü unutturuyordu. Arası çök geçmedi. Telefon çngırağı “Yeniden çalındı. Bu seferki Hüsamed - i, Genç kız onun sesini duyunca, bire başkalaştı: — Sen misin, canım?.. — Şey... Süheylâ... Mısın orada?.. — Evet. — Direktör yok mu?, — Geldi, gitti. — Dönmesi, çok uzun sürer mi? Şey. > — Bilmem... Belki de öğleden evvel Belmiyecek!, — Öyle ise şimdi ben oraya geliyo - Yum. Bir dakika seni göreyim: Söyli - lerim var: >— Peki canım, gel... Bekliyorum. ir kaç dakika sonra da dışarıdan elâhatin sesi duyuldu: — Evet, diyordu, direktörün odasın- da. » Yalnız... Arkasından Hüsameddin içeriye gir- Sevişen insanlar birbirlerin! görür Sörmez yürekleri nasi! birdenb:re çer- W. Çarpınırsa, Süheylâ da öyle fiire-|” Tüssameddin yalnız onun istediği gi- il bir çok genç kızın rüyssına gi- miş bir genç... Üstelik çok anlayışlı. çok çalışkandı. Babası eski bir harici- ye memuru idi; ona çok iyi bir terbiye vermiğti. Süheylâ ile birbirlerini ilk gördükleri gündenberi ikisi de birbiri- ne karşı derinden derine bir isinma duymuştu. Sonra birbirlerini daha sık gördük- ce, daha yakından tanımıya başlamış -İö, lar; taniştıkça bu sicaklık, bu anlaşma! büsbütün artmış, en sonunda birbirle- rini her dakika aramıya, birbirlerinden ayrı yaşıyamıyacaklarını -anlıyan bir çift olmuşlardı. Süheylâ, şimdiye kadar onun hiç bir eksiğini bulamamıştı. Bir genç kızı ki- racak, incitecek hiç bir bali yoktu. Yal- nız onu bir gün pek süslü, pek boyalı bir kadınla gördü. Yanında banka - daki (o arkadaşları da © beraberdi. İçlerinden birisi, Muallâ, bu kadın: ta- nidı: — Fahamet, dedi, doktor Hamdinin karısı... Hüsameddinin galiba uzaktan zoğa akrabası da oluyor!, İşte o kadar... Süheylâ, Hüsameddi- emek istemedi. Bu kadının kim olduğunu bile sormadı. Görmemiş, bil- miyormuş gibi göründü. Aradan gün - ler, aylar geçti, İki genç, artık yarın evlenme memurunun karşısına çıkacak kadar birbirlerine bağlanmışlardı. Şimdi de Süheylâ onun buraya ka - dâr gelip kendisini aradığını görünce sevincini saklamadı, yerinden fırladı. Fakat genç çocukta öyle bir durgunluk vardı ki onu üdeta şaşırttı. Hüsameddin, şapkası elinde, bir kol- vuğun üstüne kendini attı. Nişanlısı: — Nen ver, diye soruyordu, rengin solmuş?.. Hüsameddin gözlerini kaldırip obun yüzüne bekmıya korkuyor gibiydi: — Biraz yoruldum, dedi, Sonra bir - den kızardı. Sübeylânın söz söylemesi- ne vakit bırakmadı: — Telefonda uzun uzun anlatama «| Yalmz dim, Belki bana darılacaksıp, fakat... | Bilmem ki nasıl anlâtayım?.. Evlenme" den bir gün evvel... şuna inan ki — Söylesene, ne var?, Hüsameddin sinirliydi; sesinde Sü- âya pek yabancı gelen bir boğuk- — vardı; — Ben, dedi, seni, bü'ün kadınların Mer şeyden evvel en kibarı, en incesi, diye “tanıdım. İik| günündenberi buna inandım. — Peki, fakat... — İnan bana Süheylâ; candan, yü-! rum. Fakat bilsen, öy-! rekten Si le bir üzü den gelseydi... mıyacağım... Birdenbire durdu. Dışarıdan Ekrem Şakirin sesi duyuldu; Melâhatle konu- şuyorlardı. Hüsameddin yerinden fır» ledi: içindeyim ki... Eğer elim- Fakat kabi! değil, yapa- — Oldu olanlar, ışte... Sizin direk - sesi değil mi o?,, Ben ise seninle Konuşmak için gelmiştim. söyliyeceğim çok mühim şeyler vardı. Genç kiz onu kolundan tuttu; — Söylesene nedir?, Meraktan çat: lıyacağım. Söyle, çabuk.. şimdi içeri gi- recekler., Hüsameddin yutkundu; kekeledi: — Şey.. nasıl anlatayım, bilmem ki... Dursun şimdi... Fakat... Haniy, bugün iğle yemeğini beraber yiyecektik ya, kabi olmıyacak... Süheylâ bir adım geriye çekildi. Du- daklarının ucu gülümsedi; — Ay, bü muydu söyliyeceğin?.. Ö- dümü kopardınl!.. Sağlık olsun, ne ya - payım. Bundan sonra bütün, yemeklie- rimizi beraber yiyecek olduktan son - Ta... — Bilmem... Darılırsın belki, diye pek korktum, çok üzüldüm. Sana ver- diğim sözü tutamamak çok acı... — Ne ziyanı var?. Bir işin mi çık - t?., Hüsameddin, bir saniye kadar durdu. Kapıya doğru yürürken korkak bir ses- le: — Evet, dedi, birdenbire çok mühim bir işim çıktı. Süheylâyı selâmladı; kaçıyormuş gi- bi dışarıya fırladı. Direktör kim bilir nasıl bir iş için başka bir odaya girmiş- ti; ona görünmeden merdivenlere doğ- ru koştu, Süheylâ, hâlâ ne olduğunu an- lıyamamış gibi arkasından bakıyor, i- çine üşüşen korkuları dağıtmak için du. kendi kendine: — Zavallı, diyordu, 'beni gücendir * memek için ne kadar çırpınıyor. Buna belki kendisi de büsbütün ina- namıyor, içine doğan gizli bir korku » dan büsbütün kurtulamıyordu. Fakat yapılacak bir çok iş vardı. Dosyaları, kâğıtları düzeltmiye başladı. (Arkası var) eme ayn mm yi Nöbelçi i czaneler Bu gece möbelci olan eczaneler şunlar - dır: İstanbul cihetindekiler: Aksarayda: (o (Ziya Nuri). o Şeh - zadebaşında: o (Üniversite). o Şehre- mininde: (Hamdi). Beyantta: (Haydar). Fenerde ! (Hüsameddin). Karagümrük- te : (Arif). Samatyara : (Rıdvan), K - yüpte ! (Arif Beşir. Eminöntünde : (Be- sir Kemal). Küçükpazarda : (Necati Ah- “ met). Alemdarda : (Esad), Bakırköyün- de : (EMAN. Beyoğlu cihetindekiler; İstiklâl caddesinde : (Kanzuk) Dalre- de : (Güneş). Topçularda : (Sporldis), Taksimde : (Nizameddin). Tarlabaşın - da : (Nihad). Şişlide : (Halk). Beşik - taşta : (Süleyman Receb), Boğaziçi, Kadıköy ve Adalarda: Ürküdarda : (Ahmediye). Sariyerde : “Nurl). Kadıköyünde : (Moda, Merkez). Büyükadada : (Şinasi Rıza), Heybellde: (Halk), Yazan: Mih. Zoşçenko Yabancı adam âpartımanın dördüncü katında durdu. Ceplerini karıştırdı. Ce- binden bir kibrit çıkardı ve çaktı. Diş doktorunda Rusçadan çeviren: Alaz — Sizi yemek odasına kapatmak meğ- buriyetinde kaldığım için affımızı rica ederim, dedi. Görüyorsunuz ya, benim Kısa sari bir âlev kapının üzerindeki | hizmetçim yok. Halbuki şimdiki zaman « prinç levhayı aydınlattı. Levhada şunlar | İ müşterilerim çiviye asılı duran iki pal «| yazlı idi: «Diş doktoru Yokov Petroviç Şişman» Yabancı adam: — Burası, diye mırıldandı. Zili bula - mıyarak ayağıle kapıyı tekmeledi. Az sonra kapıdaki kilit oynadı. Kapı yavaş - ça açıldı. Yabancı adam, biraz ihtiyat biraz da çe- kingenlikle yarı karanlık koridora girdi ve sordu: — Affedersiniz, diş doktoru basta ka- bul ediyor mu? Diş doktoru kısa ve kuru bir cevap verdi; — Biraz beklemeniz lâzım. Çünkü içe- ride müşteri var. Yabancı adam babacan bir tavırla: — Ne yapalım, bekleriz, dedi. Diş doktoru keskin bir bakışla yaban- Ciya baktı. Ve acayip bir gülüşle gülüm- seyerek dedi ki: — Yemek odasına girmenizi rica ede- rim, Arkamdan geliniz! Yabancı adam doktorun arkasından git- ti. Yemek odasma girdiler, Yabancı a - dam henüz oturmağa vakit bulmadan diş doktorunun acele acele, adeti koşa koşa kapıdan çıktığını, kocaman ve ağır ye - mek odasının kapısını da kilitlediğini gördü.. Yabancı adam limon gibi sarardı. Göz- lerile içinde bulunduğu odayı tetkik etme- ge koyuldu. Oda, adetâ bomboştu. İçinde, üzeri beyaz bir örtü ile örtülmüş yuvar- lak bir masadan ve iki sandalyeden baş- ka hiç bir şey yoktu. Yirmi dakika sonra oda kapısı açıldı. Diş doktoru müşterisini muayenehaneye çağırdı. Münyene odasına geldikleri za- man, diş doktoru Yakov Petroviç mah - cup bir tavırla ellerini oğuşrurdu ve özür dilemeğe başladı: (Baştarafı 7 inci sayfada) toz bulutları göklere yükseliyordu. Timürün sağ ceneh pişdarları on bin kişilik Sırb fırkasının önünde yere seril- di, Rumeli askerleri büyük cesaret ve us- talık gösteriyorlardı. Fakat Anadolu as- kerleri, Timürün yanında olan kendi bey lerini görünce hemen karşı tarafa geçti- ler. Bozgun başladı. Sırb kralı Etyen muhasara hattını ya- rarak padişahın yanına kadar gitti ve: — Harb kaybedilmiştir. Geri çekile - Um! Dedi. Fakat Yıldırım bu sözleri hid - detle karşıladı ve yerinden kımıldanma- Sadrâzam Ali paşa kargaşalık arasın - dan çıkardığı büyük şehzade Süleyman çelebi ile birlikte garba doğru kaçtı. He- nüz on iki yaşında olan şehzade Mehmet çelebi de Amasya beylerile birlikte şar- ka ve dağlara çekildi. Yıldırım Beyazıd on bin yeniçeri ile bir tepede akşama ka- dar dövüştü. Karanlık basacağı sırada Minnet beyin zorlaması üzerine çekilmi- İye karar verdi; fakat atı sürçtü ve esir edildi. 'Timürün torunu Mirza Mehmet Sultan otuz bin ath ile, Süleyman çelebiyi ya - , kalamak üzere ardına düştü. Beş günde ; Bursaya geldiği zaman yanında dört bin kişi kalmıştı. Diğerleri yollarda kalmış 'tu.Süleyman çelebi de Bursadaki devlet ye Yıldırımın karı ve kızlarım alamadan güçlükle kendisini bir kayığa İ atmış; denize açılmıştı. O kadar ki eğer bir iki saat gecikseydi yakalanacaktı, Devlet hazinelerinin ve Beyazıdın ka- rılarile iki Karaman beyinin zevceleri » nin Kütahyada bulunan Timürlenge gön- derildiklerini öğreniyoruz. Fakat Beya- dın ordu ile birlikte giderken beraber taşıdığı muhakkak olan hazinesinin mik- darına ve ne olduğuna dâir bir vesikaya rastlıyamadık. Bütün bunları okuduktan sonra şu neticelere varırız: Beyand hasis bir adamdı ve servet toplamaktan zevk duyardı, Bu itibarla t lar öyle zamanlar ki... Daha geçenlerde tomu âşırdılar.. bir kaç gün sonra da kürkümü götürdüler. müşterinin biri de, daha dün koridordeki son tükrük holka- mi cebine koymuş gitmiş. insanın adetâ mesleğini terkedeceği geliyor. Burada müşteri ile meşgul oluncaya kadar dişa- rıda bekliyen müşteriler nerde ise bütün evi soyacaklar.. bu vaziyet karşısında ben de böyle tedbirlere müracaat mecburiye- tinde kalıyorum. Tekrar afiınızı rica ede- rim, Ağzınızı açar mısınız? Müşteri tuhaf tuhaf başını salladı ve ağzını açtı. ği de “ Müşteri sokağa çıktı. Bir fenerin önüne de durdu. Ve şeytani bir gülüşle gülmeğe başladı. Kendi kendine: — Bakalım kıymeti ne imiş, diye söy- Yendi. Paltosunun altından masa örtüsünü çıkardı, Ötesini berisini gözden geçirme ğe başladı. — İyi bir mata değilmiş. zahmetimize değmedi, Boşuna uğraştık.. korku çektik... Biraz durdu, Ayaklarını yere vurdu ve tekrar söylenmeğe başladı: — Ne yapalım?. Bu akşamlık kısmeti- miz bu kadarmış. Odanın içinde bundan başka bir şey yoktu... Sandalyeyi sırtla- yacak değildim yat. Yabancı adam «adam sen del» demek ister gibi elini salladı ve gece karanlığı içinde kayboldu. Yarınki nushamızda : Doktorun anlattıkları Yazan: Melâhat Tezer TARIHİ TETKİKLER başklelerinin ik zengin olduğu şüphesizdir. Parayı çok seven adamlar onu sakla « mak hususunda da çok titiz olurlar. Yık dırım Beyazıdın da hazineyi beraberine almıyarak Bursada bırakmış olması çok muhtemeldir. Bursada Timürün eline ge- ğ çen hazinelerden bemenhemen bütün tarihciler bahsettikleri halde harb mey- danında bir hazine zaptedildiği hakkında hiç bir kayde tesadüf edilememesi de dik kat edilecek bir noktadır. Tokat civarın- da bahse mevzu olan hazinelerin Bursa- dakiler olması hemen hemen muhakkak olduğu gibi ordudaki paranın da elli bin süvari ile sadrâzam, yeniçeri ağası, bey- lerbeyleri ve bütün devlet erkânile ka- çan Süleyman çelebi tarafından ven müş olması muhakkak gibidir. Hele hisarda bir hazinenin bulunması ihtimali hiç yok gibidir. Çünkü yukarı « da da yazdığımız gibi Yıldırım Beyazıd. beraberinde bir hazine bulundurmuş ok Sa bile Sivasta düşmanla karşılaşmak ü- zere giderken bu hazineyi Ankarada bi rTakmakta sebeb ve fayda yoktur. Esa « sen bu sırada Ankaradan geçtiği muhak- kak olmadığı gibi dönüşte Yıldırım Be- © yad henüz gelmeden bu kale Timür « lenk tarafından kuşatılmış, padişahla a- lâkası kesilmişti. Bununla beraber geçmiş zamanlarda gizlice şuraya buraya gömülerek hâlâ u- nutulup kalmış bir çok hazinelerin bü- lunduğuna şüphe yoktur, Yıldırımın or dudaki hazinesi hakkında elimizdeki kay« naklar bize ümid kapısı vermiyor, Anka- radaki araştırmayı yapan zatın elinde yepyeni bir vesika veya kayıptan gelen bir haber varsa diyeceğimiz yoktur. Turan Can Daima yerli malı Yurddaş: Senin olan yerli malını unutma: di Her zaman yerli malı kullan, i

Bu sayıdan diğer sayfalar: