29 Mayıs 1937 Tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 13

29 Mayıs 1937 tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 13
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

K. R. Ensan No. Üü gibi erken * —_"— bankaya gel - ti Kapıyı — itti; Rdivenlerin — ö - le duran hade « rken, ..'u ediyor denile- İllrai; o kadar neş: Hi idi, Mermerlerin h9!'ı'ııdı: uçan, ka - Fh ince iskarpinle - Tinin çıkardığı — ses fik Musikiyi andı - “'ldu; © Gerece ut görünüyor & görünüyı ha *Devam jurnah « —;.hufüu artık sor &’“olamk imzasını Yordu. Fakat » sığmayan se için — sevinmiyordu. O - senelerdenberi — alıştııı — bu an birdenbire uzaklaştıran, ayı Lm:" he ise, genç kızın bütün damar- Saadet aşılayan asıl işte o idi. —:Wkluuun arasından oynak bir M_havısı dökülecek gibiydi; — ince, ,___'k_ Çorapların içinden büshütün Rörünen bacakları da 6 havaya için çırpınıyordu. Birdenbire i topladı. Koridoriardan gelip *, durup kendisine bakacaklar, ler, diye korktu. ya doğru kıvrılmıştı: — Ne o Süheylâ, dedi, sizin düğün kaldı mı?.. Ötekiler: Diye bağrıştılar. — Bilmem, yarın gelin olacak bir kız, bir gün daha burads çalışir mı?.. Süheylâ, hep öyle gülüyordu: — Bu son günü de sizinle beraber geçirmeklen kendimi alamadım, fena mi?.. Muallâ şapkasını çıkardı; kapının ya- nındaki çiviye astı. Sonra çantazını aç: tı. Aynasım çıkardı. Bir elile saçlarının altın renkli dalgalarını, sanki okşuyor- muş gibi, düzeltti. Gözlerini aynadan ayırmadan: — Nasıl, dedi, hazırlık bitti mi Sü- heylâ?.. Hiç bir eksik kaimadı ya... Muallânın yapmacıkları, Süheylâya pek dokunurdu. Denilebilir ki eskiden- beri birbirlerini adetâ çekemezlerdi. Fakat bugün artık mes'ut nişanlı, lâ - kırdıyı uzatmak istemiyordu. Hafifçe dudağını büktü: — Şimdilik, hiç bir eksik yokt, Mua'lâ, incecik parmaklarının mer- can gibi parıldayan uçlarını saçlarının kızıl dalgaları içinde dolaştırırken hep öyle boyalı, incecik dudakiarının ara- sından: — Şu senin Hüsamettin, âoğrusu çok talihli çocukmuş!.. aN TP K Diye söyleniyordu. Onların arasında yaşayanlar, nasıi şakalaştıklarını, nası) çekiştiklerini lenler genç kızın bu sözündekı ki yi, hatlâ açıktan açığa alay ettiğini pek çabuk sezerlerdi. Süheylâ gene aldır- madi: — Eksik olma.. bugün Hüsamettinle öğle yemeğini beraber yiyeceğiz. İltifa- tımı kendisine de söylerim!,, — Takvimin yazdığına bal hava galiba, yağmurlu olacak!. Dâğru- su esvabıma da acıyorun ama Allahın rahmeti her yerde Üstünüzden eksik olmuyor, ona da seviniyorum!, F, A Ti ikları salonun yarıbaşında kü- Oda vardı. Şapkalarını, manto- Sraya bırakırlar, girlp çıkarken Soyunup giyinirlerdi. Süheylâ o t kapısını açtı, içeriye gir- Onunla beraber bankada çalışan kızlar da o aralık gelmişler, onlar *ğ:lo'.ınm asıyorlardı. Süheylâyı hep bir ağızdan çığlık kopardı- Ş A B # ıi'!nnden birisi: ni Süheylâ, diye bağırdı, gene m'lkü gibi işinin başına gelecek de- Önü Mi ben?.. K, Ah, canım Süheylâ... Bana bir s,Püdra kazandırdın!. x"ı"_."ll şapkasını çıkarırken: $ Ne oluyorsunuz, ne var?. Wığı: Büldü. Aynanın karşısında du- nin boyasını tazeleyen bir genç hi"" doğru döndü: ı%ğavam Melâhatın gözü, demin - Üye & Yollarda idi. Gemiyeceksin, Ödü kopuyordu. Neden? yo: Doğrusu ya, hiç birimiz ummu - Nlıı 4 evleneceğinden bir gün evvel Ü gelip de gene çalışır mı, diy Üye ÇAlnız o, bir de Sabiha, gelecek , ddi ettiler. Üstelik Melâhat, N,Z: ile bahse tutuştuü; bir kutu pud m-' Dediği çıktı, işte... Pudrayı da "îî:h“' sanki ağlıyacakmış — gibi ikli bir sesle: h hx":'hli kazandım ama, diyordu, ba- ı'"iı.ben yalnız ne yapacağım?.. Sü- Mhm yerini tutabilir miyim hiç?. İi u:yll, direktörün hususi kâtibi lâhat da onun yerine ggçecekti. ' denbire kapı açıldı: 'edir ayol sabah karanlığı bu £ ğ K İkisinin arasındaki ayrılık, başı birdenbire göze çarpacak kadar yük- tü. Muallâ, bir hillür parçası gibi gü - zeldi. Saçları, yüzünün, gözlerinin ren- gi, sank! insanın gözlerini boğulayan b"!mın,,_y_ bir - duman gibiydi. Süheylâ ona İhq::î"nınk bir ses duyuldu. Hepsi bakınca daha canlı idi. — Saçları siyah, koyu parlak ve siyahtı. Gözleri kime doğru çevrilse onun gözlerinin tam-içine bakardı. O zaman karşısında- ki de mutlâka gözlerini kirpar, kapatır- dı. Bakışlarında öyle dayanılmaz —bir küdret, insanın gözlerini karartan bir derinlik vardı. St Ona doğru döndüler. Melâhat: !î!e Mualla da geldi. Yeniden bir çığlık kopardı. T(:?; bir genç kız daha girmişti: & I":dlm;g], göz kamaştıracak ka- ; kızıl bakır rengini andıran Üqm"' kulaklarının arkasına doğru !y.bı'“' YOT, sonra ensesinden taşıyor, ’o,uu_"'h koyu rengi içinde köpürü - b,uğı Kaşları incecikti ;dudaklarının hk, Ha Bözlerinin bir hayal gibi ber- bi ' lütlh bir maviliği ona bambaşka Zellik veriyordu. incecik — kaşlar “İttihat ve Terakki,, de 10 sene Tefrikamızı bundan sonra 14 ncü sayfada bulacaksınız! o tılmış T UZAK SON POSTA bırakmak istemedi: — Yağmurlu bir havada nikâh âsire- sine girmek pek de hoşuna gitmez ama.> ne yapayım... Olsa olsa bir kaç kişi bi- — Neden kalsın?.. Allah esirgesin!. |ze bakıp gülecek değil mi?.. O da saa- detimin sadakası olsun!.. Hep birden gülüştüler. Arlık burada hepsinin işi bitmişti. Üsilerine, başla- rina çekidüzen vermişler, pudralarını dudaklarının boyasını — tazelemişler, yerlerine gitmeğe hazırlanıyorlardı. Muallâ, hâlâ ona çatmaktan vazgeç- miyordu: — Bakalım, Fehamet de gelecek mi © gün?.. Süheylâ ile Melâhat kapıya doğru yürümüşlerdi; durdular. Süheylâ, Mu- allâya döndü: — Neden gelmesin?.. Hüsamettinin akrabası oluyor. Davetlilerin listesin- de onun da adı var, — Ben belki gelmez zannettim de... — Neden sanki?.. — Bilmem... Bunu sen elbet daha iyi bilirsin!. Melâhat, Süheylâyı kolundan tut muş, kapıdan çıkıyordu: — Aman bırak şunu... Kendi kendi- ne ne söylerse söylesin!.. Diye fısıldadı. Onlar çıkınca Sabiha arkaya kaldı. Muallâya: — Ayol, dedi, böyle bir günde kızca- ğizı rahat bıraksana... Neye uğraşıyor- sun sanki?. — Aman neye uğraşayım?.. Kocaya varacağım diye başı göklere eriyor, ça- ımından dünyayı görmüyor da siniri; me dokunuyor!. — Evlenirken seni de görü Müallâ, ona şöylece bir bak — İstersem, bana Koca mi yok?.. Diyecek gibiydi. Süheylâ direktörün odasına bitişik küçük bir odada çalışıyordu. Oraya gi- rer girmez masasının üstünde bir çok mektup buldu. Bunları açıp göz gez * dirmek, sonra içlerinden direktöre gös- terilecek olanları ayırmak epey sürdü, Saat onda direktör Ekrem Şakir de gel- di. Ağır başlı, babacan bir adamdı. Süheylâ gibi yıllardanberi onun yanın- da çalışan, işleri iyiden iyiye kavramış bir kâtipten ayrılmak ona güç geliyor- du. Bir yandan da: — Ne de olsa, diyördü, çalışıp ekmek parasını kazanan kızlar, yuvasının et - rafında uçuşan kuşlara benziyor; enin- de sanunda yuvalarına dönüyorlar, Gelen mektuplar okundu, karşılıkla- rının nası| yazılacağını Süheyıây.q an- lattı. Bir iki dosya karıştırdı. Sonra: — Benim işim var, dışarıya çıkaca - ğim. Belki öğleye kadar hiç gelmem. Diye ayağa kalktı. O , gittikten sonra çok geçmedi; Sü- heylânın halası telefon elti. Alınacak bir kaç ufak tefek daha varmış, unu - tulmuş; öğleyin yemeğe çıktığı zaman du. (Arkası var) ——— ——— - Sayfa 15 Acaba l; Yazan: Leonid Lenç ime Şiddetle yağan yağmur mütemadi - yen vagonun pencerelerini kamçılıyor - “.Son Posta,nın Hikâyeleri <T .—ş - ——— <— benziyordu? Rusçadan Çeviren: Alaz Paromof gidip geldikter. sonra kadın < larla Vasyanın yatağa girdiklerini, tatlı el e a ördü. du. Paromof ailesi, sövüş, yumurta, pey ı““-' uyuyormuş gibi yaptıklarını gö nir ilh... gibi maddı r akşam yemeklerini çoktan yemişlerdi. Şunun bunun anlattığı hikâyeler, bayat aakralar da bitmiş, can sıkıntısı se bir tanesinin ucu da şöyle biraz yukarı-| Artık Muallâyı büsbütün karşılıksız 'ııd Herkes esniyordu. Paromof oğluna lendi: — Vasya, haydi oğlum şu kondöktüri çağır da yatak örtülerini getirsin, biz de yatalım bari. Vasya üst kattaki yataklan a! Kondöktürü çağırmağa gitti. Beş dakika sonra kondöktür geldi Mühürlü ve de - zenfekte edilmiş torbaların içindeki bat- taniye ve örtüleri çıkardı. Büyük bir us- talıkla ve pek çabuk yatakları yaptı. Herkese: — Hayırlı geceler! Temenni ederek kompartimandan ti. Paromofun karısı Elena Petrovna: — Kondöktürün ne iyi bir yüzü var, dedi, âdeta münevver, benziyor, Elena Petrovnanın annesi Mariya Ge- rasimovna da bu fikre iştirak etti: — Adamın yüzü hakikaten çok sem - patik, Paromofta söze karıştı: — İşin tuhafı kondöktör çok meşhur adamlardan birine benziyor. Fakat kime benzediğini bir türlü hatırlıyamıyorum. -| Bendeki de hafıza değil ki... Ortalığa kısa bir sessizlik çöktü. Pa - Tomof tekrar söze başladı: — Maruf bir adama benziyor, fakat ki- me?, Meşhur bir kumandana mı?. Yoksa tanınmış bir muharrire mi? Vasya, bıyıklı meşhur kumandanlar - dan bir kaç isim saysana!.. — Bıyıklı mı olsun baba?. Meselâ Bud- yenni. — Hayır canım, eskilerden, tarihi ku- mandanlardan. — Tarihi mi?. Çapayef.. , - — Tarihi diyorum sanl, Yakın tarih- ten değil, uzak tarihten istiyorum. Şu imparatorlu krallı tarihten. — Ben imparatorlu, krallı tarih bilmi- yorum. Biz oralara kadar henüz gelme- dik. Dur bakayım?.. Büyük İskender olmaz mı baba?, —Sen de amma budalasın ha!. İİskender bıyıksızdı. O zamanki insanla - ryın hepsi bıyıksızdılar. Sen bir başka izim söyle.. İhtiyar büyük anne Mariya Gerasi - movna da lâfa karıştı: — Napolyon Bonapart. — Napolyon Bonapart bıyıksız doğdu, bıyıksız öldü. — Ya, öyle mi?. Affedersiniz!, Şu hal- de Kutuzof. — Sen alay mı ediyorsun Allah aşkına? Kutuzofun hiç bir zaman bıyıkları yoktu. Siz bana bıyıklı kumandanların isimle « rini sayınız!, Elena Petrovnanın uykusu gelmişti. İşi yarına havale etmek tecrübesinde bulun- du: — Yatınız da yarın hatırlarsınız!. — Hatırlamadıkça imkânı yok uyuya- mam, Sen beni bilmez değilsin, karıcı - ğım!. İyisi mi sen de yardım et, bir an evvel su adamın kime benzediğini bula- elerden mürekkep| Yâtağın kenarına oturdu. Kafasındaki düşünceleri defetmeğe çalışlı. Fakat ne gezer?.. Aklı, dönüp dolaşıp hep kondök- başlamış- | töre takılıyordu. Dayanamadı, karısına slendi: — Elena, sen uyuyor musun?, Bana öy: a Je geliyor ki o bir kumandandan ziyade ]mqhur bir muharrire benziyor. Kalk ta beraberce bıyıklı meşhur — muharrirleri tladı. | Patırlamağa çalışalım. Büyük anne yattığı yerden başını kal h: — Sakın Jorj - San olmasın?. — Evvelâ, Jorj - San kadındır. Sani « yen bıyıksızdır. Salisen, sen lâfa karış - masan daha iyi olur, Rabian, klüsikler - den bazı isimler saysan fena mı olur?. çık-| —Büyük anne somurttu. Fakat gene da yanamadı: — Klâsiklerden mi dedin?. İşte sana klâsik: Tolstoy. Hem de klüsiklerin en âlim bir adama | Pt3- Bundan üstün klâsik olmaz.. Hem sakallı, hem bıyıklı.. — Fakat onda sakal yok ki... — Kimde, onda?.. — Canım kondöktörde. — Ona bir sakal takarsak belki o da Tulstoya benzer. — Amma da yaptın ha?. Sana da bir sakal taksan karanlıkta sen de Leo Tols- toya benzersin!.. Büyük annenin canı sıkıldı, sustu. Bu sırada Paromofun karısı yerinden fırladı: — Buldum, buldum, diye haykırdı Lermontof. Hem klâsik, hem de bıyıklı Vallahi o... Hem de tıpkısı. — Lermontof mu?. Galiba.. Dur baka- hm. Gidip köndöktöre bir defa daha ba- kayım. Paromof ancak yarım saat sonra dö - nebilmişti: Yirmi dakika kadar abdesthanenin yanında durdum, Nihayet kondöktör çik- ti Öna dikkatle baktım. Lormontofa ben- zemiyaordu. Biliyor musun, Elemti, o belki de bir kompozitöre benziyor. Bir defa da bu cepheden işe bakalım. Paromof ailesi, şimdi de maruf kom- pozitör isimlerini saymağa başlamıştı. Bu da bittikten sonra sıra ressamlara geldi Fakat ressamlardan da kondöktöre uy * Bgun bir tip seçemediler., Bit thtimal kal: mıştı: Maruf münekkitler, — Belki de münekkitlerden bırine ben ziyordur. Belinski, hayır. Belinski sa * kallıdır. Çerneşevski, bu da — sakallı.. Dobrobübof ta olmaz. Çünkü bıyıksızdır. Velhasıl bunlar da olmadı. Hey Allahım, çatlıyacağım!. Acaba ki: me benziyor?. Çıldırmak işten değil., Dr şarı çıkayım da bari bir sigara içeyim. Paromof on dakika sonra koşa koşa içeri geldi. Doğru karısının yanına gide- rek onu uyandırmağa başladı: — Elena, Elena, kalk, buldum, bul - dum. Biliyor musun kime benziyor? — Birak beni Allah aşkına uyuyaca » Bım ben. — Bir dakika için gözlerini aç, ne olu: yorsun?. — Git yanımdan, uykumu berbat et .- me!.. — Bir dakika, ne olursun?. — Kim bilir herifi bu defa da hangi hm. Skobolef, hayır. Jofr, hayır oda de-|artiste benzetmeğe kalkacaksın!. gil.. Bulamıyacağım vesselâm. Bari gi - Süheylânin onları almasını söylüyor «|deyim de şu kondöktörün yüzüne bir da- ha bakayım. — Değil vallahi. Biliyor musun kime benziyor 6?. Kendisine benziyor. (Devamı 15 inci sayfada)

Bu sayıdan diğer sayfalar: