Saatlik sayfa görüntüleme limitine ulaştınız. 1 saat bekleyebilir veya abone olup limitinizi yükseltebilirsiniz.
hakikat budur. İ kongreye teslim edece karşı en büyük mes'uliyeti asıl o za - man üzerimize almış olacağız. İttihat ve Terakki içinde öyle insanlar var ki hiç ses çıkarmadan, tam bir kalb hulü- su içinde ve sadakatle senelerdenberi bizim arkamızdan yürüdüler. Bunla - rın içinde pek çoğu bizim arada bir ha- talarımızı gördüler, ağızlarını açmadı- lar. Bir kısmı da var ki, bizim yaptık- larımızı hiç beğenmedikleri için bir kenara çekilip uzakta durdular, fakat, namussuzluğun, irticam, ecnebi uşak- lığının ekmeğine yağ sürmemek için“ sabredip ağızlarını açmadılar. İttihat ve Terakki içinde bir haylı mürai ve ahlâksız bulunduğunu da, maalesef, tecrübelerle gördük. Bunlara karşı ben kendim hiç bir mes'uliyet hissetmiye- bilirim. Fakat, ötekilere karşı benim wicdanımın üstünde ağır bir yük var- dır. Ben bu yükü bundan fazla taşıya- mam | Ben bu yükü taşıyamam 'Talât paşa, bittabi aynen bu kelime- leri söylemiyordu. Fakat, «ben bu yü- kü bundan fazla taşıyamam!» kelime- leri kulağımda duruyor ve Talât pa - şanın bu sözleri söylerken, çehresin- deki, kararını vermiş adamlara mah - sus azimkâr ifade, gözümün önünde- dir. Devam ediyor: — Bizim, artık, bir vazifemiz var: Bu bahsettiğim samımi ve sadık İtti- hatçilara karşı dürüst olmak. Bize ar- tık onlara da söylemek, karar vermek ve yapmak imkânlarını vermek mec- buriyetindeyiz. Ben, kendi hesabıma, kararımı vermiş bulunuyorum. Kon- greyi çağırıp İttihat ve Terakkiyi, ser- bestçe, kongrenin eline teslim etmek lâzımdır. Biz artık çürüdük. İttihat ve 'Terakkiyi, şimdi onun yeni unsurla- rına bırakmamız lâzım. Bu yeni un - sur, kongre esnasında beni tutup dar- ağacına assa dahi, ben mührü onların eline teslim etmek fikrinde musırrım! Tavsiye ederim, siz de benim gibi dü- şününüz. İttihat ve Terakkinin tarihine karşı kendimizi mes'üliyetten ancak bu su- retle kurtarmış olabiliriz. Talât paşa bu sözleri söyleyip bitir- diği zaman, salonda derin bir süküt hasıl oluyor. Bu sözler, çok doğru ve ayni zamanda samimi ve müessirdir. İki doktor da süküt ediyorlar. Belli ki onların üzerinde de tesir etmiştir. Şim- di, bu sahneyi hatırlarken düşünüyo- rum: Eğer bu memlekette her posta ve telgraf memuru böyle duymuş, ve böyle söylemiş olsaydı elbet Türkiye- nin manzarası büsbütün başka türlü olurdu. Hiç şüphe yok, bütün zaafla- rına, bütün ilimsizliğine rağmen, Tar lât paşa zeki, güzel düşünebilir ve te- miz kalbli bir adamdı. İltihat ve Terakkiyi kongreye teslim edeceğiz! Biraz süküttan sonra topçu Rıza bey sordu: — Ya kongre İttihat ve Terakkinin Nwenini de değiştirirse? Talât paşa cevap verdi: — Ne isterse yapar. Bir vakitler İt- tihat ve Terakkinin sahipleri, Selânik- te, Manastırda, bütün Makedonyada gizli çalışan insanlardı, bizlerdik. O zamandanberi İttihat ve Terakki bizim *olmaktan — çıkmıştır. - Kongrenindir. Kongre ne isterse onu yapar. Bizim ar- tık, hiç bir şey üzerinde musırran ileri- ye fikir sürmemiz bile caiz değildir. İttihad ve Terakkide on sene — On üçüncü kısım Vd İttihat ve Terakkinin son günlerinde Sırbistana sevkettiği kuvvetlerle Fransızları yenemiyen Mareşal Von Mackenzçea Bizim için acı da olsa hakikat budur. İttihat ve Terakkiyi kongreye teslim edeceğiz. Bu sözler davayı halletmiş oluyor - du, Merkezi umumi içinde, İttihat ve Tesakkinin olduğu gibi devam etme- sine taraftar olanların, dün akşamdan- beri tekrar uyanan son ısrarlarını da Talât paşa yenmişti. Artık, İttihat ve Terakkinin istik. bali kongreye bırakılmış oluyordu. Doktor Nazım: — Pekâlâ, öyle olsun, öyle yapalım. Fakat, ben bu fikirde değilim. Dedi. Bahaettin Şakir: — Ya Tanin? Dedi. Talât paşa cevap verdi : — Tanin hakkında Mithat Şükrü ile ayrıca düşündük. Muhittin, «Be- nim artık İttihat ve Terakki namına halka söyliyecek sözüm kalmamıştir» diyor. Ben ona hak veriyorum. Nete- kim, bugün için benim de kalmamıştır. RADYO EBu günkü Program 29 - Mart - 1937 - Pazartesi İSTANBUL Öğle neşriyatı: 12.30: Plâkla Türk musikisi. 12.50: Hayadis. 13,05: Muhtelif plâk neşriyatı. Akşam Neşriyatı: 18.30: Plâkla dans musikisi. 19.30: Çocuk- lâara masal: İ. Galib Arcan. 20: Rıfat ve ar- kadaşları tarafından Türk musikisi ve halk şarkıları. 20.30: Ömer Rıza tarafından arab- ca söylev. 20.45: Safiye ve arkadaşları ta - rafından Türk müsikisi ve halk şarkıları, Bart Âyarı, 21,15: Şehir Tiyatrosu dram kısmı (Samson Dalila). 22.15: Ajans ve bor- sa haberleri. 22.30: Plâkla sololar, opera ve oöperet parçaları, Yarınki Program 30 Mart 937 : Salı İSTANBUL Öğle neşriyatı: 12,30: Plâkla Türk Musikisi. 12,50: Hava- dis, 13,05 Muhtelif Plâk neşriyatı. Akşam neşriyatı: 17: İnkilâp dersleri: Üniversiteden nak - len Yusuf Kemal Tengirşenk, 18,30: Plâkla dans musikisi, 19,30: Eminönü Halkevi neş- riyat kolu namına Bay Nüsret Sefa çıkan eserler),20: Belma ve arkadaşları ta- rafından Türk musikisi ve halk şarkıları, 20,80: Ömer Riza tarafından arapça söylev, 20,45: Cemal Kâmil ve arkadaşları tarafın- dan Türk musikisi ve halk şarkıları; Saat âyarı, 21,15: Şehir Tiyatrosu oneret kısmı (Lüks Hayatın 3 üncü perdesi), 22,15: Ajans ve borsa haberleri, 22,30: Plâkla solölar, ope- Lra ve öperet. parçaları. No, l — MÜTAREKE GÜNLERİNDE İTTİHAD VE TERAKKİ Yazan: Eski Tanin Başmuharriri Muhittin Birgen — Talât Paşa : “ Bizim için acı da olsa ttihat ve Terakkiyi ğiz! ,, dedi. (Yeni | Gazetenin sahibi olan Mithat da bu fi- kirdedir.Şu halde şimdilik Tanini ka- patmak lâzım geliyor. Sonra, bakalım vukuat ne gösterir? Bu sırada gözler bana çevrildi. Doktor Nazım, kızgın kızgın: — Korkuyorsun, Muhittin! Dedi, Korkmak değil, utanmak! Korkmak! Bütün insanlar gibi, kor- kulacak bir vaziyette elbet ben de kor- karım. Fakat, bu defa korkulacak bir şey yok: (Arkası var) Düşünülecek bir mesele: Küçük kazançların Yükünü hafifletmek (Baştarafı 2 inci sayfada) tenilmesi en makul ve hem millet, hem de devlet için faydalı olan şey şudur: küçük kazançların aşağı mertebele- rindeki yükü hafifletmek, meselâ, otuz liraya kadar olan kazançlardan hiç bir şey almamak, hiç olmazsa yüz liraya kadar olan aylık ve ücretlerin yükünü derece derece hafifletmek, Bugün ek-| ser amele, yirmi liraya kadar çalışıyor. Ondan sonra, «kazancımın üst tarafını devlet alacak, ne diye çalışayım?» dü- şüncesile çalışmıyor. Faraza maden, fabrika ve atölye amelelerinde ben bu hali ekseriya görüyorum. Bu yüzden ekseriya işçi bulmakta müşkülât çekil- diğini de bir çok yerlerde tesbit etmek kabildir. Esasen, bugünkü hayatta ©- tuz lira kazanç, fakir sınıflar için ne- dir ki bundan da vergi alınmak haklı olsun. Bu mertebenin yükü kaldırıl- malıdır. Oridan sonra da yukarıya, yüz liraya doğru gidildikçe derece derece bu yük hafifletilebilir. Bu suretle es- kiden zaruret sevkile konulmuş olan ağır nisbetler ortadan kalkmış olacak. tır. * Devlet, böyle bir ameliye ile çok bir şey kaybedecek de değildir, Bir elden verdiği paranın mühim bir kısmını Ö- bür elden tekrar alacaktır. Şu suretle: Küçük kazançlılar, ellerindeki parayı mütemadiyen piyasaya vereceklerdir. Bunun da ekserisini mamul eşya mü- bayaasına tahsis edeceklerinden evve- lâ bu eşyadan devletin almış olduğu| muamele vergisi artacaktır. Âyni za- manda fabrikaların kazancı da arta- caktır ki bu da devlet için kâr demek- tir. Ondan sonra piyasaya daha fazla ha- reket gelerek dahili piyasada hareket artacak, bu da kazanç vergilerinde bir yükselme yapacaktır. Neticede devlet bir elle verdiğini öbür elle almış ola- caktır. Fakat, böyle bile olmasa, yalnız dev letin verdiği sözü tutması, küçük ka- zançlı insanların, amelelerin, amele gi- bi kazanan memurların hayatlarının biraz ıslâhı ve nihayet bilhassa dahili piyasayı kuvvetle harekete getirme gi- bi sebepler uğrunda bir fedakârlık yapmak, hiç de mühim bir şey değil- dir. Her şey, bize bunda fayda bulun- duğunu gösteriyor. İş nihayet bir hesap meselesidir: Millet Meclisinin iktısat ve müvazene encümenleri bu hesabı kolaylıkla ya- pabilirler. Yaptıktan sonra, bu satır- lardaki fikri yabana atmıyacakları mu- hakkaktır. Muhittin Birgen Kıantur Betediyesi ŞehirTiyatrosu M “ T Şehir Tiyatrosu Tepebaşı dram kısmında oyun yoktur. Fransız tiyalrosu Üperet kısmında akşam saat 20.30 da - İ L SAZ -CAZ Yazan! Michel Corday ie BEERLENE Saat . ğecenin onuydu, M. Griset, çalışma odasından yatak odasına geç * meğe hazırlanırken birden kulağına te- lâşlı ayak sesleri geldi, Bir saniye son- ra uşak yanında amele kılıklı birisile kapıda göründü. Her ikisi telâşlıydılar, Adam sik sık nefes alarak kasketini çıkarıp: — Affedersiniz mösyö, dedi. Beni sa- hil memuru yolladı. Bir bedbaht in - tihar etti de.. M. Griset onun sözünü keserek ba - ğgırdı: — Oğlum mu yoksa? Amele kılıklı adam başını eğerek ce- vap verdi: — Evet mösyö.. Barajın yanında bir saat evvel kendini suya attı.. Baba ıztıraplı ve hıçkırıklı bir sesle inledi: — Öldü mü? — Evet mösyö.. Ne onun, ne de mu- allimenin cesetleri bulunmadı.. — Ne? O da mı beraberdi? — Evet mösyö beraber intihar etti - l&r... M. Griset güçlükle bir nefes aldı; al- nını çatlatacak gibi sıkıyordu.. Lâkin çabucak kendini topladı ve uşağa: — Hemen otomobili.. Doktor Chan - teli de uyandırın, dedi. On dakika sonra otomobil baraja doğru hareket ediyordu. M. Griset bir senedenberi bütün kuvvetile ve nüfuzile oğlunun bu mu- allimeyle evlenmesine karşı koymuş - tu. Kendisi sanayi sahasında yüksel - yoğu oğlu içindi. Oğlundan başka kim- sesi yoktu. Karısı çoktan ölmüştü. Her yaz, bir kaç hafta dinlenmek ü- zere oğlu Etienne'le beraber buraya gelirler ve çok sakin bir hayat geçirir- lerdi. Baba, oğlu için muhteşem bir is-. tikbal hazırlıyordu. Onun bir köy mü- allimesile evlenmesine nasıl razı Ola « bilirdi? Otomobil durdu. Barajın gürültüsü gecenin içinde uğulduyordu. Yeniden yapılan bütün araştırmalar boşa çıktı.. Cesetler gene bulunmadı. Sahil memuru bu acıklı hâdiseyi şöy- le nakletti: İki genç saat sekize doğru görünmüşler.. Önce, sahil boyunca ge- zinmişler. Memüur onları gözlerile ta - kip etmişti. Karanlık basar basmaz, ba- rajın homurtusuna rağmen bir çığlık duymuş ve köoşmuştu. Sahilde bir er - kek şapkasile bir kadın eşarpı duruyor- du. Onlar da iyi aramışlardı amma ce - setleri bulamamıştılar. Çarnaçar doktorla M, Griset dön - mek mecburiyetinde kaldılar. Baba, âdeta çökmüştü. Yolda kırık bir sesle ağlıyor ve hem de mırıldanı- yordu: — Ah! Şimdi anlıyorum. Bu felâkete sebep hep benim gururumdur. Muhi « timin dedikodusundan ve tenkidinden çekindim.. Ayni zamanda tecrübeme ve mantığıma istinat ediyordum, Ne bu - | dalalık!,, Hangi tecrübe? Hangi man - tık? Elli yaşında bir adam elbette ki yirmi yaşında bir delikanlı gibi dü - şünmez. Hakikatte onun mes'ut olma - masına çalışıyordum demekti. Şimdi.. Her şey bitti artık.. Ah, benim küçük Etienne'im!, Ne kadar neşeli, ne kadar cazipti.. Seni bir daha göremiyecek mi- yim? miş Ve çok zenginleşmişti. Bütün varı | Şakadan intihar Çeviren: Faik Berçmern Göz yaşları dinmeden devam ediyora — Ah! Chantel! Bu çok müthiş.. Çok müthiş.. Hakikati görmeliydim.. Evet, gururumla hodgâmlığım onü öldürdü, Bu sırada otomobil köşkün kapısına da durmuştu. Doktor dostunu büu halde yalnız bırakmak istemedi., Salonda, M. Griset gene başladı: — Ondan başka kimsem yoktu, Her şeyim onun içindi. Onu, kimle olursa olsun evlenmeğe bırakmalıydım. Sen bu muallimeyi tanıyor muydun? Doktor başile evet işareti yaptı. Bas ba gene şaşkın şaşkın söylendi: — Griset'nin oğluna lâyık değildin diye düşünüyordum. Çok fakir bir kız« dı. Ah, ihtiyar deli! Ben, işe amelelikle başlamadım mı? Acı günler, mazi ças buk unutuluyor.. Cesetlerini bulup on- lardan af dilemek istiyorum. Acaba beni, hıçkırıklarımı düyarlar mı? Kim bilir.. M. Griset, yorgunluktan elbisesile bir kanapenin üstünde kıvrılmış kal & mıştı. Uykusunda, kâbuslu rüyalar gör- dü. Bu rüyalar içinde hep oğlunu gö « rüyordu. Gözlerini açtığı zaman hâlâ bu rü « yaların tesiri altındaydı. Sanki oğlu gelmiş gülerek ona bakıyordu. M. Gri- set birdenbire korkuyla fırladı. Evet kuyumuyor ve rüya görmüyordu. Kar - şısında dipdiri olarak oğlu Etienne dük ruyordu. — Etienne!, Delikanlı babasını kucaklıyarak: —Evet, benim baba! diye cevap verdi. M. Griset uzun dakikalardan sonra kendine gelebildi. Hangi mucizeyle bu basübadelmevt vuku bulmuştu? Etienne meseleyi anlattı: «Bu işi mahsus, babayı yumuşatmak ve yola getirmek için yapmışlardı. Kıyıda ge « zinmek suretile, evvelâ, sahil memu- rünün nazarı dikkatini celbe uğraşmiış- lar ve karanlık basınca o şapkasını, sevgilisi eşarpını sahilde- bırakarak kendilerini suya atmışlardı; ayni za « manda da bağırmışlardı. Delikanlı iyi bir yüzgeç olduğu için, sevgilisini tüm tarak hemen karşı tarafa geçmişti. O « rada, üç yüz metre ötede otların için- de elbiseler bulunan bir otomobil bek- liyordu: Geceyi civardaki bir, misafirhanede geçirmişlerdi. Etienne, bunları anlat « tıktan sonra daha yumuşak bir sesle devam etti: — Bana darılma baba! Seni merha « mete getirmek için başka çare kalma- mıştı. Kendi kendime şöyle düşünmüş- tüm. Babam, benim ölümüme inana « rak, bana karşı göstermiş olduğu mu « halefetten ve mümanaattan pişman o- lacak.. Ve kalbinin, vicdanının sesi, 0- na, yanlış hareket ettiğini haykıracak.. Doktoru gördüm. Ve bu düşüncemde aldanmadığımı anladım. Beni affet.. Bi- zi affet baba.. M. Griset müşfik bir sesle sordu: — O, nerede? — Kapının önünde.. Otomobilde, — Hadi, çağır, buraya gelsin! Yarınki nushamızda : Gençlik cürümleri Çeviren: F. Varal inlemeğe