" y 6 Sayfa Gök yüzünde ölüm içeriden baygın bir adam çıkardılar. tisaslarını bir' gazeteye — yazmak Bir gün Nürembergden kalkan büyük bir yolcu tayyaresinin lavabosunda müthiş bir infilâk oldu. Tayyareci yere indikten sonra lavaboöyu açtılar ve raşüt meraklısı olan bu adam, sırf kazayı müteakıp paraşütle inerken ih- : Tayyare kazaları nasıl — Ve niçin oluyor? Sonradan anlaşıldı ki dehşetli bir pa- için bir bombayı ateşlemiştir! Yanarak düşen bir tayyarenin son parçaları kül olurken... Bir tayyare kazası vuku'bulur bul - maz bu kazayı hemen makinenin sa - katlandığına, pervanenin koptuğuna, kanatların parçalandığına, tayyarenin şu veya bu noksanına atfederiz. Hakikatte ise tayyare kazalarının ço- ğunun sebepleri daima meçhul kalmış- tır... Kazalardan sonra tahkik heyet - lerinin raporları pek büyük bir kat'i -| yet arzetmez.. Bir sürü tahminden ibaret kalır! Fakat... Öyle tayyare kazaları ol - muştur ki bunlarda tayyarecilerin ve tayyare aksamının sun'u taksiri ol- madığı meydana çıkmıştır... Bu gibi vak'aların en heyecanlıla - rinı okuyucularımıza sünuyoruz. Bundan bir kaç sene evvel mesşhur bir sahtekâr olan Vesse isminde bir Al- Mman, karısının sigorta bedeline ken- mak ister. Karısını Liverpulda tayya- reye bindirir ve çantasına bir de bom- ba koyar. City of Liverpool tayyaresi Alman - - ğşadan kalktıktan sonra Belçikada Dix- muüde şehrinin üzerinden geçerken bir- denbire iştial eder. Tayyarenin enkazı arasından çıkarılan cesetler tanınmaz bir hale gelir. Kadının cesedi de bittabi teşhis edi- lemez... Vesse de sigorta bedelini alır. * 10 kânunuevvel 1935 de (Kanadâ) da iki cani, muhakeme edilmek üzere uzakta bulunan bir şehre götürülmek üzere hazırlanırlar. Adliye dairesi Ca- nadian Airwas tayyare şirektinden bir tayyare kiralar. İki caniyi Bartram a- dında bir serkomisere teslim ederler. Tayyare büyük bir ovanın üzerinden geçerken canilerden biri kelepçelerini sökmeğe muvaffak olur ve hemen ser- komiserin üzerine atılır... Bunu gören ikinci cani bir hayli uğ- raştıktan sonra o da kelepçelerini sö- ker... Fakat arkadaşına değil, serko - misere yardım eder... Biçare tayyareci bu mücadeleyi bü- yük bir heyecan ile takip eder. Yerin- den kımıldaması imkânsız olduğun - dan ne yapacağını şaşırır... Serkomi- ser alt edildiği taktirde vaziyetinin ne — olacağını düşünür... Bereket versin a- zılı cani teşebbüsünde muvaffak ol - maz ve sıkı sıkıya bağlanır... 20 kânunuevvel 1934 de Suriyede büyük bir tayyare kazası olmuştu... Londra - Melboürne tayyare yarışın - da ikinciliği kazanmış olan büyük tay- yare Âmsterdam - Batavia hattı üze - rinde ilk ticari seferini yaparken Su - riyede düşüp parçalanmıştı. Bu tayya- re kazasında yedi kişi telef olmuştu. Tayyareye yıldırım çarptığı ileri sü- rülmüştü. Fakat yapılan tahkikatta bu- nun aslı olmadığı meydana çıkmıştı. Çünkü cesetlerin hiç birinde yanıklık eserleri görülmemiştir. " Bu tahmin üzerine (Holânda) ve İn- giliz zabıtaları tahkikata girişirler... Bu tahkikat çok uzun sürer... Nihayet hakikat meydana çıktı. Tayyare yol - cularından biri, Suriye üzerinde uçu- lürken tayyareciye müracaat ederek tayyaren'n çölde göstereceği bir nok - tada yere inmesini talep eder. Tayya - reci bu adamın arzusunu is'af etmedi- ginden derhal katledilir. Adam tayya- recilikten anladığından hemen pilotun yerine geçer ve tayyareyi istediği yere indirmeğe karar verir.. Fakat muvaf - fak olamaz ve kaza husuite gelir... Tayyarede mürettebattan gayri Üç yolcu varmış. Bu yolculardan ikisi meş- hur esrar kaçakçılarından imiş. Mak - satları çölde evvelden tesbit edilmiş bir noktaya adamlarının develerle ge- tirecekleri afyon yükünü almak imiş... Tayyareciye müracaat ederlerken ken- disine topluca bir de para teklif eder - ler... Fakat maksatlarına muvaffak o- lamazlar... ; * Almanyada Nuremberg civarında Lufthansa tayyare kumpanyası tayya - relerinden biri kazaya uğrar. İçinde dokuz yolcu ile iki tayyareci ve bir ma- kinist ölü bulunur. : Kazanın sebebi bilâhare anlaşılır. Tayyarenin istasyondan hareketinden bir saat sonra yolculardan biri lavabo mahalline gider. Bir iki dakika sonra da çok kuvvetli bir infilâk duyulur... Ko- yu ve siyah bir duman tayyarenin içini “GCÖNÜL İSLERİ! Aşkta her şeyden Önce sıhhat bahsi Bir okuyucum, Bay T.. T. diyor ki: Ötedenberi bir genç kızı seviyo - rum. Fakat mektepteydi. Aşkımı kendisine söylemekten çekinmiştim. Geçende sanatoryoma gitti. Sevgim elân bakidir, fakat bir doktorla ko- — nuşürken bana: — Senin bu kızla evlenmen onun — için zararlı olabilir. Tıbben ©& yıl ne- zaret altında bulunması lâzımdır, dedi. Tereddüt ettim, size sormiya karar verdim. * Ben bu mektubu okumadan önce — açtığım ankete gelen cevapları sıra- liıyordum, dört erkek mektubundan - dördünde de «sıhhatli kadın» iste « — ğine dikkat ettim. Çocuğum bu o - — kuyuculara hak vermek zaruretin - deyiz. Hayatın hayal tarafı az, mad- di tarafı çoktur. Ve maddi tarafların başında da sıhhat gelir. Daha genç- | sin, akşam evine dönen bir erkeğin hasta bir sima ile karsılaştığı zaman duyacağı üzüntünün derecesini ta - yin edemezsin. Bu üzüntü sonraları acımaya, daha sonraları da kızmıya inkilâp eder. Tavsiyem şu: Doktoru dinlemelisin, ; * Balıkesirde Bay (S. S. O.) ya: Kadında her şeyden önce yuva - ya sadakati, mihnete tahammülü, va- ziyetleri soğukkanlılıkla muhake - me edebilmek kudretini ve görgüyü arıyacaksın. Bütün bunlarla birlik - te kanaatkâr da olmalıdır. Hem ne hacet, diğer sayfada açtığım anke- te gelen cevaplara bak. İyi bir fikir edinirsin, TEYZE . r *B ! SON POSTA Hâdiseler73$ çi7 p Rarsısıııd Nİ Set| (.f Seyyahlara neler göstermeliyiz ? Burası Kostantinin şehridir. Burada Romalılar, Bizanslılar oturmuşlardır. Şehrin etrafında Bizans zamanından kalma surlar vardır. İşte meşhur A - yasofya. Bu dikili taş Mısırdan geti - rilmiştir. Ötekini burada yapmışlardır. Hipodromun biri burası olacaktır. Ev- velden kilise iken, sonradan cami olan Kariye şuracıktadır. Kapalı bir çarşı vardır. Kapalıçarşıdan eski devirlerin antikaları satın alınabilir. İstanbulun fethi zamaninda Halicin bu noktası zincirlerle - kapalı idi. Ve saire ve saire... * Dünyanın başka uçlarından; gemi gemi, kafile kafile gelen seyyahların bildikleri budur. Gördükleri budur. Bunları görüyor ve gerisin geri gidi - yorlar. Ayağımızacak gelen bu sey - yahların bilmeleri ve görmeleri lü. zumlu olan başka şeyler vardır: * Büurası İstanbul şehridir. Bu şehir Türklerindir. İşte Türk yapıları, Türk- ler şu kadar asırlık bir millettir. Tür - kiyeder büyük bir inkılâp olmuştur. Atatürk Türkiyesi kurulmuştur. Ata- türk Türkiyesi günden güne terakki etmektedir. İşte fabrikalarımız, — işte mekteplerimiz, işte üniversitemiz, işte hastanelerimiz, işte Türk genci, işte Türk kadını, işt Türk işçisi ve saire ve sajre.. * Evimize gelen misafirlere, evin bil- mem kaç asır evvelki sakininin artık- larını değil, biraz da kendi yetiştirdi- | ğimiz meyvaları ikram edelim! İMSET kaplar, Tayyarenin ateş aldığına hük - meden tayyareci hemen yere iner... Derhal lavabonun kapısı kırılır.., Şaş- kın bir halde bulunan ve az çok yara- lanan yolcu yakalanır. Hâdise sonra - dan anlaşılır, meğer yolcu bomba ile tayyareyi uçurmak istemiş.. Fakat bomba lâyıkı veçhile infilâk etmemiş... Nuremberg zabıtası adamı sorguya çek. miş... Hiç cevap alamamış.. Tekrar sor- guya çektiği zaman şu neliceyi almış: | Adam meraklı bir paraşütçü imiş, Tay- yareyi infilâk ettirdikten sonra kendi- sini paraşütle kurtaracak ve ihtisasla- rını da bir Amerikan gazetesine yaza- cakmış. * Air France kumpanyasına mensup Belgrad - Bükreş - İstanbul hattında çalışmadan evvel Cezayir ve Biskra a- rasında yolcu nakletmiş olan Victor Sa. yaret'nin başından geçen vak'ayı ken- di ağzından dinliyelim: — Biskradan hareket etmek üzere idim. O zaman tayyarelerde daha ka - mara yoktu. Bir yolcu geldi, yerine o - turdu. Fakat tam tayyarenin kalkaca- ğina yakın yolcu yere fırladı... Yol - cuya refakat edenler onu tutup oturt - tular.,. Ben de hareket ettim, Ben yol- cunun korkak bir adam olduğunu satl- mıştım. Bir müddet yolcu rahat rahat oturdu... Birdenbire valizini açtı ve palto ve fanilâlar çıkardı. Ben belk. ü- şümüştür diye düşündüm... Fakat biraz sonra paltoyu, fanilâları tayyareden fırlattığını gördüm, Şaştım. Aradan bir çeyrek geçmeden adamın bu sefer so - yunmağa başladığını hayretle gördüm. Adam elbiselerinin hepsini atmıştı... Çırıl çıplak bir vaziyette idi... Cezayire geldiğimde büzülmüş kalmıştı.. Onu dört beş adamın beklediğini gördüm: Meğer bu bekliyenler bir timarhane gardiyanları... Yolcum da bir deli imiş.. Ya tayyarede iken üstüme atılmış ol - saydı halim nice olurdu diy2 derin de- rin düşündüm ve cidden ürktüm... Bu yepyeni bir vak'adır. Okuyucu - larımızın hepsinin hatırında olsa ge - rek... Madam Sehmeder namında gü - zel bir Fransız kadını çok sevdiği bir delikanlıyı tayyarede rüvelver ile vur- muştur. Bu kadın delikanlıya tayyare ile bir gezinti yapmağı teklif etmiş. Kadın da yolda delikanlıyı rüvelverle ağırca yaralamış, sonra hemeri yere in- miş.,. Delikanlıyı bırakmış... Ve tay - yare kullanmasını mükemmel surette bildiğinden -— havalanmış... — İngilte- renin bir noktasında yere inmiş. Şim- (di bu semalar katilinin muhakemesi gö Oı T. Tülmek üzere imiş. Ççin, evvelki gün, köprüden Eyüpsulta- Jetin içinden yükselecek bir dâhi tara- Bu arada tayyareye irtifa vermiştim. |: ——— x —— İhtifalci Ziya gününden intibalar: Bay Ziyaya sıfatını kazandıran sebep “ İhtifalci ,, Eğer Mimar Sinana, Barbarosa, İbni Müteferrikaya ve daha bir çoklarımıza ihtifal yapılıyorsa bu borcumuzu ödememizin keyfini ihtifalci Ziyaya borçluyuz.. Sinaya, Namık Kemale, İbrahim İçimizde «İhtifalci Ziya» ismine âşi- na çıkmayacaklar yok gibidir. Fakat «İhtifalci Ziya» denilince, onu bilme- yenlerin, tanımayanların gözleri önü« ne ihtimal, sade mezarlıklarda mera- sim yaptırmak manisine tutulmuş bir yarı meczup gelir. Halbuki «İhtifalci» sıfatile tanılan Bay Ziya, 60 yıllık hayatının tam kırk senesini memleket kültürüne hizmetle tüketmiş bir bahtiyar fânidir ki, geri- de bıraktığı ölmez eserlerile «Bâki» li- ğe kavuşmuştur. Midilli, Edirne, Bursa, Konya, Ha- lep, ve İstanbul liselerinde yıllarca müdürlük eden ve memleketin hemen bütün mekteplerinde tarih, Tesim, Fransızca, edebiyat hattâ nebhatat ve kimya hocalığı yapan Bay Ziyanın zen gin şahsiyetini, «İhtifalci» sıfatının da. racık ifade hududu içine sığdırmaya kalkışmak, bir «transatlantik» ()i bir havuza sokmaya çabalamak kadar bey hudedir! i Fakat muhakkak ki «İhtifalci» sıfa- tı, «Ziya» isminin yanında çok şümul- lü ve çok zengin bir mânaya kavuş-| maktadır. Ben bu basit hakikatı isbat i- na kadar süren kısa bir seyahat esna- sındaki — görüşlerimi hülâsa edeceğim! x Saat on dört buçukta, Köprünün E- yüp iskelesinden kalkan vapur, mem- | leketin en hakikit münevverlerile, en uyanık üniversitelilerile ve en tanın- mış simalarile doluydu. Hepsinin sol göğüslerine, kalp biçi- minde birer «kokart» iğnelenmişti. Ve bu kalpler üzerine takılan kalp biçik mindeki kokartın içinde yüksek kalp- li İhtifalci Ziyanın, ismi gibi her kalbe aydınlık veren tertemiz bir yüzü var- dı. Herkes ondan bahsediyordu. Yanı- ma sokulan oğlu Celâl Erguna: — Baban, dedim, bundan çok sene- ler evvel, Edirnede, istiklââ mahkeme- si reisi ve Denizli saylavı Mazhar Mü- fide: «— Ah... Demiş... Şu Dolmabahçe sarayında bir kolera çıksa da, saltana- tın bütün mikroplarını silip süpürsel!... Sonra ümitvar ve nikbin, ilâve et. miş: — Fakat bu milletin kurtuluşu böy- le hayallerin tahakkuküna bağlı değil- dir. Ben, bu milletin başındaki taçlı ve tahtlı belâların, çok yakında bu mil- fından yıkılacaklarına kaniim!» Bu kanaati daha o zaman besleyen, ve bizi Cumhuriyete kavuşturan deha- ya daha yüzünü görmeden iman eden babanın şu göğsündeki resmine bak- tıkça azap duyuyorum. Celâl Ergun: a — Sebep? diyör. Ve ben, medeniye- tin şapkasını, daha şapka kanunu çık- ,madan ruhuna geçiren İhtifalci Ziya- nın ileri başını, geri bir külâh altında gördüğüne üzüldüğümü söylüyorum! Celâl Ergun cevap veriyor: — Babamın kokartlara bastırdığımız bu fesli resmi, son çektirdiği fotograf- tır. Babam, yedi sene evcvel, yani tam şapka kanununun çıktığı sıralarda öl- müştü. O sırada, yataktan kalkamıya- cak kadar hasta olduğu halde, bir me- lon şapka aldırtmıştı. Fakat maalesef bir daha yataktan kalkamadı! x Tıb Fakültesi talebelerinden Lebi- din, mezar başında söylediği güzel nut- ku hülâsa etmekle size, Bay Ziyaya () «Transatlantik» — kelimelerini «çok büyük gemi» mânasına kullanı- yorum. Geçenlerde yazılarımdan birin- de ayni mânada kullandığım bu keli- melere rastlayan meşhur — allâmeleri- Mmizden birisi, bu kelimelerin «atlantiği geçen» mânasına geldiğini hilmediği- me hükmedivermiş, Bu suretle de, bu kelimelerin artık, atlantiği geçen bü- yük gemilere hâs bir isim haline gel- ve duyuşlarımı |: | büyüklerimize ihtifal i | borecumuzu ödememizin keyfini İhti « İhtifalci Ziya merhum «İhtifalci» sıfatını kazandıran sebeple« ri belâgatle sıralamış olacağıma kani- Bay Lebid: «Bence, diyor, bazı hâdiseler, söz- lerden çok daha müânalıdırlar. Adına dil denilen ve Aağızlarımızda habire kıvranıp duran geveze et parçası, bazı hâdiselerin engin mânalarını anlatmak kudretinden mahrumdur. Bugünkü bu ziyaretimizde de dilin bu ezeli aczını hissediyoruz. Burada da «Hâdise», «Söz» den mânalı, ve kuvvetlidir. Çün- kü bugün burada biz, İhtifalci Ziya merhumun ihtifalini yapıyoruz! : Bu sözleri haklı bulmak için, 40 - 50 yıl öncelere bakmak lâzımdır. O de- virde, ileri cemiyetler, büyüklerinin ölüm, doğum günlerini, bu günlerin onuncu, yüzüncü, bininci yıllarını, hü«- lâsa hatıralarını, saygıyla, sevgiyle a“ nıyorlardı. Halbuki o devirlerde biz, müthiş bir nankörlük gayyasının tâ dibindey- dik. Her millet, büyüklerile öğünür du. rurken, biz sayacak tek isim bulamı- yorduk. Çünkü bize iftihar verecek o- lan bütün isimleri âÂdeta zorla unut- muştuk. Bilmiyorduk ki milli şuurlar« da, milli vicdanlarda en derin ve en ge niş yer, milletin en büyük evlâtlarına ayrılır, Ve gene bilmiyorduk ki, büyük ölüleri anmak, bizim için bir vazife, bir borç ve istikbal için bir ihtiyaçtır. İşte, bu ihtiyacı, bu vazifeyi o gün- kü cemiyette ilk gören, duyan ve der-' hal gidermek için, maddi, manevi hiç, bir fedakârlıktan kaçınmadan tatbika- ta girişen, muvaffak olan adam, Ziya beydir. Eğer bugün, Mimar Sinana, Barbas rosa, İbni Sinaya, Namık Kemale, İb- rahim Müteferrikaya ve daha bir çok yapılıyorsa, bu falci Ziyaya borçluyuz. Çünkü bütün bu ihtifallerin bayrakdarlığını o yap- mıştır!» : x «Bir gün, bir ecnebi seyyahla, Sü. leymaniye camiini geziyorduk, Ecne- bi, camiin yüksek san'ati önünde hay- ranlığını gizleyemedi. Ve: — Türklere, dedi, hâlâ barbar diyen- ,ler var... Bence asıl, böyle âbideler kuü« ranlara barbar diyenler, barbardırlar!., Ben, bu sözlerden duyduğum ifti- harın keyfine henüz kanamamıştım ki, muhatabım acı acı güldü: — Fakat siz; «barbar» sıifatını zorla kazanıyorsunuz. Herkes, kanaatini tas- hih etmek için gelip Süleymaniyeyi gezmez ya? Eğer siz, bu eseri bana, Şikagodaki yazıhanemde tanıtabilmiş olsaydınız, ancak o zaman sizi vazifelerinizi yap- mış sayabilirdim!» : Bu sözleri, merhum İhtifalci Ziya, meşhur ve değerli Mimar Sedat Çetin —— diğini bilmediğini göstermiş! | (Devamı 11 inci sayfada) taşa söylemiş. Mimar Sedat Çetintaş