Saatlik sayfa görüntüleme limitine ulaştınız. 1 saat bekleyebilir veya abone olup limitinizi yükseltebilirsiniz.
-SON POSTA İttihad ve Terakkide on sene CİHAN HARBİNİN SON PERDESİ Yazan: Eski Tanin Başmuharriri Muhittin Birgen — No 2i Erçbergere göre Rusyanın bolşevik olmasının sebebi Almanya idi Erçberger Türkiye hakkında da şu sözleri söyledi: “Türkiye bizim için ayrica bir gaile olmuştur, Ermeni kıtali etrafında Fransız - İngiliz ve Amerikan matbuatında yapılmakta olan neşriyatın Alman demokratları için yüz kızartıcı olduğuu elbet hissediyorsunuz,, “Donanma sözüne bir nevi ikrah hissi ifade eden bir dudak burmasile mukabele etti: — Donanma! dedi; işte, Kayserin tahakküm sevdasının en büyük nişa- nesil Almanyaya donanma değil, ek- mek lâzım (1) ... icap ederse donan- mayı İngiltereye hediye ederiz! Her iki tarafın demokrasileri ara - sında anlaşma imkânlarına gelince biz buna inanıyoruz ve düşman memle - ketlerdeki demokrasi matbuatının yazı- larının samimi olduğuna kaniiz, — Onların yazdıkları samimi ola- bilir, fakat, hükümet adamlarının da ayni derecede samimf olabileceklerine emin misiniz? Bu sual önu biraz düşündürdü; fa - kat, ona da cevap buldu: — Hükümet adamları samimi ol - masalar da kitlelerin samimiyeti kâ - fidir. Kitlenin yapacağı tazyik ile on- lar da samimi olurlar. Maamafih, şunu da bilmek lâzımdır ki, askeri muzaf- feriyetle bitirilemiyecek bir harbin |- çinden silâhı teslim edip çıkmazdan ev vel tecrübe edilecek bir şey varsa o da bu, bizim tasavvur ettiğimiz çıkış yo- ludur. Biz bunu istiyoruz, isteyeceğiz ve istediğimizi de Kayserden alacağız. Erçbergerin haklı olduğu nokta Erçberger'in haklı olduğu bir nokta vardı: Davayı askeri bir zaferle halle- demiyecek bir vaziyette olunca silâhı tesilm edip çıkmazdan evvel tecrübe edilebilecek bir şans aramak zaruri idi. Fakat, bu şans, hangisi idi ve kimin eli- le tecrübe edilmek iktiza ederdi? Han- gi yol daha iyi idi? Dahilde siyasi bir gürültü çıkarmıyarak sulh şansını Kay- serin tecrübe etmesi mi daha muvafık- | tı, Yoksa bu gürültülerle demokratların işi ele almaları mı daha faydalı olabi- Brdi? Bu dahili siyaset gürültüleri a- caba, kendilerinin de yorgun oldukları muhakkak bulunan düşmanlara fazla bir şevk verecek değil miydi? Acaba, bu şevk ile cesaretlenen düşman harbe daha şiddetle devam etmeğe kalkamaz mıydı? O tarihe kadar her iki taraf da birbirini alta alıp istediği gibi ezmek için o kadar inad ve ısrar göstermişti ki şimdi hangi taraf zaafını meydana vuruürsa öbür taraf, ondan azami istis | fade etmek istiyecekti. Bu noktaya bilhassa işaret ederek Rusya misalini aldım ve Erçbergere: — Rusyada da öyle olmadı mı? de- dim; Rusyada ihtilâle demokratlar baş- . ladılar; müsait bir sulh şartı bulsalardı sulh yapacaklardı. Bulamadıklari tak- dirde harbı, çardan daha iyi idare et « mek istiyorlardı. Bu plânla işe başla- dılar, çarı tahttan indirdiler; sonra da ne sulh yapabildiler, ne de harbı daha iyi idareye muvaffak oldular. Sulh ya- pamadılar; çünkü siz sulh yapmak için | evvelâ onları tamamen ezmek istediniz, Harp de yapamadılar, çünkü, her şeye rağmen, harbi idame eden makineyi bozmüş — bulundular. İçine düştükleri (1) Son zamanlarda Göringin «bize tere yağ değil, top lâzım!» sözüne mukabil tere hariciye nazırının «biz tere yağını topa tercih ederiz!» demesi ile Erçbergerin bu sözleri arasında ne kadar bir benzerlik vardır. 1918 yazının sonlarma doğru Al- 'lfııı demokratları ekmeği donanmaya ter- cih ediyorlardı. 937 de nasyonal sosya - topu tere yağına tercih et'iler. İngil- t:ı—ıı ise 918 deki rolünü tekrar ile meşgul- ur. keşmekeş içinde nihayet ipin ucunu büsbütün ellerinden kaçırdılar ve iş büsbütün müfrit unsurların eline geç- t Fakat, Almanyada demokrasi cere- yanının gidişi o kadar kuvvetli idi ki Erçbergeri hiç mantık ikna edemez ve hiç bir misal, fikrinden geri çeviremez di. Bizzat merkezden sola doğru giden ve sosyal demokratları merkezle bir - leştizerek Almanyanın yakın tarihi için mühim bir rol oynamağa. hazırla - nan bu siyaset adamı, kararını vermiş bir cereyanın kuvvetli bir mümessili idi, Bana şöyle cevap verdi: — Bu meselede Rusya misal ola - maz. Ne orada şuurlu bir millet vardı, ne de onların karşısında garbin demok- ratik bir rejimi bulunuyordu. Eğer Almanyada bir sene evvel demokratik bir rejim bulunmuş olsaydı Rusya ile hem Ruslar daha müsait bir sulh elde etmiş, hem de bizim tarafımızdan harp başka türlü idare edilmiş bulunurdu. Almanyada demokratik bir rejim bu - lunmaması hem Rusya ile harbı uzun müddet devam ettirmiş, hem de orada bolşevizmin zuhuruna sebep olmuştur. Görülüyor ki Alman demokratları kararlarını vermişler, gemi azıya al - mişlardı. Vaziyet gayet vazih idi. Bu- 'nun için sözü bir de Almanya ile müt- tefiklerine nekletmek istedim. — Fakat, dedim; Almanyanın müt- tefikleri var. Siz onlara karşı bir takım taahhütler ve vazifelerle mükellefsiniz. Onlarla temas ettiniz mi? Onlar bu me- selelerde nasıl düşünüyorlar? bu ciheti tetkik ettiniz mi. Erçbergerin bu noktada da cevabı Hayatın da, sıhhatın da, saadetin de temel taşıdır. Çünkü sağlam diş- ler, insana sıhhat, neş'e güzellik ve saadet verir. RADYOLİN Günde iki defa Radyolin ile fırçalanan dişler İnci gibi güzel ve sağlam olur. Sağlam dişler midenin — sağlamlığını, — sağlam mide de vücudün sağlamlığını temin eder. OA LUK AR hazırdı. Hiç düşünmedi: — Evet, hakkınız var, dedi; Avus- lar da bizim fikrimizde. Sade onlar da bizim fikrimizde değil, belki Avustur- ya baştanbaşa sulh taraftarıdır. Kral, çoktanberi sulh yapmanın çaresini arı- yor. Bundan başka, Avusturya erkâ- nıharbiyesi önümüzdeki kış için mem- leketin harbe devam kabiliyeti olmadı- gini bizimkilere bildirmiştir bile. Almanyadan sonra Bulgarlarla Tür- kiye gelir. Bulgaristanın harp edecek hali kalmadığı malümdur. Türkiyenin de ayni vaziyette bulunduğu muhak- kaktır. Son günlerde İngilizlerin Suri- yede Türkleri kolaylıkla mağlüp ettik- leri göz önünde duruyor. Konuşmak metelesine gelince, ki- minle temas edelim? Kiminle konuşa- hm? Her iki tarafta da hâkim olan as- keri ve siyast bir oligarşidir. Eğer bu memleketlerde de birer demokrasi ha- reketi ve bunların teşkilâtları bulun - saydı onlarla da temas edip konuşmak bizim için hem bir vazife, hem de fay- dalı bir hareket olurdu. Fakat, bunlar yoktur; oligarşi ile konuşmamıza ise imkân olamaz, çünkü onlarla biz, bir- birlerimizin dillerinden anlamayız. Erçbergerin bu sözleri vaziyetteki son ükdeyi de çözmüş” bulunuyordu. Bununla da, söyliyeceklerini söylemiş idi. Fakat, biraz tereddüt geçirdikten sonra, arkadan şunları da ilâve etti: — Hem, dedi; doğrusunu isterseniz Türkiye bizim için ayrıca bir gaile ol- muştur. Ermeni kıtali etrafında Fran- sız, İngiliz ve Amerikan matbuatında yapılmakta olan neşriyatın Alman de- 'mokratları için yüz kızartıcı olduğunu elbet hissediyorsunuz. Bunun için, düşmanlarla karşı karşıya geçip sulh müzakeresine girmiş ÂAlmanya ve bil- hassa biz Alman demokratları için Türkiyeyi müdafaa etmek güçtür. Türkiye, maalesef, büyük bir yüz ka- rası içindedir. Bunu müdafaa etmek bize düşmez, edemeyiz. Türkiye kendi başının çaresine bakmalıdır.. . _(.Arkası var) BÖ a ea n e nn RADYO| Bugünkü FProgram İSTANBUL 1 Mart 937 - Pazartesi Öğle neşriyatı: 12,30: Plâkla Türk musikisi, 12,50: Hava- dis, 13,05: Muhtelif plâk neşriyatı, Akşam neşriyatı: 18,30: Plâkla dans musikisi, 19,30: Çosuk- lara masal; İ Galip Arcan, 20: Rifat ve ar- kadaşları tarn[m_da.n Türk musikisi ve halk şarkıları, 20,30: Ömer Rıza tarafından Arap- ça söğlev, 20,45: Safiye ve arkadaşları tara- fından Türk müsikisi ve halk şarkıları, Saat âyarı, 21,15: Şehir tiyatrosu dram kısmı (Karmen), 22,15: Ajans ve borsa habetleri, 22.30: Plâkla sololar, opera ve operet parça- ları, F 2 Mart 937 — Salı Yarınki Prosram İSTANBUL Öğle nesriyatı: 12.30: Plâkla Türk musikisi. 12.50: Havadis. (113.05: Muhtelif plâk neşriyatı, Akşam neşriyatı: 18,30: Plâkla dans musikisi, 19,30: Eminüö- nü Halkevi nesriyat kolüu namına Bay Nus- ret Sefa (Yeni çıkan kitaplar), 20: Cemal Kâmil ve arkadaşları tarafından Türk mu- sikisi ve halk şarkıları, 20,30: Ömer Riza ta- rafından arapça söylev, 20,45: Vedla Rıza ve arkadaşları tarafından Türk musikisi — ve halk şarkıları, Saat ayarı, 21,15: Şehir ti - desi, 22,15: Ajans ve borsa haberleri, 22,30: Plâükla sololar, opera ve öperet parçaları. turya demokratlarile temas ettik. Ön- | yatrosu öperet kısmı (Üç Sant) 3 üncü per- .| Yazan: Francis Miomandre Bir zamanlar zengin olup da sonra - dan fakir düşmek kadar acı bir şey var mıdır? Hele insan kendini Ünü her tarafları tutmuş bir ailenin evlâdı diye göstermek İsterse. Madame Mathilde Gerbier - Desjoncs iste böyle kimse- lerdendi. Para, mal namına hiç bir şeyleri kal- mamıştı. Bu işin naşil olduğunu ken - dileri de pek iyi bilmediği için, bizim araştırmamız Jüzumsuz olur. Dünya * da böyle bir türlü anlaşılmadık şey- ler, ne kadar kafa yorsanız halledemi- yeceğiniz muammalar vardır. Hele Adh&mar'ın kafası pek yorulmıya da gelmezdi... Onun kolu kanadı kırık gi- bi, hiç bir taraftan bir ümidi kalma - miş gibi bir hâli vardı ki görenlerin yüreğini parçalardı. Çok şükür ki ka- dınlar daha işgüzar, daha becerikli o- lur; Mathilde de bir hayli düşündük - ten sonşa hallerini iyileştirecek çareyi buldu. Hallerini sadece iyileştirmek mi? Daha da fazlası... Mathilde, bul - duğu çarenin, kendisini de, kocasını da zengin edeceğinden, ömürlerinin sonu- na kadar hiç bir sıkıntıya düşürmiye - ceğinden emindi. O günlerde gazetelere, küçük şehir havadisleri arasında çıkacak bir ilân verdi: Bunda, Paristen geçmekte olan bir Hintli prensesin gayet kıymetli bir yakuüt gerdanlık kaybettiği bulup ge - tirene büyük bir mükâfat verileceği bitdiriliyordu; fakat prenses kendisi- ni tanıtmak istemediği için gerdanlı - gın Madame Gerbhier Desjones'a geti - rilmesini rica ediyordu. Adhemar evvelâ şaşkına döndü. Ka- rısına: ; — Ama, güzelim, dedi, sen o kadını tanımıyorsun ki!. Doğrusu bu cesare- tin beni korkutuyor... — Senin de her isşte çekingenliğin benim sinirime dokunuyor... İşinden çıkarıldığındanberi sürdüğümüz hayat hoşuna mi gidiyor? Sen hep böyle mi kalmak istiyorsun? İnsanım bazan da gözü pek olması,lâzım gelir... Zaten ilân çıktı, demek ki zar bir defa atıl - dı; artık ne desek nafile! Bakalım A - lah ne gösterecek!.. Ök yayından fir - ladı!.. Madame Gerbier Desjones böyle has- ma kalıp sözleri de, gözü pek insanları sevdiği kadar severdi. kocasına bir sii- oldu; © kadar ki Adhemar, arası çok geçmeden; karısının yaptığını gayet ta- bi bulup eve yakut gerdanlığı getire- cek adamı sabırsızlıkla beklemeğe baş- ladi. Mafhilde bile bu busustâ onun kadar acele etmiyordu. Nihayet gerdanlık geldi ama, o gün Adhemar evde yöktu. Zaten getiren de bir erkek değil, fevkalâde terbiye ve nezaketinden görmüş geçirmiş ol - Sainte-Perline olduğunu söyledi, zen- ginlik günlerini anıp hayli —gözyaşı döktü, koynundan mukavva bir kutu çikarip açtı. w Madame Gerbier-Desjonecs'un göz - leri parladi: ömründe bu kadar güzel, bu kadar iri zümrüt görmemişti... Gerçi güdaha giden yol, sabunlan - mış gibi kavgandır âama ne de olsa in- sanın gözü korkar, tutünüup kürtulmak Jis'ı.eı'. Mathilde bir an bir tereddüd GERDANLIK rü beylik sözler söyliyerek adamcağı- | zin endişelerini gidermeğe — muvaffak | duğu belli- bir kadındı, Adının Agîaâı Çeviren: Nurullah Ataç gösterdi. Az kaldı ağzından kaçırır «Ben zümrüt gerdanlık demedim, ya kut gerdanlık dedim!» diyecekti, Ama karşısındaki ona söz söyliye ! cek vakit bırakmadı: Bir otomobilde buldum, dedi, Prensesin bu gerdanlığa o kadar ehem, miyet vermesine şaşmam doğrusu..;, Gayet güzel zümrütler... Öyle değil mi, Madame? Siz de bunlara hayran olmadıniz mı? Mathilde içinden: «Ben önceden yakut dedim diye bu gerdanlığı reddedecek değilim ya! de“ di. Bu kadıncağız bana ne bulmuşsa ö« nu getirmiş, İyilik etmek istemiş. Red: dedersem sonra hatırı kalır...» Kadıncağızın zahmetini boşa çıkar- mak istemedi; hattâ daha ilerisine git- ti; ona, gazetede vadettiğinden de da- ha âlâ bir mükâfat vermek istedi: — YVallahi! dedi, size şimdi ne ver « sem azdır; on bin frank takdim edece« ğim. Biliyorum ki bu para, bana ettis ğinliz iyâliğin yanında hiçtir... Fakatı şimdi yanımda on bin frank da yok. Biı_;’ hafta sonra teşrif edemez misiniz? i İhtiyar kızın yüzü, üzerine limon sı-4 kı!mış. bir istiridyaya döndü. Nihayet: — Bana siz şimdi üç bin frank ver « seniz ben on binden vaz geçerim, dedi. Bu, doğrusu can sıkacak şeydi; Ma- dame Gerbier-Desjones gerdanlığı sat- tıktan sonra bahşişi vermek niyetinde. idi. Fakat işi elden kaçırmak korkusu da vardı. Bütün çekmelerini, kocası « nın cüzdanını, ceplerini boğalttı; n - hayet iki bin altı yüz seksen frank çık- tı. Mademoiselle de Sainte-Perline bü kadarla iktifa edeceğini birkaç defa tekrar etti ama Mathilde razı olmadı, ona and verdi ve bir hafta sonra tek- rar gelip paranın üstünü alacağını va- dettirdi. n Ertesi sabah saat on birde Madame Gerbier-Desjones, büyük: bir kuyum a cunun mağazasına girdi. Adh&mar, he- yecana pek tahammülü olmadığı için dışarıda beklemeği tercih etmişti. Ca « mekânı seyrederek bir aşağı, bir yukas- rı dolaşıyor, parayı aldıktan sonra ka- rısı ile hangi lokantaya gidip neler yi- yeceğini kararlaştırıyordu. Mathilde, zümrütleri vyaydıktan son- ra kurnazlık edip: — Satmak için getirdiğimi sanmıayı- İnız, dedi; sadece kıymeti hakkında bir fikir edinmek istyorum... Kuyumcu zümrütler eline alıp dik-! katle baktı, tarttı, ışık altına götürdü. Doğrusu o da hayranlığını gizliyemi « yordu. Nihayet: — Harikulâdet.. dedi. Vallahi hari « kulâdel!.. Mathilde halecandan bayılacak gibi oluyordu: imes Ne kadar eder? dedi. — Evet, madame, busgün bu hüsüsta |çok ileri gidildi. Bunlar bir kuyumcu- | yu bile aldatabilir, o kadar iyi tak'id edilmiş... Biz böyle şevler almayız a- ma baska bir mağazava götürün. beki beş yüz frank veren - bile bulursu- DuUK : — Ne diyorsunuz? — Hattâ belki fazla dâ eder... Madame Gerbier-Desjanes, gerdanl: hği almadı bile; yürekler parçalıyan (Lüflen saylayı çeviriniz)