151 numaralı fakat asıl mesele anasını © pek kanaca; Suat, dayısının biraz yumuşar gibi olduğunu görünce kalbinden büyük bir sevinç dalgası kabarmış.. çehresine kadar taşmıştı. Fakat, ciddiyetini boz- mamıştı. — Niçin, havsalan almıyor, dayı?. Diye, tekrar söze başlamıştı. — Bunda, havsala almıyacak, bir şey yok ki... Müsaade et.. ben sana bir *kaç sual sorayım. Ondan sonra; bak, iş ne kadar kolaylaşacak. — Sor bakalım. — Sizin gemide, sübyan alayından alınmış çocuklar var mı?. — Var.. galiba.. ya, iki.. ya üç tane olacak. — Pekâlâ.. bir tane daha niçin ol - masın. — E, bu nasıl olacak?.. — Haaaa.. bunun için da ben, şöy- le bir düşündüm... Şimdi sen, küçük bir fedakârlık edersin. Benim yaşımda, aşağı yukarı bana benzeyen, kimsesiz bir çocuk bulursun. Bu çocuğu, süb - yan alayına kaydettirirsin. Sonra da, gemide lüzum gösterir; bu çocuğu, gemiye istersin... Bahriyede, bu kadar dost'arın, ahbapların var. Seni, kıra - cak değiller ya.. tabi, bu arzunu rzeddetmiyecekler, çocuğu — gemiye göndereceklerdir.. fakat; bu — çocuk, gemiye girmiyecek.. beş on kuruş alıp, bir tarafa çekilecektir. — Anladım.. onun yerine... — Evet.. onun yerine.. anun elbise. lerini giyerek ben gireceğim... Mese 1â, bak.. fotografçı arıyorsunuz... Bu işi, ben göremez miyim?... Suadın bu sualini, derin bir süküt takip etmişti. Mustafa Bey, gözlerini havada halka halka uçan sıgara dü - manlarına dikmişti. Suat, başını önü- ne eymişti. Ve böylece, dakikalar geç mişti. — Olacak şey, değil a... Haydi, farzedelim ki, böyle bir şey yaptık. Ve.. yaptığımız iş de oldu... Pekâlâ.. anne- ni ne yapacağız?.. Onu, nasıl kandıra- cağız?. — Haaa, onu peşinen kandırmak mümkün değildir. dayı.. bunü, çok Alâ biliyorum... Onun için bunu da düşünüyorum. Emin ol, buna da öyle bir çare bulacağım ki.. — tereyağından kıl çeker gibi, onu da kandıracağım. önündeki bakır sigara tablasına bastırmıştı. Ağır ağır ayağa kalkmıştı. — Çok çapraşık.. çok pürüzlü bir iş.. hemen, Allah encamını hayreyleye. Diye mırıldandı. Mustafa Bey, sigarasını F Bir Doktorun Günlük Cuma Notlarından — (*) Odaları Havalandırınız! Kış münasebetile odalarımızın soğuma- ması için her tarafımı sıkı siki kapıyos ruz. Bazı hasta odalarına girdiğim 2a - man ghavanın değişmediğini — gösteren ve içinde oturanların eciğerlerinden çıkar- dıkları kirli havanın kendisine mahsus fena bir kokusu ile karşılaşıyorua. Boğuktan korkmıyarak günde bir kaç de- fa odanın havasının tecdidi behemehal lâzımdır. Oturduğumuz oda veyabud sa- donların bavasını tecdid eden vasıtalar yoksa en iyisi kapıyı veyatud pencereyi beş n dakikalık açmak kifayet eder. Bu muameloyl bir kaç saatte bir tekrar et- melidir. Kapalı ve havası değişmemiş o- dada oturanlar yavaş yavaş kendileri bi- le hissetmeden zehirlenmeğe başlarlar. İlk alâmetl baş ağrısıdır. Bulantı, kay, baş dönmesi gibi ârâz görülür ve nihayet bu vaziyete düşenler kendilerinden ge - çerler. TTehlikeli vaziyetler meydana ge- lir. Oturduğunuz odaları, yattığınız yer- leri sık gık havalandırınız, ——— ——— (*) Ba notları kesip saklayınız, yahut pir alböme yapıştırın kolleksiyon yapınız. gıkıntı zamanınızda bu nollar bir doktor gihi imdadınıza yetişebilir. ıj_şehil (Ertuğrul faclasma" karışan “aşk "macerası) Suad dayisını ikna edebilmişti, Japonyaya gidecekti, ! kandırmakta idi, halbuki benzemiyordu. O gece, sabaha kadar hem Suat, hem Mustafa Bey.. ikisi de, uyuma - mışlardı. Sabahleyin, mektepte yanık yanık çalınan, (kalk!..) borusu ile oda- larından çıkmışlar; sofada karşılaş - maşlardı. Suat, neş'eli bir sesle: — İşittin mi dayı.. kalk borusunu, Abdullah çavuş çaldı Ah, bu adamın tüüleri öyle bir inletişi var ki.. insan, mestoluyor. Diye bağırmıştı. Mustafa Bey, başını iki tarafa sallı- yara: — Lahavle velakuvvete illa, bil « ksah... Yahuuul.. Ben, kırk — senelik askerim... Gece gündüz boru sesi din- lerim, Bu sesin insanı mestedip etme- diğini bir kere bile aklımdan geçirme- dim... Bu kız, ne tuhaf kız; yarabbi?. Diyoe, söylenmiye * Hacer Hanım da sabah namazına kalkmıştı. Onun odadan gelen sesi de, Mustafa Beyin sesine karışmıştı: — Aman ağabey.. öyle söyleyipte, şu kıza paye verme, Allah aşkıı Onun işi gücü, havailik.. kazık k. kız oldu; daha dört peşli bir entari çatmasını bilmiyor. Geçen gün, Ayşe- nin basma entarisini diksin diye ver- dim. Ön rubasını !*ka pesine teyelle - miş... Dün, karnıbahar tenceresinin altını çatır çatır yakmış... Söz de bir örtüsü işleyecekti. İki aydır or- rükleniyor. Caaanım sakız gibi patiska, mutfak paçavrasına döndü Ona; var mı havailik?,. İşte o kadar... İskeleye, (Şahin) geldi.. (Aydın) git- ti.. (Kadriye) nin bacaları boyanmış.. (Nüzbetiye) nin kazanı patlamış.. İn- gilizin kotrası, balıkçı kayığına çarp- mış.. Abdullah çavuş, boru - çalmış.. çocuklar bugün talime beş dakika geç kalmış.. filan İngilizçe kitapta, bil - mem hangi kaptan şöyle bir martaval yumurtlamış... İşte, bizim küçük ha- nımın işi gücü, bunlar... Varacağı he- rife, Allah imdat eylesin... Eğer kayın analı bir yere gelin giderse, bir hafta geçmeden, bohçasını koltuğuna verip «hadi kızım, ananın evine..w demez - lerse, benim suratıma tuuu, diye tü -« kürsünler... — Annel, — Annesiz kal, inşallah... — Aman anne.. münase” gim. »»— Söyle bakalım. Gene, ne cevher yumurtlayacaksın. — Ben, dayımlan İstanbula inece- ğim. stsizlik etme, Allah aşkına.. bir şey söyliyece- SON POSTA Son Posta « nn Tarih? Telrikas : 64 — Niçin, dedi, ilk önce müsbet ce- vap verdiniz de şimdi kararınızı değiş- tiriyorsunuz? Gudea, Samadan bahsetmedi: — Kızımı yanımdan ayırmak niye- tinde değilim. O da benden ayrılmıyor. Halbuki ilk görüştüğümüz gün, bu noktayı düşünmemiştim, Ve kızımın reyini de almış değildim, Hamo söyliyecek söz bulamıyordu. Beyninden yıldırımla vurulmuş - gibi, ©o kadar saraılmış, o kadar kendini kaybetmişti ki.. Gudea: — Niçin üzülüyorsun? dedi. Bir kız, bir erkeğe varmak istemezse, ona tekrar erkekten bahsedilir mi? — Hakkınız var! Fakat, kızınız bes ni bir kerecik olsun görmüş olsaydı.. çok umuyorum ki, sevecekti. — Kızım sizi her gün görüyor, Ha- mol! Siz sokağa çıkarken, o pencere - sinin aralığından sizi seyrediyormuş. — Beğenmemiş demek?.. — Evet. Ne yazık ki, beğenmemiş.. — Bu hâdiseden benim kadar siz de müteecssir oldunuz mu? — Babanla harbettim.. memleketi- ni istilâ ettim.. hazinesini yağma et - Llna. Halığı, gimdü düsi ekduk Tomanlir Eğer kızımı sana verseydim, şüphesiz ki, bu dostluğumuz daha çok derinle- *|şecekti. — Şimdi tehlikeye mi düşüyor? — Hayış enüdü, Siz bü' dostliğu ihlâl ettiğiniz gün, Sumer ordusunun Elâm sınırlarını istilâ etmesine de hiç bir engel tasavvur edilemez. Hiamo şaşkın bir tavırla Gudeanın yüzüne bakıyordu. Kendi kendine mı- rıldandı: — Babam beni buraya boşuna gön- dermemiş, Elâm toprakları her zaman tehlikede demektir. Ah, ne yapsam da şu kızı kandırıp alabilsem... Fazla konuşamadılar. Hamo dairesine çekildi. Gudcea da o gün geniş bir nefeş al- mıştı. Elâm prensi ertesi gün Sumerden dönecekti, Bu evlenme işittlin bozulmasına Gudeanın kızı da sevinmişti. ... “Sen bizim soyumuzdansın Sama.. bana yardım eti,, Prens Hamo o gece uyuyamadı, Yatağından kalktı.. hizmetçisine ses « lendi: : Yazan : Celâl Cengiz Hamo ile evlenme işinin bozulmasına Gudeanın kızı da sevinmişti — Buraya geldim., ilk günlerde Gudea bana çok iltifat etti. Hattâ kı- zının da beni beğendiğini söyledi. Far kat, dün.. ah o meş'um dün... — Ne söyledi size Gudea? — Beni çağırdı ve büyük bir teeş- sürle, kızını bana veremiyeceğini söy- ledi. — Sebebini sormadınız mı? — Sordum.. ilk önce cevap vermek istemedi; sonra: «Kızım evlenmiyaorl», dedi, — Doğrudur. Kralın kızı cinlerden birine tutulmuş. Yedi yıldır ne güneş görüyor, ne de insanlarla konuşuyor, O âdem oğullarile evlenemez.,. ö n Prens Hamo bu sözleri hayretle din- — Niçin hizmetçinize emretmedi - İledi: niz? Odanıza gelirdim.. — Demek bir cinle evlenmek istis — Ziyanı yok. Haydi otur baka -İyor, öyle mi? lım! İç şu şarabınıl — Evet. Cinlerden biri ona: nın odasına gitti. Sama şarap içiyordu. Kapının önün. de bir tıkırtı duydu.. hançerini alarak kapıyı açtı.. fakat, gece yarısı hiç ummadığı — birile karşılaşınca hançe- rini sakladı: — Buyrunuz prensim! Hama güler yüzle odadan içeriye girdi: — Uyuyacak mıydın, Sama? — Hayır, prensiml! Ben erken ya- tamam.. — Erken değil sanırım, Gece yarısı oldu. — Siz de yatmamışsınız?.. — Seninle konuşmak istiyorum bi- raz. — Siz içmez misiniz? — Beni bekle ben: gelmeden hiş — Hayır. Gece yarısından sonra|kimse ile evlenemezsin! demiş. Suzlular şarap içer mi? — Hâlâ gelmemiş mi bu cin?. — Sumerliler sabaha kadar içiyor« ve EĞeLe İ S lar. Burada gece yarısından sonra şa- ö (Arkası var) rap içmek günah değil. Sama şarabını içti. Prens Hamo bir sedirin kenarına oturdu: — Buradaki hizmetinden ve yaşa - yışından memnun musun, Sama? — Çok memnunum.. — Yurdunu hatırlamıyor musun? — Hhatırlamak neye yarar? Madem- ki bugün Sumer topraklarında ve Su- mer sarayında yaşıyorum.. Geçmişi unutmağa çalışmalıyım. — Suz'a kaçmak istemez misin? — Böyle bir şey düşünmedim.. — Ya fırsat bulursan?... — Kaçmak istemem. Çünkü, bura. ya bir esir olarak gelmiştim. Gudea beni maiyetine aldı.. hassa bölüğüne zabit yaptı. Buradaki mevkiim de Suz- daki mevkimden aşağı değil. Ya ölün- ceye kadar bir esir gibi yaşasaydım... — O halde sen yurdunu ve yurtdaş- larını unutmuşsun, Samal İnsanın eli- ne fırsat düşünce, ilk yapacağı i$ yur- duna kaçmak olmalıdır. — Esir olsaydım, belki düşünür - düm bunu, Fakat, Gudeaya söz ver - dim.. and içtim.. ölünceye kadar ona sadık kalacağım. Prens Hamo bir kaç saniye süstu.. sonra birden Samanın yüzüne baktı: — O halde bana yardım et!... — Elimden geleni yapabileceğim - Bu yeni, sihramiz ve tavka- lâde İnce pudrayı kullandı. şukluklar bila kaybı — İşte.. ben demedim mi?.. Allah rizası için söyleyin.. bu kız, adam olur mu, hiç?.. Hani, meşhur bir hikâye vardır. Kadının biri kızını önüne oturt- muş.. « kızım, hanım ol.. kadın ol.» diye nasihat edermiş.. birdenbire kızı orada duran eşşeği göstermiş.. vanne bakt.. Eşşeğin burnuna kelebek kon- du.» demiş...... İşte bizim kızınki de, bu hesap... Ben onun için neler söy- | lüyorum. Bunları dinleyip te, şöylece | biraz kızarıp bozaracağına, sanki hiç ona değilmiş gibi, dayımlan İstanbula ineceğim, diyor. Hacer Hanımın söylenmesi, kimbi- lir daha nekadar devam edip gidecekti? Bereketversin; Hilmi Bey işe müdaha- le etmiş: — Hanım!.. Sen söylenirken, na - maz vakti geçiyor. Namazını çabuk kıl da, kahvaltı edelim. Ben nöbetçi- yim. Mektebe erken gideceğim. Demişti. — Sama uyanık mı acaba?.. — Şimdi sesisini duydum.. henüz uyumamış, Prens kalktı.. yavaş yavaş odasın- dan çıktı. Loş bir. dehlizden — geçti.. kimseye görünmeden yürüdü.. Sama- I-Nöbetcl Eczaneler Bu gece nöbdetci olan cezaneler yanlar - gea İstanbul cihetindekiler: Aksarayda : (Pertev). Beyazıdda : (Bel- kis). Penerde : (Emliyadi).-Şehreminin- de : (Hamdi). Karagümrükte * (Kemal). Samatyada : (Ridvan). Şehzadebaşında (Hamdi). Eyüpte : (Arif Beşir). Emi nünde : (Bensason). Küçükpazarda cati Ahmeti, Alemdarda : (Esad). kırköyünde - tİstipan. Beyoğla cihetindekiler: İstiklâl caddeşinde : (Galatasaray). Tü- nelbaşında : (Matkoviçi . Galatada : (Ye- huriyet caddesinde : (Kürkelyan). Kal- ; yoncuda : (Zafiropulosi. — Firuzağada : Kahvnludederlerken bu bahis, gene|| tarkağrab. Şişlide : Lasım). Beşiktaşta: tazelenmişti... Suat, dayısının yardı-|| çan Ridvan). mi sayesinde, iki gece yengesinde mi- Bokariçi ve Adalarda: İşabir n güclükle İ Üsküdarda : (İskelebaşı). Barıyerde : safir kalmak için, güçlükle izin kopa-|| (Gzman). Büyükadada : (Halk). Hey - rabilmişli. belide : (Tanaş) (Arkası v zi Üa lks d niyol). Pındıklıda : (Mustafa Natl). Cum- || den emin değil misiniz?, — Sen mert bir erkeksin, Samal Gudeanın hizmetinde — bulunmakla, damarlarındaki kanı inkâr edemezsin! Sen, eski Elâm kabilesinin torunla - tındansın! Elâm gençleri ulularını fe- dakârlık göstermekten çekinmezler. Sen de bir vakitler Suz şehrinin biricik kahramanıydın! — O kan.. atalarımın kanı damarla- rımda-yaşıyor. Elâm veliahtına her za- man boynum eyiktir... Prens& Hamo derdini açtı: — Ben Gudeanın kızını seviyorum, Sama! Suzdan buraya onunla evlen - mek için gelmiştim. — Gudea buna razi olmuşmuydu? — Babam Suzdan kendisine bir ha- ber göndermişti, Gudeadan şöyle bir cevap geldi: «Oğlunu buraya 'gönder. Kızım onu görmeden bir şey söyleye- meml» — Ya şimdi?2... Yarın havadan yağacak ölüme binlerce kurban vermemek için kur- banlarınızı Türk Hava Kurumuna vermelisiniz. İ oldu. Bir defe| Dusralanmak kâfidir. Çönki bu pudra| gayet İnce va son derece sabittir. Son derece yapışma hassası ve gayet ince olması itiba - rile bu pudra,- cildinizde © kadar güzel ve muntazam ya- pişir ki mevcudiyeti bile fark edilmez. En samimi dostlarınız bile teninizin cazib güzelliğini adeta tabii telâkki edecekler - ve tenis maçlarında, dahilde en sıcak balo salonlarında dans e- derken bile daima teninizin ca- zib güzelliğini muhafaza edet- siniz. Bu pudra, suya, güneşe ve tere mütehammildir. Kat'iy- yen müteessir olmaz ve yüz- de leke ve plâkalar teşkil etmez. Siz de bu sihriamiz, gayet ince we cildinize son derece yapı - şan «birle dörtn Tokalon pud- rasını israrla isteyiniz ve mun- tazaman kullanınız. Neticesin- den son derece memnun ka- lacaksınız. var) İ “