Saatlik sayfa görüntüleme limitine ulaştınız. 1 saat bekleyebilir veya abone olup limitinizi yükseltebilirsiniz.
rirken, Hacer hanım kendisini tuta - 151 numaralı şehit (Ertuğrul faciasına karışan aşk macerası ) f(azan : A. R. Yeldirme ve başörtüsü Suadın ç — Son hayatında mühim bir tahavvül yapmıştı Dünkü kıismın hülâsssı: 12 yaşında herkesle ahbap bir kız Çocuğu olan Suadden annesi şikâyet ediyor. Onun evde oturmayıp Büiyük Adayı dört dönmesini, erkek gibi (duür Ve oturdan) anlamıyarak, haşarılık et- Mesini beğenmiyor. Halbuki bir bahri- Ye yüzbaşısı olan babası bu fikirde de- Bil, kızının yaramazlığından — hoşlanı- Yor, Küçük ve haşarı kiz daima iyilik yapar... İhtiyar bir balıkçıya yardım e- | derek balık tutar, Abdullah çavuşla be- Taber gezer, tozar, boru çalmayı öğre- nir, babasile İngilizce konuşur. Suad 13 üne geldiği gün annesi ülti- Matomu verdi: — Artık bundan sonra sokak yok. Yaşın on üç oldu. Erkekten kaçacak- Sın. Lâz Şabanla, Abdullah çavuşla Börüşmiyeceksin!, Dedi. Çocuk ağladı, çırpındı. Araya babası girdi. Fakat kadın: — Eğer karışırsan başımı örter gide- Trim. Sonra ne haliniz varsa görün!. Diye isyan etti. Hilmi Efendi, ileri gidemedi. Hacer , o Oumi, sinir buhranları içinde bıra - _ak yukarı kata çıktı. Annesinin ;“î 1 kararını kızına bildirdi. Ve niha- et : S Soati. Arytık bu kararı kabul et- baleç :elâz'm Hadi bakalım. Aşağıya A de, annenle barış. Dedi, ' Suat, babasmı çok severdi. Şimdiye Ka T onun hiç bir sözüne muhalefet “* ltaatsizlik göstermemisti, Fakat, bu ..Oefer_ inat etti: | ö Dünyada barışmam, baba... bisa Ye cevap verdi. Çünkü; annesinin ?_nbn—e onun hürriyetini tahdit et- "Mesi, fena halde gücüne gitmişti.'" | | ! * llh!_ngîlizıer&en. sükünet ve soğukkan- “gi öğrenmiş olan Hilmi Efendi, sö-| Zü Uzatmıyarak aşağıya indi. Bir ta - n&'?"ı karısı Hacer Hanımın; diğer faraftan da kızı Suadın, — sinirlerin'n Yatışmasımı bekliyecekti. HaCer_Hanım; altkattaki — odada, Pencerenin önüne başına bir çatkı çat- Miş, oturüyor; ölkeli öfkeli söyleni - Yordu: __Sokâkta, Zıpzıp oyniyan çocukların, Sürültülü sesleri geliyordu. Üstkat pen- “îeninden. Suadın çocuklarla konuş - tuğu işitiliyordu: — Ulan Ömer!.. Versene çocuğun ı7“]3’âlanm.. zavallıyı ne ağlatıp duru- Yorsun? — Suat abla.. ben onları yuttum. — Nasıl yuttun. Ben buradan görü- Yorum. Senin cam kafa, çizgiden iki Parmak geride idi, Ver Hakkının bilyâ- nı. Ağlatma çocuğu. Aşağı iner - Sem, vallahi yuvanı yaparım. Hilmi efendi, kızının bu hâkimâne Emirlerini işittikce gülümsiyordu. - Birdenbire Suadın, çılgın bir haykı- Tışla merdiven başına koştuğu duyul - Muştu. Suad: ) — Kız, Ayşe.. koş, aç kapıyı.. da- Yim geliyor. Dayıcığım.. ah dayıcı - Bim.., | Pîye bağırıyor; sür'atle merdiven- €ri iniyordu. Suad, orta katta durmuştu. Şimdi, asına sesleniyordu. — Baba.. baba... — Ne o kızım2.. — Dayımdan da kaçacak mıyım?.. - — Hayır, kızım. Dayıdan kaçılmaz. Hilmi efendi, sükünetle cevab ve - |din, ben yarın size gelecektim. şarsız deme... Hele biraz daha geçsin.. |Öyle değil mi, Suad?.. Al şu paketleri.. ni eve.. birini de size. — ——— —— Mustafa efendiyi karşılamıya çıkar - ken: — Ayol.. bu kiz, sahi çocuk.. ço - cuk amma.. boyu bosu adami aldatı - yor... Ne çare?.. Âdete, şeriate uymak lâzım. Diye mırıldanmıştı. Merdivenleri, ikişer üçer atlıyan Suad, kapıya koşmuş.. Mustafa efen- dinin boynuna atılmıştı. Mustafa efen- dinin uzun ve siyah kaplı bahriye kılıcı bacaklarına dolaşmıştı. Az kalsın, iki- si birden yere yuvarlanacaktı. — Kızım, dur.. yavaş.. elimdekileri kiracaksın. — Ah dayıcığım.. başıma gelenleri | bilsen.. eğer bu akşam sen gelmesey - — Hayrola.. ne oldu?. — Beni kaçırıyorlar. — Kaçırıyorlar mı?.. Kim kaçırıyor? — AÂnnem, — Nereye kaçırıyor?*. — Erkekten kaçıriyor. — Kaçırır, a.. maaşllah, bak., artık | Boyun bana yaklaştı. ' Hacer hanım da söze karıştı. — Aman ağabey.. yüz verme şu ar- sıza.. şımardıkca şımarıyor. Besleme Ayşe; Mustafa efendinin ayaklarındaki, kenarı lâstikli potinleri çekti, orada duran mercan terlikleri ö-! nümne çevirdi, Mustafa efendi: — Yoooo, hemşire.. benim kızıma bak o.. ne hanım, ne kadın olacak... yavaş.. kırılacak şeyler var. Dedi... Paketleri, Suade verdi. Kı- lıcını gıkarıp kapının arkasındaki port- mantoya asarken, Hilmi efendi de gel- di: — Bu ne dayı.. a.. anladım.. anla - dım.. fotoğraf makinesi... — Hadi bakalım.. o da senin. Hacer hanım, az kalsın korkudan jdüı_ıüp bayılacaktı. Çünkü Suad; avazı çıktığı kadar bir çığlık kopardıktan son- ra; dayısının boynuna atılmıştı. cici daycığım, Diye bağırmağa.. dayısına karşı bes- lediği ezeli sevgiyi çılgın buselerle gös- termiye başlamıştı. * Yeldirme, ve başörtüsü... Bunlar, Suadın hayatında oldukca mühim bir tahavvül husule getirmişti. Fakat o - nun taşkın ruhu, bir türlü kayıt altına girememişti. Mahalle çocuklarından; Abdullah çavuşa ve balıkcı Lâz Şabana kadar, eski dost ve âşinalarile alâkası- ni kesememişti. Her gün annesine karşı türlü baha- | neler buluyor; şöylece etrafı dolaşı - yordu. Lâkin artık eskisi gibi her ta - rafa girip çıkamıyordu... Mektebin borazan kovuşuna, büyük mermer taş- lığına hasret çekiyordu. Bu mermer taşlıktaki büyük gemi modeli, gözünde tütüyordu. Sahile indiği zaman, boynunu bü - |kerek, uzun uzun tâlim gemisine ba - kıyor, güvertede gezinen beyaz elbise- li neferleri gördükce, ağzı sulanıyor - du. Babası, şimdi ona kucak kucak ki - tab taşıyordu. ÂAnnesi de, artık ufak tefek ev işlerine alıştırmıya çalışıyor - du... Fakat Suad, tâlim borusunu du- yar duymaz, kitapları bir tarafa atıyor; işi gücü bırakıyor; üst kata koşuyor - du. Buradan mektebin tâlimhanesi gö - — İşiniz var, Mustafa bey!.. Daha kapının önünde şikâyetler başladı. Me- ğer bugün evde cenk olmuş.. kan, göv- d deyi götürmüş... Diye gülümsedi. Hep beraber, alt kattaki odaya gir - mişlerdi... Şimdi Suad, her sevi unut- muş.. aklı, fikri; elindeki paketlerin (- çinde idi. — Dayıl.. Açayım mı, bunları?.. — Kızım!.. Patladın mı?.. Ne olu -! yorsun ?.. — Sana ne, anne.. ben, dayıma söylüyorum. | — Hemşirel.. Birak Allahaşkına, Çocuğun neş'esini kırma. — Zaten, hep siz sebeb oluyorsu - nuz, ağabey.. hep siz şimartıyorsunuz, Bu sözler birbirine karışırken, Suad paketi açtı. Ayrı ayrı kâğıtlar içine sa- rılmış olan şeyleri çıkarırken, söylen- miye başladı: — Al gözüm, seyir edelim., gayetle zârif bir resim çerçevesi, — Onu, babana ver kızım. — Buyurun, baba efendi.. bizim da- yı beyin hediyesi. — Canım ne zahmet?.. Mustafa bey, mukabele etti: — Efendim.. bizim geminin maran- göozu yapmış da, — Bravol.. Hakikaten çok şık, çok zarif.. bu kadar sert ağacı, bu derece maharetle oymak. — Bu ne dayı.. hâ.. bu ne dayı?.. — O, Avrupadan yeni gelmiş bir i- dare lâmbası.. onu da annene ver. — A.. ağabey, niye zahmet ettin? — Canım, zahmeti ne olacak... Dün,, Beyoğluna çıkmıştım. Banmar- şeye uğradım. Bunlar gözüme çarptı.| rünüyordu. Suad, burada tâlime çıkan talebeyi görünce, kendinden geçiyor - u, Suadın sesi sedası, kesilince, annesi . seşleniyordu: — Suad!.. ııııııııı — Suad, huuul... Suad, ancak kendine gelebiliyor - du. — Ne var, anne?.. — Kız, acı acı bir şey kokuyor. O- caktaki etin suyuna baktın mı?.. — Ben yukardayım, anne, O zaman Hacer hanım, kıyametleri koparıyor: OPı ğmhh olsun, a dostlar.. et, ça- tır çatır yandı... Kız, yukarda, ne halt arıyorsun?.. Eğer sen adam olursan, sokaktaki köpekler de adam olur. Diye, bar bar bağırıyordu. Suad, bilhassa matrak tâlimini pek çok seviyordu. Bu tâlim başlar başla - maz, o da babasının ucu topuzlu bas- tonunu dibinden kavrıyor. Odanın or- tasında duruyor. Uzaktan işitilen ku - manda sesine uyarak: | —. Bir.. iki.'Üç. dört... Diye, bastonun topuzlu ucunu, ha- vada savuruyordu. Bir gün, bu topuz ortadaki asma lâmbaya isabet etmiş; koca lâmba şişesi, bin parça olmuştu. Şangırtıyı işiten Hacer hanım, mer- diven başına koşmuş; acı bir feryadla sormuştu!: — Ne oldu, Suad?... — Asma lâmbanın şişesi kırıldı, an- ne. — Kız, asma lâmbanın şişesi nasıl Pek hoşüma gitti. İkı tane aldım. Bırı Ci İ a MA ği FĞT AR Zene POsTA — — Dayıcığım.. dayıcığım.. ah benim / ——— FM op Ğ a TİRELA GÜL LÜ PAA GAO | AA Deniz ve denizcilik: Sayfa 7 Büyük harp gemisinin denizcilikte mevkii Cumhuriyet devrinde donanma Mevcutlara ilâve olarak yeni sipariş edilen gemilerle, Yavuz başta olmak üzere, donanmamız tam bir kül teşkil etmektedir Yazanı Mütekalt bir deniz zabiti «ve mecmualarında hükümetimi - «zin yeni harp gemileri ısmarla - «mış olduğuna dair bir haber çık- «tığını yazmıştık. Bu münasebetle «mütekait bir deniz zabitimiz bu- «günün deniz silâhları hakkında «bir makale yazdı, aşağıda okuyu- «cularımıza takdim ediyoruz.» Hamit devrinin en temiz ve en di - rayetli amirallarından idarei mahsusa meclis reisi Mehmet Raşit (Paşa) bir gün mabeyne çağırılarak donanmanın ne suretle takviye edilmesi lâzım gel - diğine dair kendisinden bir rapor is - tenir. Merhum, bugün bile az bir tadi- lâtla tatbik edilebilecek olan mükem - mel bir lâyiha yazıp mabeyne takdim eder. Kendisi bazı öteki amirallar gibi mabeyinde kimseye mensup olmadığı icin evvelce padişahin reyinin ne mer- kezde olduğunu öğrenmeğe lüzum gör- mez. Ve başta büyük zırhlılar olmak üzere zamanın icabına ve memleketin ihtiyacına en uygun bir donanma in - evvelce Hamidiye ile Mecidiyeyi 1s - marlamayı tasarlamış. Lâyihayı takdi- me memur olan başmabeyinci padişa- hın yanından çıkıp gelmiş ve paşaya biraz sert ve manalı bir surette baka - rak lâyihayı geri vermiş, ve: «Sevketmeap efendimiz iki muhafa- zalı kruvazör siparişini ferman buyur- muşlardır» diyerek paşanın bir kaç ge- ce uykusunu kaçırmıştı. İstibdat devrinde donanma böyle takviye edilirdi. meşrutiyette ise hangi akla hizmet edilerek Barbaros ve Tur- gudu sipariş ettiklerine hâlâ akıl er - diremedim. Donanma Güya bu suretle şaatı programı yapar. Halbuki padişah -Büyük harp gemileri nden bir kaçı bir arada : «Bir kaç gün önce Avrupa yıllık/ takviye edildi. Ve deniz harbini kay - bettik. Vâkıa biz de deniz harbini bir horoz dövüşü sanacak kadar acemi Adik; maamafih bu bize, eski ile yeni geminin ne demek olduğunu bilfiil öğ- . retti. Ismarlıyanlar da bunu anlamış - lar mıdır bilmem? Cumhuriyet devrinde ise bir takım yeni gemiler daha sipariş edildiğini öğ- reniyoruz. Bir çok tecrübeler ve iddia ve müdafaalardan sonra gene büyük deniz devletlerinin tezgâha (35,000) tonluk dritnotlar koymasına bakılırsa hâlâ büyük harp gemisinin deniz kuv- veti olarak en başta geldiği görülüyor. Ancak bu esas elemanı denizaltı ge - milerinin şerrinden kurtarmak için muhriplere lüzum olduğu zaten bilin - diği gibi cihan harbi bunu bir kat daha meydana çıkardı. Meselâ: Aboaukir, Cressy ve Hogue ismindeki üç kruva- zörün bir anda U 9 Alman denizaltısı tarafından batırılmasına ve gerek Ça - nakkalede ve gerekse diğer denizlerde adedi düzüneyi geçen harp gemileri - nin ve (5000) den fazla tüccar gemisi- nin gene bu sinsi silâha kurban gitmiş olmasına bakılırsa Yavuzu korumak için mevcuda ilâve olarak dört muhrip sipariş edilmesi ve kendi denizaltla - rımızın zorlu düşmanı olarak düşman muhriplerini kovalamak için de iki kruvazör yaptırılmasını bir eski deniz zabiti olarak alkışlamamak nankörlük olur. Sipariş edilen gemilerin cümlesini bir anda şanlı Türk bayrağı altında görmek arzu eder ve her halde hepsin- den evvel iki kruvazörün yaptırılma - sını gönülden isterim. ' (Devamı 15 inci sayfada) NU g eağlĞliner llasiya Okuyucularımızın Sorgularına Cevaplarım Okuyucularımızdan Arif'e: simleri alınmaz. * j menkul : Sirkecide Turan Akbaşoğlu'na: Di z ae N v | — Çöp ve tenvirat paralarını mal sahibleri vermek mecburiyetin- dedir. Ev sahibi vermediği takdirde alâkadar memur kirayı haczedebilir. || Fakat mücir ile müstecir arasında - kı mukaveleye başka bir madde koy_'— mak da mümkündür. 2 — Bir gayri- ancak bir sene müddetle kapalı kaldığı takdirde belediye re- — Muhalefet hava dolayısile va - zife göremiyen arazi tahrir heyet'e- rinden yalnız başkanlara çalıştık - ları günler gibi ücretlerinin tam ve- rilmesi için Maliye Vekâletinde bir karar verilmek üzere olduğu döğru: dur. Reis tâyin ile âza da intihaâbia (Arkası var) | (||svazife gördüğü bittabi istisnaları ol- ” Fi | Ha - Munki maları lâzımdır. * Balıkesir Şehir Sineması opera « törü Niyazi Çetin Yalçın'a: — Bu memur hakkındaki şikâye- tinizi P. T. T. Umum Müdürlüğüne bildiriniz ve vaziyetten bizi de ha- berdar ettiğinizi ilâve ediniz. * Emirgânda F. Köksoy'a: — İstanbulda telgraf mektebi yok tur. ÂAlınan memurlar staj gördük - ten sonra tâyin edilirler. * Besiktasta Hasan Vural'a: — Mevzuu bahsettiğiniz romamda gpözünüze çarpan sev hakikattir. O devirde maden işletilirdi. * Yusuf Köymen'e ve Kastamonur da Tahsin Başafa: — Yazınızı güzel bulduk. Ancak Antakya ve İskende ün meselesi zeferimizle netice'endidi için nesri- ni lüzum haricinde addederek sak «