31 Ocak 1937 Tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 7

Saatlik sayfa görüntüleme limitine ulaştınız. 1 saat bekleyebilir veya abone olup limitinizi yükseltebilirsiniz.

Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

— SON POSTA umaralı şehit - faciasına karışan aşk macerası) Yazan : A. £. 4 ÜS ĞNN » » M ahbap bir kız ânnesi şikâyet .%;Ğ;rm“?m Büyük Yamı, Skek gibi| h'!ınamyarak' haşa- MiYor. Halbüki Olan babası bu yaramazllğın- ' %Ur Svvej Belen baâ- Ve Thiy Arada Suad de © lâz Şabanla beraber | lu'ı!u'ıın bu i- “| “de büy üyen bir genç kız çarşafa li ulmak istenince ne yapar” MRiana Hele kapıdan dişarı adım at, ayaklarını kırarım — Ülen!.. Şuncacık gız çocuğunaı — Suat!.. Bugünden itibaren sokak “|bakın da ibret alın. Ona bir ayda otuz ,Jiki makam kırk iki faslı öğrettim, geç- tim. Diye bağrıyordu. Abdullah çavuş, talebesine olan tak- dir ve muhabbetini göstermek için, izinli bir gününde İstanbula inmiş.. işi- Ni gücünü terketmiş.. küçük ve kolay üflenir bir boru bulup - getirerek bu meraklı talebesine vermişti, İşte ogün hayatının en mes'ut günlerinden biri- .|ni idrak eden Suat, sevincinden çıldı- racak hale gelmişti. Fakat o, en büyük maharetini yüz- mekte göstermişti... Bir gün mektebin .Jilk sınıfları Çamlimanına gitmişti. Bu da, - her zaman olduğu gibi - talebeyi takip etmişti. Orada, küçükler arasın- da bir yüzme yarışı tertip - edilmişti, Suat, yarışı görür görmez, sabrede- |memişti. Derhal tenha bir köşede sa- .| yunarak denize dalıvermiş.. Ve tale » belerin hepsini geçmişti. İşte ©o gün kendisine (Yalı çapkını) ismi veril - mişti. * Fakat Yalı çapkını, sadece kof bir serseriden ibaret değildi ...Geceleri de, babasının karşısına geçer okuma yazma öğrenirdi. Ön üç yaşına ge]diği zaman, Ingi. İlizce konuşmakta bir hayli ilerlemişti... *|Yüzbaşiı Hilmi efendi, kızının göster- diği bu istidat ve terakkiden dolayı se- vinç içinde idi. Fakat annesi; - iskele camisi imamı, Hacı Salih efendinin kızı - Hacer Hanım, bu- çalışmadan memnun değildi. |— Ah; bey, ah!. Şüu kızı ziyan ettin k vesselâm... Kazık kadar karı oldu; da- ha hâlâ namaz surelerini bilmiyor, Diye sık sık şikâyet etmekte idi. Hacer Hanımın bu şikâyetleri, dai- ma şu muhavere ile neticelenirdi. — A, hanim.. kızı, Ayasofya cami- sine imam mi yapacaksın?.. — E, pekâlâ.. sen al götür de, kilise- ||ye zamgoç yap... İngilizce öğretece - ğim diye, kızı kıpkızıl gâvur ettin. Ken- disi bu yaşa geldi. Daha elini bir kere secdei rahmana değmedi.:. Nur içinde yatsın; eğer babam sağ olup ta bu kızı böyle görseydi, alimallah kederinden nüzul isâabet ederdi. * Suadın on üç yaşını ikmal etmesi, ev de mühim bir mücadeleye sebebi - yet verdi. O'gün, Hacer Hanım kaşla- rını çatarak: paydos, Dedi. Suat, birdenbire bu emrin mânasını hissedemedi. — Niçin, anne?.. — Niçin olacak?.. Bugün, tam on üçünü bitirdin, on dördüne bastın. erkekten kaçacaksın. — Ay, mektebe gitmiyecek miyim? — Hayır. — Abdullah çavuşla görüşmiyecek miyim?, — Ne münasebet. — Lâz Şabanla da balığa çıkmıya- cak mıyım?.. — Deli misin, kız.. nasıl olur, artık? — Yaaa.. ben evde oturamam. So- kağa çıkacağım, — Zor çıkarsın, sen.. hele kapıdan dışarı bir adım at. Alimallah, ayakla- rını dibinden kırarım. Bu tehdidi; ağlamalar, sızlamalar, yalvarmalar takip etti. Suat, mukabil tehdide geçerek, en üstkattaki odaya çıktı.. Kapıyı içeriden kilitledi.. açlık grevi ilân etti. ü Hacer Hanımın bu kararından ha- berdar olan Hilmi Efendi, öğle yemeği- ne eve geldiği zaman, işi tatlıya bağ- lamak istedi: — Haniml!.. Sen de bu kızı lâstik bebek gibi çeke çeke büyütüyorsun, İngilterede bu kadar kızlar... Derken, Hacer Hanım artık sabrede- medi. Tam mânasile imam Hacı Salih Efendinin kızı olduğunu gösterdi. El- lerini kalçalarına dayıyarak Hilmi E . fendinin karşısına geçti: — Bana bak, bey!.. Ben; İngiltere, mingiltere bilmiyorum... Anamdan babamdan ne gördümse, evlâdıma da onu #yaptırmak isterim. Kız evlât de- diğin anacığının dizleri dibine yakı - şır... Yemek yemek değil,; açlıktan geberse de, şöylece teneşir tahtası ü - zerine uzansa, artık onu salma sığır gi- bi sokaklarda gezdiremem. Canı soka- ğa çıkmak isterse, hanım hanımcık ba- şını örter.. koltuğumun altına büzü - lür. Benimle beraber, komşu komşu gezer... Ben, bu zamana kadar senin işine karışmadım. Bundan sonra da sen benim işime karışma... Eğer karı- şırsan, alimallah başımı örtünce, ana- min evine giderim. Baba, kız; ne hali- niz varsa görün. Diye, şiddetle isyan etti. (Arkası var) | çok Fransa durdu. Nihayet; yalnız a - yız? Spor Kurumunun âzaları niye asının neşriyatı ve Selim Sırrı Tarcan ile Vildan Âşirin makaleleri Bir haftanın tarihî . Güreşçilerimizin Finlandiya turneleri münasebetile çıkan münakasa — Sporumuzun profesyonelliğe doğru gitmesinden müteessir olmalı mı- değişiyor — Spor Kurumu mecmu- Felek Burhan, güreş takımımızın Finlândiya seyahatini manasız bulu - diyaya, İsveçe, İngiltereye gitmesinde büyük kazanç görüyor. Ben, güreş takımının turneye çıkma- sarfetmemiş olacak, Berlin olimpiyad- larından biri âtıl kalan güreşçilerimiz bedava muhtelif memleket güreşcile- rile karşılaşarak hem idman üzerinde memleketlerindeki güreşcilerden ser - best güreş hususunda epiyce maharet elde etmiş olacaklardır. ü Güreş federasyonunun balkan güreş- lerini yapmadan vazgeçerek şimal mem leketlerine turneye çıkması yakın dost- larımızla bilâhare boy ölçüşmek nok- tai nazarından da faydalıdır. Güreş federasyonumuzun elde mev- cut güreşcileri ötekinin berikinin dedi- ği gibi daha eskimiş değillerdir. Sonra; Finlândiya seyyahati olqu- ca kurtlaşmış ve eskimiş güreşcile"n . mize bir çok bilğiler verecek ve dön : dükları zaman Saim gibi Nuri gibi arkadaşların, bilâhare antrenörlük et- mek için bilgileri artmış olacaktır. Binaenaleyh; Milli takımımızı yen_'ı ele manlarla takviye etmek endişesini ta- şımakla beraber eskilere de hor.bak- mamalıyız. Bunların da Nuri gibi tecî rübeli güreş muallimi olarak yerleri var. Türkiye sporu profesyonelliğe mi gidiyor Ortada bir dedikodu var. Fenerbahçe, Güneş futbol takımları profesyonel oluyorlarmış... Olabilirya!.. Neden taaccüp ediyo- ruz bu işe?... Profesyonel olmak aforoz olmak mı- dır yoksa?... Harbi Umumiden sonra; anlaşılmış- tır ki profesyonelliğe gitmiyen - spor ölüdür, cansızdır, seyircisizdir. Profesyonellik titizliği üzerinde en matörlükle sporların yürüyemiyeceği- ni anladı. Profesyonelliğe cevaz ver - di, O gün.bugündür, Fransa -sporu hem seyircisini buldu, hem de ahlâki düs - turlarını... Binaenaleyh; Türkiye sporunun bir kısmı profesyonelliğe gidiyor diye ne üzülelim, ne de bunu düşünenleri afa- rozlıyalım. Bilâkis memnun olalım. Hiç olmazsa Spor kurumumuz, ku- | lüblerimiz ve halkımız badema, ama- tör ve profesyonel oyuncuların kim - ler olduğunu anlıyabilecektir. Bence; profesyonell'ık işi hemen o - lup bitmelidir. Bu ayni zamanda da bütçe meselesidir. Bu vesile ile Spor kurumu bütçesi de ferahlamış olacak- tir. Spor kurumu merkezinin bazı azaları değişiyor mu? Spor kurumu umumi merkezi An - karadadır. Halbuki merkezi umumi a- zalarının ekserisinin işleri güçleri İs - tanbuldadır ve. burada otururlar. An- karada içtima vaki oldukça İstanbul - da bulunanlar aldıkları harcirahlarla Ankraya gider ve gelirler. Haber aldığıma göre, Berlin ölim- piyad oyunlarının fazlai masarifi ve Ankarada bulunan bazı merkez aza - larının spor işlerimizi teftiş için yap- tıkları kontrol seyahatleri bütçeye darlık vermiş, üste de bazı federasyon reislerinin ihtısas mevkilerini doldu - racak yeni elemanlar yetişmiş bulun - duğundan İstanbulda oturan reislerin yerine Ankarada bulunanlar tayin e - dileceklermiş... Çok güzel! En güzel ve sevindirici yor, Ahmet İhsan ise takımın Finlân-| * sına taraftarım. ( -| Çünkü bu turne için federasyoh on para | bulunmuş olacaklar ve hem de şimal| * Yazan : M. Sami Karayel Selim Sırrı Tarcanm Vildan Âşir racak mütehassısların çarçabuk yotiş- mesidir!, Spor kurumu mecmuası ve neşriyatı Bilmem sporcularca malüm — mu?.. Spor kurumumuz yedi aydır bir Spor mecmuası çıkarıyor. Zannedersem, İstanbuldaki satışı o- tuz kırk tanedir. Birini de; hasbelmes- lek ben alırım, Son yirmi dokuz numaralı sayısında gözüme iki mühim yazı ilişti. ; Birisi; «Selim Sırrı Tarcan» ın «Spo- run karakter, mizaç, ve fikirle alâka- sı», diğeri de «Vildan Âşir» in «Mek - teb sporu spor taklidi değildir» baş - lıklı makaleleri... «Selim Sırrı Tarcan» hulâsaten diyor ki: «... Spor, cesareti yükseltir, karak - teri değiştirir, ahlâkı yükseltir ve tas- hih eyler ve muhtelif idraklerimizi in- kişaf ettirir.ilâh...» Düşündüm, okuduklarımı eşeledim, kafam bir türlü almadı bu fikirleri... Çünkü; cesaret irsidir, ne yükselti- lebilir ve ne de alçaltılabilir. Karak - ter de böyle... Eğer sporu bir terbiye vasıtası olarak alırsak - ki; Selim Sirrı Tarcan yazılarile böyle almış bulunu- yor - cesareti bir takım hareketler - le - itiyadlandırmış oluyoruz. Ya - ni; psikolojik bakımdan bir terbiye ile cesaret itiyadı. Peki; bu mihahiki ve çerçevelenmiş cesaret levhasinin külli- yet idrakimiz üzerindeki yeri neresidir? Nihayet; kendisince muhal olan bir jere sıçrama ve atlama itiyadını elde etmiş olan bir sporcuya cesaretini yük- selttik mi diyeceğiz, ve spor pedagoji- si de bu mudur? İdraklerin inkişafı bahsi önünde de duraladım. Külliyetimizi değil terbi - yemizi bir tarafa bırakıp «ud» teli gi- bi ayrı ayrı idraklerimizi akord edip terbiye etmek te ne demektir? Hulâsa; çok eski klâsik bir terbiye düşüncesi karşısında bulundum. Ân « lamadım vesselâm.... Bence; külli terbiye vardır, muhal olan hareketleri yapmakla cesaret ar- tırılmış olmaz, itiyadlar verilmiş olur. Karakter değiştirilemez, — karaktere; oynıyacak fena saha verilmez. Spor yapan değil, hiç spor yapmıyan da ce- sur ve karakterlidir. Ahlâk, cemiyetin telâkkisi ve onun mevcudiyetinin tim- salidir. Bu varlıkların sporla alâkalari yoktur. makalesinde * «Vildan Âşir» in yazısına gelince; bütün yazıyı bir tarafa bırakalım, yal- nız bir noktası beni düşündürdü. Vildan diyor ki: Mektebe girecek spor mektebe benzemeli ve mekteb gi- bi olmalıdır. Çok sevdiğim ve hürmet ettiğim bu halis sporcu tanıdığım arkadaştan &ö - rarım: «— Mekteb cemiyetten ayrı bir şey midir? Mektebi yaşatan ve götüren ce- miyet mi yoksa mekteb mi? Binaena- leyh; mektebi, cemiyetten ayırmamı - Za imkân olmamasına nazaran rüşey- mi olan mekteb cemiyetini de, ayni ce- miyet gibi kabul ederek sporlarını da ayni fonksiyonlarla birbirine eş tut - mamız lâzım gelir.» olan tarafı da eskilerin yerini doldu - & & - M. Sami Karayel

Bu sayıdan diğer sayfalar: