21 Ocak 1937 Tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 7

21 Ocak 1937 tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 7
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

'ta 4 İ K M irt,:ım“ hflzîle, tekrar unutulmanın acısı Kavuklu Alinin gözlerini *Elimi hazin bir minnetle sıkarken acı acı güldü ve “Biz halkı - güldürdük... Halk bizi ağlatıyor ,, dedi! , “ee Bür a c V) | SN ) kı V lar, , Ortao r ğh' birle Za kuaîğî_tlîjek İçİü; Ka « kabiliyetini | ir Ni bir 1kai_yı_îıunda ununun sSon uüs Jattığı hastanede mülâkat Hakun e D LA * * * Bi Yü B Çüğdğ; bozulmak kor- ! Usahakan Ortaoyununu | llrsa' halkm gözüne o » kim cevabın quğluna çı - Tni bozmak, d“ŞUMek, ce- & İ evlâdı gibi se- İTmam: bil iye dayana - Sün yalnız bi - evlât gibi se- kârşıma * Ve beni böüz- nzeti -| ğ < — Meselâ futbolu da becerebilir mi meden: i|ler. Atatürkün huzurlarında, eski mek- iç:| yük iltifatlarına mazhar oldum. Mlerin, ikide birde kafalarımızda kırılan Yazan : Naci Sadullah — Başüstüne!.. Hazret böylece, gide döne, işi on pantalona kadar çıkarmış. Ve nihayet on pantalon ısmarlayıp gitmiş. | , Beş gün sonra terziden ısmarladığı pantalonları istemiş. Terzi onun önü- ne ufak bir paket uzatmış, ve kemali ,ciddiyetle: , — Buyurun! demiş. Beriki paketi açınca bir de ne gör - sün? Hakikaten ön tane pantalon var. Fakat hepsi de, oyuncak bebeklere bi- Je dar gelecek kadar ufak! Bu vaziyet karşısında bittabi: | — Bunlar ne? diye feryadı ayyuka çıkarmış. , Terzi kemali sükünla cevap vermiş: — Bir metre kumaştan on tane pâan - 'talon böyle çıkar. Sen; «pantalonları bana göre dikeceksin!» deseydin. iş değişirdi. h Bize de (35) Hra verip, ortaoyunu Oynamamızı istiyorlar. Biz de 4 kişi toplanıp çıkıyoruz ortaya. Tabif hid -| dete gelip: — Yahu, diyorlar, dört kişiyle orta- Ooyunu oynanır mı? , Biz de cevap veriyoruz: — 35 kâğıda ortaoyunu bu kadar oynanır. «Siz bize tam takım isteriz!'» gdeseydiniz, iş değişirdi! Bu gidişle bittabi, tez günde ortao ,yunu da ortadan büsbütün kalkacak! ç ÖOn beş senedir, ilk defa, geçen fes tivalde tam takımla ortaoyunu oyna mak kısmet oldu. Çünkü, Allah bere ket versin, tam 250 liralarını aldık. Böyle olunca, işin içine Naşidi de gir- di, Fahrisi de, Dümbüllüsü de.., — Naşit te ortaoyuncusu mudur? , — Elbette ya... O da ortaoyunculu - |ğundan yetişmedir. Fakat Naşide bak- mayın siz. San'atkâr çocuktur. Her şey oynar ol!... Güldüm: | — Her şey oynar mı? — Tabii! - dersin? — Vallahi bilmem amma, eğer bir merak ederse, evel Allah onun bile hakkından gelir! Muhatabımdan, en unutamadığı ha- tırasını dinlemek istedim. Hiç düşün- — Atatürkün önünde oynadığım gün... dedi, ve anlattı: — İsmet İnönünün çocuğu sünnef e- dilecekti. Bizi de Ankaraya götürdü - teplerle, yeni mekteplerin mukayese- sini yaptım. Oyunun bir yerinde pişe - kâr bana: — BSen cahilsin! diyordu. Ona verdi- ğim cevap sayesinde, Atatürkün bü - Pişekâra: — Tabil cahilim! Sen, eski mektep- sırıkları alfından canlarımızı kurta, - rabilişimize, bugünlere, ve bu kadar yetişmemize şükret! dedim, Kavuklu Ali Naşitle karşı karşıya sağ kolunun üstündeki koca döğmeyi gösterdim: — Bu da ne Ali Baba? Sen de oniki- lerden miydin yoksa? Kavuklu Ali, suçu meydana çıkarıl - mış mahçup bir maznun gibi kızardı: — Sus... Onu ne sen sor, ne de ben söyliyeyim! Ben ısrar edince, mecburen anlatı - yor: — Ben bu döğme sayesinde belki 40 defa hayatımı kurtardım. Bizim gençlik devrimizde, ortalığın hali malüm. Serde Aksaraylılık tawvar. Adım başına on tane kabadayı düşü - yor. Ya sabah akşam dövüşmek, yahut ta o diyardan göçmek lâzım. Ben, ne birincişini, he de ikincisini yapamadım. Ne dövüşecek kadar yü - rekli, ne de kaçacak kadar yüreksiz - dim. Koluma şu koca döğmeyi yaptım. Bu döğme, kabadayılığın alâmeti fa rikası sayılıyordu. Ben de her gün, kollarımı sıvar, bu alâmeti farikayı teş- hir ederken dolaşır dururdum. Bir cök | külhaniler, bu koca döğmeyi görünce beni belâlı bir şey Sanıyorlar, ve kör » kularından yanıma sokulamıyorlardı. Bu sayede, söylediğim gibi kim bilir kaç defa ezilmekten kurtuldum! — Ortaoyununda hiç lâkırdı altında kaldığın oldu mu AÂli Baba? — Hayır... — Demek hiç bozmadilar seni. Kavuklu Ali: — Hayır... Çok sıkıştırdılar amma bozamadılar! dedi, sonra gülümsedi: — Sende de pişekâfhğa yaman isti - dat var ha! Biraz dâha üstüme düşsen kötü kötü açtıracaksın ağzımı! Bu cevaba ben de gülüyorum, ve not defterimdeki sırasızlığına - bakmadan not defterimdeki süallerden birini da- ha soruyorum: — Kaç türlü taklit Yapabüiyoı-sun Ali Baba? — Yedi... Acem, Ermeni, yahudi, A- rapkirli, dışarlıklı, Kayserili, ve Ru - melili... Bunları öğreninciye kadar ne- ler çektim. Ermeni lokantalarına mı kahvesinde bedava çıraklık mı etme- dim! Acem kahvelerinde mi dolaşma - dım. Taklitte muvâffak olmak için, çok dinlemek, ve çok konuşmak lâzim, renmek, taklit yapmasını unutmaktan çok daha kolay. ' Ben ağzımı öyle fer_ış alıştırmışım ki, imdi bir mecliste, dilim kayacak diye ödüm - patlıyor.. Biraz dalgınlığıma ge- lince, taklitli konuşmuıya başl_ayweri - yorum, Ve bu: yüzden de, mütemadi - yen çam deviriyorum! " Son suatimi de soruyorum: — Ya aşk meselesi Ali Baba? Onun- 5 İa aran nasıldı? — - Ka — Gözünü seveyim. Kirli çamaşır - ları karıştl!.'mal.. — Aşk, kirli çamaşır mıdır? “ — Tabil ya; Eğer aşk kirli çamaşır olmasaydı, herkes Onu Sir gibi sakiar mıydı? tadı ile —> Yer altında 45 sene (17 | Maden ocağında fena fikirler besleyip kalbini bozmıya gelmez * * 3 Serde gençlik vardı. Sevgilime daha çabuk ulaşmak için nefesliğe u- zanan kör bir yolu tutmuştum. Birden bire direklerden biri korkunç bir gürültü ile kırıldı. Kendimi tavandan akan taş kömür ve direk yığınlarının altında buldum. | çıkarıyor. Fakat bence, taklit yapmasını öğ -| : (Devamı 15 inci sayfada) Kavuklu Aliye, yorgandan çiî:_âr.dığlj ü l ğ ( a. u L hi «i —. Yazan : A. Naim Bir maden ocağın da kalbini bozmağa gelmez arkadaş Ben bir kere ocak içinde fena niyet kurdum, başıma belâ geldi. Etem Çavuşu bu- gün gene hayli coş- kun dinliyeceksi - niz. Üzerinde çoş - kun — zamanlarının hali var. Gene sağ el, sağ yanağı za - man zaman tokatlı- yor, Çünkü bizzat başından geçen kor kunç bir kazanın hi kâyesini anlatıyor, ocak kurdu. — Seferberlikte Almanlarla beraber çalışıyoruz. Ben ö sıra, şimdi Gelik o - caklarından ve maden başçavuşu olşn oğlum Muharrem gibi zağlı ve tavlı bir delikanlıyım. Gençlik bu ya, bir Rum dilberile bir gönül hikâyemiz var. İşi bir an evvel kolayına bağlayıp dışarı çıkmak için sabırsızlanıyorum. Baş - tan söyledik, ayıp değil bu, serde genç- lik var. İşi olarına bağladım ve ocağın ana yolundan değil de, sevgilime daâha ça- buk ulaşmak için nefesliğe uzanan kör bir yolu tuttum. Bu yol yıllardanberi tamir yüzü görmediğinden göçms tehlikesi her an mevcut, Her adım atışta tavanda, koca dağı tutan meşe direkler esniyor, ge - riniyor, Her esneyiş ve her geriniş ye- rin altında yüreği kabartan gürültüler Elimde lâmba, kafamda biraz sonra kavuşacağım sahnenin. ha- yali koşar adım ilerliyorum. Direklerden biri korkunç bir gürül- tü ile kırıldı, ne oluyor? diye lâmbamı kaldırıp tavana bakacak oldum. Göz a- çıp kapıyacak kadar kısa bir zaman içinde kendimi yerde, tavandan akan taşkömür ve direk yığınlarının altın - da buldum. Göçükten çok adam kurtardım. Fa- kat, kendim henüz böyle bir vaziyete düşmemiştim. Ölüm korkusu hislerimi durdurmuş ve bayılmışım. Gözümü, kazma sesleri, bağrışmalar arasında açtım. Benim bulunduğum nefeslik yolunun arasını kapıyan - gö- çük yığınlarının ötebaşında yırtılırca - sına, geberircesine bir çalışma var. Ta- Muharririmiz Etem Çavuşla konuşuyor nıdıkların seslerini birer birer farke - diyorum: — Deli Etem gitti! — On saattenberi sağ kalmasına im: kân yok. — Karısı, çocukları, ocak dışında ağ- laşıyorlar. Dedim ya, bir yığın kazada bulun - dum. Kendim bir çok tehlikeli kazalar savuşturdum. Bu, içinde bulunduğum vaziyet onların hiç birine benzemi - yor. İnsanın gözünün önüne evi, ka * rısı, anası, uşakları, sevdikleri sıra ile diziliyorlar. Ölüm! Korkunç bir şey.. Hele;bir maden ocağında, sapasağlam girdiğin yer, insanı diri diri içine alan bir mezar olarak ölüm gelip çatınca daha çok korkunç bir şey oluyor. Gürültü gittikçe bana -yaklaşıyor. Anlıyorum ki beni kurtarmağa çalı - şanlar canlarını, dişlerine takarak mo- loz yığınlarına saldırmışlar; Adım a - dım ilerliyorlar. Beni ezilmekten koruyan ağaç di * reklerini düşürmekten korktuğum için b.ınbir ihtiyatla bir kımıldama hareke- ti yaptım. Böylelikle başımı biraz kur- tarabilmiştim. Beni kurtarmağa uğ - raşan arkadaşlara: — Ölmedim, buradayım! Diye seslendim. — Horra, horra! Sağol Etem Çavuş! Bu sesler göçüğün öbür tarafında çalışanlardan geliyordu. Türk ve Al - man ocak işçileri sağ olduğümu anla - yınca hep birden sevinçle haykırmış - dardı. Benden ses aldıkça göçüğün ö - bür tarafındakilerin çalışma şevki (Devamı 15 inci sayfada) Soyadı işlerinde İhtilâflı bir nokta şikâyetçi, diyor ki: Kırıkkalede tornacı Hayri Güner- candan bir mektup aldım, soy adı muamelesinde güçlük gördüğünden Soy adı kanunu çıktığı zaman ben askerdeydim, annemle babamdan ve kardeşimden mürekkep olan ai - leme yazdım. Derhal müracaat etti- ler. Fakat nüfus memurluğu benim o sırada orada bulunmamam dola - yısile adımı listeden çıkarmış. Wlua- melemin askerden dönünce ayrıca İyapılabileceğini söylemiş. Çaresiz terhis oluncıya kadar bekledim. Fa- kat terhis edildikten sonra da yani 21-11-936 tarihinde müracaat ettim. Vakti geçti, dediler, bir de tezadan bahsettiler, fakat mesele sadece benim muamelem şöyle dursun, ai- leminki dahi henüz ikmal edilmiş değildir. Vâkıâ bir soy adı taşıyo - ruz, fakat bu kâğıt üzerinde değil, dillerdedir. Şimdi sizden benim cezaya dü - çar edilmekliğimin doğru olup ol - madığını soruyorum, ne dersiniz? * Biz bu muamelede hir yanlış'ık olacağını — sanıyoruz: Okuyucumuz kendisi de dahil olmak üzere tekmil ailesi için muamele bitmemiş olsa bile, madem ki müracaat vâkidir, muamele başlamış sayılır, ceza yok- tur, kanunu müteakip verilmiş olan izahatın çerçevesine dahil bir vazi- yettir. Bunu nüfus memurluğuna anlatması lâzımdır

Bu sayıdan diğer sayfalar: