5 31 Birincikânun — (KAFKAŞ ş Bıîndın sonra, bu cephenin yerinden kırmıldaması için Rus ihtilâlinin baş -| ıam[aıı ve hattâ bunun tam bir peri - :an ik devrine girmesi lâzım gelmiş - ; 8 tarihlerde memleket ve İstanbul el Ni umumiyesi, henüz ye'se düş- memiş olmakla beraber derin derin dü- ışuîmrgc başlamıştı. Rusların Anado- 'uda v_nımklııı taarruzlar ve bunün ârlığı:"nı o]ıı'lı istilâ ve bu istilâ sırasın- 'a Kürdlerr isyan hareketleri, bunla- Tin ıİ:wıınu tekcirleri ve halkın da ızx;u) ücereti gibi hâdiseler, herkesin ü- İ ar*;nt:: fena tesirler bırakıyor ve - bu bT erler, yalnız insanların harcketleri i :Emdau ağıza etrafa intişar ettikce l:" es, haklı olarak, daha müthiş âk- darliğı dedtere düşüyordu. Hayat ı' iğı ıım_kq artıyor, halkın ağzında u;!nen dwnı kıamen mübalâğalı bir dnlî,m ı:(;ııxımılleıdm ve fenalıklardan mı_v)oçdu_h’m #ikâyetler günden güne Yeni bir ümit: z Mus_!şh Kemal Paşa unun İçin, Kafkas cephesinde gıunıakmm bir ordu kumandası altın- 'a noksan kuvvet ve nokaan vasıta ile İ elde edilııı_ bu “Hüuzüfferiyetten sonra fikirlere biraz skür ve istirahat gel - müt olduğunu » “urlarım, O tarih - oıd.e ğluuıl. « Paşanin ismi ve kv::ıı k»ılı “«acamanlığı ancak iş- eri yakıindah vext edenlerle onun emm- € edenlerce malümdu. e u&şı_cepîıui tnuzafferiyelin- ö d__n.ıa. bilâhara sade Türkün ye- z :k 'd.'ı'ı' ıen bu_yük bir askeri deha ola- e Gİr z'ı';dl'ı'e'l*ı de dünya nesillerinin Bd gördüğü bir inkılâb dehası ha - Yükselen Türk güneşinin ilk 1 - E'ıf; yayılmıya başla - h alarında harbetmiş o- lı:ı::d Onu harbederken görmüş bu - v âr, yahud kendisini yakından ” 'yanlar hep ondan bahsediyorlar - uı:î'“"'k kumandası altında harbetmiş ubiııpe- çok zabitten, bilhassa ihtiyat vı,d.:"ı.":'“. dinlediğim — hikâyeler T Teit 'de ;nevıiî. münferit ve Rörüşlere, h- l ü parça parça Vi çi_ı;“m'ü'hmd eden ba hikâyelerin i- ei :ıerck bir tek nokta — vardı. — 0' Derle, tıkları artık Miştı. o'lvn '::okı türlü bir kumandandır! hıuıîu başka türlü kuman - * kendisi ile &; C lanlar değiğ, ye Pirlikte harb etmiş o - taki söğele, Yavaş yavaş harbin uzak- Kıfknyî:ll: B îd' bahsediyorlardı. Son da, ko...,,urhn'mvhmheıeı; hakkın - Fak at, mhı;mllbunda—ı sonra n ur. Merkezi öni merkezi umumiliği hhnîm?;:îmğî: İttihad ve Terakkide on sene —— Sekizinci kısım İlekete süpjektif ile oh;ektifin ne ol | « |hayalimizde yaşayan bir mahlük, ne de Na. 4 CEPHESİ MUHAREBELERİ Yazan: Eski Tanin Başmuharriri Muhittin Birgen Enver Paşadan şikâyet başlamıştı Doktor Rusuhi: “Biz ona ' boşu boşuna bağlandık gittik,, dedi _ZîY-’_l Gökalp milli bir kahraman arıyordu. Kimseyi bulamayınca Enver Paşayı ileri sürdü halbuki Türk milletinin milli kahramanı o tarihte kendini halk etmekle meşguldu. Her yerde kendisini tanıtıyor, her kalbte yer tutuyordu elinde tutan Enver paşa, harbin so « nuna kadar kimseye göz açtıracak de- gildir. Bununla beraber merkezi umu- mi Korkuyor mu? Zan umumidekilerin en bi ti korkmamaktır. Yalnız sında mesele çıkarmaktan, memleke - tin mânevi kuvvetlerini kırmaktan çe- kiniyorlar. Bunun için, ancak kendi - lerine pek yakın insanlarla konuştuk- ları zaman arada bir ağızlarından bir kaç kelime kaçırıyorlar. Meselâ, o gün, doktor Rusuhi yukarda nakletti-| ğim sözlerini müteâkib, bir kere yut- kunup dalgın dalğın bir müddet dü - şündükten sonra, düşüncelerinin zin- cirini tâkib eden gözl inin arkasın - muş gibi, şunları da ilâve etmişti; — Halbbuki biz de Enver paşaya bağlanıp gitmiştik ! Bu sözler, samimi bir esef duygu- sunun ifadesidir. Fakat, o kadar. O tarihte onun da, merkezi umumüinin de elinden çok bir şey gelmez. Zaten, merkezi umuminin bir takım bahis - lerde fikirleri de dağmık bir haldedir. Meselâ, gene aynı tarihte, memlekette bir kültür hareketi yapan Ziya Gök - alp, Enver paşayı milli kahraman ola-| yak tasvir edip gider. «Enver paşa ni- çin milli kahramandır?» diye ona sa- rarsanız bunu izah için size bin türlü söz söyler. İşin hakikati şudur ki, içti- maiyat ve felsefe bahislerinde mem - duğunu anlatmıya ve içtimaiyat ilmin- de metodün mutlaka objektif olması | lâzım geldiğini öğretmeğe çalışan bu insan, bizzat en son derecesile süb | jektif ve mistik'dir. Ona milleti yük -| seltecek bir millt kahraman İâzımdır. Onu anyor, gözünün önüne Tesmi! kahraman geliyor, onu — millt kahra - man yapıyor. O, bu milli kahrama « nın harbi nasıl idare ettizini düşün - meğe bile lüzum görmez. «O iş, bana aid değildir, askerler bilirler!» der, Milli kahraman kimdir ? Fakat, milli bir kahraman ne bizim bizim, ferden, arayıp bulup meydana çıkaracağımız ve «işte milli kshra-| manl» diye elimizle ortaya atacağı - bir nüfuz yok - ina aid salâhiyetler -|karılmış, bir şahsiyettir. Milli kahra ek her şeyi kıskıvrak İman siyast tegallübler içinden sivrilip| mız bizce meziyetli, fakat rastgele çı- kahra - SON POSTA » Rus ihtilâlinden biraz sonra Moskovada ya pılan nümayişlerden birinden bir görünüş çıkmış, siyasi bir havanım yarattığı bir insan, her hangi bi günlük siyase - tin Mmeydana attığı ve muvakkaten «bütün kör de kalmıyor. Enver| yükselttiği bir mahlük değildir. O, (Arkası var) Acı badem kremi cilde yarar, Cilde hayat, düzgünlük ve tara- yet verir. Cildin kirlerini, zehirle- rini, fena yağlarını temizler. Bu- ruşukluklarını, lekelerini, çilleri- ni, ergenliklerini, sivilcelerini iza le eder. Çirkin çehreyi güzelleş- tirir ve ihtiyarlığı gençleştirir. Fakat âcı badem kremini herkes yapamaz ve bu kremi mutlaka acı badem yağile yapmak lâzımdır. | Bu hem müşkül ve külfetli, hem BB| pahalı bir iş olduğundan birar acı badem. esansile vazelin yağını ka- rıştırarak yapılan kremleri kulla- nan bayanlar cildlerini - bozuyor- lar.. Halis acı bademden pek büyük fedakârlıklarla istihsal edilen ha- kiki acı badem yağını krem haline getirmiş öln kolonyasile ve müs- tahzaratile meşhur eczacı Hasan- dır ki: Itriyatı nefis ve caziptir. Hasan acı badem yağı kremile, Hasan yağsız kar kremini ve Ha- san yarım yağlı gece kremini ba- yanlar seve seve kullanmakta ve eczacı Hasanı tebrik etmektedir. ler. Sabun, kolonya, losyon, lâvanta, briyantin, saç suları, sürme, pud- ra, tıraş bıçağı, diş fırçaları, diş su ları, diş macunları ve her türlü x- riyat ve müslahzaratla mutlaka Hasan markasını isteyiniz ve ara- yınız. Hasan deposu: Ankara, İs- ! tanbul, Beyoğlu, Beşiktaş, Eskişe- yoruz. Ya s Jlemeğe vakti ) |rinden derine içini Yazan: Marcel Aymt Bir kral oğlu geçiyordu. Durdu, de- | d — Sabahlar hayır ne kadar — Beni tte, efendim. Babamin hayvanlarına bakarım. On altı ineği, bir çift öküzü, e lekeli bir de kısrağı var. Geçi & çoban kızı; n ne? — Ben Prens Adriel lünce bu memlekete ben hükümdar o- lacağım. İ 1 kızardı. ve bir kat da - Adrien de kızardı lar ötede duran lüks o -| tomobilini! göstererek ve - Kral otomobilde ayaklarım şmuştu 'e sözler e& onuü hayran hayran ledi, çekip Ama Adrien onu du nunu bir bir tarafa, çoban kızına bakmal nihayet Adrien, anu ömrünün sonuna kâdar seveceğine yemin etti. Tam o sı- rada kızım babası geldi. Çiftliğin bir penceresinden bakıp her şeyi görmüş, & daki koca çarıklarla koşup gel- İfteli bir sesle: & demek? diye sordu, gısındakinin İreddedip saraydan kovacs kim oldu -| s İpaşayı anlamıya başlamıştır. Ondan kendi kendisini yaratan, mücadele| ğunu hemen anladı. Bi derisi yan - gizli gizli müştekidir. Gizli gizli... | meydanları üzerinde gösterdiği kud -| mış, « ş, gözleri şüp- Enver Paşadan şikâyelier retlerle kandi kendisini her kafaya so-' he d öyle güzel bir kı- haşlıyor kan, her kalbe yerleştiren ve her mu- zın babası olabil- Şily İhayyelede büyüten insandır. mesine — şaşmadı bunu belli etn : övmek gibi kızdır. mazdınız, dedi. Kendimi olmasın ama Mariette güzel sesi ile görüyorsunuz; ya yabanlığı ile görseniz kim bilir ne dersi: iz!. Hem de öyle ciddi, öyle hakikatlidir ki... Prens âdeta sarhoş olmuştu: — Ben görür görmez anladım, dedi. İhtiyar tatlı tatlı içini çekerek: — Birbirinize pek de yakışıyorsu - nuz! dedi. Adrien, çoban kızının ellerini tutup okşamağa başladı. Babası da, oğlunu beklemekten yorulmuş, belki de me - rak etmiş, kalkıp gelmişti. Onu gö * rünce, içini bir taşadır almıştı. — Hayırola? diye sordu. " Mariette yerlere kadar eğilip selâm- ladı; çifiçi de başindân kasketini çı - karıp işi anlattı: — Haşmetlim, dedi, sizin delikanlı bizim kızı almak istiyor; ben kızımı 4m, onun da gönlü vara benziyor. le olunca bize ne demek düşer Kralın pek cani sikildi ama ne ka « dar olsa saray terbiyesi almıştı, belli etmedi. Çiftçiyi, kızının güzelliği, se - wimliliği için tebrik etti, sonra krali - çelik mesleğinin zorluğundan, zatı sarayda doğmamış olanların onu öğ - rinde değil, kulübelerde bulunabile - ceğinden bahsetti. Fakat bütün bun- ları yolu yordamı ile, kimsenin hatırı- nı kırmıyacak bir surette anlatmıştı. Köylü diyecek bir şey bulamadı. Za - vallı kızcağız ağlamağa başladı; kral da Adrien'i kolundan yakalayıp oto - mobile doğru sürükledi. Babasına hür- met ve itaat eimeğe olan Prens - dikkafalılığa kal bağrı da pek dolmuştu. Otomobil hareket ettikten kral oğluna dönüp: — Buünlar da ne biçim işl anlamadım, gitti. İlk rasgeldiğin sonra dedi, kı £ Yarınki nushamızda : ni bula -| gözlü çoban kızını seviyol renemiyeceğinden, saadetin taht üze-| bi lirim mi sanire bak, Adrien, ben ö istemem. B miş bir kızı çı kare k bir münase « iniz yeke çeşim kız 1 mu ya- > raşı — Ne dedin? bun Olivier'nin kızı için yer yüzündeki po zengini... Onun benim gözlerinin bir bar in malı mülkü Bu daha bu me: ve oğluna bi Prens Pekâlâ! dedi, bir daha bahset 4 girdiğ en'de bir. ha dı. Memleketin konuştular ve nihayet: «Baht da gönül eğle n rek - delikanlının vsiye ettiler. Pren: mam diye tepindi. De değildi. Bi lar düş r gü kontesler, taç- de bir taraftan rdı. Adrien hep- da sanradan görmüş ol: mlerin kızlarını da bunları da be ha aşağısına da inmeğ d . . yı artık fazla — Ben veli - Sıpahı Hasan... bulduğunda ahtım, - dedi, siz- — BSen de n6. . den kızınızı. is « Yazan; Kadircan Kaflı biçimini tiyecektim de. İhtiyar — yu - r dedi, muşadi: — Anlamıyacak ne v ? ben yeşi> Kralın tepesi attı. — Benim senin gibi gluna: , evlâdım yok, yıs |Hem şimdi siz onu her zamanki elbi -| kıl karşımdan, dedi. Saraydan da kovdu; hattâ bir bay « ramda verdiği altın saati bile a y le ki Adrien bir parasız sokaklara düşe tü. Zavallı prens bir an bile tercadat etmedi. Şehirden çıktı, gündüz yüre - dü, geceleri köylere misafir oldu, v akşam çoban kızının evine vardı, &: © pıyı çaldı. Mariette, babası, sofrad> bulunan daha bir kaç kimse koşaralkt gelip kapıyı açlılar. Adrlen'i üstü başı liyme Jiyme, toz içinde görünce şaşir« dılar, Delikanlı: — Anlatacağım, dedi; ama pek yor« gunum, hele bir dinleneyim de Sofraya oturttular, karnını doyuraup sırtını ısıttılar. O da başından geçen ; leri anlattı. — Ama zarar yok! dedi, Mariette'e; kavuştum ya! başka ne isterim? İ İhtiyar çiftçi: ) — İyi söylüyorsunuz ama, dedi, bun-* dan sonra ne iş göreceksiniz? Ş — Ne mi yapacağım? Kızınızı ala « cağım. — Alacaksınız ama, ne ile besliye « ceksiniz? Biz zengin değiliz; siz de me« teliksizmişsiniz... — Size yardım ederim... Sizinle be « raber tarlada çalışırım... Tarlada çalışmak dile kolay. Köylü doğmamış adam © işi b ebis lir mi sanıyorsunuz? Hem darılmayın ama, delikanlı, siz pek cılıza benziyor- sunuz. Çiftçi, sofrada Mariette'in Oturan, suratı yanık bir k yanında y delikanlı « lur, des kür yapan ında idi ama hir, zin boynuna atılıp ben seni al, diyorsun. Geçen yıldanberi rüştün n ilk sef (Lütfen sahifeyi çeviriniz) p