Saatlik sayfa görüntüleme limitine ulaştınız. 1 saat bekleyebilir veya abone olup limitinizi yükseltebilirsiniz.
SÜÖN. . POSTA -— aa A —T Yazan: Talât bana: İttihad ve Terakkide on sene a—. İkinci kısım No. 10 —— CİHAN HARBİNE NASIL GİRDİK ? Eski Tanin Başmuharriri Muhittin Birgen © İstediğin gibiyiz, fakat müzakere kapısını açık bırak Alman- ların b..una harbe girmiyelim! ,, dedi Hükümet harbetmek istemiyor, yahut öyle gorunuyordu. Fakat top patlamıştı. Harp etmiyoruz diye yazmak memleketin manevi kuvvetini bozmak, istemiyoruz diye yazmak ta sulhun kurtarılması gayretlerine zarar vermek demekti. Nihayet makale yazdım ve fikrini almak üzere Talât Paşaya telefon etlim. Teferrüat henüz ondada Mma- lüm değil, yahut öyle - görünüyor, fakat benim için bu kadar malümat da kâfi, gene ondan öğreniyorum ki hü- kümet harbe mâni olmak için büyük bir gayret sarfediyor. Cavit Bey sefa- rethaneleri dolaşıyor, işin hal çareleri- 2i arıyor. Bilhassa Fransızlar onun sözlerine inanırlar, belki bu suretle harbin önüne geçilebilir. Ben ne yazacağım? Bu hayuhuy, bu hareket ve heyecan içinde asıl dertli benim! Görüyorum ki işler çok karışık, fikirler çok peri - şan, hükümet ve İttihat ve Terakki için de münakaşa büyük, kimse bir şey söylemiyor ve kimse bir karar veremi- yor. Talât Bey Babıâlidedir, Cavit Be- yin yaptığı mülâkatların neticesini bek- liyor, işleri o toplayacak. Toplayacak, fakat nasıl? Ortada patlamış bir top, yıkılmış bir sulh var. Bunu kim yaptı? Hükümet bunu yapmış olmayı kabule mütemayil görünmüyor . Hükümetin içinden bir kaç kişi mi? İttifak muahe- desinde olduğu gibi, bu işde de haki- katı bazıları bilip diğerleri bilmiyorlar mı? Ortada gürültü, merak ve heye - can harbe mâni olmak için yapılan gay- retler, hep bir «mizansen» den mi iba- ret? Bir rivayete göre Enver Paşa ile Cemal Paşa anlaşıp hükümete söy - lemeden donanmaya emir vermişler. Diğer bir rivayete göre de Cemal Pa - şanın bu işden kat'iyen haberi yoktur. İşi Talât Beyle Enver Paşa kararlaş - tırmışlar. Etraftan gelen bu rivayetleri kay - dedenlerin hepsinin de gözlerinde işin bütün sırrını bilen, fakat söylemek is- temiyen adamlara mahsus bir bakış var. Bu bakış görülecek bir şeydir. Bir takım insanlar vardır ki böyle daki - kalarda bile kendilerine bir ehemmiyet kazandırmak isterlerl. Bütün bunlar iyi. Fakat, ben ne ya- pacağım? Saat, dokuz, on, on bir, on iki, gece yarısı. Zavallı ben, bütün ga- zetecilik hayatım buhran devirlerinde geçti. Her zaman başıma gelir: Uyu- mak tecrübesine ben ancak İstanbul uyanmıya başlarken girişebilirim. Za- rarı yok, bu akşam da öyle olsun, ra- Nöbetçi Eczaneler Bu gece nöbetci olan eczaneler şunlardır; | İstanbul cihetindekiler ; Aksarayda : (Şeref). Alemdarda : (Ali Rıza), Bakırköyünde : (Hilâl), Beyazıt- ta : (Asador Vahram). Eminönünde : (Salih Necati). Fenerde : (Hüsameddin). Karagümrükte : (Kemal)., Küçükpazar - da : (Necati). Samatyada : (Teofilos). Şehremininde : (A. Hamdi). Şehzadeba şında : (Üniversite). a Beyoğlu cihelindekiler : Galatada : (Sporidis). Hasköyde : sim Aseo). Kasımpaşada : (Müeyyed). Merkez. nahiyede : (Kanzuk, Güneş). Şişlide : (Halk). Taksimde : (Taksim, İti- mad), Üsküdar - Kadıköy ve Aâdalardakiler : Büyükadada : (Şinasi). Heybelide : (Ta- naş), Kadıköy Muvakkithanede : (Saa - det). Kadıköy Söğütlüçeşmede : (Osman Hulüsi). Üsküdar Çarşıbayunda (Ni- dti .| hadi. da mürettipler beni beklerler. malı. öğrenecek; herkes susabilir, fakat ben söylemeğe mecburum. Bir aralık Mitat Şükrü beye bir hücum daha yaptım. O da kat'i bir şey söyliyemiyor, «sen bu işin içinden _çıkıırıınl» diyor. Başımızın çaresine bakmak lâzım ! Nihayet, kendi kendime başımızın çaresine bakmak lâzım geldiğine karar vererek matbaaya geldim ve bu hâdi- seyi ertesi gün herkese izah edecek ve hükümetin görüşünü anlatacak maka- leyi yazdım. : Bu çok güç bir iş oldu. Hükümet harbetmek istemiyor, ve yahud öyle görünüyor. Fakat, top patlamıştır. Top kazâen, kendiliğinden patlamış oldu - ğuna göre bunu elbet bir patlatan var- dır. Kim? Harb istemiyoruz, diye yaz- mak o sırada memleketin, her zaman- dan ziyade yüksek tutulması lâzım ge- len manevi kuvvetini bozmak, harbi istiyoruz demek de, eğer hâlâ imkân varsa, sulhun kurtarılabilmesi gayreti- ne zarar vermek demektir. Bizim pat- ilattığımız bu «topu kimin patlattığını bilmiyoruz» demek ise devlet namına ayıp, hem de çok ayıp bir şey. Bir hayli düşündükten sonra bazı 'noktaları çok bulutlu bir yazı yazdım ve hulâsa olarak dedim ki: «Karadeniz- de bir vak'a olmuş. Bize gelen haber -! lere nazaran Nilüfer Rus filosunun hü- cumuna uğramıştır. Karadeniz Rus - lara olduğu kadar bize de aid olan bir denizdir. Donanmamız her zaman bu denize çıkmak hakkını hâiz olduğuna göre Rusların hücumları manasızdır. Ve şu esnada onların menfaatlerine de muhaliftir. Bir yanlışlık mı oldu? On- lar bizim hücum edeceğimizi zannetti- ler de bizden evvel davranmak mı iste- diler. Yoksa bizimkiler mi böyle bir ,manasız telâşa düştüler. Bu noktaları tetkık etmek kabildir. Esaslı bir tetkik nctıcede kabahatin veya hatanın bizim- kilerde olduğunu meydana çıkarırsa| biz lâzım gelen şeyleri yapmıya hazı - rız. » 1 Makalerin sönu takriben şu cümlel' Enver Paşa ile söz birliği ederek donan maya emir verdiği şayi olan Cemal Pa- şa büyük ha rp esnasında zıyım; fakat, ne yazacağım? Matbaa-|ile bitiyor ve bu cümle de yazının ga- Yarın |yet sakin olan bütün ruhunu hulâsa e- gazete muayyen saatte neşredilmiş ol-'diyordu: «Harbden korkmayız ve sul- Memleket beni bekliyor, hayat ve mukadderatına aid şeyleri benden |dedir. Harb isterse harb, sulh isterse hu da severiz. Her şey Rusyanın elin- sulh yaparız!» Hiç kimsenin bana akıl veremediği ibir zamanda, ben aklımca işi böyle bir yanlışlığa çeviriyor ve arada da Babı- âlinin müzakereye hazır olduğunu her- kese bildirmiş bulunuyorum. O saatte biliyordum ki Babıâli hattâ daha faz- lasını yapmıya da mütemayildi ve her tarafta sefirlere bu yolda talimat veri-| yordu. Fâkat, meşkük ve kurtulması pekaz muhtemel bir sulh uğrunda memleketin manevi kuvvetini kırmak istemediğim için yumuşak, fakat sağ- lam bir dil kullandım. Bununla vazife- mi iyi yaptığıma kani bulunuyordum. Merkezi umuminin sansürü Yazımı bir kaç kere okuyup son şekline karar verdikten sonra müret - tiphaneye verip dizdirdim, fakat, son dakikada bir değişiklik olması ihtima- line binaen oturup bekledim. Bu sırada hariçten de Yavuzun Novrosisk lima- niniı nâgihani surette topa tuttuğuna dair telgraf haberleri geldiğini ve bu- nun sansür tarafından tutulduğunu te- lefonla öğreniyordum. Bu, bana işi daha sarih surette gösterdi. Harbin iç- tinabı imkânsız bir emri vâki olduğuna | - kanaat getirdim. Saat üçü geçiyordu. O dakikaya ka- dar benim hal ve hatırımı soran olma- kapı açıldı, içeri iki kişi girdi (Kemal ve Küçük Talât. mış, ben de kanapenin üzerine uzana- mk gözlerimi kapamıştım. Gecenin 'derin sükünu içinde merdivenden çı- kan telâşlı ayak sesleri ile doğrüldum, : Kara Bu zâtlar, merkezi umumi tarafin - dan benimle beraber makale yazmıya gelmişlerdi. Kendilerine işi anlattiım ve makeleyi gösterdim. Okudular ve sansüre başladılar. Bana anlattılar ki merkezi umumi harb istemiyordu. Bu- nun için makaleyi yumuşatmak iste - diler ve muhtelif yerlerinde kelimeler ve cümleler üzerinde oynıyarak bir ta- kım değtatirmeler yaptılar. Bu, maka- lenin lüzumundan fazla yumuşaması :demekti. eee Ü “. (Arkası var) —— [" Hikâye L BİZİMKİ Onun asıl adı ne idi? Bunu hâlâ bu- gün bile bilmiyorum. Fakat çocuklu - ğumun en güzel ve tatlı hatıralarla do- lu olan senelerini düşündükce onu ha: tırlamamak imkânsızdır. Mahalle ve mekteb arkadaşlarım a- rasında öna verdiğimiz isim «Bizimki» idi. «Bizimki» denince gözümün önün- de bin bir kılık ve kıyafette tatlı dilli, güzel sesli bir adam canlanıverirdi. Bu. gün anlıyorum ki o, hakiki ve yüksek bir aktörmüş ve onun kadürini ve kiy- metini bilen olmamış. Zavalli «Bizimki»... Onu ilk görü - şüm, bugünmüş gibi hâlâ hatırımtdadır. Bir kış ramazanı idi. Senenin on bit ayı, akşam daha gün tamamile karar - madan beni yatağıma yatırdıkları hal- de, on ikinci ayında bütün itiyadlarımıı bozan bir değişiklik olur, babam ge - celeri beni elimden tutarak camie, tli- yatroya, Karagöze, hattâ kahveye gö - türürdü. Evet, bir kış ramazanı idi. İftardan sönrâa babam teravih namazını kılmak için camie giderken bana söylemişti: ) Oğlum, sakın uyuma, teravih dönü- şü seni gelip alacağım. Tiyatroda bu akşam çok gülünç bir oyun varmış. Küçük kalbimin boğazımda sevinçle çarptığını duyar gibi oldum ve babam- la o gece Direklerarasındaki tiyatroya gittik. O ne kalabalıktı yarabbim! İs - tanbulun olanca ahalisi oraya dökül - müştü o gece... Babam kapıda bir kaç ahbabına rast- ladı, yanlarında çocukları da vardı. bizi Ön sıralardan birine dizilediler, |arkamızdaki sıraya babalarımız yer - leşti ve sabırla perdenin hakledik. Ne kadar beklemiştik. Gözlerimin kapandığını, başımın omüuzuma doğ- ru düştüğü bir sırada mektepte bizi teneffüse çağıran zilin sesile aklım ba- şıma geldi ve ben gözlerimi oğuştu - rurken perde açıldı. «O» nu gördük. İnce, orta boylu, esmer bir adamdı, daha sahneye çı- açılmasını Yazan : Muazzez Tahsin Berkand hep gelecek ramazanı bekledik ve «Bi- zimki» ni bir sene evvelinden daha st ıı.; cak bir sevinçle karşıladık. ÖŞ Bizim bu sabırsız sevincimiz tam üç - yıl sürdü. Daha ramazana bir ay kala- rak tiyatronun önünden geçerken gi« şeye uğrar ve sorardık — Bu ramazan gene geçen seneki ko, mik adam gelecek mi? " — Hangisini soruyorsunuz? — Hani şu esmer yüzlü zayıf adam., — — Ha, o mu?.. Gelecek küçük bey. — Elimizden gelse daha bir ay evveline | den biletlerimizi alıp yerlerimizi tu « tacaktık biz. Dördüncü senesi ne oldu? — Niçin oldu bilmiyorum. Tiyatro gişe- sinde bize onun için gelecek ded <leri — halde «Bizimki» görünmedi. Halbuki 4 artık bizim sevgilimiz olmuştu. Onu her — sene tam on bir ay, sevgi ve ha retle — sabırsızlanarak bekliyorduk. İlk © kşarm ümidimizi kesmedik, ikinci akşam da bir şey demedik fakat üçüncü aAkşanı onün artık bir daha sahnede görünmi e — yeceğini anladığımız zaman tiya'roya gitmek istemedik. Sevgilimiz orada değilken bizim 'îi- T miz ne idi? Aradan ne kadar zaman geçti pek bile — miyorum. Belki bir sene, belki de dı- ha fazla.. Çocuk kalbı de büyüklerinki gibi ve« fasızmış meğer... Bir müddet sona ben bu üç senelik sevgilimi unutmuş um. Bir bayram sabahı babamla uamiı gitmiştim. Bugünün çocukları bu Cü« mie gitmek merasimini bilmezler & 'bete te; fakat bizim zamanımızda bu çolı beklediğimiz bir şeydi. Düşününüz bir. kere, sabah erkenden camie gitmiya « | cek olduktan sonra bayramlık elb'seles rimizi daha akşamdan yatağımız ı yas nındaki sandalyeye dizmekte bir sebeli — ve mana olur muydu? ğ Halbuki arife gecesi, yatmadan evıı“ vel, bir iki gündenberi alınmış o'du « — gu halde henüz etiketi üstünden kopüs rılmamış yepyeni, daha kokusu üstüne — kar çıkmaz elle - rile , Aayaklarile acayip bir takım hareketler yaptı, bize tuhaf bir hi- kâye anlattı, gü- lünç bir — şarkı Helâl Yarınki nushamızlı : Yazan: de tüten elb sele« ri, BıCır gicdir 19e karpinleri, — oırıl pırıl kravatı ve Ö mendili, kırmızı | ipeği henü> ke e -| silmemiş Ççörabe | ları bir araya top- para Faik Başer söyledi. Herkes o kadar çok gülüyordu ki adamcağızın sesini duyamaz olmuştuk. Hele bizim sıradaki seyircilerin ince kahkahaları çın çın ötüyordu. Ertesi günü mektebde başka lâf yok- fu. — Komik adamı gördün mü? — Ne güzel şarkı söylüyordu ha! — Bu akşam babam beni gene götü- recek; sen de babana yalvar da beraber gidelim olmaz mı? Tam bir hafta her gece tiyatroya git- tim, İnce esmer adam gâh uzun entarili |kürklü bir efendi gibi, gâh kırmızı pantalonlu, külâhlı bir palyaço, bazan da siyah elbiseli, başında soba borusu kadar uzun bir şapka ile hep başka kı- yafetlerle sahneye çıkar ve her âkşam başka acayip numaralar yaparak bizi güldürürdü. O söyledikçe biz gülerdik, biz güldükce o daha tuhaf şeyler yapar- dı. Hiç unutamam, bir gece hastalanıp sahneye çıkamadı diye ahali öfke ile camları kıracaktı. Bana ve yanımdaki arkadaşlarıma gelince, âdeta ağlıya - cak gibiydik. Ramazan bilmişti fakat on bir ay bız layıp yatağın tam yanına, gözünüzün karşısına d :mek ve, sabah şafakla -gözlerinizi açarken onları giymek ne büyük saadetti. ; İşte ben böyle giyinmiş, süsle nmış | bir halde babamla camie giderken, kas —| pıda üstü başı parça parça dökülen bir. dilenci bize yaklaşarak elini uzat'tı: — — Mübarek bayram günü şerefinqî başınızın gözünüzün sadakası olsun be — Bu sesle irkilerek bindenbire başımı kaldırdım, dilenciye baktım. Bu adam «Bizimki» idi. Kendimi tutamadan bo—* ğazımdan bir ses çıktı: — Â,. a.. sen.. sen.. o musun? Sahibi tarafından dövüldüğü zaman yüzüne isimsiz bir acı düşen zavailı hit köpek gibi gözlerini yüzüme dik'i. t'q] çimdeki büyük merak beni sarsmşı Tekrar sordum: — Sen © komik adam değil misin? Acı acı yüzüme baktı: — Evet küçük bey. ' Hayretle gözlerimi açmıştım. k-. — Neden dileniyorsun öyle ise? ——— Aynı zavallı gözler yüzümde d- l'-ış&,, — Ne yapayım beyim, benim san'a« tım para getırmıyor artık. 4 p', - tur. yapılacaktır. 2 — Tahmini fiat 1110 liradır. İstanbul Sıhhi muesseseler arttırma ve eksiltme Komisyonundan : Erzurum nümune hastahanesi için satın alınacak 65 kalem kimyevi ecza | ve 123 kalem eczayı tıbbiye ve sıhhi malzeme açık eksiltmeye konulmuş- — 3 — Muvakkat garanti: 83 lira 25 kuruştur, _ 4 — İstekliler şartname ve listeyi her gün komisyondan g&-çbi]irı,_,_ 5 — İstekliler cari seneye ait ticaret odası vesikasile 2490 sayılı ka n« da yazılı belgeler ve bu işe yeter muvakkat garanti makbuz veya | ka mek:ubu ile birlikte belli gün ve saatte komuyom gelınelen. (2982) A_. T nn « 1 — Eksiltme Cağaloğlunda ııhhat ve İçtimai muavenet müdürlüğü binasında kurulu kamisyonda 2/12/936 Çarşamba günü saat 14 buçukta — â