8 »payta İzmirden Röportajlar: 17 Genç bir terbiyeci ile neler konuştum? Rauf İnan “ Diri ve bütün Türklüğün sesi olan bir edebiyatımız yoktu ki ölsün! ,, diyor İzmirde terbiyeciler bir konferanstan sonra İzmir kültür direktörlüğünün kari - dorları aralıksız bir uğultu içinde... lepsi de genç olan dirik bir talabe ve Muallim kitlesi burayı doldurmuş, Ki misi direktöre girmek için sıra bekli - yor, kimisi kaleme girip çıkıyor, ki - misi de elinde bir kâğıtla telâşlı telâşlı karşıdaki odaya dalıyor. Bu aralık şü- rada burada yeni mekteplerinden, ye- ni programlardan hararetli hararetli bahseden gruplar var. Bundan yedi sekiz yıl önce İzmirde maarif emini olan Bay Fuad buranın kültür hayatında eşsiz bir tohum ve bina bırakmıştır: Bu da en son terbiye sistemlerinin tatbikine büyük bir yer ve &ehemmiyet verilmesidir. O kadar ki İzmir kültürcülerinin teşebbüsile dünyanın en tanınmış terbiye âlimleri olan İsviçreli Klapared, Adolf Feriye gibi profesörler İzmire kadar gelmiş - ler, konferanslar vermişler, tetkikler yapmışlar ve: — Tebrike lâyıksınız. On sekiz ve on dokuzuncu asırların köhne terbiye nazariyelerini atarak en son usulleri ilk defa umumi bir şekilde tatbik eden memleket burasıdır. Demişlerdi. Bunun neticeleri gecikmedi. O ka- dar ki İzmir muallimleri arasında bâş- hyan bu yenilik çok geçmeden Anka - 'ra yolile İstanbülda ve bütün Türki - yede yerleşti. . Bu işin cidden muktedir ve olgun ka- falı birer ustası olan, garbın en yük - ısek terbiye enstitülerinde yetişen Mus- tafa Rahmi ve Sadreddin Celâl gibi şahsiyetlerin yardımı, İzmir muallim- lerini zafere kavuşturdu. Rauf İnan bugün yaşı otuzu geç - mediği halde İzmir kültür direktör muavinliğinde «dalma daha yeniye ve sdalma daha faydalıya» düsturunu tu- tan genç bit terbiyecidir. Tahsilini Almanyada ve Viyanada yapmış olan bu genç terbiyeci şimdi ayni zamanda idareci olmuştu. Arkadaşım bana onün hakkında şunları söylüyordu: — Yeni terbiye cer#kanlarında söz söyliyebileceklerden biridir. Basılmış ve basılmamış pedagoji eserleri her öğretmenin köşe kitabıdır. Kültür Ba- kanlığı son eserlerini bastırmak üze - rtedir. Fakat «insan» a ulan sevgi ve saygısı her şeyden üslündür. Ufak tefek, geniş alınlı, uzun, es - merce ve sevimli bir yüzü, zeki bakış- ları olan bu genç terbiyeci ile Karşı - yaka vapurunda beraberiz, Dört yıl önce İzmire gelmiş. — İzmirde oturmaktan pek memnu- num. Hele sal şam yapılan şu kı- sa vapür yolculuğu insana o kadar ya- rıyor ki... Kızgifi bir vadiden serin bir kumsala çıkmış gibi oluyorum. — Fakat İ rde canlı ve i & Türkiye ölçüsü sini İzmirde de göste' noktada bulu Tım kâr halkın iç Ik için halka liyen ve halkın içinden gelen bir dili ve gönülle yazmıyor. İkincisi de. bi san'at nihayet edebiyattan ibarettir, Halkın, yani büyük yığının hayatın - da, okumak denilen şey, henüz bir ih- tiyaç, bir hayat zarureti olmamıştır. Bunun da sebebini ayrıca refah eksik - liğinde aramak gerektir. Çünkü san'at Mta, ilim gibi ancak hayatlarında fırsat ve imkân bulan zümrelerin malıdır. — İzmir geriliyor mu? — Dört yıldanberi buradayım. Ge - rilemekte olduğunu sezmedim. Bu sözleri pek tabii karşıladım. Çün- kü insan kocaman bir geminin salo - nunda kitabına daldığı bir sırada, o vapur son hızla da gitmiş olsa hiç ye - rinden kımıldamıyor sanır. Fakat bunun bir de başka cephesi var: İstanbu! gibi yedi yüz bin nüfus- lu bir şehirden İzmir gibi 170 bin nü- fusltu bir şehre gelen adam da orayı as- hudan daha küçük bulabilir. Ne ise, ben bu dava üzerinde dura - cak değilim. Rauf İnan Türk edebiyatının ölmek- te olduğunu söyliyenlere cevap veri - yordu: — Diri ve bütün Türklüğün sesi olan bir edebiyatımız yoktu ki ölsün. Bu- güne kadarki edebiyat mekteplerimiz hep kendilerini halkın üstünde gören ve hakikaten onun dışında kalan bir zümrenin edebiyatıydı. Ne sağlığile bir varlığımız, ne de ölümlle bir yokluğu - muz olacak!... Acaba bu genç terbiyeci edebiyatı da bir terbiye vasıtası olarak mı telâk- ki ediyordu? Yoksa sahiden vitrinler dolusu edebi eserler yaratân bu kafa- lar, bu gözler, bu eller ve şu yüz pa ralık kurşun kalemleri, havanda su mu dövüyorlar? — Bizden kimleri beğenirsiniz? — Bugünkülerden Yakup Kadri, Fa- lih Rıfkı ve Nâzım Hikmeti.... Dünkü- lerden Mehmet Akifi Havanda su dövmüyormuşuz! — Garptan? — Maupassant, Romsain Rolünd, Ber- nard Chav, Heine, Sehiller'i severim. Birini diğerinden daha çok beğenmek için kendimde hak göremiyorum, Fa- kat en çok sevdiklerim Gorkinin eser- leridir. Evleneli çok olmıyan bu. genç mü - tefekkirin aşk hakkındaki düşüncı merak ediyordum, Buna da bir. terbi- yeci kafası, bir terbiyesi görüşile ce - vap verdi: — Aşk bazı hodgâmlıktır, bazı da ru- hun hayattan üstün bir tezahürüdür. at ben böyle düşünmem, Âşk ben- başkasını daha çok sevmek, sevdi - ğine bütün duyguları, düşünceleri ve iç rahatile feslim olmaktır. — Ne ile uğraşıyorsunuz? — En çok terbiye üzerinde çalışıyo- rüm, Bir eserim ve bazı makalelerim var. Daha bir kaç tane o! — Onları şüphesiz beğ — Gün geçtikçe daha çok beğ yorüum. Beğenerek başladığım bir e - ser zaman geçtikçe beğ yor. Nasıl bir eser yara! külerin gerçek olmasında payı bulu - nân bir eser'. Kadircan Kaflı, l i !kası yok, giderken, Hırsız. tabanca - ev sahiplerine çevirdi ; — Sizl geç vakit rahatsiz ettiğim 1 - çin — affedersiniz , gündüz eve girmek imkânım — bulama- dığım için çarnâçar geceyi — beklemek mecburiyetinde kal- y — Yeni elbisenle çamura düş - — Ne yapayım anneciğim, çı - karacak vakit bulamadım. — Sen bu kemeye başkâ * defa daha gelmii tin? — Asla... — Sabıkan demek.. — Var amâ mahallede iş &| ü — Gece de balık tutulur mu? — Amcam tabil bir ölümle öl - dü.. — Otomobil mi çarptı? Tram - vay altında mı kaldı? e laeerunann Kuşkulu Kadın kadınla tanışmıştı: — Sizinle tanıştığıma çok memnu - num, şimdiye kadar bana sizden çok bahsetmişlerdi. — Her halde, hakkımda- söyledikle- rine inanmamışsınızdır. ... Hâkim maznuna sordu: — Seni tavşan çalmakla itham edi - yorlar. Senin mesleğin yok mudur? — Var bayım. — Nedir? — Kürk satarım,. ... Atlatırken — Çocuğum baban nerede? — Anneme oöndülüsyon yaptırmıya gitti. — Tabif annen de beraber.. — Yok annem gitmedi, o evde. Sebebi var — Karım seya - hate çıktı, kendisi - — Bu ne sevgi? — Sevgi ile alâ - «eğer her gün sen - || den bir mektub a - lamazsam, — dönüp gelirim» demişti. '— Mâcım tesirli, uyanmıyor.. — Bir daha içmemek içindir, — Güzellik eustilüsünden geliyorum.. — Enstitü kapalıydı demek! — Tutulur. : — Geceleri oltaya ateşböceği meye başlıyalı V| takarsınız?. ha üç gün oldu Ü Sobanın karşısında İçelim demle çayı, Sobanın karşısında.. Yiyelim şu pastayı: Sobanın karşısında.. Oturalım yanyana, Sen bana bak ben sanat Az değil. kana kana, Sobanın karşısında.. Dışarda çok soğuk var Belki de yağıyor kar, Ama bize ne zarar.. Sobanın karşısinda.. Bilmezdim meğer neymiş; Bunu herkes bilseymiş, Sevişmek çok hoş şeymiş, — Hocan söyledi, hiç çalışmı * yormüuşsun.. — Benden başka dedikodusul! yapacak kimse aklınıza gelmet' mi? Aldığıma göre — Karına bir hediye alacaktın, din mı? | — Henüz almadım, düşünüyor! #AHLE — Aklığına göre işime yarıyacak ? şey olsun! ... Olmaz mı ? Kadın, Haydarpaşa Istasyonunda komotife kadar yürüdü, makinisti $İ| Bardı: — Bana hak, dedi, evim Erenköf Göztepenin tam ortasındadır.. sağda P yaz boyalı.. onun önünde duruver O, maz mı? *** Hayır 35 lik genç kıza sordum: — E!l'ân hayalinizde yaşattığınız €i mi bekliyorsunuz? — Hayır, şimdilik sadece bir k bekliyorum. — Sen bir erkekle mektuplaşı- yormuşsun.. — Bir erkekle mi, asla.. — Gelen mektubu gördüm. — Kimden geliyor du, Aliden mi, Hüseyinden mi, Nihattan mı söyle bakayım?.. İtiyat — Şemsiyeyi ni yağmıyor ki.. — Söyliyeyim, bende yazdan kâl ma bir itiyattır. bi zın her gün taşi mak — mecburiyt tinde kalmışım &| alıştım.. şimdi b kamıyorum. Dürbünle gökyüzündeki yıldızları gösteriyordu; birisi sordu: — Kaç para alıyorsun — On kuruş! a — Çok değil mi? — Az bile, bir Holivut yıldızını ya - kından görmek istesen daha mı az para sarfedersin?.. —_;lııııi saçınızı vereyim ba yan sarıyı mı, yoksa siyahı mı? — Ben deli değilim, deli olsam hiç böyle tabanca e - limde sokağa bırakırlar mı? y « di ada aü dme n