# vTMBTUN 10 İkinciteşit “ Son Posta ,, nın siyasi (ı!r]kııı : 20 İTTİHAD»eTARAKKİDEON , EEENENNAN — Yazan: Eski Tanin Başmuharriri Muhittin Birgen SON POSTA SENE İttihatçılar zamanında Prens_ Sabahaddinin ademi merkeziyet fikri « İttihatcılar Prens Sabahaddine bir ecnebi siyaset ticarethanesinin komisyoncusu gözüle bakıyorlardı. O gökte hakikat ararken önündeki uçurumu görmiyordu O, hiç bir şey düşünmü- ger, yalnız saltanat istiyordu; bunun için hattâ, bir aralık Hünkâr iskelesi Muahedesini dahi imzalamak istemiş- ti. Nitekim, gene bunun için bilâhara Sevr muahedesini de imzalamıştır. İşte, İttihat ve Terakki, en büyük hatayı burada irtikâb etmiştir. Onun tarihi gafleti ve bu gafleti doğuran saflığı buradadır: O zannetti ki bu hal- de bulunan imparatorluğu kurtarmak için meşrutiyet ilân etmek kâfidir. Meşrutiyetin ilânı bütün bu husumet- leri durduracaktı. Halbuki. - ötekiler, #düveli sittei muazzamay küs dinle- miş şeylerdi. Bu inkılâbdan memnun Ülmük şöyle durum, ihtiraz balindeki bir hastayı canlandırmak, onda hiç ol- Mazsa ihtizarı uzatacak. bir şiringa te- siri yapmak itibarile, bunu yapmasın- dan dolayı İttihat ve Terakkiye kızdılar lüşmari oldular. Bunun için; Abdülhar mid devrinde işler sessiz sadasız cere- yan ederken meydana meşruliyet çı - kınca, hareket de belki on misli kuvvet ve kesafet kazandı. İçerden de, dışar- dan da Osmanlı İmparatorluğuna ve onu canlandırmak isteyen — İttihat ve Terakkiye karşı hücum şiddet kazan- & ; İşte, İttihat ve Terakkinin bütün da- hili ve harici siyaseti bu tarihi hare « ketin devir sahası içinde cereyan et - Mniş, bütün yapılan şeyler, şu yukarda tasvirine çalıştığım kuvvetlerin tesir ve tazyikları altında yapılmıştır. Ken- disine karşı ilk hücum Bosna-Hersek Ve şarki Rumeli meselelerile Avustur- Ya-Macaristandan ve Balkanlardan gel- di. O, buna geçmiş hesabların tasfiyesi adını takarak aldırmadı. İkinci hücu - mu bizzat saray yaptı; o da Rumeli - den hareket ordusunu getirerek bunu ezdi. Ondan sonra da meşrutiyet ve İt- tihatı anâsır diye tutturduğu siyasette devam ve sebata çalıştı ve bununla müşkülâtı bertaraf edebilmeği ümid et- ti. Fakat, sonraları onun yapmak iste- diği şeyleri sıkı tutmıya ve yapmıya başladığı gö isyanların ve muharebelerin - tevali ettiği görüldü. Bir kaç tane küçük dahili harb, iki ta- ne de harici harp yaptı. Bütün bunlar hariçten gelen şeylerdi ve İttihat ve Terakki de bunlara karşı memleket i- çinde mümkün olan bütün kuvvetleri toplıyarak mukavemet etti. Bu ahvale karşı tâkib edilecek baş- ka bir dahilt siyaset usulü var mıydı? Yarım kanlı bir Prens, Sabahaddin, de Türkiyede ilk ve son defa olarak böy- le bir usulden bahsetmiştir. O zamanki insanların bizdeki ha - kikatleri bırakıp gözlerini, nasıl gök - lere çevirdiklerini ve hakikatleri orada aradıklarını anlamak için İttihat ve Te- rakki meşrutiyetçiliği nasıl bir misal ise, Türkiyede onunkine muhalif olan diğer bir siyaset fikri de gökteki haki- katleri ararken ayaklarının altındaki u- Çurumu görmiyen âlim gibi, Sabahad - din de «ademi merkeziyet» nazariye- sile büsbütün başka bir yoldan gidi - Yordu. O zamanlar, Sabahaddinin de ha - Tiçten alınmış veya saraydan verilmiş bir ilham ile hareket ettiği hakkında tevatürler vardı. Fakat, ben onun za- ten çok hararetli ve devamlı olmiyan faaliyetinde bu fikri teyit edecek hiç üT şeye rastgelmedim. lünce de Meşrutiyetin ilânından bir müd - det sonra, Sabahaddin İstanbula gel - diği zaman İttihat ve Terakkiye mu « halefete geçmiş veya geçmeği tasarla- Prens Sabahaddin mış olanlardan ve kısmen de kendisini tanıyanlardan mürekkep bir zümre o- na tantanalı bir istikbal yaptılar, o da ondan sonra güzel söz söyliyen bir si- yaset ve nazariye sahibi adam gibi, © zaman moda olduğu veçhile, bir kaç konferans vererek fikir ve nazariye"- sini izah etti. Fikirlerinin esasını kendisi teşebbü- sü şahsi ve ademi merkeziyet düs- turile ifade ederdi. Bu fikirler, on do- kuzuncu asrın ilk elli senesi zarfında intişar etmiş ve etrafında bir mektep vücuda getirmiş olan Edomond - Le- Play Demoulin nazariyesinden alıyor- du. Bu içtimai nazariye mektebi, insan- ların arz üzerindeki hareketlerini daha ziyade tabiatın şartlarına bağlar ve in- sanın içtimaf şartlar elinde şekil alan bir mahlük olduğunu âdeta inkâr e - derek onda tabiatın şartları içinde ken- di kendisine şekil alan bir «fertm ha- linde görürdü. Bu esastan hareket e - den Sabahaddin, Anglo-Sakson me - deniyetine de ve İngiliz cemiyetine, o- nun hayat prensiplerine karşı meftu- niyet duyar: nihbayet Osmanlı impa- ratorluğu için de böyle bir hayat ta- hayyül ederdi: «Teşebbüsü şahsi ve ademi merkeziyet» derdi. Şahsi te - şebbüs, o zamanki cemiyette fert için hakikaten lâzımdı. Fakat, hangi şart- lar içinde bulunan fert ve hangi hu - duda kadar teşebbüs hürriyeti? Bu nokta üzerinde kendisi de durmamış ve bu ukdeyi halletmemişti. Ancak, fert için bu hareket noktasından yola çıkınca tabiatı ile fertlerden mürek - kep milli veya dini camialar hakkın - da da ayni neticeye varıyor ve xade - | mi merkeziyet» i gösteriyordu. O zaman biz ittihatçılar, bu teşeb büsü şahsiye akıl erdiriyor fakat, a-| demi merkeziyeti bir türlü kabul ede- | miyorduk. Bir kısmımız bu fikrin ha- | riçten, ezcümle İngiltereden Türkiye- | ye ithal edilmek istenilen siyasi bir ti- | caret malı ve Sabahaddinin de bir ko- misyoncu olduğunu iddia ederdi. Ben bu fikirde değilim. Bunun hiç bir cid- di deliline tesadüf etmedim. Ben Sa - bahaddinin bu nazariyesinde samimt:| fakat o zamanki Osmanlı imparator - luğu realitesinden bihaber — olduğuna kaniim. Her ne olursa olsun, önce «Ahrar» ve sonra «Hürriyeti İtilâf» ve nihayet meşhur «İngiliz Muhipleri cemiyeti», | esas itibarile, hep, İttihat ve Terakki tarafından temsil edilen fikre muhalif , yegüne fikir olarak görülen bu fikir ü- zerine kurulmuş ve neticede buradan | tereddiye uğramış şeylerdi. «İttihat» a| karşı «Hürriyetn ve «İtilâf» fikirleri- nin getirilişi «şahsi» ve «ademi mer - keziyet» in başka birer tarzda ifadele- riydi. Sabahaddin bizzat Hürriyet ve İti- lâfa da girmedi. Hürriyet - ve İtilâf, daha ziyade onun bu nazariyesi- ni istismar eden iftirakçıların ve ya - hut körükörüne muhaliflerin müşte- rek ve karma karışık bir müesseseleri oldu. Bunlar, bidayetten itibaren İn - gilizlere, İngilizliğe taraftar — oldular. Önceleri sadece iftirakçı unsurlardan mürekkep idiler. Harp sonunda ifti - rakçı unsurlar nihayet ayrıldıkları za- man ötekiler, «bizim İngiliz muhip - lerin, bütün Türkiyeyi İngiliz hima - yesine verilmiş bir koloni haline ge - tirmeğe kadar gittiler ve başlarına da hattâ halifeyi aldılar. Teşebbüsü şahst? İyi. Ademi mer- keziyet? Belki o daha iyi. Fakat, mer- kezde bir cazibe kuvveti mevcut ol - mıyan bir ademi merkeziyet, Osmanlı imparatorluğu için bir dakika — içinde dağılmak demekti. İngilizler tarafından tatbik edilen bu imparatorluk siste - mini şimdiye kadar İngiltereden baş- ka kimse tatbik etmiş ve muvaffak ol- muş değildir. İngilterenin — misaline rağmen, bugün, hattâ, görüyoruz ki diğer memleketler ve bütün milletler gittikçe daha kuvvetli merkeziyetçi e- luyorlar. O zamanki Osmanlı impara- torluğunu böyle bir nizam içinde top- lamıya imkân olabilir miydi ? İştee bu mülâhazalardan dolayıdır ki İttihat ve Terakki kendisine rakip olarak doğan bu fikirde Türkiyeyi par- çalamak istiyenlerin parmaklarını gö- rüyor ve Sabahaddine de bir ecnebi si- yaset ticarethanesinin komisyoncusu gözile bakıyordu. Merkezde hiç bir cazibe kuvveti yokken, buna muka - bil hariçte her nevi cazibe kuvvetleri mevcutken Osmanlı imparatorluğu - nün, mühtelif unsurlara muhtariyet vermesine imkân yoktu. Hatıra gele - bilir ki, tutulması imkânı olmıyan im- paratorluk hududundan vaz geçerek, birer birer kopacağı görülen parçala - rın bir an evvel kopup Türkün kan dökmeksizin bu yükten kurtulması da bir siyaset olabilirz? — (Arkası var) YULAF ÖZÜ Çocuklara bayat ve sıhhat ve - ren yegâne neşvü nümalarını te - min eden yegâne gıdadır. Bilhas- sa pirinç, mısır, patates, arpa, mer- cimek, irmik, badem özlerinin ka- lori ve vitaminleri çok ve yüksek olduğundan dünyada mevcud bü- tün gıdalar arasında diplomalar ile musaddak birinciliği kazanmış- lardır. Allahın insanlara bahşetti- ği en saf hububattan çıkarılan bu özlü unlara çocuklar bayılıyorlar. Seve seve yiyorlar. Kemikleri kuvvetleniyor. Çabuk yürüyor - lar. Çabuk neşvünüma buluyor- lar. Tambul tombul oluyorlar. Ha- san özlü unlarını mutlak su: çocuklarınıza yediriniz ve A panın terkibi meçhul — gıdal; doktorunuza sormadan yedirme - yiniz, Hasan deposu: İstanbul, Ankara, Beyoğlu. di bu halde, k beni Buyur karyolama otur; neyin var, ne- den korkak korkak duruyorsun?, — Fakir olan herkes korkak olur. — Sen faki n mi? Niçin. — Niçin ve nasıl olduğunu bilmiyo- rum. Çal n fabrikada k ü e de iş bulamadım.. len gördüğün gibi böyle geldim Margo!.. — İyi et hatırladıkça... — Ah.. rliyor musun? — Beraber bulunduğumuz o zaman- larda ne kadar mes'uttuk değil mi Şarl? Çocukluk zamanları.. Sonra bi yüyüp her şeyi aşk uğruna bıraktığı - mız çağlar.. düştüm ve şeyi aşkımız uğruna fe- ik.. Sen kocanı, n | larda.. ra sen hayatta mu- vaffak oldun!. Büyük ve tanınmış bir yıldız oldun.. F: ben. — Kabahat sende değil mi? hiyanet etmeseydin ayrılmazdık — Evet, kabahat bende. Affet beni Ziyanı yok.. Bizi birleştirebi çok şeyler var hâlâ.. Seni tekrar gör - düğüm için kendi payıma çok sevin - Bana çağırıyorum.. Sen tur., Jüli şu resim albümünü ene. — Harigisini efendim. — Birinci albümü.. Mösyö çocukluk arkadaşla- mdandır da.. — Başüstüne e- fendim. — Şarl yaklaş- sana, başını yas « tığa daya.. Sıkıl - ma, bizi hatsız etmez. imse ra- Bu sabah serbestim.. — Buyurunuz efendim albümü.. İY ederim Jüli. Telefona Parise döneceği- mi söyle. Yani yemeğinden ev- vel. Şarl, benimle beraber öğle ye - meğinde bulunursun değil mi? — Hayır.. Belki yolculuğun uzar.. — Başlıyalım.. Dereden başlıyalım olmaz mı? Fotoğraf o kadar net değil amma.. Fakat bizim derenin resmi ol- duğu besbelli.. — Bu dere babanın çiftliğini ayıran buduttu.. . — Evet.. Babanla babam arasında, düşmanlık vardı. Her biri ayrı ayrı hak iddia ederdi.. — Bütün bunlar iddia yüzünden.. Amma baham haklıydı.. Buna delil ve bürhan da.. — Süs.. Bak dere kenarında çekti - Bin resmim.. Bu da benim çektiğim se- nin resmin.. — Sana ne sürprizler hazırlamak is- terdim © vakit. — Akrabalarımız aramızdaki dost - luğu, yani henüz aşka kalbolmıyan ra- bıtayı anladıkları zaman sen henüz on dört, ben on iki yaşındaydık.. — Fakat o zaman rabıtamız aşka is- tihale etmemiş miydi? — Pekâlâ.. Ebeveynimiz, Jüliyet ve Romoofun aşkını öğrendikleri vakit te-| essüre düşmekten kendilerini alama - mışlardı.. İşle bu resim annemin o - dasındayken ansızın onun çektiği fo - toğraftır. Zavallı annem bizim halle- rimize tahammül edemezdi.. Bu, or - man yolunda; sen küçük tek araba - mızı sürerken, ben de çiçek toplarken.. Fotoğrafı baban çekmişti hatıriryor musun? — Zavallı babam.. O da yaptıkları- mıza tahammül edemezdi.. — Sus ta bak.. Burada ne kadar gü- zelim değil mi? Bu, mühendis mekte - bine gitmeden evveldi; hani bana, sen- den başka kimseyi sevemiyeceğim de- diğin zaman alıman resim.. Ben de o vakit sana inanmış ve mes'ut olmuş - tum.. — Fakat sözünde duran ben deği - Him Margo!. Tatil gelince günlerimi se- nin yanında geçirmek üzere gelmiş - tim.. Fakat bak.. Licarın oğluyla bir - Yarınki nushamızda : Çiftlik davası... Yazan: Kadircan Kaflı örmüyot Margrit Hani iki sene sonra o da senin karın olmuştu. musun ?, yordu. Çünki için sanâ yardım çiftliğimizi ve dereyi - bizim vaziye - timiz s: t değil miğ Ahi. İşte bu evlendiğlm lenmene bir resim.. Karın den çıkarken hiç te güzel gi yor.. — Merasimde kocan da vardı. Fakali sen biç kocanın cazip olduğunu söyle« ma da çılgmdık, krabalarımız bu evlenmemize ve kısmnetlerimizi bu şe. şlerdi.. Bak kayıktaye ken güzel mi idim? Sen Venedikte bir mabude gibiye din!. Fransaya döndü; üz vakit, ta e pınırcasına seni sevdiğimi anlamıştım, — Sahifeyi çevir!, Bu fotoğrafı bizza$ deremiz kenarında ilk seviştiğimiz vae kit çekmiştik.. — Margo!, Allahını seversen şu albüle mü kapa. Tahammülüm kalmadı ar « tık!.. — Niçin? İnsanm, kendini görüp te maziyi hatırla « ması güzel bit şey değil mi? — Hayır.. Ha« yalımın böyle parça parça ve â- cıklı geçmiş bu « lunduğunu tek « rar görmek iste « mem.. — Fakat bak! Bu, mes'ut bulundu « ğun bir zamana ait. O vakit senin seve Hiç te üzüntülü ve muztariğ dü: un burada.. Birleşmek vi sevişmek için fırsat bulmak ve ran « devu almak için ne bahaneler yaratırı dık değil mi? — Margo, şu atbümü kapa, diyorumj Dayanamıyacağım. ı — Cesur ol canım.. Seride hiç te ce« saret görmedim şimdiye kadar. İşte lamalarına ve T en buluştuğumuz oda... Venediğe — döndüğümüz zaman a!dn!!.klşrım;u d rada bulmamıştık; gitmişlerdi. Ş — Sahifeyi çevir Margo!.. : 17:.îvı—ceğim.. Bu sahifede de« işi g a güzelk le ediyor ve kıskançlık — gendan ızrf';cn beni aldatıyordün.. -— B'.:na sitem etme. Bun y . Şimdi, beni bıraktığı . azarlamağa gelmedim.. Rica ederim ,.,.: hifeyi çevir Margo.. 4 4 — Beni zengin ve mes'ut Zııum'ılg ) rımda görmek istiyor mus__un'_' Guî, kas lan diğer resimler, hep güzel ggç.ırdı . ğim ve muvaffak olduğum gunlz'. j aitlir.. a E ! Onlarda senden hiç bir eser yok.. 8 karına tekrar dönmek istedin; fakat ni reddetti. Ve sen karından boşanldı FÜ ğın gün ben de kocamd__;m ayrılmış 4 tım.. Hatırlıyorsun değil mi? Z 3 — Fakat ben.. — Fakat sen.. Ne oldun? ü — Bedbaht ve zavallı bir insan ol — m yapmadan buradalf e etmem, Durç müu, mı ne istiyorsan söyle vere « — hiç çek frangım var. İster misin? — Hepsini istemem.. Beş bin kâfi.,