10 Ekim 1936 Tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 8

Saatlik sayfa görüntüleme limitine ulaştınız. 1 saat bekleyebilir veya abone olup limitinizi yükseltebilirsiniz.

Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

— S a D O L E seki İ e | YO e | r ——— ..—ize - Boy uiama hstalıgı * * layanlar, (ASONPOSTA - — AR N ŞT —ü Hastalık sari imiş.. Bu hastalığa tutulanlar arasında şişman- rengi değişeler, küçülenler olduğu gibi çirkinken güzelleşenler, ihtiyarken gençleşenler de var General Kadn Raşit Mükemmel bir röportaj mevzuu y;_ kalamıştım: Tevfik isminde birinin boyu uzuyor- muş. İki metreyi çoktan geçmiş te 3| metreye merdiven dayamış. Bu adamı görmek, görüşmek ve sonra gazeteye yazmak hiç te fena olmıyacaktı. Tevfiğin bulunduğu Gülhane hasta - nesine gittim. Koridorda başı, bizim Hasan Beyin başından üç misli büyük olan bir hastabakıcıya rastladım: — Bayan, dedim, hani boyu uzıyan bir Tevfik varmış.. O nerede? Koca kafalı kadın; beni tepeden tır- | nağa kadar süzdükten sonra: — Ne yapacaksınız? — Ben gazeteciyim, kendişile görüş- mek istiyordum. — Görüşmek mi istiyordunuz.. Bü kolay, fakat başınıza bir tehlike gelirse mes'uliyet kabul etmem.. Güldüm, beni aklı sıra korkutacak - tı. Koğuşun kapısını ittim. Kapı açıl » dı. — Hoş geldin yahu, hangi rüzgâr se- ni attı. Bu ses koğuştaki bütün hastaların a- Bizlarımdan birden çıkmıştı. Hepsi yü- züme — bakıyorlardı. Beni — tanıyor- lardı.. Ben de y onları tanıyor - dum. Tanıyordum amma kim oöl- duklarını tayin edemiyordum. : Kapının yanındaki dört kişiyi içine ferah ferah alacak kadar büyük bir ya-| takta bağdaş kürmuş oturan hasta yü- züme baktı: — Beni tanımadınız mı? Nasıl tanırdım, yüzü pek yabancı gelmiyordu amma, vücudu ömrümde görmediğim bir vücuddu. Öyle şişman- dı, öyle şişmandı ki bilmem kaç sene “evvel Almanyadan İstanbula — getirip- beş kuruşa seyrettirdikleri iki yüz ki- loluk şişman kadın onun yanında sıs- kanın sıskası kalırdı. — Affedersiniz, dedim, simanız ya - bancı gelmiyor amma, ' — Ben Kadri Raşit değil miyim? — Hangi Kadri Raşit? — Çocuk doktoru. Bu sefer yüzüne daha dikkatli bak - Arm, tâ kendisi idi. Fakat bu vücut. — Affedersiniz amma siz bu hale na- - &ı geldiniz? — Tutulduk. — Neye? — Tevfiğin hastalıgına İzahat verdi. Meğer bu hastalık sari imiş ve herkesde başka başka şekiller- - de tebarüz e - dermıs Kimi - — hin boöyu uzar - mış, kimi şiş - manlarmış, ki - mi gençken ih- ” tiyar olurmuşz.. — Geçmiş ol - sün! Dedim., Yütü- vecektim, başımdan BES! Şyözu- bir Baktriyoloğ Kemal Yazan: IMSET — Bana baksana doöstum iltifat yuk] imu? | Sesin geldiği tarafa baktım. Bir be- şik vardı. Beşiğin içinde altı aylık bir çocuk büyüklüğünde bir insan yatı - yordu: — Ne o artık selâmi sabahı mi? Sesinden tanımıştım, bu Etem İz - zetti. Bizim Babıâlinin en uzun boylu adamı ufacıcık olmüştu. | — Ne oldun birader? — Daha ne olayım, şu Tevfikle ko - nuşmak için buraya gelmiştim.- Has * talığı bana da geçti. Küçülüverdim. Koğustakilerin hepsi birer birer ya- taklarından kalkıyor, yanıma geliyor * lardı: Etrafım tanıdık, tanımadık, yâ- 'hut ta tanıdığa benziyen bir çok sima 'ile dolmuştü. Fakat bunların hepsi a - cayip insanlar halinde idiler. Saçları; sakalları ve kirpikleri yere kadar uzanan biri elini eomuzuma koy- du: — Haydi bakalım gazeteci, bu sefer de neler- yazacaksın? — Daha ne yazmak lâzım geldiğini düşünmedim, hem affedersiniz amıma sizi tanımadım.. — Nasıl tanımazsın. Ben sizin Son Postaya komşu değil miyim? — BSon Postaya komşu.. Hiç hatırla- mıyorum, bizim civarda size benziyen kimseyi görmedim. kestin saçlı, uzun. sakallı degıldım Ki — Yalli ! — 'Buraya tetkikat yapmıya gelmiş- tim, hastalık bana da geçti. Ben doktor Sani Yaverim., — Yall! Yüzü kardan beyaz bırısı seslendi: “dsvujl Möğt..uöğ(bddo emfhy m — Gazeteci gürültü etme, şimdi tıbbi kitaplar okuyorum, kafam karışacak, — Tıbbi kitaplar oküyorsunuz öyle mi? Sizin tıpla alâkanız var mı? — Olmaz olur mu, hem sen beni bil- miyor musun? — Nereden bileyim, ben bu kadar beyaz insani şimdiye kadar görmüş de- gilim ki. — -Ben Şükrü Hâzım değil miyim?.. Sahi tâ kendisi idi. Demek oluyor ki o da meşhur.- hastalığa yakalananlar - dandı. Masanın üstünde ufak bir tüp duru- yordu. Elime aldım. — Birak! Diye bağırdılar: — Ne oluyorsunuz yahu, dedım kı- yamet.mi koptü. — Koca adâami yere mi düşürecek - sin? — Hangi koca adam? le — Sizin civarda iken ben böyle uzun. — Onun içinde 'ne olduğunu bili - | yor musun? — Hiç bir şey yok, bomboş! — Öyle görü - nür amma onun içinde insan var. — İnsan mı? — Evet. Bak - İriyoloğ Kemal o- | hun içinde.. ' Anlattılar: t Baktriyoloğ Ke- Mal, Tevfiğin — hastalıgımn şu geçenlerde şöh - reti ayyuka çıkan Tularemi ile alâ - (kası var mı, yok Mmu diye merak - etmiş.. Tevfiği bir kaç kere muaye - heden — geçirmiş. Fakat hastalık ©- Fahreddin Kerim dar küçülüp gözle görülmez hale gel - Mmiş. — Döstüm ne olur, ne olmaz biraz. kendini bizden uzak tutsan.. Bu sözü söyliyen, fevkalâde |gözlü, yakışıklı bir delikanlı idi: Bu zati hele hiç gözüm ısırmıyordu. — Sizi tanimıyorum, acaba siz beni.. — Ben sizi tanımaz olur muyum? — Nereden tanıyorsunuz? — Nereden tanıyacağım, Babiâliden.. — Siz kimsiniz? — Ben'Salâhaddin. — Salâhaddin, Salâhaddin, hangi Sa- lâhaddin? — Güngör Salâhaddin. Ne kadar da değişmişti. Boyu üç metreyi dört metreden daha uzun karyolasın - dan kalktı; kendi kendime: | — İşte, dedim, Tevfik bu olacak. Uzun. boylu adâmın yüzüne Beyazıt kulesinin tepesine bakar gibi baktım: — Geçmiş olsun Tevfık artık yalnız da değilsin. — Benim adım Tevfik değil.. gu.ı.el zıyan adam sen değil misin? — Değilimz € — Ya sen kimsin? — Ben Fahreddin Kerimim. muştu. Muharrir Salâhaddin Güngör — yoktu. Bu iki kişi de bana hiç yab.—mm görünmüyorlardı. Beyaza sordum: —— — Ben sizi tanıyor gibiyim.. — Bani nasıl —tanımaz na da sirayet etmiş ve bir mikrop ka -| bulan bir adam, — Olabilir, ihtimal ben yanlış bel - lemişimdir. Buraya ilk gelen boyu u - Hani şu miniçik Fahreddin Kerim | yok mü, işte onun boyu uç metre Ör -— İki kişi yan yana oturmuşlardı. Bi - rinin yüzü beyazdı, siyah bıyıkları var- dı, ötekinin yüzü- siyahtı, ve bıyıkları olursun, K onuşma: a Nurullah ATAÇ — Fransızcadan türkçeye falan lügat kitabı iyi midirt ? Bu suali çok kimselerden duyarsı - nız. Ondan sonra da muhakkak bir şi- kâyet başlar : — Bunca yaldır memleketimizde fransızca öğrenildiği halde daha iyi bir lugat bile çıkarılamadı. Bu yüzden bü- yük eserler de tercüme edilemiyor. Mükemmel fransızca bilenlerimiz var, ana dilleri gibi konuşup yazıyorlar. E- ser tercüme edecekler ama fransızca ke limelerin türkçe karşılığını gosteren bir lugat yok ki... Halbuki iyi bir lugatımız yoksa bu- nun sebebi büyük eserlerin dilimize h2- nüz tercüme edilmemiş olmasıdır. E - vet, yıllardan beri memleketimizde fransızca öğreniliyor, konuşuluyor; fa- kat gerçekten kıymetli olan pek az eser tercüme edildi, onların da çoğu yanlış- beri öğrendiğimiz, ana dilimiz gibi ko- snuşup yazdığımız zannedilen fransız - cayı bilmiyoruz, anlamıyoruz. Birtakım pek müphem hisler, sezgi- ler istisna edilirse insan her anladığı- nı anlatabilir. Daha doğrusu bir insan ancak anlatabildiği şeyleri gerçekten anlamış, gerçekten biliyor demektir. Başka bir dilde okuduğunu kendi dili ile tekrar edemiyorsa, hiç şüpheniz ol - |imasın, o kitapta söylenenleri kavrama- mıştır; onlar içine işlememiş, sadece bir lâfz tabakası halinde idrakini sar - mıştıı Gerçi bazı kelimelerin bir dilde, dıgeı bir dilde ifade edilemiyecek hu- susi bir mânaları vardır; fakat bunlar ——— larla dolu... Niçin? Çünkü o yıllardan | Lügat kitabı Yazan : Nurullah ATAÇ o kadar azdır ki bahsedilmeğe de£ m?'" Fransızca bilen Türk, o dilde okü ” duklarını türkçe ile anlatabilen Adam'â_ dır. Türkçeyi bilmiyorsa, fransızca d şünüyorsa, anladığını anlatmak için F landığı dil türkçe değilse o adam E menin bir kültür gösteren mânasıl? Türk değildir; belki Fransız da değildi ama bana ne? ne olursa olsun, beni al kadar etmez. Bir kimsenin, kelimet! bir kültür gösteren mânasında Türk Si yılması için, her anladığını, bildiği türkçe ile ifade —edebilmesi r;âf,tf tır. Bizde, iddia 'edildiği gibi, — fraf sızca bilen, Fransız kültürüne gerçet ten nüfuz etmiş insanlar çok olsaydı! bette ki o dilden birçok büyük ese”li de türkçeye tercüme edilmiş, hiç ©! : mazsa o eserlerdeki fikirler memlek? timize yayılmış, «türkleşmiş» oluıdu'“ Bir yığın roman, hikâye, hattâ ili kitabı dilimize çevrilmiş, bir kısmınl“' icindeki fikirler de memleketimize Yi yılmıştır. Bunların kemiyeti ve keyli" yeti ne ise, asıllarına uygunluğu ne € recede ise bizim de fransızca bılmun'*’ Fransız kültürüne nüfuzumuz işte o de“ recededir. Ne aşağı, ne fazla! Lügat kilabı bunun miyarıdır. Fa * lan lügat kitabını eksik ve yanlışlı bW luyorsanız, birtakım kelimelerin mâni” sını anlatamıyorsa onu vücude getir”” adam işte o kadar fransızca biliyor d? ) mektir. Ondan daha iyişini yazmak K& bil değilse, onun içinde yanlış veya ©F sik olarak tarif edilen kelimelerin, o £ limeleri kullanmış eserlerin tercünı€ ' sinde daha doğru bir mukabiline rasge” miyorsanız, ö kelime henüz türkçet” konuşulmamış demektir, Tarsus Tarsus (Husust) — Tarsus - Nam- run yolunda vukua gelen kazanın tah- kikatı devam etmektedir. 20 - 30 met- relik uçurumdan yuvarlanan kamyo- nun 32 yolcusu ve 3 - A ton tahmin e- dilecek kadar çok yükü vardı. Evvelce bildirdiğzim gibi yoleulardan 2 kız ça- cuğu ölmüş, .Ü insan ağır, 24 kişi de hafif surette yaralanmıştır. - Namrun Kamyon uçuruma yuvarlandıktan sonra | | pılmaktadır. yolundaki kaza - Tarsus sulh hâkimi yaralıları UF"J ' bir amele gibi çalışarak kurtarmış, d* vardan geçen otomobillerle şehre gör” dermiştir. Çünkü sıhhi imdat hmı’etf buradan kaza yerine ancak sekiz ia’ı sonra hareket edebilmiştir. Kaza ye rinde yardım talebini reddeden :OM Ramazan hakkında kanunt takibat Y“î ban, saninle resim çıkartmıştım. Siyah yüzlü bıyıksız adam söyledi: — Cafım bizim lâla! misiniz? yAğ el Beyaz adam- — Ayolâla banim... O bızim bay. , : Siyah adam — Canan, ben döktor Mazhar Osmanım, yanımdakı de bizim (lâla. : Anlamıştım, Hastahk bu ikisinde de ,başka türlü tebarüz etmişti. Biri. siyah olmuştu, öteki beyaz. - ' Fotoğrafçıya döndüm: İ — Bir kaç resim al da artık gidelim, Diyecektim, Fakat bizim fotoğrafçı- nm yerinde İ2, on üç yaşlarında narin bir çocuk vardı. Fotoğraf makinesi o - nun elinde idi: — Çöcuğüm Cemal ne oldu? — Cemal. benim.. “— Sen misin Cemal? — Amma da sual, — ÂAmma da sual ne demek, ben seni nereden tanıyacağım. — Cemal benim amma; sen kimsin? | — Anlıyamadım lâla olâan o mu,; siz |. ilim burnuma değdi. Meğer ynuz gün hastalığımız size de bulaş!?" Elimi yüzüme götürdüm.. Eyvah €© '& burnü Mmüthiş uzamıştı. — Burnum uzamış. — Yalnız burnun değil, kollarına ,bir baksana.. Kollarıma baktım, Ellerim yere ğecek gibi idi. ) ü Hasan Bey. kafalı hastabakıcının söl zünü hatırladım. Ben koğuşu sorduğ! zaman bana: — Başınıza bir tehlike gelirse mest' | liyet kabul etmem. Demişti. Tehlike dediği buymuş my ger... Ne yapmalı, başa geldi çet x_(_e Biz. dâ de” T ü Bu yazımı hastanede yazdım. Cü-f_îk ben de artık bu şeklini değiştirmiş F selerle ayni koğuşta yatıyorum. Ş y0 L Aman okuyücülarım, sakın bizi & mek, merakınâa düşmeyin, hastan: YS , » dimı nazı attığınız, bizimle konu; ttl-ıg siz de şeklinizi değiştirirsiniz.. IM:B"

Bu sayıdan diğer sayfalar: