DL 8 Eylül SON POSTA- n “Atatürk ile Majeste Kral Edvard (Baş tarafı 8 inci sayfada) Kral da, Atatürk de, fotoğ- fafçılarının ve sinemacıların canla bı h çalışmalarını, demokrat devlet r trine hâs — tevazularını — ifadeleştiren | Müsamahakâr bir tebessümle seyredi- © Yorlardı. O sırada, orada bulunan muharrir- lerimizden birile konuşan bir zat, gü- lelek, Kral hazretlerinin pederlerine benzemediklerini söylemiş, ve şu zarif hikâyeyi anlatmıştır: — Kral Jorj, Almanyaya yaptığı se- Yahatte, mutadı vechile, fazla İNi Şektirmek istememiş. Maamadli bir ara- hk, Alman İmparatorile yanyana - bir Tesmini çekmek isteyen gazete fotoğ- Tafçılarına iltifatta bulunmuş, ve iste- tikleri resmi çekmelerinc müsaade et- Miş. Bu müsaadeyi alan fotoğrafçılar, Şimdikilerine nisbeten hayli iptidai o- makinelerini hazırlamışlar, ve yan- Yüana kendilerini bekleyen krallara hi- taben: — İki lâhza... demişler... Lütfen kı- Mıldanmayınız! arasında dünkü samimi görüşmeler L d DENŞĞeK aZi Majeste Sekizinci Edvard'ın Çanak kaleyi ziyaretlerine ait bir intıba hilindedir. Saat beşi kırk geçe otomobiller ha- reket ettiler ve Ankara caddesi, Sirke- €i, Köprü, Karaköy tarikile Topane yi doldurmuş, Majesteyi tekrar gör- mek ve selâmlamak için beklemiştir, Zabıta, müşkülâtla intizamı temin ledebilmiştir. Majeste Kral sefaretha- Krallar, bu istirhamı da yerine ge-İrıhtımına geldiler. Kral hazretleri ma- İneden çıkarken de ç e . yaşa seslerile kar- tirmişler. Fotoğrafların çekilmesinden iyeti erkânile birlikte tekrar — motöre|şılanmış ve şiddetle alkışlanmıştır. #onra yollarına devam ederlerken, Kral Jorj gülmüş, ve Alman İmparatoruna: — Görüyor musunuz? demiş, bir ga- Zete fotoğrafçısı, bazan, iki lâhza için de olsa, iki krala hükmedebiliyor! * Kral, Atatürk'le ve relakatlerindeki Muhterem misafirimiz Zevatla birlikte girdiği Sarayda tam 45 dakika kalmış, ve yatına avdet e- gene Atatürk tarafından rıhtı- Ma kadar teşyi olunmuştur. Ayrılırken, Atatürk'ün, Bakanları- Mızın, Londra Sefirimizin ve ileri ge- len Saylavlarımızın ellerini birer birer H Kral, motörüne, kendisine yar- Üm etmek isteyen tayfanın elini tut- Maya bile lüzum görmeden, ve bir *Borcu çevikliğiyle atlarmı Mujeste Şehri Dolaşıyor! Majeste Saraydan doğruca Nahlin Yatına gittiler ve bir müddet istirahat Ettiler, Topane rıhtımı şehri gezmek i- fin dışarı çıkmak üzere muhterem mi- rimize tahsis edilmişti. Saat dördü beş geçe Kral hazretleri k ayak bastıkları yere çıktılar. Gene Maiyeti ve İngiliz sefareti erkânı da dilerine refakat ediyorlardı. Majes- Sekizinci Edvard kendilerine tahsis ilen altı otomobilden birine bindiler, ğer zevat ta otomobile taksim oluna- Tak Kralm arkasından gittiler. Topkapı Müzesinde Otomobiller Karaköy, köprü, Sirke- &, Salkımsöğüt tarikile Parka ve arka Yoldan da Topkapı sarayının önüne Beldiler. Kral hazretleri burada otomo- inerek maiyeti erkânı ile birlik- le müzelere girdiler. Majeste müze dairelerini gezer- lerken her eski eserin önünde ayrı ay- T duruyor ve kendilerine verilen iza- büyük bir alâka ile dinliyorlardı. Sekizinci Edvard müzeyi baştan ba- İA gezdiler ve saat beşi 25 geçe Top- sarayından çıktılar. —Bu suretle Üze dolaşmaları bir saat kadar sür- Tnüş oldu. h Bundan sonra, otomobiller eski ad- 'Ye sarayı yolundan Yerebatan sara- Jiha geldiler. Majeste vakit geç olduğu için Yerebatan sarayında an dakikadan fazla kalmadılar ve sandalla gezmeye- âdış&rdan temaşayı tercih ettiler. ! hazretlerinin. bugün Yerebatan iyını sandalla gezmeleri ihtimal da- binerek Nahlin yatına avdet buyurdu-|, lar, Atatürk Nahlin Yatında Cumhur Reisi Atatürk saat 18,30 da refakatlerinde Başvekil İsmet İnönü, Hariciye Vekili Dr. Aras, Londra Bü- yük Elçisi Fethi Okyar ve Hariciye Ve- Topkapı Sarayında kületi Genel Sekreteri Numan Mene- mencioğlu olduğu halde Nahlin yatına |gitmişler ve yatta Majeste Kral tara- İfından karşılanmışlardır. Yattaki koktey partisi derin bir sa- mimiyet içinde geçmiştir. Atatürk ve Majeste Kral bir saatten fazla öyle bir samimi hava içinde görüşmüşler ve mütecakıben Cumhur Reisimiz refakat- lerindeki zevatla yattan ayrılmışlar ve Dolmabahçeye avdet buyurmuşlardır. İngiltere Sefarethanesinde Yemek Müuhterem misafirimiz Sekizinci Ed- vard şerefine dün gece İngiliz sefaret- hanesinde hususi bir ziyafet verilmiş- tir. Majeste Kral dokuza doğru sefa- rethaneye giderken yollarda toplanan |binlerce halk tarafından şiddetle alkış- lanmıştır. müddet zarfında binlerce halk cadde- (Baştarafı 6 ıncı sayfada) hisabeth Durieun isminde bir kadın 114 sene yaşamış ve her gün kırk fincan - dan fazla kahve içmiştir. Ölüm barsaklar yüzündendir Profesör Metchnikaff hayatın uzama- sını tetkik ederken ölümün bilhassa ka- hn barsaktan ileri geldiğini de gör - müştür. Kalın barsak — uzviyetimizin içinde bir mikrop yuvasıdır. Bunun ö- nüne geçmek için de tek bir çare bul - muş, kalın barsağı ameliyat ile — ke - sip çıkarmak ve vücudümüzün içinde- ki bu mikrop yuvasını temizlemek ! Buna hayret etmeyin... Zira bu ka- naatten yürüyen profesör bu işi yap- mış ve çok iyi neticeler almıştır. Yoğurt ömrü uzalır Eğer ameliyat olmak sizi korkutur- sa daha basit bir çareye başvurunuz, Müuhterem misafirimiz bundan son- ra doğruca yatlarına giderek deniz eğ- lencelerini seyretmişlerdi! Geceki eğ Dün gece İstanbul halkı, muhterem misafirimizi görmek, alkışlamak için geç vakitlere kadar caddelerde bekle « miştir. Mükemmel surette tenvir edi- len köprü üstünde binlerce halk kay - naşıyordu. Bir çok kimseler deniz eğ- lencelerini köprüden — seyretmişlerdir. Eğlence gayet neş'eli ve parlak ol - muştur. Mükemmel surette tenvir edi- len Şirket ve Akay vapurlarındaki yüz- lerce seyirci yatında eğlenceleri sey - reden Majeste kralı yaşa seslerile mü - teaddit defalar şiddetle — alkışlamıştır. Muhterem misafirimiz eğlenceleri geç vakte kadar seyrettikten sonra istira- hate çekilmişlerdir. Gece deniz fener alayına limanda bulunan gemilerin ekserisi ve nakil vâ- sıtaları da iştirâk etmişlerdir. Majeste kralın misafirleri Majeste kralın misafirleri dün İngi- liz Ateşesi Miralay Vots refakatinde şehri gezmişler, müzeler ve camileri ziyaret etmişlerdir. Moda Deniz Yarışları Ve Davetiyeler Matbuat Bürosundan: 6 Eylül pazar günü Modada yapılacak olan deniz ya- rışlarında — İngiltere Kralının şehri- mizi — ziyaretleri esnasında — vazife- Mukaddes içeri girdi. Rengi sapsarı idi. Gözleri çukura batmış gibi idi ve yüzündeki boyası biraz bozulmuştu. Şapkası çarpılmıştı. Bütün vücuşu tit - riyordu. — Hayrola, bu ne hal dedim. — Ne hayrı dedi. Ve sanki bu sözü bekliyormuş gibi ağlamağa başladı. — Ne hayrı... Sen bana hay sediyorsun. Halbuki büyük... bir felâket oldu.. — Ne oldu?.. dedim, beni bayıltacak- ardan bah- Müthiş Hıçkırarak. ? olacak, dedi. Rezaletlerin en felâketlerin en müthişi oldu. Ben artık bitmiş, mahvolmuş, rezili rüsva olmuş bir kadınım — Ne oldun, diyorum sana, — Köprübaşında bir adam öptüm.. Ne oluyorsun, çatma öyle kaşlarını.. Yalan söylemiyorum... Ben.. Ben Mu- kaddes.. Köprübaşında yani Eminönü- nün o en kalabalık olan noktasında, tramvay beklerken bir adam öptüm... Hem de zorla boynuna sarılarak ağ - zından öptüm bu adamın. Onun yüzüne baktım, acaba çıldır - mış maydı?. Gözlerinin bakışında, bu ağlayışında bu saçma sözlerinde oku - nan şey hep bir cinnet sembolü değil miydi?.. — Biliyor musun, dedi, felâketin en müthiş tarafı da bu rezalete nişanlımın da şahit olmasıdır. — Allah.. Allah, dedim, neler söy - lüyorsun? — Yalnız hakikati söylüyorum. Ben © adamı, o hiç bilmediğim, tanımadı - ğim adamı zorla öperken yanımda Sa- cit de vardı. — Aman kızım, bunu niçin yap - tın? — Bilir miyim niçin yaptım.. Bi- Ür miyim nasıl yaptım. Hiç ba - berim yok. İş - te öyle âdeta mi- Aradığını Yazan : İsmet hanikt bir hareketle şauruma sahipfmek tabil bir — şey, değilmişim gibi yaptım. — Bu adamı o kadar mı beğendin? — Bilâkis hiç beğenmedim. Çirkin, şişko, menhus herifin biri! — O halde neden yaptın. — Ne bileyim ben... Yaptım işte... O- rada Sacidle tramvay bekliyorduk. Bir- denbire karşı kaldırımda bir adam gördüm. Şişman, kel kafalı bir şey... Beyaz esvaplar giyiyordu. Şapkasınmı çıkarmış, ipekli bir mendille terlerini siliyordu. Birdenbire aklıma geldi: Yarınki nushamızda : ilcrini kolaylaştırmak için Türk gazete- | «Şimdi birdenbire karşıya geçsem. Şim- cilerine verilen beyaz ve yabancı gaze-|di şu tramvay mevkiinde bekleşen in - telerine verilen kırmızı kartlar da mu- ne Ne dü- teberdir. Bu kartları ellerinde bulun- duranlar da Moda deniz klübünün da- vetnamesini hâmil olanlar gibi yarışı takip edebilirler. Festival münasebetile dün gec&Tak- sim Bahçesinde yapılan — eğlenceler parlak olmuştur. Eğlencelere Örgene- ral Fahreddin, Vali Muhiddin Üstün- dağ, İngiliz ve Fransız sefirlerile, Ma- dar devam etmiştir. Hü — İlmin ölümle mücadelesi barsaklarınızın içindeki — mikroplar - la daimi bir mücadeleye girişiniz ve bol bol yoğurt yeyiniz. Yağurdun mahvedemediği mikrap - lar için de ayrı seromlar keşfedilmiş - tir. Bundan başka eski Türklerin bir darbimeseli vardır ki o da çok mühim- dir. Söz şudur: Ayağını sıcak tut ,başını serin Kuvvetli kanı vermek : Yeni bir usul de vücuttaki kuvveti arttırmak için yeni ve temiz kan ver - mek usulüdür. Uzviyetimiz ihtiyarla - dıkça kan vazifesini lâyıkile yapamaz. Hem uzviyeti gençleştirmek hem de kanı temizlemek için yeni kan ver « mek de çok münasiptir. Karaciğerin, beynin ilâh.. tedavisi : sanlar yaparlar?.. şünürler?» Neden bu şey ak- hma geldi bilmiyorum. Fakat bir - denbire böyle düşündüm ve sonra ken- di kendime: <Öpmekte harikulâde ne var» diye düşündüm. Kadınların eli ö- pülür, bunda bir mahzur görülmez. Eli tutulur bu yasak değil. Bunlar selâm.. Sonra bir baloda, yahut çayda bir er- kek gelir bir kadını dansa kaldırır, ka- din elini onun omzuna koyar, erkek o- Muhterem misafirimiz sefarethane- |İeste kralın misafirlerinden — bazıları|nu belinden sarar, diğer elleri de bir - de on buçuğa kadar kalmışlardır. Bu|bulunmuştur. Eğlenceler saat ikiye ka-|birlerine kilitlenir, bunda da bir fe - nâalık yok.. Fakat bir erkek bir kadını veya bir kadın bir erkeği yüzünden ve yahut ağzından öperse işte o zaman kı- ——— .— Yazan: Suat Derviş Izılca kıyamet kopar. Mühim mesele, — Değil mi?.. — Değil elbette, bir derinim bir dert- ye teması değil mi bu. Elin ele tema - sında, ağzın ele temasında bir hariku- lâdelik yok ta.. Ağız ağza veya ağız yüze dokunması bir hâdise oluyor. Ve ben böyle djşünüyordum. Meselâ şim- di kiyamet kopsa ben şu karşıdaki a » jdamı öpemem, -— Öpemeısîn yal, — Nasıl öpemem... Bu şeyin imkân- sız olduğunu idrak ettiğim dakikada ıiçimdc bir isyan kabardı: <eNeden ö - pemezmişime gibi bir his... Meselâ bak dikkat ediyorum, ben bu odaya girdi « ğimdenberi sen şu halının yalnız mavi çiçekleri üstüne basıyor ve yerinden kımıldanmıyorsun. Halbuki ben sana desem ki, sen beş dakika şu mavi çi - çeklerin üstünden ayağını kaldıramaz- sın, Ne hale girersin rica ederim. Me « selâ sokakta biri gelse de: «Üstündeki elbiseyi yarına kadar çıkarma» dese ne yaparsın, ilk köşebaşında çırıl çıplak olursun. — Allah göstermesin. — Hiç Allah göstermesini yok.. Mu- hakkak bu böyle olur.. İşte bana da böyle oldu. Ben karşıdaki adamı tanı- miıyordum. Öpmek te istemiyordum. Fakat ya öpmek istesem ne olacağtı. Tabil öpemiyecektim... Bunu düşündükçe içimden bağır - mak geliyordu. Bağırmak ve ben: «Bu adamı neden öpemezmişim» diye ağlamak, sanki bir el gırtlağımı sıkı - yordu. Âdeta nefes alamıyordum. San- ki elimi, ayağımı bağlamışlar, beni ha- reket etmekten, nefes almaktan mene- diyorlardı. Kalbimin çarpıntısından, kulaklarımın u -' ğultusundan baş- ka bir ses duy - muyordum. Onu, öpmek arzusu İi « çimde mukave - met kabul etmez bir iştiyak haline geldi. O adamı öp- memnu - bir olmasa idi. Ben onu öp- i Onu — öpmeği — iste -i mezdim, Şeytan nereden bu fikri ak-. hma getirmişti. Bilmiyorum. Artık Sa- cidin sözlerini dinlemiyordum. Yalnız bir şey düşünüyordum: «Ben bu ada- mı öpememe» ve işte önümüzden tram- vaylar geçiyor, insanlar birbirlerin? iten bir telâşla arabalara koşuyorlardı, Ben iki tramvay arabasının altında kale mak tehlikesine rağmen birdenbire somnanbol gibi karşı kaldırıma alıl « dım. Eğer bir dakika daha bu jesti yap- masa idim. Muhakkak çıldırırdım. Evet karşı kaldırıma geçtim, Ve bis tramvay arabasına atlamak üzere olam şişman adamın üstüne atıldım. Kol « larımı boynuna doladım ve onu öptüm. Hem de nasıl.. Öptüm bir bilsen.. Uzun, uzun öptüm... Sonra bilmiyorum, ne ols du, bir el Sacidin eli omuzlarımdan ya« kalayıp beni bir kenara fırlattı. Ve şiş« man adam hayret içinde iki tokat yedi galiba.. Bir arabaya binerek buraya kaçtım, Arkadaşım hüngür, hüngür ağlıyor« du: — Yalyarırım sana.. Sacidi bul, ona meseleyi anlat... Hiç kabahatim yok be« nim.. Benimle barışsın, yoksa ölürüm.« bulmuştu Hulâsi İMSET Metchnikoff karaciğerden istihsal etti- ği seromla bütün kataciğer hastalıkla- rını tedavi odecek bir usul bulmuştur. Şimdi araştırmalarını tâmik etmek - tedir. Atın beyninden alacağı bir se - ramla insanda eskiyen dimağı yenileş- tirebilecektir.» Ayni şeyi kalbe, ve diğer bütün uz- viyetlere de teşmil etmek istemekte - dir . Guddeler meselesine gelince Voronof bunlardan çok iyi neticeler almıştır. Yedek parçalarla gençleştirme : Otomobillerin tamiri yedek parça - larla olur. Acaba insanlarda su usul tat. bik edilemez mi? Meselâ ihtiyarlıyan bir kalp çıkarı - lır da yerine genci ikame edilemez mi? Şimdiye kadar yapılmamıştır. -Fakat bilginler bu işlerle de yakından alâka- dar olmaktadırlar. Buğün — barsak, nefes boruları, mi- de değiştirilmektedir. Damar şişkinliği hastalığı, buzda muhafaza edilmiş ölü insan damarları ile tedavi edilmekte ve şişen damar atılarak, yerine sağlam bir damar konmaktadır. Bazı felcler, âsâbın değiştirilmesi ile izale edilmiştir. Daha henüz kalbe, dimağa el atıl « mamıştır. Fakat yakında bu uğurdaki — çalışmaların da müsbet netice — veres — bileceği ümij edilmektedir. Netice : Ş Kat'i olarak hiç bir şey elde edilme« miştir. Maamafi hemen şunu da ha « ber verelim ki beşeriyetin ömrü mü « temadiyen kısalmakta iken artık teredk dinin önü alınmıştır. Şimdi nesillerin ömrü yine uzamağ başlamıştır. Yeni vesâit ile tabit telâkki edilen — 130 yaşına kolayca girmek zor olmu « yacaktır.