22 Ağustos Seyyar fotoğrafcılar ve müşterilerile bir saat 'h.hyır kadın seslendi; “ Hu, resimci oğlum, aman İ çıksın ! Konsolun üzerine koyacak değiliz. Nışa.ıılınıcağı oğlana gıdeeek l Bir seyyar fotoğraf çı iş bıııııd ) Hlvı dehşetli sıcak.. buna fotoğraf diyorsunuz. . HBayan önde, adam ııkıdı yaklaştı-| — Resimleri yırttı. Boynu bükük fo - Kadıncağızın ihtiyarlamağa niyeti|toğrafçıya bir yirmi beş kuruşluk fir- *".dığı belli. Senelerin insafsızlığına |lattı. Hiddetle yürüdü. — , 'a ve boya ile mukavemete karar| — Fotoğrafçı deıxl) )ı':myöıduı , — Hem 15- uruş verirler. Hem Tereddütle yaklaştılar. Adam iknaa|de rötüşlü gibi fotoğraf isterler. Hele or: bayanlar, hele bayanlar.. M — Hanımfendiciğim, işte size bah-| — Bu sırada iki kişi geldi. Bunlar ya [*'i“" fotoğrafçı budur. Çok san'at-|birer apartıman kapıcısı, yahut da tah- l adam. Her kime tavsiye ettiy -|mil ve tahliye amelesi. Manmafih, ha- ka, Yüzümü kara çıkarmadı. Rötüş fa-İzır lâcivert elbiseleri temiz, hava sıcak işin erbabı olmıyanlar içindir, bu|olduğu halde boyunlarındaki eşarplar - Tötüş neyine. mükemmel. Potinler yeni boyatılmış , leı amma ya fena çıkarsa? Tâpu|'Tam fotoğraflık bir kıyafet - hur he yapıştırılacak resim bu. O -| Pazarlık ettiler. İki kart 20 kuruş. . y. birinin eline ğeçer. Fotoğrafçı poz vermek istedi. Kabul Peki ne yapayım hanımfendi -| etmediler. Yanyana durdular. Sağ el- ŞM Erenköyüne kadar gidip|leriyle (toka) yapar "gibi resim çıkara- alamazsamız ya. Eğer iş yarı-İcaklar. Yüzleri de aksi istikametlere halimiz harap. Şimdi- sıcağı |Bakıyor olacak. Fotoğrafçı makineyi .edem.. ::-Bel: “tapu se-|hazırlarken birisi dayanamadı. Göğ - alsak fena mi olur? sündeki ağır gümüş kordonları sıkır - Kadın "mmü küçük cep aynasında |datarak : — Usta, dedi, dikkat et, kordon da çıkmalı ha. Öyle ya ,gümüş köstek de çıkmayın- ca ne demeğe fotoğraf çektirmeli) x — İşler iyi, dedim. — Kulak verme, diye ceyap verdi. Yazın biraz yüzümüz güler. Kışın büs- bütün kesilir. Plâjlarda çalgilı kır ga- zinolarında bize resim çektirmezler ki.. Her yerin ayrı fotoğrafçısı vardır. Mal sahibine mevsimlik muayyen bir para verirler. İşte böyle sokak işi yapıyo - ruz. — Ne kazanırsınız? — Belli olmaz 40 - 50 kuruş ancak. Ecza, kâğıt fiyatları da pahalılaştı. Fotoğraf eczalarından sararmış el - lerini şöyle bir sallıyarak ilâve etti: Parıl A *"'ıyın Allaseniz! Sonra bana döndü. Yardım istedi: >— Değil mi bayım? l.k anladım, Bayanın tapuda işi var. da muakkip olacak. Bugün H G n P verdim. — Evet hanımfendi, yüzünüz , hiş ** bozuk değil. e B')'ııı güldü. Yavaş yavaş razı olu- * Bu sırıçla fotoğrafçı benim eski içetika foto tarafından kopye ettiği f TT .K .ı 'fum' üz birdenl — Pillimize bin şükür, kimseye ,; Fena değil, dedi. Büsbütün oklı| TTPtas olmıyoruz ya. * Ben de: * m Sadakor yeldirmeli, ihtiyar kadın önde, 16 - 17 yaşlarında baş örtülü bir 4 ponponu yınıklmdı dolış -|kızcağız arkada yaklastılar, Halleri va- uR“ İ tüpü dudakların kırmızı rengi-| kitleri pek yerinde değil amma, üstle- k_*İedı Bayanı sandalyeye oturttu-|ri başları tertemiz. İktivar kadın: | — Evlâdım, resim çıkaracağız, ka- Stoğrafçı bir elini kutunun içine| ça? diye sordu. N Kâğıdını hazırladı. Sonra başına| — Kaç tane valde> İn örtüsünü örtüp objektifin için -| — İki tane. N&fi:uıını bir tetkik etti. Bu| — 20 kuruş. Ny" pişkin olduğu belli. Hiç telâş| — Ya bir tane çıkarırsak. Ben çıkan resmin bayanı| — 12 kuruş. etmiyeceğini yüzde yüz bi -| — Peki bir tane çıkar. Amma iyi ol- sun. Haydi kızım otur. ifi. teneke kapağını kapattı.| Kızcağız oturdu. Sarı saçlarını siyah tepeden tırnağa - kadar | baş örtüsünün yanından düzeltecek ol- Fotoğraf kutusunun bir köşe -|du. İhtiyar kadın âdeta çıkıştı: —ln ederek : — Saçlarını içeri sok, aşifte derler M Yüraya bakın, dedi, ve sallanma- | Sırıtma, ârsız kız diye adın çıkar. Ha- nim hanımcık otur. Sonra fotoğrafçıya dönerek vaziye- ti, kızın: «ÂAnne sus» demesine bakmı- yarak izah etti: — Aman resimci oğlum! Aman iyi çıksın. Konsolun üstüne koyacak de- giliz. Nişanlanacağı oğlana gidccek. " '!f;!f hğ:'l oöbjektifin üstündeki teneke Nbıı eliyle kavradı. Mırıl — minil|ti, havada bir yarım daire çizdi. kapadı. Neticeyi gittikçe merak Uîduın_ K 'İb.,“ iposolfit banyosundan son- a aflan uzattı. K, Yan bir anda kıpkırmızı kesildi.| - Ben hemen uzaklaştım. İşin sonunu d i adama: bıhnım amma, seyyar fotoğrafçıların, ; inınımıııedu"& .SON POSTA Sayfa —7 Aslan güreşcilerimiz dün akşam geldiler Bayrağımız ve olimpiyad bayrağı ile süslü olan vapur limana girerken on binlerce ağızdan —— SIHHİ BAHİSLER — Deniz havası Vapur gezintileri sinirleri dinlendiren, kederleri unut- turan en iyi tedavi İnice insanları tanırım. lintihar tehlikeleri geçiren sinirli hasta- vasıtasıdır Yazan: Doktor Etem Vassaf Denizde banyo almanın külfetinden çekinen, ve yahut hastalık korkusu içinde denize girmekten bucak bucak kaçanlar vardır. Onlara denizde vapur gezintisini tavsiye ederim. Vapur seyahatleri en kederli zaman- larda insan için en müessir bir ilâç ye- rine geçer. Büyük denizlerin ucu bu- cağı gözükmiyen ufuklarına bakarak içine çökmüş büyük kederi dağıtan Kudretsiz, hasta, ve nevrasteniden larım, cebren yaptırdığım bir aylık bir vapur seyahatinden avdette, bana: — Şimdiye kadar niçin bunu yap- madım!... Dediler ve o zamana kadar geçen hasta günlerine tecesüf ettiler. Vapurda, mikropsuz, temiz iyot ko- kulu, bol oksijenli bir havanın içinde ciğerler daha bol ve daha tabif tenef- füs ederler. Kan deveranı çoğaldığı için vücutta bu temiz hava ile hararet mübadelesi başlar. Vücut sarfedeceği ve yakacağı bu hararete karşı yeniden hararet yap- mak lüzumunu hisseder. Tembel ve nadiren işleyen yemek- ten kesilmiş hastalarda bilhassa dur- gun dahilt ifraz güddeleri faaliyete ge- çer. Midede daima yemek bekliyen bir faaliyet uyanır. İştiha arttığı için yemek neş'e ile yenir ve yenilen ye - mekler de kolaylıkla hazmedilir. ,Vapur seyahatlerinde, günde dört, beş defa yemek yiyerek gözle farke - dilecek kadar sür'atle kilo almak pek mümkündür. Gündüz, daima ve yormıyan bir se- rinlik içinde güvertede denizin mavi rengine dalarak geçen saatler her za- man hasretle anılır. Geceleri mehtap, bu dekoru daha çok güzelleştirir. Bütün bu güzel man- zaralar gerilmiş sinirler ve hastalanan ruhlar için ne güzel bir tedavi vasıta - sıdır. Tabiatin en güzel taraflarından birisi hiç şüphesiz ki denizdir. Vapura binerken ilâç şişelerine sa- rılan hastalar yolculukları denizde u- zadıkça bunları almağa hiç lüzum gör- mediklerini görürler. Bütün bir sene çalışmış ve yorul - muş dimağ için on beş günlük bir va » pur seyahati, bir memleket değiştir - mek, gelecek seneler için en iyi bir mesaiye zemin hazırlayacağına — hiç şüphe yoktur, Bunları yapmak için imkân bulamı- yanlar, hayatlarında kazanabilecekleri neş'e ve sıhhatten bir miktarını kaza- namamış sayılabilirler. Büyük seyahatlere müsait fırsat bu- lamıyanlar için de sahil şehirlerinde deniz vasıtalarından — istifade etmek imkânı mevcuttur. Bir kotra, bir motör, bir yelken ge- misi, bir sandal, bazan bu işi asgari bir şekilde yapabilir.. Deniz - seyahatlerinde hayat çok muntazam geçer. Uykular bol ve de - vamlıdır. İştihası açılan, uykusu düzelen bir hastada artık durgunluk kalmaz. Bol bir neş'e bunun yerine kaim olur. Ve hastalık unutulur gider. Deniz üstünde gezmek, kürek çek- mek, vapurda seyahat etmekten çeki- nenler de sahilde yaşamaktan kendi - lerini mahrum etmesinler... Deniz sevgisi küçükten büyüğe ka- dar'ihmal edilemiyecek bir sevgi hali- ne girdiği gün, insanlar kendilerini bir çok hastalıklardan kurtulmuş görecek- lerdir, lerini hiç zannetmiyorum. Amma diyeceksiniz ki, kadınları memnun etmek zaten kolay bir iş mi Ku Haklısiniz. —— — .e KT (Baştarafı 1 inci sayfada) Rıhtima gelenler arasında her çeşit in- san vardı. Kara Ali, Mülâyim, Dinarlı Mehmet pehlivanlar, heskesten fazla —he- yecanlı görünüyorlardı. Kara Ali, pazar günü Dinarliyı yenip yenemiyeceğini soranlara içerliyor: — Bırakın yahu... diyor... Bu ana ba- ba gününde de sorulur mu bu? Hele bir köşeye yığılmış olan çelenk- lerin yanından geçerken, insan, on bin şık kadının içine düşmüş gibi oluyor. Mersin- l Ahmede, Yaşara, ve pehliyanların hep- sine ayrı ayıı çelenkler yaptırılmış, Şehir bandosu hazır. Kurban edilecek telli pullu koyunlar hazır. Damları, baca- ları bile dolduran ahali bağırmaya, çağır: maya, zarılmaya, Öpmeğe, — omuzlamaya, alkışlamağa bazır. Fakat vapur bir. türlü görünmüyor. Arkalarda kalanlai, yörlerinden upla- yıp. zıplayıp, Dolmabahçe açıklarını göt- meğe çabalıyorlar. Yanımdaki kısa boylu bir kızcağız, arkasında duran uzun boylu delikanlıya ikide birde soruyor: — Geliyor mu? Dekikanlı bir daha zıpladıktan cevap veriyor: — Hayır... Fakat çoğu gitti azı kaldıl.. Fakat saat on dört oluyor... On bet oluyor... Ön altı oluyor... Dizlerde, göz- lerde, sinirlerde derman azalıyor: Ne ge- len var, ne giden... Nihayet, saat tam on altı buçukta, bek- lenen vapurun uzaktan görünüşü, kalaba- lığı, birdenbire dalgalanan bir deniz ha- line getirdi. Herkes birbirini itmeğe, — ve önde yer tutmağa çalışıyor. — Bu itişmeyi biraz daha ileri vardırsalar, hep birden de- nize dökülecekler. Zabıta memurları, böyle bir kazayı önlemek için pehlivanca çabalıyorlar, Git- tikçe yaklaşan bembeyaz Prenses Marya vapuru neredeyse, taştan değil, etten - ve kemikten bir rıhtıma yanaşacak.. Vapurun direklerinden birinde — olim- piyat bayrağı. Öbüründe bayrağımız dal- galanıyor. Ön güvertenin etrahı da — bay- taklarımızla donanmış. İlkevvel, Mersinli Ahmedin güler yü- zü göründü. Bando başladı. Fakat: — Yaşa Yaşar... Nur olun aslanlar... — Varol Ahmet! Feryatlar, ve alkış, bandonun yüksek sesini bile cıhz - bırakı- yor, hattâ duyurmuyor. Nibayet aslan pehlivanlarımızın — baş- ları, bir kahramanlık buketi halinde bir: leşti: Hepsi bir aradalar. Hangi — selâma, hangi feryada, hangi hitaba cevap — vere- ceklerini şaşırmışa benziyorlar. Heyecan, tunç yüzlerinin bütün heyecanını — içmiş. Dağ gibi pehlivanlar, cılız hastalar — gibi sapsarı kesilmişler. Yaşarın elinde sarı meşin bir — kutu. Şampiyonluk hediyesi olarak verilen me- şeciğin içine dikildiği sakeaı © kutudayınış. İstiklâl marşı çalınırken, bütün pehli- vanlarımız, kasketlerini başlarına — geçirip selâm vaziyeti' aldılar. Vapurdakiler, — ve yıhtımdakiler, hap bir ağızdan marşı okur- Jarken, bütün gözler İncilendi. Yaşarın babası çılgın gibi. Etrafında- kilere: — Anası gelmedi... diyor. -Heyecan. dan boğulurum diye karktu. İnsan heyecanın böylesile — ölmekten kaçar mı? Ben bu anı yaşamak uğrunda bin defa ölmeğe razıyım! Nihayet, etrafındakilerin sırtlarına al- dıkları bahtiyar babayla, dünyanın — sayılı şereflerinden bitini kazanan oğul gözgöze gelebildiler. Bu tesadüf koskoca şampiyo- nu, küçük bir çocuğa döndürdü: — Babal.. * — Yaşariml.. İkisinin gözlerinde de, en üstün heye- cahların kayameti - kopuyor. — Ve onların gözlerinden kopan kıyamet, bütün yürek- lere sirayet ediyor. Rihtimda, tasvire, ta- rife sağmaz heyecanların tezabürleri- başlı- yor! Vapura giriyorum: Yaşan ararken, Çoban Mehmede — 50: kulmaktan kendimi alamıyorum. — Biçare, parmaklığa dayanmış. Yaylı gözleri sahile dikili. Yüzünde, rinden dönen insanların matemi var: — Neyimi tebrik ediyorsun kil diyor.. Dördüncülüğü ne yapayım ben? Sizin kar- şimzâ böyle mi çıkacaktım ben? Yaşar gi- bi,elimde saksı ile dönmek isterdim... Fa- lip sayıl sonra sevdiklerinin — ce e- “ Varolun ,, sesleri yükseliyordu bimde. Beni yendirinceye kadar yaptıkla- rını anlatsam, rtomanlar almaz!.. — İnsanın bunları düşününce, pehlivanlığı bırakıp ro- mancılığa başlayacağı geliyor... Fakat ben gidip hepsini birer birer bulacağım onla- yınl,. Hepsile görüşebilmek için, Mehmedin acıklı romanını daha fazla — dinleyemiyo- rum, Ve Saima sokuluyorum. Saim Mülâyimle öpüşüyor. Bana: — Aman, diyor, Mehmedi üzmeseler... Çok mütcessir zavallı... Hem yerden gö- ğe kadar hakkı — da vat Arkadaşların söylediklerine göre buraya dönmek bile is- tememiş: «Ben bunları alı etmeden memleketi- me dönmekten utanırım!n — diye — tuttur- muş. Kendisini, onlarla İstanbulda da tu- tuşturacaklarını vaadetmişler de öyle kan- bir dırmışlar... Bana gelince, ben sonsuz sevinç içindeyim. İki talebemin, Ahmedin muvaftakiyetleri bana m yetlerimin acılarını bile unutturdu. Onlarıfi ikisini de, babaları elime teslim etmişler: — Eti senin kemiği bizim! demişlerdi. Ben şimdi onların babalarına etlerini, ke- miklerini hattâ iliklerini şerefle yuğrulmruy olarak vereceğim! Bundan büyük keyif mi olur? Büyük Mustafa ortalıkta yoktu.. Arka» daşlardan birisi: — Kamarasındadır... — dedi... Çünkü uğradığı haksızlıklar oğlanı hasta etti. Me- lânkolik gibi bir şey oldu. Dokunsanız göz yaşı kesilecek, Ağzını balta açmıyor... utandığı için çıkamamıştır! Mersinli Ahmet te, dünya günden memnun değil — Ben, diyor, birinci idim... Fakat karı pema bir gün içinde dünyanın en zorlu peh- Kvanlarını çıkardılar... Bir günde beş gü veş bu... Güreşi dane mı zannediyorlar ne? Kafile reislerinden Ahmet Fetgeri jse, u- zun beyanatını: — Eğer âdil Bir hakem ve tertip hey'e- ti karşısında güreşselerdi, bütün güreşçile- simiz buz gibi şampiyondular! Cümlesile hülâsa etti. Ve etrafındakilere: — Siz, dedi, Yaşarı çıkarın önden... Ahali onun peşine düşer de yol açılır. Yok- #a üç gün üç gece çıkamayız vapurdan... Bu makul direktif, yerine getirildi, ve Yaşar, Mülâyim pehlivanın sırtına bindi- Kamarasından üçüncülü- rilerek, vapurdan çıkanldı. Ve yere bastı. mlmadan: — Yaşal lar, — Nuroll lar aşlar arasında otomo- biline kadar götürüldü. Fakat hatıra meraklıları, © kargaşalık arasında, şampiyonun ipekli mendilini, ve rozetlerinden birini çekmek hrsatını kaçır. mamışlardı! Selim Tevfik Sporcularımız Rusyaya gidiyorlar Oliınııiııvlıvdın avdet eden sporcula- mımızdan güreşçiler, eskrimciler, bisikletçie ler, ve futbolcular 10 güne kadar müsaba- kalar yapmak üzere Rusyaya — gidecekler. dir. Bir adam üvey kızım berbat etti (Baştarafı 1 inci sayfada) Mahmut bu maceranın daha uzun müddet gizli kalamıyacağını düşün - müş ve çareyi, berbat ettiği kızcağı - zın vücüdunu — ortadan — kaldırmakta bulmaştur. Bunun için de Zelihayı bir desise ile kuyu başına götürmüş ve bir- denbire kuyuya atmıştır. Faciaya tesadüfen kızın annesi şa « hit olmuş, evlâdının kuyuya atıldığı - nı görünce: — Yetişin a dostlar!... diye feryadı basmıştır. Yangın sesine maballedeki bütün komşular — evlerinden uğramışlar, Mahmudun evine koşmuşlar. kadın « dan felâketi öğrenir öğrenmez kuyuya koşup kızcağızı boğulmak üzere iken çıkarmışlardır. Yapılan muayenede kızın altı aylık gebe olduğu — anlaşılmıştır.. Mahmut hakkında kanuni takibata tevessül e- Yangın var,