6 — Sayfa ea ——— İTFAİYEMİZİN YILDONUMÇ MÜNASEBETIi.E Tulumbacılığın Tarihi —. d Sük Eski tulumbacılar omuzlarındaki o ağır yükle nasıl o kadar hızlı koşarlardı, diyeceksiniz. Mesele bir idman meselesi idi. Sonra her tulumbacı koğuşunun yakın ve uzak için ayrı ayrı tulumbaları vardı, uzaktaki yangınlara götürülecek tulumbalar çok hafifti Yazanı Osman Cemal Kaygılı Bylaktı Eski tulumbacı Şimdi diyeceksiniz ki o zamanın tu- humbacıları omuzlarında o ağır san - dıklarla nasıl bu kadar hızlı koşarlar - dı. Mesele bir idman meselesi idi, işin garibi eğer sandık omuzda olmazsa © kadar kalabalık, © kadar sür'atle koşa- mazlardı. Sonra unutulmasın ki bu dediğim yılların sandıkları öyle Abdülmecit, Mahmut zamanlarının yüz, yüz elli ok- kalık battal sandıkları gibi değildi. Bunların en çoğu altmış ve en azı kırk | beş okkalık, narin ve sırf süs için yapıl- mış şeylerdi. Sonra her tulumbacı ko- ğuşunun bir yakın, bir de uzak yangın- lar için bir kaç sandığı vardı: Mesel& Bakırköy yangınına girecek olan Mah- mutpaşa Mengeneliler en hafif en şık sandıklarile yola çıkarlar, fakat fara - zâ.Cağaloğlundaki bir yangına da en büyük, en çok su işleyen sandıklarile giderlerdi. Hafif, gık sandıkların gövdeleri en usta marangozlar ve içindeki demir â- letleri de en usta tesviyeci ve tornacı- ların ellerinden çıkardı. Bunlardan bir çoklarının teknelerinin üzerine yapı - lan yağlı boya resimleri o zaman Be - yoğlunun en usta ressamları yapardı. Bu resimlerin en son modaları patli - can moru zemin üzerine deniz, kır, or- man peyzajları, azgın bir at üzerinde kargılı bir süvari, kızıllığı gecenin bu- hatlarına vurmuş bir yangın, bir aslan, kaplan, bir güzel genç kız resimleri |- Meşhur sandıklar bütün yangınlara en az beş altı takım, yani otuz, otuz dört kişi ile gidip gelirlerdi. Tabit hor- tumcu, borucu, fenerci, baskı kolcular | bunlardan hariçti, Külüstür — mahalle | sandıkları ise bazan iki, iki buçuk ta- kımla da yola çıkarlardı. Büyük, meş- hur sandıklar bazan misafirlerile yedi, sekiz, hatta on takım, olarak ta koş- şarlardı. Tulumbacılıkta misafir de- mek harhangi bir yangında dost olan iki sandık efradından biri kendi sandı- ğını kaldırmaz, dost sandığa misafir gider, böylelikle aradaki dostluk sağ- sand ıklarından bir kaçı (kâtip), (Misafir), (güvenci), (zey- bek), (yavrum küçük)... Köşlü gelip yangının yerini haber verdikten sonra sandık kovuşun önüne çıkarılır. Fener- ci fenerini, borucu borusunu, baskı kolcular kollarını alır ve hortumcu hor- tumunu yüklenip önceden yola düzü- lür ki bu hortumcular tulumbacıların hirbosuü Allahlığı sayılırdı.Bunların ço- ğu bir takım meczup, yahut zırzoplar- dı. Ondan sonra reis takımları dörder rder ayırır ve her takıma söyler: — Sizi birinci, sizi ikinci, sizi üçün- cü ilâ... Çağıracağım. Ve ondan sonra reis bir fatiha okur, herkes elini yüzüne götü- rüp sandık besmele ile kalkardı * Gelelim bugün Taksim stadyomun- da geçit resmi yapacak olan İstanbu - lun dört tulumbasına: Karagümrük, Otakçılar, Kadirga, Mevlânekapı sandıklarının muntazam takım ve formalarla girecekleri bu ge- çit resminde nasıl geçtiklerini, nasıl ta- kım kurduklarını, nasıl nâra attıklarını, yangına nasıl su sıktıklarını da onları gidüp seyrettikten sonra yine yarın, öbür gün Son Postada yazacağım. Zayıflar için çok hoş bir elbise Bu güzel elbi - seyi — beğendiniz mi?.. Benim pek hoşuma gitti doğ « Tusu.. Hele şişman olmıyanlar, — hattâ daha doğrusu biraz zayıfca olanlar için mükemmel bir el- bise., vücudu dok gunca — göstermeğe de yarar... Fakat yişman olanlar de- kalkma- sınlar — herhalde... nermeye SON POSTA Ağutos - 22 —at <— z e .. Yaşarla evinde neler görüştüm? “ İyi çalışalım, gelecek olimpiyadda - bir meşe dalı kaçırırsak bin meşe sopası yemeğe razıiyım ! ,, * * * Aslan güreşcimiz “ Serbest güreşte ne oldu bana bilmem, diyor heyecandan ellerim, dizlerim kesildi. Güreşe çıkarken kaç defa yalvardım etraftakilere, gözümün önünde Türk bayrağını bulundurmasınlar, diye. Bir şey, anlatılmaz bir şey var o bayrakta ! ,, Alafranga güreşte dünya şampiyonlu- #unu kazanan Yaşara, kendi mahallesinde gayet alaturka bir istikbal morasimi tertip olundu: Zurnalar çalındı, dualar okundu, kur- banlar kesildi... Fakat muhitin samimiye- ti, olimpiyat şampiyonluğunun zurna, du- a ve kurbanla tes'it olunuşundaki garabe ti unutturuyordu. İatanbula bembeyaz bir transatlantikle gelen, binlerce el tarafından alkışlanan, 0- muzlarda taşınan, bando müzikayla — se- lâmlanan Koca Yaşar, bu üç gözki kulü- beye girerken zengin bir film çevirmekten dönmüş fakir bir aktöre benziyor. Bakalım, © şerefli şampiyonluk roma- nının bu hazin âkıbeti ne zaman — tatlıya bağlanacak » karşıma annesine Sofada soruyorum: — Yaşarın odası neresi) O, ellerini küçücük yuvayı kucaklar gi- bi açıyor, ve: — İşte... diyor... Her taraf Burası otel mi ki herkesin ayrı bir olsunt.. Sonra, elini bir komşu kızından kaçı- rarak gülüyor: — Öpme kızım... Yağ içinde ellerim... — Evlâdım, benim çorbama, költeye, imambayıldıya bayılır... Bu akşamın şere- fine ona bunların hepsini elimle hazırla- dim çıkan odası Bana dönerek, yürekten bir tecsslfle boynunu büküyor: — Sizlere de kalın diyecektim amma, yerimiz dar, Rahatsız olursunuz!.. Yaşarın etrafı, gazetecilerle, dostlari- le dolu. Muhakkak ki zavalh Yaşan, hiç bir güreş minderi, burada dolu gibi ya- ğan suallere cevap yetiştirmek zahmeti ka- dar yormamış, terletmemiştir. Yüzüne bakıyorum: Kim bilir kaç bin puse, ve kim bilir ne kadar heyecan, benzini limona çevirmiş. Güreşler... Güreşler... Hintli, Çinli, Fransiz, Japon, zenci, sanı, siyah, İtalyan, Alman, Hülâsa tek göz haline gelmiş dün- ya önünde süzüle süzüle yükselen ay yıl- dızlı bayrak. Yol yorgunluğu, memlekete, — anaya, babaya, mahalleye, ve yıkık, basık, bo- dur da olsa yuvaya kavuşmak. Bütün bunların heyecanlarını ardarda bir yüreğe sokarsanız, taştan olsa, demir. den olsa, çelikten ola çatlar... Yaşar; — Hastayım! diyor. Anlayan yök. — Yorgunum, diyor, dinleyen kim? Annesinin gözlerinde, oğlunu bu işken- ceden affetmeyenlere karşı haklı bir hid- det var. Bana: — Bunun yarını da var oğlum... diyor... Fakat, fazla sıkmasalar oğlanı. Pehlivan dediğin de taştan değildir ya?> Şöyle imambayıldısını yeyip iki saat Yukarıda Yaşar anasının elini öperken, aşağıda Yaşar ve babası , mem? Heyecandan ellerim, dizlerim kesil-|haksızlığa uğramadım. Onlar da haksızlıı di. Güreşe çıkarken ,kaç defa yalvardım|ğa uğramasalardı, bir değil, üç meşe dali etrafımdakilere: Gözümün önünde Türk | getirecektik size. Fakat beni çok — tuttulaf bayrağını bulundurmasınlar diye. hakemler. Halk da öyle... Çünkü ben, 8 Çünkü kırmızı renk, boğa gibi kudur- |fena vaziyete düşmüşken — bile gülüyor” tuyor beni, Ve heyecandan o hale geliyo-|dum. Güler yüzlü sporcuyu çok — seviyof, ram ki, bütün saldırışlarım delice oluyor. (lar. Hele son güreşten sonra halimi gör Bir gey... Anlatılmaz bir şey var olmeliydiniz. Soyunma odasına girince #” bayrakta... Onu direğe çekerlerken gö-İnada suratıma baktım: Yüzüm, kana bit reydiniz beni siz... Şimdi anlatırken - bileltırılmış gibi kıpkırmızı olmuş. Hem f tüylerimin dibi soğuk soğuk terliyor. Bey- |çıkmaz boyaymış o kızların dudaklarındt” nim katılır, kalbim durur gibi oldu. Ba-İki! Yüzümü temizleyinceye kadar — derisi Şarmamaya, düşmemeye, — çıldırmamaya, | yüzülecekti! bayılmamaya çalıştım. Bir aralık o hale| — Yaşarın yüzü birden buruştu: geldim ki, fena olacağım diye ödüm ko-| — Z. y Mehmet... dedi, ve ilâve && puyordu... Düşünün siz bir kere... Oradı heyecandan bayılmak, güreşte yenilmek- ten ayıp. Düşmanlara: — Ne olacak... Görmemiş herifler! Dedirtmek korkusu. Ben bu korkuyu güreş minderinde değil, denizde bile duy- madım. Düşünün ki ödüm patlar denizden. Gelirken bir fartınaya tutukluk. Kamara- ma üç dört yüdum su #izdı. Ben dalgalar içinde kalmış da buğulacakmış — gibi ol- dum. Fakat bu sade can korkusu... Oradaki duyduğum can korkusundan da baskin. Kiısmette bir daha şampiyon olmak var mi bilmiyorum. Fakat ben, rakiple- Ü: — Vallahi.:. Bir salon yaptıralım. AY rupa maçlarına girmeğe biraz daha alışt* hm. Eğer gelecek olimpiyatlarda, bir m€ ge dalı kaçırırsak, bin meşe sopası yemt ğe razıyım! Gene sorüyorlar: — Ne yapacaksın kazandığın meşe dü* h saksısım? ' Yaşar; içini çekti, ve: Na Yağkgıa " dözü, bebeidi el büyüteyim! Söylediklerine göre, onu yere dikecekler, ve onun dikileceği bir «Olimpiyat» parkı yapacaklarmış! Park dedim de aklıma geldi... Ne lamlaştırılırdı. » - Tulumbacılıkta bir de (çifte kardeş | Çültra | ideceğine Hik) vardı ki bu da iki dost sandık te-| ” Elbisenin kume, sadüfen yolda birbiri peşisira düşecek | £ düz venk jorjet- olurlarsa kat'iyen birbirlerini kövala-| e, Fakat jojet ye- maz, güzellikle yanyana gelip selâm-|rine şimdi üdeta laştıktan sonra iki tarafın sandık ve u-|yok bahasma alı- şakları ard arda kardeşçesine giderler |nan şifon da kulla- ve geçit yerlerinde meselâ: nabilirsiniz. Tekmil — Cihana şan veren çifte kârdeşler!|beden — plidendir. Diye nâra atarlardı. Kollar — da — '_" Benim yetiştiğim zamanlardaki nâra|?* bütün — plidir. uzansın: Bir aohl!a desin oğlan... Eller ya- mnaklarını soldurdular da, daha ben — öpe- medim evlâdımı! Ne netameli şeymiş bu şampiyonluk... — Şampiyonluğun — kahrına katlanmak, şampiyon olmaktan da güç- müş meğer! Fakat şu gazetecilik, muhakkak - ki, gampiyonluktan da netameli iş. Belki: — Ne haddine! diyeceksiniz. amma, ben, — muharrirliğime rağmen, koskoca şampiyona acıyorum. Anasına hak veriyo- rum. Fakat bu merhamet beni içeri girmek- rimden değil, o bayrağın çekilişini seyret» meğe dayanamamaktan korkuyorum. Hem ben öyle, sinirleri zayıf adam da değilimdir. Önümde adam vurulmuştur da, kılım kıpırdamamıştır. Fakat orada — bay- rak direğe çekilirken, insanın ayakları yerden kesilir gibi oluyor. Anlatılmaz heyecan o... Hani ben faz- la mektep görmedim diye değil... dünya- mın âlimi olsam gene anlatamam — o anda duyduklarımı!... Birisi gülüyor: — Ondan vazgeçtik © halde... Şu gü- lar, ne caddeler, ne evler, ne varmış Avrupada.,. Bizim Beyoğlu caddt” si, oranın yan sokakları yanında — pâ! gibi kalır... — Ya kadınları? Şu başına çelenk b yan kız harikulâdeymiş diyorlar? z — Başıran çekcak leğan K ' gi balim mi vardı benim... O heyecan * sında, çelengi Keriman Halis koysa ne bakamazdım! Benim kazarım karar: Âşik olmy” cağım... Çünkü benim niyetim, o yöl cağı söylenilen olimpiyat parkımı gekilleri şunlardı: alnız garnitür — o- (Cihana şan veren), (Ateşten can kurtaran) , (Askeri seçme) ( Askeri şanlı), (Suyu bol çeşmeli), (Karakuş tepeli), (Arap Cezayirli), Dumanı bol kalafatçılar), (Beyoğlu zaptiyeli: Ga latasaraylılar demek), (Beyoğlu daire- B: Altıncı daireliler demek). Yangına gidip gelirken takımlarda şöyle çağırılırdı: (Aslan muş), (borucu), (fenerci), Tarak kullanılan ön- deki kordelâ gibi arkadan gelen yaka Kem plisizdir, hem de tenkli kumaştan — yapıl- mıştır. Keza rob. Kemer ve kol kapakları da düzdür. Beden baştan aşağı boydur. Yani elbise belden kesik değildir. Bu elbiseye bir metre enindeki kumaş- tan beş metre yirmi santim lâzımdır. Pli- lerin açılmaması için kumaşta tamahkârlık yapmamalıdır. İ ten, ve Yaşarı sorguya sokmaktan mene- demiyor. i — Güreşler bildiğiniz gibi... — İtalyan |muydu, sırtım yerden kalkmaz. Fakat şampiyondan beter olayım ki, İçok zorlu idi. Hele Japonu görmeyin.| — Son bir sual sordum: Yaşara karşı en münsif davranan müs-|Ringten ağlayarak indi. Bana da: — Faraı mahâl olarak, evlenmeğe *” tantik bendim. Ona neler yarabbi? Yaşar, teferrüatını teleralların, muha- bir mektuplarında kerrat ve merakla ol duğumuz şampiyonluğun hikâyesini, mem kaçıncı defa anlatıyor: sormuyorlardı bil. reşleri anlat bari? gösteririm sana ben, ., Halbuki, o İtalyan- dan çok bafif gelmişti bana... Bana öyle geliyor ki(1940) da değil, 1948 de gekse gene haklarım onu... — Serbest güreşte ne eldu bana - bil-Jaçıktı. Çoban Mehmet gibi, Mustafa gibi bir men hbaline getirmek. Halbuki 'Açık odt — Görümün sen.., dedi... (1940) dalrar verseydin, nasıl bir kız seçerdin? Yaşar, bir farzı mahâl olarak —© yül- ettiği müstakbel sovgilisnön pebiii €a bir tarifini yaptı: ç — 65 kilo ve benden de iki santiP zan... Yani boyu 167 santim olmalk- Naci Sonra benim güreşlerde talihim de çok