29 Haziran 1936 Tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 9

29 Haziran 1936 tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 9
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

a V Kıınlık, , , Iıııı ve | KORSANIN Son Posta'nın tarihi tefrikası Dünkü kısmın bulâsası: Akdenizde yavaş yavaş büyük zafer- ler kazanarak ve İspanyolları sürüp ka- çırarak yer tutan Türk denizcileri, gün geçtikçe Fas ve Cezayir kıyılarını — Os- manlı imparatorluğu idaresi altına alı- yorlar, Oruç Reis, Hızır Reis gibi Türk de- mizcileri, kendilerine karşı İspanyolların ve Arap sultanlarının büyük bir harp hazırlığı yaptıklarını işitmiş, tertibat al- mağa başlamışlardı. Bu arada Kal'a . Tül kalâ denilen bir kalede (100) Türk le- vendi vardır, bunların başında Mustafa Reis isminde bir levent bulunuyor. A- rapların kaleyi basmak için fırsat bek- lediklerini ve kuvvet topladıklarını du- yunca İlyas ve Mansur iszminde iki genci Oruç Reise göndermiştir. Mansur En- dülüste bir İspanyolu öldürerek kaçmış, sonra da babasımı parça parça etmişlerdi. Mansurun kalbi demirden bir pen - gye düşmüş gibi sıkılmış, gözleri ya- larmış ve babasının bu acıklı ölümüne Hiraz da kendisi sebep olduğu için çok lzülmüştü. Annesiyle iki küçük kardeşi orada mişler. Almeriya hâkimi Merkando acaba enları daha uzun zaman rahat ve sağ sırakacak mıydı? Mansur önce onları bu tarafa getii neyi, sonra da Merkandodan öcünü ilmayı düşünüyordu. İki delikanlh birbirlerine herkesten daha iyi anlaşmışlardı. Hemen kaleden çıkmışlar kestirme yoldan ve ıssız dağları, kudurmuş va- dileri geçerek at üstünde Telemsan'a doğru uzaklaşmışlardı. Mustafa reis yanı başında oturan ablak yüzlü, sakalını traş etmiş olan ve palabıyıklı, iri yarı bir levende dö- nerek sordu : — Şimdiye dek gelmeleri Öyle değil mi, Ömer?... ” Palabıyık Ömer az konuşan ve az söyliyen bir adamdı. Kırk yaşlarında görünüyordu: — Doğru söyledin. — Yoksa bir tuzağa mı düştüler? Ne dersin? — Ummam. İlyas da Mansur da hem gözü pek, hem de açık göz deli - kanlılardır. Sustular. Havada bir sıkıntı vardı. Kızgın güneş batı ufkuna yaklaştık- ça ortalığa biraz serinlik geliyor ve si- nirler, geriliyordu. Bu sırada Telemsan yoluna bakan kuledeki gözcü, kalenin avlusuna doğ- ru seslendi: — Reis, bir atlı göründü, dosdoğru bize geliyor. Mustalfa reis doğruldu: — Bir atlı mı? Yalnız bir atlı ha?... Palabıyık Ömer, Koca Mehmed, Kolsuz Hüsayin gibi diğer leventler de ayağa kalkmışlardı. Gözcü haber veriyordu: — Büyük kapıya yaklaştı. Mustafa reis büyük kapıya doğru yürürken emir verdi: — Kapıyı açınl... Kale kapısının ardındaki kocaman kalaslar kaldırıldı. Kapı büyük gıcır - tılarla ve beş altı kişinin zorile açıldı. Köprü indirildi ve bir atlı oradan ge- çerek kale kapısında göründü. Mus - tafa reis onu görür görmez tanıdı: — Hoş geldin Abdullah, ne haber? Diye sordu. Abdullah ince uzun boylu, kemik #inir ve deriden ibaret, otuz yaşların - da bir adamdı. Türklere karşı dostluk ve arkadaşlıkta yerli araplardan çok iyi olan Endilüslülerdendi. İspanyada son Endülüs hükümeti de yok olalı yirmi altı yıl olmustu. Bu zaman için- de İspanyadaki Müslümanlara her tür- lü zulüm yapılıyor, yüzlercesi binler- gesi birbirlerine zencirlenerek denize dükülüyor, or; bo- gerekti. larmı güçlükle kurtararak Cezayire ge- liyorlar, orada İspanyollara karşı harp eden bir avuç Türkle elele vererek öc- lerini almağa çalışıyorlardı. Abdullah da bunlardandı. Hemen attan indi. Baş eğerek ve ©- lini göğsüne koyarak reisi selâmladı. Saonra: — Baba Oruçtan bir mektup!... Dedi. Elini koynuna attı, bir kâğıt çıkar- dı, Mustafa reise uzattı. Mektupta kendisinin imdat gönde- remiyeceği, imdat için İlyasla Mansu- ru Cezayire yolladığı bildiriliyor, onlar gelinceye kadar dayanacaklarına gü - vendiğini ilâve ediyordu. *.. ) Kat A KÜÇÜK AYŞE — İlyas Telemsandan mektup getirmiş!... Güneş o akşam Cezayirin sırtını da- yadığı tepelerin ardında kıpkızıl ba - tıyordu. Onu böyle gören analar, ni- neler ve ihtiyar babalar avuçlarını gö- ğe açarak uzaktaki sevgililerinin zaferi için dua ediyorlardı. Çünkü ufku ve gökleri kızıla boyı- yarak batan güneş yeni bir savaş ve kan haberi veriyor demekti, Halbuki haftalarca uzakta kalan A- nayurttan engin denizler aşarak gel - miş olan Türk yiğitleri burada hangi gün savaşsız ve kansız kalıyorlardı? — İlyas, Telemsandan Hızır reise mektup getirmiş!.. Denildiği zaman Cezayirde büyücek bir mahalle kurmuş olan Türk halkı a- rasında bir çalkantı yaptı. İlyas şüphesiz onların erlerini, oğul- larını ve babalarını da görmüştü. Şüp- hesiz onlardan da haberler verebilirdi. Hepsi de günlerdenberi büyük bir merak içindeydiler. İspanyolların yerli sultanla birleşerek binlerce kişilik ko - caman ordular topladıklarını, Cezayir- den günlerce uzakta ve yabancı bir memlekette kalan Türk yiğitleri üzeri- ne kudurmuş bir sel gibi saldırmak için hazırlandıklarını duymuşlardı. Hızır reisin konağı Türk mahallesi- nin ortasında bulunuyordu. Basık, küçük pencereli, taştan veya kerpiçten evlerin kapıları hızla açılı - yor, oradan bir ihtiyar, bir delikanlı, bir levent veya bir ihtiyar kadın fırlı - yarak Hızır reisin konağına doğru gi - diyordu. Hızır reise Kapının önü bir kaç dakika içinde bir kaç yüz kişi ile dolmuştu. Bu evlerden birinde otuz yaşlarında güzel ve genç bir Türk kadını ile se - kiz yaşındaki kızı oturuyordu. Genç kadının adı Rukuş, kızının adı da Ây- şe idi. Onlar da bu haberi almışlardı. Küçük Ayşe annesinin yanına so - Açık Arttırma SON POSTA macera KIZI Numara : 2 kuldu. Elâ gözlerini onun elâ gözle - rine dikerek âdeta yalvardı: — Levenit İlyasi bir göreydim!.. — Nideceksin?, — Bebamdan haber almadık ta.. Ni- ce olduğunu anlardık.. — Gidenler dönünce sorarız. Orası şimdi mahşer gibidir... Genç kadın hayatından memnüun gö- rünmüyordu. Kocasını aramıyordu. Buraları sevmiyordu ve hemen he- men her gün gözlerini iki yıl önce a- $1p geldiği engin denizlere dikerek Mi - dillinin hasretini *çekiyordu. Orada anası, babası vardı. Kardeşleri vardı. Her şeyi orada bırakmış, palabıyık Ömerin zorile buraya gelmişti. Pala- bıyık Ömer yıllardanberi ondan yalnız bir şey istiyordu: Bir oğul... Halbuki bir kızı olmuştu. Ondan sonra da genç kadın doğur - mamıştı. Palabıyık Ömer: — Biz burada ihtiyarlayınca, yahut vurulup ölünce yerimizi kim doldura - cak? Diyordu. En büyük arzusu bir gün bir levent babası olmaktı. Bu yüzden küçük Ayşeyi de bir tür- lü candan sevemiyor, kucağına alıp ok- şamiıyor, ona savaş hikâyeleri anlat - miyordu, Halbuki onun gözlerinde Palabıyık Ömer, dev masallarındaki büyük, yenilmez ve ölmez kahraman- lardan biriydi. Ona basit görüşlü bir eski zaman adamının bir allah heykeli karşısında duyduğu korku ile karışık bir sevgi ve saygı besliyordu. Palabıyık kaç defa karısına: — Çaresi yok, bir karı daha almalı! Lâkin onun da böyle çıkmıyacağını na- sıl kestireceğiz? Demişti. Rukuş buna fena halde tutuluyor. — ©O zaman beni evime yollarsın! Diyordu. Bu söz Palabıyık Ömerin sanki ku- lağına varmıyordu. Fakat küçük Ay - şenin yüzünden hemen bir telâş beli - riyor, annesine sokularak #oruyordu: — Burası fena bir yer değil ki,. Öy- le değil mi?.. Genç kadın onu elile itiyordu. Ba - kışlarında sanki şunlar okunuyordu: — Sen erkek olaydın biz böyle ol - mazdık.. Bunda küçüğün ne suçu vardı? Fakat buna rağmen küçük Ayşe de yordu. Keşki erkek olaydı. Keşki büyüdüğü zaman o da babası gibi be- line kılıç ve pala kuşanarak, cepken ve şalvar giyerek, Hızır reisin ardında sa- vaşlara gideydi. Keşki bir boğa gibi zorlu, bir kurt gibi çevik ve atılgan o- lan İlyasa benzeseydi! (Arkası var) — ile ıılığ ilânı. Belediye Sular İdaresinden : İdaremizin Feriköy fabrikası bahçesinde mevcut hurda Fant Boru parçaları açık arttırma ile satılacaktır. 1 — Talipler bu işe ait şartnameyi idaremizin Taksim merkezindeki levazım servisinden parasız olarak alabilirler. 2 — Açık arttırma 13/VI1/936 pazartesi günü saat 15 de Sular idaresi merkez binasında müteşekkil komisyonda yapılacaktır. 43520 İstanbul Gümrükleri Satış işleri Mndürlüğünden: Gümrükte satılacak muhtelif eşya: 512 kilo yün mensucat, 100 K. ipek mensucat, 1549 K. pamuk mensu- cat, 68 K. dolu sinema filmi, 51134 K. demir eşya, 376 K. mukavva, 4688 K. kâğnt, 22448 K. toz şeker, 20859 K. cam eşya, 2538 K. ağaç mobilya ile 4070 kilo hırdavatçı eşyasının satış ilânları (Tan) gazetesinin 15/6/936 G. 'ei Ka — gn Hikâye Hindi Çininin yakıcı güneşi altında üç gündür. durmadan yol alıyorduk. — Siyah nehri geçmiş, Su - Yut vadilerine doğru açılmağa başlamıştık. Bir akşam kafilemiz bir çay kenarında durdu. Artık gökten yağan yıldızları bu- rada bekliyecektik. İhtiyar profesör sevin- cinden kabına sığamıyor: — Aerolitlerden, göreceksin ne büyük neticeler çıkaracağım!, diyordu. Gece bastırmıştı. Tü karşı sırtlarda par- ça parça ışıklar yanıyordu. Konakladığı » miz çay, gece serinliği içinde buğu buğu olmuştu. Az ileride bir kaç yerli kulübesin- den, tuhaf, acayip çalgı sesleri — geliyor. sanki yılanlar 1slık çalıyordu. İhtiyar profesör, o gece saat ona doğru bir kaç yerliyi peşine takarak Khene yay- Tâsına çıkmamızı kararlaştırmıştı: — Aerolitler daha ziyade Kheneye düşü- yormuş. Bu geceyi kaçırırsak, Allah bilir, gelecek yaza kalırız, diyordu. Yol beni yormuştu. Fakat gökten ya - Zan yıldızları görmek her zaman bulunur nimet değildi. Belki bu yüzden ihtiyar pro- fesörle beraber iyi bir şöhret te kazanmış olacaktım. Yolumuz evvelâ küçük bir ağaçlığa gir- di, sonra etrafı kamış kulübelerle dolu bir meydanlığa çıktık. Yerli kılâvuzlardan bi- Ti kulağıma eğildi: — Buradan geçerken, mutlaka Khene yaylasının sahibi ve efendisi Hoa Binhin mukaddes suyunu içmeniz lâzımdır. Yoksa genmete uğrarsnız, dedi. İhtiyar profesör, yerli halkı — anlıyan, çok gezmiş bir adamdı. Bu teklifi bilâ - tereddüt kabul etti. Kılavuzlar bizi, diğer kamış kulübelerden daha büyük ve daha süslü bir kulübe önüne getirdiler. Ve içe - riye haber saldılar. Biraz sonra kulübenin kapısı açıldı. Şakaklarına doğru alabildi - ğine çekilmiş, kısık, buruşuk gözlü bir ih- r elini göğsüne bastırdı ve bize bir şey- ler söyledi. Fakat benim gözlerim başka yerdeydi. İhtiyar Çinlinin arkasında, kapı pervazına dayanarak bekliyen yan çıplak genç kıza bakıyordum. Çıplak ve yüvar« lak omuzları gece ışıklarında tunç gibi par- kyordu. Büyük ve çekik gözlerini kırpış - tırarak bana bakıyor, islak düdaklarını diş- liyordu. Khene yaylasının sahibi, kılavuzlardan birile bize yaylaya çıkmaktan vaz geç - memizi söylüyordu: Bu yil Tanrının mükaddes - yılı imiş. Bu y gök yağmuru fazla olacakmış, bu yüzden belki ani bir baskı- nâ uğrar, telef olurmuşuz. İhtiyar bunları anlatırken elile gök yüzünü gösteriyor, son- ya gözlerini kapıyordu. Profesör sakin sakin güldü: — Biz mukaddes suyu içersek, tanmı - nız bizi korur. Yolumuzu kesmeyiniz, de- di. Khene yaylâsının efendisi, mrardan vaz geçmişti. Elini kaldırdı ve etraftan koşu - şan, adamlar önümüze bir ağaç oyuğun - dan yapılmış, küçük bir fıçı getirdiler. İh- tiyar Çinli ince bir porselen ile bize su vermeğe çalışırken, genç kız, çıplak ayak- Tarının ucuna basarak indi ve babasının e- linden bardağı kaptı. Tek bir kelime söy- lememişti. Gözleri hep gözlerimi araştırı - yordu. Bu sıcak iklimde bu, içi kor gibi yanan kadın gözlerine doyum mu olur - du?.. Genç kız kafileye acele acele sula - zını dağıttı. Herkes birer yudum aldı, çe- kildi. Genç kız. nihayet bana doğru yaklaş- tı. elindeki bardağı tuttu, başına — doğru kaldırdı ve saçlarına tutturulmuş küçük bir giçek, bardağın içine düşüverdi. Genç kı - iyet leri ğünden: Yıldız Kılavuzlar mutlaka mukaddes suyu içmemizi söylüyorlardı zin yüzü açılıvermişti. Gözlerini kırparalk — gülüyordu. Bardağı dudaklarıma doğru zattı ve gözlerini gözlerimden ayırmadan fransızca: — İç, hepsini iç!.. dedi. ğ Artık yola çıkıyorduk. Meydanlığa doğe — tu yürürken birdenbire başımda bir ağrı: duydum ve gecenin bütün ışıkları, gölger leri bir anda sönüverdi. * Gözlerimi açtığım zaman, yüzüme döğ- ru iğilen başı derhal tanıdım: Hoa Binhi — kızı.. 5 Yumuşak, tatlı ve kısık bir sesle mınıl « dandı: J — Nasılsniz?.. Artık başınız ağırmıyaf değil mi?.. Yorulmayınız, dizimden mayımız.. Yumuşak, küçük parmaklarını saçlarımın arasında tatlı tatlı gezdiriyordu: ö — Beni affodiniz, ne yapayım?.. SÜ göz göre göre ölmenizi istemedim. Bili « yor musunuz ki arkadaşlarınız bir saat sone- Ta sağ kalmıyacaklar?.. A — Bunu nereden çıkanyorsunuz?. — Ben Su Yangaya inanırım, © bizimi — haber tanrımızdır. Bu gece on beş yılda bir — evlenen gök tanrının düğünü var, Bu ge- — ce yıldız yağmuru çok yağacakl.. Bu ufak, çıplak omuzlu kız beni sinite lendirmeğe başlamıştı. Dizinden hızla kal-- karak kamış iskemlelerden birine ğ dum. : Genç kız diz çöktüğü yerden ayağa kalk- tı, yanıma geldi: — Bana kınldınız, biliyorum. rq benim küçük çiçeğimle yaşadığınızı anla « — dığınız zaman belki de beni seve... Bakın, bakın, karşı yaylâya bakın... Kolları boymuma dolamış, ı.ıhı.“q gözlerle karanlığa bakıyordu. Başımı hızla — çevirdim ve gökten yağan yıldız yağmu » runu gördüm. Sanki gök yarılmıştı ve 1 dızlar dört bir yana dağılıyor. saçılıyor, ue — çuşuyordu. Tâ uzaklardan, toprağı titme « | ten seler dü; 'or, bütün Khene Hoa Binh'in h üıcrdi parıl yanıyordu. Genç kızın boynuma kolmuştu: — Sen artık benim kocam oldun. Çi kü yıldız yağmurunu seninle beraber düml.. Arkadaşlarımdan hiç biri sağ dö hepsi birer gök taşı ile öldüler.. Şimdi yaz Khene yaylâsı kıyılarında oturan mımı görmeğe gidiyorum. Za x Umum Mürlü_-. : 1 — 936 senesinde zabita memurlarına yaptırılacak elbiseler azı 12969,30 çoğu 13081,51 metre kumaş 20 gün müddetle ve lııpğ;ğ zarf usulile eksiltmeğe konulmuştur. 2 — Kumaşın rengi koyu kurşuni olacak beher metresinin muhammen 500 kuruştur. N bedjğ; Wİeğ 3 — Kumaşların ihalesi 13/7/936 Pazartesi günü saat 15 de Ankarada Emniyet İşleri Umum misyon huzurunda yapılacaktır. Müdürlüğünde teşekkül eden 4 — Eksiltmeğe girecekler: Kumaşların muhammen bedeli 65,407 lira 50 kuruş üzerinden yüzde yedi buçuk hesabile 490: 55 kuruşluk muvakkat teminat mektubu veya makbuzu ile ve sayılı kanunun 2inci ve 3 ücü maddelerinde yazılı belgelerle bi teklif mektuplarını ihale vaktinden 5 — Kumaşların ihalesine ait. şartname Emniyet likte birsaat evvel Komisyona verm | İşleri U

Bu sayıdan diğer sayfalar: