?Blhıiın İşden el çekmiş bir sabıkalı (l karşı şehri nasıl ıııdlm ve neler ıurduııı? lSTANBUL m ALTINDA .. KİMLER YAŞIYOR ? k » » Gıızıdudcn yaptığı yatağı sokağa sererek yatan adam “Eskiden kâtiptim, — işsiz kaldım. Şimdi paçavracıyım,, dedi. “Rahatsız oluyor miyım ? Hayır alıştım. Hayatta bir tek şey ararım. Geceleri yatarken çay... Çay içmeden uyuyamam ,, Yazan: Suat Derviş / 'Tramvay caddesine çıktık. Sinabar Re- cep sağa, sola bakmıyor, yaptığını iyi bi- len bir insan emniyetilet — Şöyle gidelim diyor. Onun elinin işaret ettiği istikamete doğ- ru gidiyoruz. Şimdi karanlık bir sokaktayız. Bir kaç kadının bir grup halinde önünde toplaşıp konuştukları bir evin kapısı, ardına kadar açık, kuvvetsiz bir ampolle ışıklanan taşlı- | fanda bir gramofon çalıyor. Sokağın öbür başında omuzları kalkık bir adam bir göl- ge gibi duvarların dibinden yürüyor. İle- tide bir evden kalın sesli bir kadın kahka- hası duyuluyor. Bir sarhoş küfürü... Vücudum ilı h ve dehşeltle ürperiyor. Amma gideceğiz.. Daha nereye ludıı) Bilmiyorum. Bunun için Sinabar Recebe soruyorum: — Gideceğimiz yer uzakta mı? — Geldik bile. Burası az ışıklı bir kahvenin kapısı, Sinabar Recep hep izahat veriyor: — İşte burada bir bodrum vardı. Faki- den burada esrarkeşler kabak çekerler - miş. Şimdi geceleri işsiz serseriler bavını - yor. Geliniz size göstereyim. Bir an ortadan kayboluyor, kahveye mi giti, nereye sıvıştı, içime- şüphe geliyor, bu şüphe beni korkutuyor. Acaba fena fi- |. kirleri mi var? Cephesi karanlık bu binaların içinden sanki bir takım insanlar çıkıp benim et » rahmı saracakmış gibi vahim içerisindeyim. Fakat biz insanlar ne kadar fenayız. Si- mabar Recep hakkında ne yanlış düşün - Tüşüm, İşte delikanlı karşımda duruyor we yanındaki insana: — Aç bayana gu bodrumların kapısını, içerisine bir bakacak diyor. Öteki, upuzun boylu bir insan.. yanıma gok yaklaştığı zaman yüzünü — seçer gibi eluyorum: — İşte buyurunuz. Bir kapı açılıyor. — İçeride kimse yok mu? — Bu saatte daha kimse bulonmaz, Ser- #eriler buraya sabaha kargı düşerler. Bir elektrik düğmesine basıyor. Bu iz - benin bir de elektrik tertibatı var. Dik bir merdivenden aşağı iniyoruz. Si- nabar: — Çekinma, Çekğime bayan yürü, yor. — Merdivenler pek dik te.. Sert bir küf kokusu. Nihayet bodrumun içini görebiliyorum. Üstleri kirli postlar ör- tülü üç dört minder, sıvaları kararmış ru- tubetli duvarlar. — Buralarda esrar içilir mi? diye Sina- bara zoruyorurm . — Burada vaktile öyle şeyler yapılmış. fakat şimdi polis çok sıkı. Şimdi Galatada kuş bile uçurtulmaz. Nerede ösrar kaçır - tılsın. Yalnız şimdi burada geceleri evsiz insanlar palir, bunların üstünde barinır u- yurlar. Merdivenin üstündeki uzun boylu, başı bereli adam garip garip bizi süzüyor! Sinabara soruyorum. — Hayır bayan, biraz daha görülecek şeyler var. — Bize göstereceğin yalnız bü mu diye Şimdi bir yokuştan çıkıyoruz. — Fakat göz gözü görmüyor. Bu sokaklarda ne - den fener yok, neden: böyle karanlık bıra- kılıyorlar anlamadım. Sinabar duruyor. — Bak diyor bayan sana müthiş bir sa- yYay göstereyim. Cebinden bir kutu kibrit çıkarıyor, ça - kayor. Neredeyiz, pek farkında değilim. Yalnız yüksek iki duvarın bizbirine — birleşerek yaptığı bir zaviyeyi bir müsellesi müte - saviil'adla şekline koyan bir tel görüyo - rur. — Burası serseriler kâşanesi, diyor. Bu- nun içinde biri yatar. — Nenin içinde. — İşte şu telin arkasında. Tele — yaklaşıyoruz. — Üstüne takım — eski — çuvallar, — paçavralar a - sılmış — olan — bu — telin- — arkasında bir köpek havlamıya başlıyor. Sinabar şakacı: bir — Altınları çalmastnlar diye bekçi de | koymuşlar, diyor, hey kimseler yok mu orada?.. Cevap gelmiyor. Daha yaklaşıyoruz ve bir kibrit ışığında orasını görüyoruz.. Bir takım eski küğetlar üst üste konularak bir döşek yapılmış ve gimdiki halde bu döşe- Bin sahibi bir sska sokak köpeği.. —— — Buranın sahibi yak gezmeğe gitmiş, nöbetçi bırakmış. Diye gülüyor. Sonra sönen kibrit yerine bir yenisini çakarak: — Şurası yok mu, diyor, görüyorsunuz ya, Vallahi burada yatabilmek için ser : seriler arasında cinayet bile çıkar, Öyle kıymetlidir şu köşe. Şimdi size bir de Beylerbeyiti tamta - yım, — Beylerbeyini mi? — Evet beylerin de beyi amma, insan- da talih olmalı talih... Görünüz, bakınız.. Onun kâşanesine dört beş adım ilerliyoruz. Birdenbire Sinabar sesleniyor: — Hey beylerbeyi. Terbiyeli bir ses cevap' veriyor. — Kim 0?.. Ne istiyorsun? Ben ecep — Sinabar... Sana ziyaretçi getirdim, gene — karanlık. Par- hyan bir ufak alev ortalığı titrek bir ışıkla Aaydınlatıyor. Ve dünyada tahmin ve tasavvur edemiyeceğim bir manzara ile karşılaşıyorum. Yüksek bir duvarın altında kaldırımın üzerine eski, buruşuk, kirli bir sürü kâğıt yığmış ve bu kâğıtların üzerine uzandık - tan sonra üstüne gene gazete ve paket kâ- gatlanını ve eski bir paçavrayı yorgan ola- rak örtmüş. Yastığı da bir karton kutu - dan olan, bir insan görüyorum, Evindeki rahat döşeğinde yatar gibi hu- zur içinde bir yüzü olan bu adam bize dik- SON POSTA Konıışmn Tercumeyı niçin seviyoruz? Nurullah Ataç sötunlarda çıkan bir yazımda biz - e, başka dillerden çevrilmiş yazıların pek ıcvilmediğini ve bunun sebeblerini araştı- racağımı söylemiştim. Her hangi bir ma- kalenin altında veya bir kitabın üstünde bir Türk imzasını görmek, bunların intihal e- dilmiş olduğunu sezse bile, karie en tanın- miş Avrupalı adından daha çok üyet veriyor. Niçin?... Bunun, aklın kabul e deceği veya etmiyeceği bir sebebi elbette vardır. Onu bulduğumu iddia etmiyorum; ancak doğru olması mümkün bazı se - bebler farzetmek kabildir. Avrupalıların bııdrn çok yüksek ol » duğu. bizim cemiyetimizin onlarınki yanın- da bir «müsvedde» gibi kaldığı iddiası bu memlekette o kadar tekrar edildi ki niha- yet halkın gücüne gitti. Kari, kendisinden çok yüksek olduğu söylenilen Avrupalıdan nefret etti. Onun da kendisi gibi bir insan olduğunu, demek ki onun hayatını anla - tan hikâyelerde de, az çok farklı şartlar i- çinde, yine kendini bulacağını kabul etmi- yor. Bizde, Avrupalıya karşı nefretin yer ot- mesi hususunda vAlafrangas insanlarımızın çok tesiri olmuştur. O mukallid, maymun beşeriyet, taklide kalktıkları insanların da kendileri gibi züppe, samimiyetsiz, her ha- rteketleri yapmacık hissini veren insanlar olduğunu zannettirmiştir. Elbette ki haki- | kat böyle değildi hiç bir memleket nüfusunun, alafranga insanlardan müteşek- kil olmasına imkân yoktur. Fakat Türk ka- rilerinin ekseriyeti, bugün bunu kabul et- mek istemiyor. İşte böylece, memleketi - mizde Avrupa kültürünü yaymak istiyenler, yalnız bize değil, Frenklerin de çoğuna benzemiyen bir insan tipini kendilerine ör- mek edindikleri için o kültüre, o edebiyata karşı bir husumet uyanmasına sebeb ol » muşlardır. Buna, dilimize çevrilmek için seçilen ki- tapların kötülüğünü de ilâve edebilirsiniz. Onların karşısında biraz düşünen adamın: »O kadar metbhettiğiniz edebiyatın &serleri bunlar m? Öyle ise bizimkileri okurum» demesi pek tabiidir. Unutmıyalım ki bizde tercüme kütübhanesi Paul de Kok, Zevaco ve emsali romancıların eserleri ile dolu - dur... Hem mütercimlerin çoğu da türk- geyi ancak andıran bir dil kullanmıştır. Tanınmeş muhanrirlerimiz, birkaç eser tercüme edip de bunları karilerine tamıt - mağı pek Gdet edinmemişlerdir. Tercü - me ikinci derecede, bayağı bir iş sayılmış- tır. Bu hususta Türk muharrirlerine, Fran- sız. muharrirlerinin tesiri olmuştur; anlar da tercüme etmeği, kendileri yazı yazmı- yanlara bırakır. Halbuki İngiltere'de, Al- manya'da en büyük, en ünlü muharrirler de sevdikleri kitapları tercümeden zevk a- hyorlar. Zaten bizde tercüme edilmiş bir kitabın üzerinde, kendi yazdığı romanlarla şöhret bulmuş bir muharririn adı bulunma- s1 da okunmasını temin etmiyor miş iyi eserleri belki okuyacak ol: onlardan yılıyor. Onlan, meselâ metafizik kitabı gibi. —anlaşılması zör şey- | ler sanıyor; çünkü kendisine o kitaplar öy- letdir diye tanıtılıyor. An'anemizde roma- na, hikâyeye hürmet bulunmadığı için, Av- rüpanın iftiharla gösterdiği birtakım eğlen- celi römanlarında birtakım derin, âlimane fikirler arıyoruz. Böyle bir itikad da o e- setlerin zevkle okunmasına hiç müsaid de- gildir. eeeenenensı katli gözlerle bakıyor.. Fakat bu ara kib « Tit sönüyor. — Ne istiyorsunuz benden? — Sizinle konuşmak istiyoruz. Siz — kimsiniz? — Bana - Bey « lerbeyli — olduğum — için — beylerbeyi diyorlar, Ceski — bir kâtibim. —Alı> e- ne kadar oluyor, işimden çıktım. İş bula « madım. Ben de paçavracılık yapıyorum. Sinabar Recep. — Sahiden okumuş, yazmış, efendiden adamdır, diyor. Fakat işte böyle kaldı - rimlarda sürünüyor, sabıkalı, filân da de- ğildir. Namuslu adamdır. — Okuma yazma biliyordunuz da baş- ka bir iş bulamadınız mı? Hiç bir şikâyeti olmıyan bir sesle: — Hayır, diyor, bulamadım. — Paçavracılıkla kâfi derecede para kazanamıyor musunuz, neden sokakta ya- tıyorsunuz ? — Bir oda tutacak kadar kazanamıyo- rTum. Ailem de Beylerbeyinde oturuyor. Ortalık yeniden aydmlanıyor. Sinabar bir takım kâğıtlar tutuşturmuş, eski kâ - tibin yüzüne bakıyorum. Hiç bir şeyden müteessir olmıyan bir yüzü, sakin sakin (Devamı B inci sayfada) Bence bir scbeb daha var: tercüme edil- | Rokfeller tutuştuğu bahsi kazanıyor! Yüz yaşından fazla yaşayacak Milyarderin gürültüden asabı bozulmasın diye villâsının yanından geçen şimendifer yolu kilometrelerce geri alındı, şosenin de istikameti değiştirildi Ç>e tutuşmuştar. Şimdi o bahsi kazanmak Rokfeller ve Villâsı Dünyanın en zengin adamlarından birj olan petrol kralı Rokfeller elyevm, Florida €ivarında münzevt bir yer olan Ormond Beach'da yüksek parmaklıklarla çevrilmiş, en, on beş dönümlük bir bahçe içindeki malikânesinde oturmaktadır. Bir Fransız gazetesinin Amerika mu - habiri bu malikâneye yeni yerleşen milyar- der hakkında şunları yazıy #Rokfellerin geleceği haberini duyunca derhal istasyona gittim. Elinde karşılama vesikası olmıyanlar perona — çıkamıyorlar. Polis memurları maslahat icabı orada bu - lananları bile didikleyici nazarlarla tetkik ediyorlardı. Onların bu takayyüdü, bir sui- kast tehlikesinden korktuklarından dolayı değildi. Dünyadan ve işlerinden elini aya- ğanı çekmiş bir adamı kim ve niçin öldöre- bilirdi. Hayır, onların çekindikleri şey Rokfel. leri sıkacak, ve bilhassa teheyyüç — eden vak'alara meydan vermemektir. Şimendifer bile düdüğünü tiz perdeden ötlürdükten sopra ağır ağır geldi ve garın peronuna girdi. Beyaz gömlekli iki hastabakıcı, petrol kralının koluna girip trenden indirdiler, ge- niş pardesüsünün kalkık yakaları arasın- da, ağzını bile bir kaşkul ile örtmüş olan Rokfeller, sarı gözlüklerile etrafa buka ba- ika yürümeğe başladı. Çehresindeki çizgi- ler çok derinleşmişlerdi. Dudaklarında ne istihzaya ve ne de mmemnüniyete benze - miyen acayip bir tebessilin vardı. Kaske - tinin altında gözüken bembeyaz — saçları bürmet telkin ediyorlardı. . Önun mes'ut ve heyecansız hayatımı hiç 'bir şey ihlâl etmemelidir. Onun için evi - nin civarından geçen bir demiryolu, ora- dan uzaklaştırılmış. Geniş milli yose ka- patılarak, köşkün iki kilometre ötesine gö türülmi u “Malikânenin bahçesini çevreliyen demir parmaklıklar, her sene beş on metre daha ilerliyerek, köşkü yalnız başına ve gittikçe artan bir infirat içine sokmaktadır. Yüz » den fazla adam köşkün içinde — bekçilik yapmakda, hizmet etmektedirler. Bunların bapsi gürültü etmemek için, ayaklarının altına lâstik taban takmaktadırlar. * Rokfeller, hayatı uzatmanın çaresini bu- lanlara verilmek üzere 100,000 dolar a- yırmıştır. Bir çok ilim müesseselerinde ©- nun hibe ettiği bu servete kavuşmak sev- dasile âlimler hanl harıl çalışmaktadırlar. Rokfeller 65 yaşında iken büyük bir hastahk geçirmiş ve © hastalıktan aonra bu kadar uzun müddet yaşamıştı Rokfeller gene kendisi gibi ihtiyar bir. arkadaşile 100 sene yaşıyacağına dair bah- için ortaya konan meblâğdan milyonlarca fazlasını sarfetmektedir. Kendisini tedavi eden doktorlardan biri olan Gogarty Rok- feller hakkında şunları söylemektadir: «Rokfeller 98 yaşında olduğu halda fen ve tababet noktai nazarından hiç bir teh- arzetmemektedir. Uzvi hiç bir hastas lııı yoktur, ve kendisini tedavi eden dok- torlar da dahil olduğu halde etrafındaki « lere nisbetle, tedaviye en az muhtaç olan adam kendisidir.» Pakfsller niçin bu kadar uzun yaşıyor? su mesele hakkında fikrini ileri süren in- sanlar muhtelif şeyler söylemişlerdir. Fas kat bunların içinden bilhassa doktor Jolff Millerin beyanatı nazan dikkati caliptir. Doktor demiştir ki: «— Rokfeller sinirlerine çok hâkim bir adamdır. Daha doğrusu sinirsiz bir adam- dır. Bugüne kadar muvaffak oluşunun da sırrı esasen bundadır. Hayatı nebatlar gi- bi geçmiştir. Onun bir lâhana yaprağından farkı yoktur. Hassas değildir. Cam, ka- savet nedir bilmez? v Rokfellerin uzun yaşaması tababetin € « hemmiyetini bilhassa tebarüz ettirmekte, tedavi ve nezaret altında yaşıyan bir ada- min pekâlâ uzun bir örnre malik olabile- ceğini isbat etmektedir. Ancak dünyada kendilerini tababetin direktiflerine tâbi tu« T çok badir oldukları için, şu vak'ayı bir kaideye esas olmak üzere şim « dilik kabul ediyoruz. Rokfellerin bizzat kendisi de: a— Ömrümün uzunluğunda hiç bir fev- kalâdelik yoktur, gimdiye kadar, daima sade yaşadım, muntazam zamanlarda mune tazam gıda aldım, erken yattım, erken kalktım, âçık hava ve güneşte — dolaştım, ve sporu hiç bir zaman bırakmadım» de- mektedir. Rokfeller gençken — zayıf, uzun boylu imiş, çlli yaşına geldiği zaman işlerinin vüs'ati ve milyonların terakümü onu üz « meğe başlamış, o sırada da vücudundaki kılların düşmeşini - muçip olan Alopecie hastalığına tutulmuş, beti benzi solmus, işe lerini terkederek istirahate kavuşmak mec buriyetinde kalmış. o sırada mide rahat « sazlığına da tutulmuş, ve kendisini iyi ede- cek doktora da bir milyon dolar vadet « miş, kimse iyi edememiş, nihayet eski ço« €ukluk arkadaşlarından bir doktor kendi » sini perhize koymuş ve iyi etmiş. Rokfel » lerin şimdiki yemeği ise gayet basit imiş. Sabahları — Portakal suyu, bisküvi, süt- Hü çavdı Öğleleri — Kuzu pirzolası veya balık, meyva tatlısı. Akşamları — Et suyu, tavuk veya et. meyva, ve kaleini alınmış kahve, tan insi Şimdi okuduğu gazete bile dünya va « ziyetini parlak terecek şekilde — sureti mahsusada tabediliyormuş.. Yüreğini öy« natacak en ufak bir şeye meydan verilmi « yormuş. O da işi şüre dökmüş ve boyuna manasız, #açma ve kötü şiirler yazıyor, san- ra şüheser zannettiği bu yazıları, etrafın * dakilere okuyormuş..» Şark şimendiferleri kongresi Şark şimendiferleri heyeti umumi - yesi 3 temmuzda bir toplantı yaparak şirketin hükümete devri meselesini ko- uşacaktır.