12 Sayfa Piri Reia - Jan, Hakikt Eşsizliğin'lati- ıvam_vou., B Zç Burhan Bey İstanbulun den zden yardımımı istiyecekti K iğAr Bununla beraber kadındı. At- lâs denizinin dalgalarile kıyıları mberi dövülen ve bu dövü- Hişten heyecan dersi —alan bir toprağın çocuğu idi. kardeşinin avlamak istediği şereften, servet- ten pay almak için yurdunu bı- rakmış, Hint denizine kadar gel mişti. Çorak bir adada ve bir türlü gerçekleşmeyen — hulyalar içinde genç ömrünü eritip gidi- Loulı Yüreğini, kanındaki ateşi ortekizde bırakmamıştı ve onlar şu Diu adasında kendini üzücü dilekler, ezicl düşler — arasında sarsıp duruyordu. Sıcak, haylı sıcak bir yerde yaşıyordu. Suyun toprağa aşkını haykıran deniz, görünmez köşe- lerden bilinmez bucaklara #olâmı taşıyan rüzgâr, bitmez tükenm mez bir aşk yarışı içinde dalga- ların salıncağımsı birer gerdek haline koyan balıklar ve her şey onun ta iliklerine sevmek ihtiyacı ak Uyordu, fakat kimi sevecekti? Portekiz filosundaki bütün kürek- çiler, tüfekçiler, topçular, zından- lardan alınıp açık deniz seferine mahküm edilmiş baldırı çıplak- lardı. Kaptanlar içinde de kendine uygun kimse yoktu. Çoğu yaşça geçkin olm bu denizciler, paradan başka bir şey düşünmiyorlardı, kendilerini zengin olmak ülküsüne | nikâhlamışlardı. Jan işte bu eş yoksulluğu içinde duygu bakımından bir öksüz demekti. Yüreğini eline alıp okşa- yacak, uykusunda ruhuna ninni söyleyecek bir erkeğe ihtiyacı vardı. Bahadir Şah, başındaki taç ile kalbindeki atoşe rağmen, bu ihtiyacı giderecek bir adam olamamıştı. Çünkü bir mum gibi sönük yanıyordu, bir nefes gibi G'ız esiyordu. Jan, volkanları imrendirecek alevler püsküren bir yürek, — denizleri kucaklayacak kadar engin görünen bir kucak İstiyordu. Onun düşündüğü, ara- dığı ve bulamadığı için'de yandığı erkek ancak o biçimde bir mah- klu. Eğer Bahadir Şahta bu kı İreti görse bile siyasal entirl- kaları bırakacak, belki dardeşini bırakacak, belki Portekiz bayra- ğımı birakacak ve ona - bütün benliğile sarılacaktı. Lâkin tahtın cılızlaştırdığı bu erkek — onun yüreğinde bir hoplayış uyandıra- mıyordu. Şimdi de âşıkının kekeleyişini duyunca eni konu sinirlenmişti, Diu adasının bir — köşes'nden saraya kadar getirebildiği iğretl gilümsemeyi dudaklarından düşü- Hint Denizlerinde Türkler Yazan : M. Turhan Murat Reix - Hadım Süleyman rüvermişti, önüne geçemediği bir iç kırıklığile gözünü tahttan ve tahtin korkak sahibinden çevir- mişti. Portekizlilik namına orada nazik, cilveli, oynak davranmak lluıgıliyordu_ Kadınlık duygu- ları, bir ân için olsun, ona bu Iüzumu da unutturmuştu. Hüküm- darın kekeleyerek söylediği söz- lere — nasıl karşılık — vereceğini kestiremeyerek dört yanına bakı- nıyordu. Omrada gözü Sefer Reise İlişti ve birden titredi. Evet, titred.. O güne kadar Gücerat ülkesinin en sevilmez adamı diye tanıdığı bu Türk, yü- veğinin burkulmuş ve kadınlık duygularının — şahlanmış — olduğu şa dakikada gözüne me kadar güzel ve nekadar heybetli görün- müştü?.. Gizli bir düşman sayup kendisinden uzak kalmayı ulusal bir borç bildiği saferi, kafası iş- Temeksizin, iradesi karışmaksızın tek bir bakış içinde bir erkek olarak süzmüştü. Bu süzüş, Hint denizinin binlerce metro derinli- ğinl delerek en dipte kaynıyan alemleri görmek kadar onu şa- Şırtımış ve titretmişti. Yanl ba- Mînlamayacakr Ne Var ! şında durup sözlerine karşılık bekliyen, ezilip büzülen büküm- darı kaşlarını yarı çatarak ken- disinden rol oynamayı bekliyen kardaşini unutmış gibiydi, Sefer reisin heybetli endamına takılan | gözlerini oyaman askıda çırpınır hissetmekten derin bir tat alarak uzun uzun bakıp duürüyordu. İşte onun arayup bulamadığı erkek bu idi. Bahâdirşah yünü kırpılmış bir kuzüuyü, Sefer reis ise boğalara meydan okuyan İri ve diri bir koçu — andırıyordu. Hayır. O, bir koç değildi, bir aslandı ve Bahâdirşah bu insan kılığına bürünen aslanın altın belleme taşıya bir kediye benziyordu, Fakat bu aslan ne çiçek kokusuna burun — kaldırıyordu, ne kadın bakışına göğüs kabar- tıyordu. Jamın göz bebeklerinden kopup anun endamına akan şaş- kın duygülara karşı kayıtsızdı, bir. kılı kaıpırdamadan — kendi düşüncesi içinde yaşıyordu, Por- takal çiçeği bu kayıtsızlığı da sezdi, sessizce içini çekti ve bir dağdan inmiş gibi yorgun yorgun Bahâ- dir Şaha döndü: — Sözünüzü dedi, müsaade- nizle ben de tekrar edeyim. Bu- gün buraya gelmeseydim gerçek- ten günüm tatsız geçecekti. Artik konuşuyorlardı, dereden tepeden söz açıyorlardı. Hüküm- dar, sersemliğini biraz giderdiğin- den kızın hoşuna gidecek şeyler SON POSTA Kadın — Fakat niçin böyle gülleri birer birer takdim ediyor- sün 7. söylemeye savaşıyordu, O da, ateşe yağ döker gibi gülümse- yerek, göz süzerek üşıkının kab- bini biraz daha alevlendirip duru- yordu. Lâkin süzülen gözlerinin ucu hep beride, Sefer Reisin yere çökmüş ihrama benzeyen heybetli endamında sürünüyordu. Amiral da, Sefer Rels de söze karışmıyorlardı. Hükümdar ile Portakalçiçeğinin konuşmasını din- liyorlardı. Şerbetler içilip koku- lar sürünüldükten sonra Emanoel dö Suza şöyle doğruldu: — Haşmetpenah, dedi, Delhi işlerinden haberiniz var mı? O, gözlerini Portakal çiçeğin- den ayırmaksızın kısaca karşılık verdi: — Hayır! — Nasıl olur. Haşmetpenah, Delhi İşlerini sıkı sıkıya - gözetle- mek sizin için pek — gerekli değil midir ? ğ Sevgilisile konuşmak ravkının baltalanmasından canı sıkılan Ba- hâdir. Şah, enikonu titizlendi, homurdandı : — Bana gerekli daha nice işler var, Amiral, (Delhi) hatırıma gelm — Belki haddimi aşıyorum Haşmetpenah, fakat size candan bağlı olduğum için söylüyorum. Delhi işleri bir buluta benzer ki oralarını dolu yağdırıp — altüst ettikten sonra sizin Ülkenizi de ziyana sokacaktır. Bir tehlike haber veren bu sözlere karşı Behâdir Şah kayıt- sız. kalamadı, yarısı uydurma bir merak ile sordu: — Bu nağıl bulut ki size gö- Tünüyor, bizden saklanıyor? — Babür oğlu Himayun Şahın Delhiye saldırışı çok ağır hâdi- seler doğuracaktır. Sultan İsken- derin oğlu Burhan Bey, Himayun ha yenildi, Delhiden kaçtı. di öc almak için çılgın bir teşebbllse girişti, eğer aklını başına almaz da girdiği yolda yürürse Hindistan d:l.' Gücerat da çekirge uğrağı tarlaya dönecekti, — Burhan Beyin yaptığı çık ginlik nedir? — Istanbula gitmek ! — Ne münasebet! — Türklerden yardım dilene- cekmiş. — Türkler o kadar urun yolu apıp buralara gelebilirler mi? Burhan delirmiş olacak ! Emanuel Dö Suza, biraz daha elddileşti, yangözle ve bir nebze Sefer Relsi süzdükten sonra ce- yap verdi: — Türkler el atacak diyar arıyorlar. Onlar at oynatacak meydan buldular mı? uzak, yakın aramazlar. Hele bir çağıran olur ise güneşe bile akın yaparlar. « Demaek buralara da gelirler. ÇArkamı var) — —a — | dan, küçük göz- | sabursuzlandığı anlaşılıyor: ——— A | —— HaryiBostok, küçük — istasyo- nun peronunda duruyor: — Etrafı saran kalın sis tabakasına gözle- rini dikmiş, Lon- dradan — gelecek treni bekliyordu, İri yarı bir adam- dı, — yusyuvarlak çehresinde hasıl olan — işmizazlar- kerinin fıldır. fıldir. dönme- sinden, canının — sıkıldığı, du. Karnının şişirdiği yeleğinin cebinden kalın bir altın kösteğe bağlı kocaman bir saat çıkardı! — Hay Allah cezasını versin! Tam yirmi dakika geçikti diye homurdandı. Bir kaç adımj ötede profesör kılıklı yaşlıca bir adam duruyor, gözlüklerinin — kalın — camlarının altından Bostoku uzaktan süzl- yordu. Her ikisi de (5,32) trenini bekliyorlardı. Nihayet sis işaret- lerinin patlamaları işitildi ve bir dakika sonra da tren sisin içinden sıyrılarak perona yanaştı durdu. Böstok sigara içilebilen birinci mevki bir kompartimana - bindi; ihtiyar da aynı vagona bindi ve Bostokun — karşısındaki — köşede oturarak cebinden çıkardığı bir saoayli nefise mecmuasını okumr ya - daldı. Bostok oturduğu yerde dim- dik duruyor, başını pençereye dayamış, arkada — kalan ve sis içinde yavaş yavaş kaybolan is- tasyonun ışıklarına âdeta nefret- le, istikrahla bakıyordu. Kendinl fazla tutamadı, birdenbire yük- sek sesle: — BPu teshhürler, bu intizam- sızlıklar, hep iş bilmemezlikten ... dedi. Karşısındaki ihtiyar adam mec- muasızı indirdi ve gayet tatlı bir tebessümle, gözlerinin Gstünden, Bostoka baktı. İhtiyarın zayıf yumuşak bakışlı mavi gözleri Bos- toku büsbütün teşvik etti. Âdeta sahnede bulunuyormuş gibi. — Birar sis oldu mu,... Bakın neler oluğor? Şu hale bakın! Söy- leyiniz.. İşte koca tren servisi alt fst oluyor. Dedi ve ellerini pençereye doğru vzattı. İhtiyar adam, tren narede ise parça parça olacakmış gibi, kor- kulu nazarlarımı pençereye dikti, Bastok ihtiyarın düşük omuz- larına seyrek ve beyaz saçlarına, sakin ve tatlı bakışlı gözlerine baktı ve birdenbire : — Siz de iş adamı değilsiniz! dedi. Ihtiyar Hayretle kaş'arını kab dırdı, — E. Evet. belki de sizin anladığınız gibi bir iş adamı de- gilim! Bostok teklifsizce şişman elini ihtiyarın dirine vurdu, Kısa fakat yüksek bir kahkaha savurdu. — Beni aldatamazsımz azizlır, Beni kimse aldatamaz. Insana bir baktım mı İş adamı olup olmadı- ğını derhal anlarım. dedi. Sonra sanki bu teklifsiz hare- ketini tamir etmek isliyormuş gibi cebinden iki puru çıkardı birini kendi ağzına iliştirdi. Diğerini do ihtiyara uzattı. Adamcağız tereddüt ede- HİKÂ İŞ ADA Teminuz 4 YT İnguizceden » —— M me azizim, ben bu puroları en iyi müşterilerim için saklarım. Bir müşteri, — evle- rimden birini sa- tın almak istediği derhal — bunlardan birini veririm.,. Tanesl 75 kuruşa... Evi satın aldı mı? O — vakit de şunlardan bir tane veririm, dedi. Tekrar bir kahkaha attı ve ceketini açarak yeleğinin — Üst cebinde bir puru tabakası daha gösterdi. Ihtiyar, elinde tuttuğu puroyu burnuna kadar kaldırdı, kokladı ve: — Bana iltifat buyuruyorsu- nuz... Ne kadar da nefis bir. ko- kusu var... Tütünden ocok iyi anladığınıza hiç şüphe yok. Dedi. Bostok purosundan derin bir nefes çekti. Baş parmaklarını yeleğinin koltuk altlarına takarak, mağrur bir tavır aldı: — İyi blr şey için avuç do- lusu para vermekten çekinmem. Amma iyi bir şey olmalı hal.. Öyle sahte, uydurma şeyler değil.. Bir şey hoşuma gider ve onun hakiki olduğunu anlarsam, istenen fiatı derhal çıkarıp veririm. İşte iş diye buna derler.. Bundan maada iyi bir şey görünce de der- hal anlarım hal.. Ihtiyar. memnun purosunu süzerek: — Ona hiç şliiphem yok, dedi. Bostok sözüne devam etti: — “ Işte şimendifercilik de zaman ona bakışlarla | bir iştir ve onu idare edenlerin iş adamı olmaları lazımdır. Yoksa işler yörümez... Te- vekkeli değil.. Bütün şimendifer yolcuları şimdi otoblslere bini- yorlar.... Hal.. Şunu da söyli- yeyim ki... Yüzlü birdenbire ciddileşti: — Her şeyden de anlamam.. Karşısında oturan adam ona hayretle baktı. Fakat Bostok söründe ısrar ediyor, yanlış an- laşılmamasını, kendisine — malik olmadığı meziyetlerin atfedilme- mesini, istiyordu, — Evet. Her şeyden — da anlamam.. Hatta bazı şeylerden hiç anlamam! dedi. Fakat karş- sındakinin kendisini tekzip etme- sini istediği bakışlarından bes- belli idi. Ihtiyar adam biçbir şey söy- lemiyor. Ağzı açık dinliyordu. Bostok sözüne devam etti: — Amma ev inşasına, emlâk satışına gelince.. Sahte tevazua lüzüm yok.. Piyasada benden iyisini bulamazsınız.. Anlamadı- ( Devamn 18 üncü yüzde )