13 Sayfa SÖON POSTA Eylâl 29 —99 imur, Höngür, Muharrir!: Of *t Höngür Ağlıyordu Timur, diline bağ vmdmu;Tk;lıbdık çarptı. Bütün prensler Ükübi idi, kafası da işlemiyordu. OYanıbaşında — yaşıyan — karısının tWiye eriye bir deri, bir kemik haline gelişinden haberdar ola- mak, kendisini sersemletmişti. |Güneşin battığını görmemekten arksız olan buü ağır gaflet, bu ğir körlük ruhunu karartıyor- u, iliklerine kadar inen bir acı JYaratıyordu. Lâkin bir şey söy- 'yemlyordu, bön bön bakıyordu. Neden sonra Tevekkül, renksiz dudaklarını kımıldattı : — Buyurun, dedi, oturunuz. f? oş geldiniz, safa getirdiniz. O dudaklardan vaktile gönül yıltan — teraneler — dökülürdü, Himdi zayıf bir harhara sızıyordu. Kelimeler cansızdı, güçlükle İşi- üliyordu. Timur, bu hazin deği- Şiklik, bu yersiz sönüş önünde etanetini, mekânetini, kuvvetini, İtadesini ve her şeyini kaybetmiş ldi, hüngür hüngür ağlıyordu, Vanık yanık söyleniyordu: — Sen eriyesin de benim | haberim olmasın, sen solasın da ben görmiyeyim, sen sönesin de ben bilmiyeyim. Bu ne iş, bu ne Raflet, bu ne talih? | Ve onun hastalığını kendisin- den saklıyanlar hakkında ölüm ıj' ükümleri veriyor, korkunç ce- a sayıklıyordu. Tevekkül bu — Ağlayışları, bu sızlayışları, bu Rürlemeleri sessiz sessiz dinle- dikten sonra yine dudaklarını kımıldattı. | — Hastalığımı ben sakladım, Gzülmenizi istemedim. Timur, hakiki bir âşık — tirabile haykırdı: İ 1 Yarın Üzülmiyecek miyim? Sen ma yaptın, yanlış düşündün. l" dini saklıyan derman bulamaz. | Vaktile haber vereydin bu hale gelmezdin, beni de can evimden | Vuürmüş olmazdın. Tevekkül, elemli elemli gü- Tümsedi. — Ölüm Allahın emri. Gence y X- de gelir, kocaya da, Benim nasi- | bim genç yaşımda ölmekmiş. Hiç tasalanmayın, gam — çekmeyin. ) Tanrı size çocuklarınızı bağışlasın. Bu acı söz, Timurun aklını başından aldı ve o, mecnun bir tehevvürle yerinden fırladı: — Ben, dedi, öldürmeyi bil- diğim kadar diriltmeyi de bilirim, | Seni mutlaka sağa çıkaracağım. Bunu yapmazsam, — yapamazsam — yuf bana. Müteakıben çadırdan - fırladı, oatına atladı, kendi otağına ıioğnı dolu dizgin koşmıya ko- Oyuldu. Niyeti bütün hekimleri, hocaları, şeyhleri toplamak, genç hastaya âcil ve kat'i bir şifa temin —etmekti. Bu — uğurda / hazinelerini, ülkesinden — büyük bir parçayı feda etmiye hazırdı. Tevekkül ölürse yüreğinin ışıksız kalacağını anlıyordu. Naza karşı haz etmektea artık vazgeçmişti. Onun iyileşmesile beraber her !tilve:ine, her sitemine ve her — kahrına tahammül edecekti, bunu şimdiden bin bir yeminle Te- Yekkülün mahzun hayaline karşı teahhüt ediyordu. Otağın yanına yaklaştığı za- Man gözüne, mutat haricinde bir — Ya şimdi üzülmedim mi, | ve tarhanlar orada toplanmış gibiydi, askerden de birçokları Üstüste yığılarak intizamsız bir merak ile otağın önünü tarassut ediyorlardı. Yüreğindeki alevli acılara, kafasındaki sürü sürü mülâhaza- lara rağmen, bu manzaradaki garabet Timurun gözlünden kaç- madı. Orada ne vardı? Prensler, tarhanlar ve askerler niçin otağın önüne yığılmışlardı? O, sıklaşan çadırlar arasında zaten hızını kaybetmiş olan atını biraz daha yavaşlattı, eyer Üze- rinde mümkün olduğu kadar doğruldu ve olanca dikkatile sahneyi tetkik etti. Tuhaf şey! Orada, tam otağ önünde - omu- zuna bir maymun oturtmuş olan - yırtık gömlekli bir çingene, uzun saçlı, yalımayak bir derviş, cam- baz kıyafetli bir adam duruyordu ve prens'er bu üç biçimsiz insanla tatlı tatlı konuşuyorlardı. Tevekkülün ölmek üzere bu- lunduğu bir sırada onların, şu dev- let ulularının. maymun oynatan çingenelerle serseri giyimli der- vişlerle ve cambazlarla dudak dudağa verip sohbete dalmaları- mı büyük bir hürmetsizlik sayan Timur, kendi otağı önünde böy- le Iâtibalilik gösterilmesine imkân veremediği için hiddetten ziyade hayret duyuyordu. Bu sebeple © kalabalığı atına çiğnetmekte ve kamçısını gelişi güzel kullan- makta teenni gösterdi, telâşsız bir şekilde atını ilerletti, kalaba- lığa yaklaşır yaklaşmaz bağırdı: — Hayrola arkadaşlar? Ça- dırın önünde maymun mu oynalı- yorsunuz?. ( Arkası var ) — ——— Biz Hayret Ettik. Şüphe- siz Sizde Şaşacaksınız! (Baş tarafı | inci sayfada ( metgâhıma gönderilen nüshasını müvezzi almış, çok muhtemel ki bütün — Nişantaşı — semtini dö- nüp — dolaşmış, - fakat — orada Vali Muhiddin Bey isminde bir zat bulamadığı içindir ki, “İşbu mahallede bu namda kimse yok- tur.,, fehvasınca gazeteyi Pan- galtı müvezziine havale etmiştir. Tabü Pangaltı taraflarında da “bu namda bir kimse mevcut ol- madığı,, için iş tahakik safhasına dökülmüş, Vali Muhiddin Beyin Erenköyünde oturduğu neticesine varılmış ve gazete Erenköy pos- | tahanesine havale edilmiştir. Fakat, sargının üzerindeki hiyeroğliflerden anlaşıldığına göre, Vali Muhiddin Beyi bulmak husu- sunda Erenköy müvezzii de âciz kalmış ve gazeteyi geri çevir- miştir. Tabil böyle bir vaziyet karşı- sında en doğru ve kanuni hare- ket, gazeteyi ilk gönderene iade etmekti. Nitekim posta idaresi de bu kaideye muvafık olarak gaze- teyi bize iade etmiştir. İstanbul gibi mühim bir mer- kezde iki mübim makam sahibi olan Vali ve Belediye Reisi Mu- hiddin Beyin bulunaması, hele posta idaresi tarafından buluna- maması — bizi hayretler - içinde | biraktı. Müvezziler birer defa da Be- lediye veyahut Vilâyete uğrasa- lardı hiç şüphesiz emellerine nail olurlardı. (Baş tarafı | inci sayfada ) Takrir okundu. Bunda Serden geçli Edip ve muallim Necip Beyler müzakere şeklinin ve ça- İşma tarzının kararlaştırılmasını teklif ediyorlardı. Reis Kâzım Paşa dedi ki: — “Programda birkaç mad- de vardır.. Her madde birkaç kısımdan - ibarettir. Birinci mad- deye ait tezler bittikten sonra bunun hakkında itiraz ve müta- lealar söylenir. Diğer maddeler hakkında da böyle olacaktır. Me- sai tarzı budur, böyle düşünü- | müştür. Bu şeklin gayri bir şekil düşünülüyorsa teklif sahipleri bil- dirsinler,"karar Kurultaya aittir.,, Bu aralık Kurultayda söylen- miş ve söylenecek tezlerin bastı rılarak azaya tevzi edilmesi ve bunlar üzerinde münakaşalar ya- pılması teklif edildi. Reis Kâzım Pşa cevap vere- rek: — “Bu tezlerin, dedi, söylen- miş olanlarının bastırılması müm- kündür. Fakat söylenmemiş olan- ların bast rilması hakkında karar almak doğru değildir.,, dedi Sonra Ruşen Eşref B. de aynı şekilde izahat verdi. Bu sırada şair Hüseyin Siyret B. söz alarak dedi ki: — “Bu tezler hakkında söz söylemek istiyenler vardır. Tez- lerden bir şey anlıyamadık. Bun- ları parça, parça gazetelerde oku- yoruz. Böyle ilmi şeyleri bir iki gün içinde okuyup tenkit etmek | imkânsız bir şeydir. Samih Rifat Bey — Hüse- yin Siret Bey tezlerin , bir gün evvel azaya verilmesini teklif ettiler. Bunlar 50 - 60 formaya baliğ olur. Söz söyliyen arkadaş- larımız tezlerini 5 - 10 senede değil, yirmi senede bazırlamış- lardır. Bu uzün — mesai — devresi geçirilmeden onlar hakkında tet- kikat yapmak mümkün değildir. Tashi bi icap eden noktaları Hüseyin Siret B. kaydedebilirler ve söyliyebilirler, Tenkitlerini bütün mecmuanın basılmasına bırakmalarını söyle- mek istırarında bulunuyorum. Bu şekilde bazı münakaşalar daha oldu ve reis bundan sonra encümenlerin — toplandığını — ve takrirler encümen — reisliğine Ruşen, kâtipliğine — İsmail Fethi, mazbata — muharrirliğine Sadri Ethem Beylerin seçildiği bildirildi. Bundan sonra Kolombiya Da- rülfünunu mezunlarından Mehmet Saffet Bey Dil Cemiyeli namına, Artin, Hakkı Nezihi, müderris Yusuf Ziya Beylerde kendi nam- larına tezlerini birer birer müda- faa ettiler. Saffet B. şöze şöyle başladı : — “Büyük Türk — devletinin yüksek Retsi, muhterem hüküme- timiz erkânımız, — memleketimiz münevverleri huzurunda söz söy- lemek büyük bir şereftir. İnkılâp bitmedi. Asıl şimdi onun en parlak bir devrine gir- miş bulunuyoruz. Memleketimiz bir fikir, bir şuur inkılâbı yapıyor. Milli davamız metafizik değil, ilmi asaslara istinat ediyor. Her muasırlaşmış cereyanının başında | milliyetçilik vardır. Bu, tekâmlilün ev büyük miyarıdır. Milliyet: 1 - Milli tarik, 2- Millf dil, 3 - Milli mefküre, 4- Milli menfaat ile ifade edilir. Fikir hayatımızda — tahşidat başlamışlır. Hayatın gayesi içti- mai mefküreye hizmetten ibaret- tir. Türk dili Türk tarihi ile be- | yazılışlarını TİMURLENK Türk Dili Geniş Bir Sahada Hâkim Bulunuyor | Kurultayın dünkü toplaşışından bir Intiba raber yürümüştür. Her olduğu milletin mantıkidır.., Saffet Bey bundan sonra Türk dili ve bu dilin muhtelif dillerle olan münasebeti hakkında uzun malümat — verdi ve — yazının 1- Tersimi, 2- Hiyeroğlif, 3- Silâber, 4- Tam alfabe olmak Üzere dört — tekâmül — safhası geçirdiğini izah etti ve bütün yazı sistemlerinin menşel için de “Altaik yazı sistemidir ,, dedi ve sözünü şöyle bitirdi: — “Dilimizdeki kuvveti mey- dana çıkarmak, — inkişaf — ettir- mek icap ediyor. Büyük Reise ve Kurultaya — muvaffakıyetler dilerim.,, Bundan sonra Artin Bey söz aldı ve şöyle başladı: — * Tarihi bir gün yaşıyoruz. Büyük Türkün himayesinde kuru- lan bu Kurultay Türk — dilini yüksek bir kültürü ifade edecek derece yükseltmek. İşte Kurulta- yın gayesi, Milletlerin muhacereti milâttan (5) bin sene evvel baş- Tamıştır. Ana yurttan uzaklaştıkça ya- şayış tarzı değişiyor. Uzak Şar- kın Türkü Avrupa Türkünden 10- 12 bin kilometre uzaktır. Türkçe Avrupa dillerine inşa- at malzemesi verir bir dildir. Sumer Türkünün dili, yazı ve ilim sahasında çok yüksektir. Okyanus yolunu aşan Türkler yalnız silâhşor değildir. Vesika- larım vardır. (Alkışlar) Türkün medeniyeti Sezarın medeniyetin- den de çok yüksektir.,, (Alkışlar) Artin Bey burada muhtelif millet yazılarının şekillerini anlat- tı ve şöyle devam etti. — “Avrupa medeniyetini yük- selten Üç âmil vardır: “Barut, pusla, makine,,, Bu icatlar Tür- kündür ve Türkün hâkimiyetini ispata kâfidir. Bosnadan kalkan bir Türk Pekine kadar sıkıntı çekmeden seyahat edebilir. Mademki her- kes memba gösteriyor. Ben de göstereyim. Burayı Reşit Galip Beyin bir yazısından aldım. ( Al- | kışlar ) Türklerin dili evvelce umum! milletlerin ifade — vasıtası — idi. Türkçe Şarkta ve Karadeniz mıntakasında resmi — bir dildi. Teşkil ettiğim lügati Türk Dili Cemiyetine vereceğim ( Alkışlar) Etimoloji, Türk dilinin hâki- miyetini güneş allına çıkarmıştır. Türk ansiklopedisine — Mustafa Kemal ansikl opedisi ismini vermek lâzımdır. — ( Alkışlar ) Teklif ediyorum. (Alkışlar)Esasen bir sayfam daha kaldı. Affedin. Arap ve Acem ıstılahlarının artık anlaşılmaz — olduğu — anlaşıldı. Bir tabibi adil raporu görmüşse- niz bunu teslim edersiniz, (Gü meler ) — Coğralya — isimlerinin bir. kanun altına almak lâzımdır. Üniversitede ve iş- dil att | yüksek mekteplerde — kullanılan ilim ıstılahlarını almalıyız. ,, Müteakıben — Ticaret raportörlerinden Hakkı — Nezihi Bey de söz almış, Türk dille- rile Hint - Avrupa dilleri ara- sındaki — rabıtalardan — bahset- miştmiştir. Dün en sonra Müder- ris Yusuf Ziya Bey söz alarak tezini izah etmiştir. Yusuf Ziya B. kelimelerin bir lisandan diğer lisana nasıl geçtiğini ve geçerken nasıl tahavvüllere uğradığını anlat- tıktan sonra Hint - Avrupa dille- rini türkçeden Aayıran hassalar ve vasıflar üzerinde izahat verdi. Bu vasıflardan birisi: türkçede harfitarifin bulunmamasıdır. Yu- suf — Ziya Bey, — Türkçedeki “ ©, ol, şol ,, gibi işaret zamir- lerini " hatırlatarak bir kısmımın Hint - Avrupa lisanlarında harfi tarif yerine geçmiş olduğunu ve Hazer Türklerinin Tevratı lisan- larına tercüme ederken — (ol ) kelimesini — harfıtarif yerine kullanmış olduklarını söyledi. İkinci fark: Muzaf ve muzas fünileyh yerlerinin türkçede ve asri dillerde başka başka olmas sıdır. Halbuki, Hint - Avrüpa dillerinin kadim olanlarında mu- zaf ve muzafünileyhin yerleri de- gişebildiği gibi kadim türkçede de yerlerinin değiştiği vakidir. Yusuf Ziya Bey bu hususta birtakım misaller verdi. Üçüncü fark: Türkçede tezkir ve tenis olmamasıdır. Konferansçı esase bu tezkir ve tenisin izafl olarak kelimelere takılmış olduğunu, maamafih klâsik devirlerde eski Türk lehçelerin- de (s) ile nihayetlenen kelimele- rin müzekker, (€ ve a) ile biten kelimelerin müennes, (m veya n ) ile nihayetlenen kelimelerin nötr zannedildiğini ve umumiyet- le Yunan ve Lâtin lisanlarında da böyle farzedilmiş olduğunu söyledi. Dördüncü ve beşinci farklar: Sıfat ve mevsuflar arasında mu- tabakat meselesile türkçenin ilti- haki, diğerlerinin tasrifi olmasıdır. Yusuf Ziya Bey bu hususiye- tin de mebadide Hint - Avrupa lisanlarında ve türkçede ayni şekilde iken zamanla türkçede başka, diğer dillerde başka şe- killerde tekarrür ettiğini, türkçe ile akraba dillerde meselâ Fim- cede mutabakat esaslarının hâlâ mevcut olduğunu ve ari dillere buradan geçtiğini söyliyerek ak kışlandı. Bundan sonra söz alan aza- dan Ömer Bey türkçemizde kuk lanılan bazı Farisi kelimelerin eskiden Farisiye Türkçeden geç- miş olduğunu süyliyerek bazı mi- saller irat etti. Kurultay bugün 14 te dör- düncü içtimamı yapacaktır. odası