10 Sayfa Sükünetini o muhafaza eden yegâne adam Hagton oldu. Fakat © da diğerleri kadar memnundu, diğerleri (Okadar (o müteheyyiçti, yalnız kaptan Hul ile Tilman gösterdikleri mecnunane tezahüre, sebebini anlamadan hayretle ba- kan, Şayanın yanında soğuk kanlılığını muhafaz ediyordu. Maamafih (Okadın gördüğü manzara karşısında bir çocuk saffetile gülmiye başlayınca o da kahkahalara memnuniyetle iştirak o Getti ve bir kolunu genç kadının .beline odoliyarak onu kalbinin özerine çekti. Şaya hiç muhale- fefet etmedi: Kaptan Hul ile Tilman sade ce altınla meşgul oldukları için burada âdeta yapyalınız bulunu- yordu. Bu şekilde beş on dakika geçince oOkaptan Hulün soğuk kanlılığı avdet etti; yavaş yavaş « doğru dürüst konuşmıya başladı. — Anlaşılan zavallı Makar bu manzarayı görünce sapıttı, altın” ları bırakarak gemiye toprak taşımıya başladı. Bu cümle kaptan Hulün zihniye- tini tamamen gösteren bir cümle idi, Makara karşı hissetmekte olduğu kin tamamen silinmiş, (yerini merhamete ( bırakmıştı. Sözüne devam etti: 18 — Çocukluğumdanberi bütün — hayatım didinmekle geçti, fakat hiçbir zaman üç beş altını bir yerde bulamadım. Halbuki şimdi muazzam bir definenin karşısındayım. Bu- na râğmen aklımı kaybetmedim. Halbuki bir de zavallı Makarın halini düşününüz. Bütün hayatı bu definenin hayali ile geçmiştir. z Onun için de beni dolandır- mak ta dabil olmak üzere yapma- dığı iş kalmamıştır, fakat nihayet muradına erip te altını bulduğu © zaman aklını kaçırmıştır, ormanda © bir zenci ile sürat müsabakası © yapmaktadır. . © Tilman da biraz sükün bulk muştu. O da söze karıştı: — Şüpheye mahal yok, ara- dığımızı bulduk. Definenin ta kar- — oşısındayız. bastığımız o topra- ğın altı altın doludur. Artık ölünciye kadar sıkıntı çekmez, istediğimiz kadar şampanya içe- biliriz. Eğer aradığımızı bulamasay- dık iş değişirdi. Fakat mademki bulduk, orasını düşünmiye lüzum yok! El'an Şayanın yanında otur- makta olan Hagton: i — Evet talili adamlarmışız dedi, bu muhakkak! Fakat be- nim merak ettiğim bir nokta > var: Acaba Viyar ile Ceki nere- © dedirler? ği Kaptan Huk: — Adam sen de, düşündüğü- müz şeye bakınız! diye söylendi. Nerede olurlarsa olsunlar, kimin umurunda? Maamafih benim fik- rime göre Makar onların hesap- larmı da görmüştür. Biraz düşü- nünüz: Buraya gelir gelmez ne “ ögörüyoruz? Makar deli olmuş, © diğerleri de kayıba karışmışlar. © Mesele aşikârdır. 4 Hagton: . — Mümkün, diyerek bu fikre iştirak etti, Anlaşılan kavga de- — Ç finenin o bulunuşunu omüteakıp — çıkmış olacak ki toprağı baştan- Cenup Berri Bir Seyahat era Altın Peşinde.. Uç Serseri.. Üç Milyoner | Üç Arkadaş, Vaziyeti Gözden Geçi- rirken Viyar İle Zencinin Makar Tara- fından Öldürüldüğüne Hükmettiler i başa kazmamışlar, yalnız bir noktasını deşmişler.. Her ne ise haydi bakalım; işe koyulmak zamanı geldi. Şimdi yapacağımız şey evvelâ meydan- daki altınları toplamak, sonra da üst tarafını araştırmaktır. Tilman biraz evvel Makarın karın kaçarken yere bıraktığı sepetini getirdi, üç arkadaş yer- de saçılı duran altınları toplıya- i rak sepete doldurduktan sonra toprağın altında ikinci bir kutu aradılar, Kolaylıkla buldular! Hagton : — Anlaşıldı, yana dzilmiştir. ması zor değildir. Fakat ge- miye götürülmesi için birçok sepetlere ihtiyaç vardır. Fakat bence bu işte sepet yerine sağ- lam yelken bezi kullanmak mü- reccabtır. İsterseniz mevcudu ge miye götürelim ve oradan daha sağlam bir nakil vasıtası ile av- det edelim. kutular o yan Çıkarıl- Arkası var ——— ÇANAKKALE İşte Olan Olmuştu, Türki- ye Artık Harbe Girmiye Karar Verm (Baş taratı | inci sayfada) gazların Almanlar tarafına tahki- mine başlandı. Bütün bu müddet zarfında İstanbuldaki İngiliz Sefiri vaziye- tin günden güne vâhamet kes- pettiğini bildirmekten geri kalmı- yor, fakat nihayet Türkiyenin harbe girtaekten menedilebileceği ümidini saklamıyordu. İngiltere Türkiye ile harbe girmemek için her şeyi yapıyor, hiç olmazsa bu fenalığın mümkün olduğu kadar gecikmesini temine çalışıyordu. . Harbin yakın şarka Okadar uzanmasında İngilterenin menfa- | ati yoktu. Halbuki Türkiyenin ilk hedefi şüphesiz Süveyş kanalı olacaktı. o Burasını müdafaa için Fransada bulunan ordular- dan bir tek asker bile gönder- mek mümkün değildi. kıtaatının Mısıra varması için ise birkaç hafta lâzımdı. Bu sebeple Türkiyenin harbe girmesi ne kadar gecikirse, İngiltere için o kadar iyi idi. Bu sebeple İngil- tere, Türkiyenin bitaraflığı ihlâl eden hareketlerine o ehemmiyet vermiyordu. o ilalta Fransa ve Rusya ile birlikte, Türkiye Alman gemilerini gönderdiği ve boğazları açtığı takdirde, harp sonunda Türkiyenin tamamiyeti milkiyesinin temin edileceğini vade kadar vardı. İngiltere yalmz bir meselede musırrane hareket etti. Alman mürettebatı bulundukça Göben ve Breslâv gemilerinin satın alın- mış olarak kabulüne yanaşmıyor- du. Bu sebeple bu gemiler boğaz- lardan çıkarıldıkları takdirde düş- | man gemisi müamelesine maruz ka- lacaklardı. Hatta Alman mürettebatı İstanbulda kaldıkça, Türk gemi- lerinin de boğazlardan çıkması: na müsaade etmiyeceğini bildir- di. Bu tehdidini yerine getirmek için de Boğazın methaline bir küçük filo gönderdi. ik, Hint geri işti Eylülün başlangıcında İstan- buldaki İngiliz Bahriye Heyetinin vaziyeti o kadar gülünç bir hal aldı ki, sefir, heyeti, İngiltereye gönder- meğe mecbur oldu. Fakat Amirallık, Amiral Limpusun Boğazlar hak- kındaki Omalümatından istifade maksadile, onu boğazların met- halinde bulunan filoya kuman- dan tayin etti. Fakat sonra bu emir geri alındı ve bundan dola- yıda çok zarar görüldü. İngilterenin saburane hareke- ti, tehditleri boşa çıktı. Türkiye artık ipin ucunu elinden kaçır mıştı, Almanya ne vakit isterse, o vakit harbe girmiye mecburdu. Nihayet 27 eylülde İngiltere Adalar denizine çıkmak istiyen bir Türk O torpitobotuna mâni oldu. Bunun üzerine Boğazlar Kumandanı Cevat Bey, Boğazları bütün bütün kapamıya karar verdi ve Boğaz haricine yeniden torpil ekti. Cevat Beyin bu hare- keti hükümetçe de tasdik olundu. İki gün sonra torpil hattına, diğer iki hat daha ilâve edildi ve o günden itibaren hiçbir ge- minin oBoğazlardan geçmesine müsaade olanmadı. Almanlar Fransada ilerledik- müddetçe (o Türklere pek ehemmiyet vermiyor ve işi ski tutmuyorlardı. Fakat Marn'da uğra- dıkları mukavemet, Rusların Galiç- yadaki o muvaffakiyetleri, harbin, Almanların zannettiği gibi, bir- kaç haftada bitmiyeceğini, uzun sürmesi muhtemel bulunduğunu gösterdi. Bunun üzerine Almanya kendini topladı. Derhal OVangenheim'e kat'i emir verildi. Türkiyenin herhal- de harbe girmesi lâzımdı. Kabi- ne buna karar verirse ne âlâ, vermezse bir emri vaki yaparak bunu tacil etmek lâzımdı. ( Arkası var ) leri ri dg Bu Sütunda Hergün ÂYE Nakili: Höseyin Zeki Bir Rüya Gördüm ——— e— — Girizan ile olan münasebetim, l İstanbula ilk geldiğim günden Dem O zaman, onunla bir zamdan başka bişey, değildik Birbirini b ger ri O hırçın ve çok gururlu bir kız; ben vakur ve ateşli bir delikanlı idim. Girizanın bütün ev halkı içinde, en çok sevdiği bir ye- geni vardı ki, bir dakika peşin en ayrılmazdı. Arada sırada ben de onlara karışır fakat onların insanla alay ediyor zannolunan nazarlarında, sanki bütün hare- ketlerimi tenkit eden bir şeyin sırıttığını hissederek, bir dakika sonra ayrılırdım. İşte bu çekinme, kalbimde onlara karşı, gittikçe derinleşen bir kin doğurmuştu. İnsanı her tesadüfte, müstehziyane karşılı yan bu iki yumurcağı, tahkir için fırsat kollardım. Aramızda ekseriya kavgalar çıkardı. Bum- lardan (o bilhassa Obir tane, si bütün o rabıtalarımızı kıra cak, hatta © ilerde intikam vesilesi olacak kadar mühimdi. Bilmem bir gün hangi müne- sebetle -galiba bir zevk meselesi idi- hafif fısıltılarlarla biribirlerine benim nihayet bif köylü oldu- ğumdan bahsediyorlar, sonra, yüzüme bakarak gülüyorlardı. Ben o zaman sabredememiş, bu istihzalara artık bir nihayet ver- mek istiyen bir feveranla taş- mıştım: — Ben bir köylüyüm.. Siz iyi bir terbiye görmüş olduğuna kani, mağrur fakat bence şıma- nk bir mahalle çocuğundan baş- ka bir şey değilsiniz!.. demiştim. Girizan, bu mağlübiyetten bir kahkaha ile çıkmak istiyerek mu- kabeleye lüzum görmemişti. O günden sonra, Girizanla aramızda derin bir uçurumun boşlukları açılmış oldu: Biribiri- mizden yliz çeviriyorduk. Aradan beşaltı ay geçmişti. Bir gün onunla merdiven başında karşı karşıya geldik. İhtimal bir tesadüf, aramızda yeni bir mes'e- lenin çıkmasına meydan verebi- lirdi. Onun için geriye döndüm. Lâkin Girizan arkamdan geliyor- du. Nihayet sabredemiyerek: — Hâlâ dargın mıyız, Beye- fendi? dedi. Rica ederim, artık barışalım! Bu, kadınlığın gizli tutulması kabil olamıyan öyle bir imtizaç gururu idi ki,bir erkek tarafından bu derece ihmal edilmiye taham- mül edemiyor ve beni sevmemek- le beraber, tekrar kendisine av- det etmiş görmek için çıldırıyor- du. Ben bunu anlıyordum. Lâkin intikam almak için onun bir ke- diye benziyen yaltaklıklarını sakit bir mukabele ile cevapsız bırak- tim, Girizan bundan son derece meyus oluyordu. Hatta odasına kapanarak, hiddetinden hüngür hüngür ağladığını işitenler, gören- ler vardı. Birgün komşu kızları- nn birinden garip bir haber aldım: Girizan beni seviyormuş... Ona karşı bu derece lâkayt dav- ranmak büyük bir ogaddarlık- mış... Böyle devam ederse, ken- dini bir fenalık olabilirmiş. Gülmemek için dudaklarımı ısırdım: “ Girizan beni seviyor- muş.. Girizan bana âşikmiş.. Girizana bir şey olacakmış.. Vah zavallı Girizan! ,, Komşunun kızına cevap ver- — İyi amma, ben onu sevmi- yorum ki, sevemem kil. Bunu söylerken kapınm ba fifçe sallandığını hissettim. De- mek Girizan bizi dinliyordu. O zaman bütün bissiyatımı açıktan açığa (söylemekten bir intikam zevki oduyarak, ona işittirmek için yüksek sesle ilâve ettim: — Hem Girizan çok Sonra, biraz şımarık ta. mafih barışırım. çirkin.. Maa-- * Aradan bir iki sene geçti. Bir gece eve çok geç gelmiştim. Odamda, o pencerenin © önünde mehtabın denize !vuruşunu sey- rederken kapıya mütereddit bir elin hafif temasını (hissetim. Brunun, OGirizan olması ihti- malile ses çıkarmadım. Artık dargın değildik; fakat barış tığımıza delâlet edecek bir şey de yoktu. Herhalde genç kızın (obeklenmiyen ziyaretinde mühim bir maksat olmalı idi. Bir dakika sonra, Girizanı, arkasında ( gecelikle karşımda görünce titredim. O, ellerini arka- sına bağlamıştı; dudaklarındaki manidar — Halâ yatmadınız mı? dedi. Ne söylediğini anlıyamadım. Sebepsiz bir titreme ile kalbim çarpıyordu. Onu, şimdiye kadar bu halile görmemiştim. oOAyın aksiziyası altında bir peri hissini veren bu narin kadın vücudünü derin bir hasretle seyrediyor ve su- suyordum. Yanma (yaklaştı, (yaklaştı. Avucunun içinde sakladığı şeyi uzatarak ; — Size elma getirdim, dedi. Kuru bir teşekkür ettim. O, pencerenin yanına ayni zamanda yanima oturarak be- nimle beraber dışarısını seyret- miye daldı. O geceden sonra, aramızda, ateşli ve temiz bir alâka başladı: Gezintiler, vaitler, yeminler, son- ra kıskançlıklar, yalanlar, sitem- ler, dargınlıklar; daha sonra, if- tiraklar, elemler, bubranlar; en sonra, hakaretler... Bütün bir sevda hayatının, netice itibarile, insanı husranlara, Ümitsizliklere sevkeden muhtelif safhalarında öyle ilerledik ki, tek bir adım, bizi derin bir uçuruma sürükir yebilirdi. Ben, kendi hesabıma bu adımı atmak kuvvetini nefsimde bula- mıyordum. Halbuki, Girizan, bu tehlikeden de, her tesadüf ettiği müşkülâtta olduğu gibi, müstehzi bir kahkaha ile sıyrılmıştı. Bunu, “ evlenelim artık! , dediğim gü9 öğrendim. Tebessüm eden beykel soğukluğile : — Benim gibi çok çirkin bir kızla, ha? diye cevap verdi. Günlerce, haftalarca kanlı gö” yaşları döktüm ve gözyaşları beni rüyadan ırdi. v. v beni seviyormuş” Girizan bana âşıkmış... , Ne ve ıstıraplı hayal... 2 pi öd