| k. 1 Diojen KENDİNİ Oktay Akbarın Bisya,.. Hisya.. Bu isim ne kolay telâffuz eğiliyor ve ne ka- dar ahenkli., Bu ismi ben buldum; ve ben verdim, Belki günün bi- rinde bu ismi benden öğrenerek çocuklarına verecek babalar ve anneler bulunur,. O zaman ben de ifdhar eder sevinirim. Belki Hisya'da bu ismi beğen- di, bunu hiç bilmiyorum, Çünkü Hisya'yı tamamiyle tanımıyorum. Daha meçhul tarafları var bence.. Fakat bir gün onu bir düğüm gi- bi çözeceğim.. Bir darbede hem.. Baate bakmak istedim.. Ara- dım,. Kâğıtiarı karıştırdım, dola- * ba, çekmecelere, ceplerime bak- tam; yok.. yok.. Haas... Tamire gittiği neden sonra aklıma geldi. Saat gibi insanlar da sık sık tamire giderler. O halde fark mı var aramızda... Biz de zamanımızı tayin edebiliriz.. Herhalde snat yedi buçuk var- dır diyordum, Bu &rads radyo da imdadıma yetişti, ve saniye çap- maz hassas gonk sekiz buçuğu vurarak beni yalancı çıkardı. Fa- kat ben de onu suğturarak ceza- landırdım. Sonra birden şaşırdım; acaba bugün neden saat ayarı sekiz bu- çukta veriliyor. Hergünden bugü- nün ayrılığı nedir? Hatıra defterimi oçıkardım, yaprakları çevirdim; bugünün ne olduğunu anlamak ietiyorum, Ye- kat günlerdenberi bu deftere tek kelime yazmamışım.. Şimdi yaza- yım diye bir karar verdim, Düşünüyorum; acaba alı ne yaplam. Neler olmuştu o gün! Hatıralarımı unutmam ama, basılarını kaybeder sonra yine bulurum. Böylece bir kaç sayfa doldurdum. Ams yine eski deri karşıma dikildi. Bugün nef M8 — Servetifünun — 2415 AR Kitabından Masanın üzerindeki gazetelere saldırdım, bir yığın ayrı ayrı ta- rih ve günler.. . Nihayet bizim sokaktan haf- tada bir defa, geçen inatçı sesli gazete satıcısı bana bu mühim hakikati öğretti: Pazardı bugün.. Öyle ise radyo sekiz buçukta başlamakta haklıymış.. Karşıdaki kız kimbilir belki yeniden yhtağına girdi. Sıcak ya- tağını yalnız bırakmaya kıyamadı. Güneş sokağı bol ışıkları ile öpmeye hazırlanıyor.. Sabah bütün güzelliği ve can- hlığı ile pencereme pembe ipekten bir tül perde gibi indi. Ona uzattığım 25 kuruştan, ba- na geri verdiklerini alıp bakma- dan cebime atıp, pulları teker te- ker, itina ile yapıştıracanğım. Üzüm gözlü kız zarfı üstün- deki ismi bir yan gözle okuyup, hafifce öksürecek; eğer biraz dik- , kat edersem onun dudaklarının manalı bir istifhamla buruştuğunu görebilirim. Mektubu ona uzatacağım, İn IYOR! İkinci parça kat o: «bütfen kutuya» diye ih- tar edecek. Mektubu kutunun ağzına kadar getireceğim, Ondan sonra,.. mek- tubu ya içeri atarım, yada at- mam... Şaşkın halimi gören üzüm görz- lü kızın heyret dolu bakışları el- tnda sıkılarak dışarı fırlayacak, kendimi, ve dünyayı unutacak bir yer, bir eğlence arayacağım. Elim şakağımda bütün bunlar kafümda bir filim gibi uzar gider- ken, taze bir gülüş birden bu fil- mi kopertti. Karşı pencerede bir genç kız neşesini sabaha hediye ediyordu. Gülüşleri bana kadar uzanıyor. Hatta rüzgâr bana onun ağzından henüz çıkmamış sesleri bile geti- riyor veya bana öyle geliyor. Bütün düşüncelerim şimdi on- da toplandı. O beni görmüyor, fakat ben o- nu görüyorum. Acaba bu kim, dl. ye bir sual kafama çengel takdı. — Devamı 35 de — Gidiyor Mevsim suya doğru akıp gidiyor, Günler melül melül bakıp gidiyor, Yolunda ne varsa, gönüller gibi, Hepsini bir hosret yakıp gidiyor. Bu hasret taşıyor gökten, topraktan, Sessizce bükülen yetim dudaktan, Daha dün yakınken şimdi uzaktan Gençlik şimşek gibi çakıp gidiyor. Halit Fahri OZANSOY