Dedenin Zıyareti — 145 inci Sahifeden Devam — laz, döşek ve yastıkla çabucak do- natılmıştı. «Dede> nin tam karşısına isubet eden kalın direkteki çiçekliğe üç çıra yerleştirilmişti. El öpen kadınlar, duvar dibinde makata oturuyorlar, kat'iyen ko- nuşmuyorlardı. Arada bir, kaça- mak bakışlarla “Dede, yi geyredi- yorlardı. Hava iyice kararmış, çiçeklik- teki çıralar yakılmıştı. birer ikişer akına başlıyan erkekler, malüm merssimden sonra &ol turaftaki makata geçerek çöküyorlardı. Artık köyün bütün evlileri oda içine dolmuş, kapı kapatılmıştı. İçerde, derin bir süküt vardı. Bazlı nefes alışlar bile duyuluyor- du. Kapı tarafı, karanlık denecek derecede loştu. Öksürürken kıpır- dıyanların gölgeleri, duvarda ha- reketler yapıyorlardı. Kaçamak bakışlar, mütemedi- yen cigara içen «Dedesnin iğik başını, hep ayni vaziyette görü- yorlardı. «Dede», bazan, köy hakkında sualler soruyor, içerdekilerin en yaşlılarından biri kısa kısa cevap- lar verdikten sonra tekrar o derin süküt başlıyordu. Gündüzkü sıcak- tan eser kalmamıştı. Odada, cigara dumanı ve goluklar olmasa hava serin denebilirdi. Dışardan köpek bhavlamaları, eşek anırtıları ve öküz böğürtüleri geliyordu. Bu sükütun en hâkim bir za- manında kapı gıcırdadı ve bütün başlar oraya çevrildi. Hattâ, “De. de,, bile başını kaldırmıştı. Gelen, “Dede, yi ilk kargılıyan Besiydi. Genç kadın, iki elinin on parmağı ile yakaladığı rakı kupasına baka rak ak sakallı adama doğru iler- ledi. yüzü, kıpkırmızıydı. Kork korka yürüyerek «Dede» nin önüne geldi. iki elinin on parmağıyla ya- kaladığı büyük kupanın dökülme- mesine itina ederek kolları havada, dizçöktü. Heyecandan, dik göğsü, hızlı hızlı inip kalkıyordu. Başını, kolları arasına sokarak iki kat ol- du. Ateşli dudaklarını evvelâ «8e- yida in oturduğu posta, sonra di- gine değdirdi. ve başını, kolları arasından çıkararak doğruldu. Yü- zü, bir gelincik kadar kızarmıştı. Bu &srada, boya nedir bilmiyen şeffaf dudaklarına uzanan kalın damarlı eli öperken heyecanının fazlalaştığı dizçöktüğü yerden kı- pırdıyan semiz vücudünden bel- liydi. Öpülen el geri çekilmiş, fakat, genç kadının göğsü hizasına kadar kaldırarak sunduğu rakı «kupa» sını almak için tekrar ileri uzan- mıştı. “Dede,, «bade» yi, iki elinin parmaklarıyla kapatmış, yarı ara- luk gözlerini genç kadına çevir- mişti. Ve bu gözlerdeki garip pa- nli, genç kadını, farkedilir bir şekilde titretmiğti. -— Eyvallah bacım... Eyvuliah galtanım. Ve kupayı içerdekilere doğru uzatarak : — Nurn, iman olsun. Diye haykırdığı zaman eller, göğüslere;varmış, bütün başlar iğil- mişti. Ode, boğuk, karmakarışık bir gürültüyle uğuldadı: — Saatler olsun, Seyyid... Seyid, bu uğultu arasında ka- dehini kaldımdı ve bir hamlede içti. Büyük yumruğunun tersiyle ıslak bıyıklarını düzeltirken : — Sofra getirlu, dem getirin!.. Diye etrafına bakarak haykırdı, Ve sonra, ahenktar sesiyle şu mıs- raları okudu: İrfan meclisinde niyaz kılınır, Huri, "gılman bu mecliste bulunur Dudu kumru gibi sazlar çalınır, Sazlarda çalınan Hacı Bektaş. Bütün bakışlar, Dedenin &0l böğründeki birisine çevrildi. Saz çalacak adam, buydu. Yakışıklı, dinç yapılı genç, simsiyah bıyık- larının gölgelediği etli dudaklarını aralıyarak “Dede,, ye baktı. Zaten, ondan Yeni bir emir almağa lüznm yoktu. Çünkü, yukardaki mısralar, sazın başlamasını emrediyordu. Genç adam, sazını göğsüne da- yamış, <« Dede>nin başiamasını bekliyorân. Bekliyen yalnız © de- gildi; odadakilerin hepsi, bu coş- knn sesin gürlemesini, bu davudi sesin ruhtan ruha bal birakması- nı sabırsızlıkla bekliyordu, Bu sırada, tepsiler içinde raki ve et getirilmiş, oturanlara dağı- tılmağa başlanmıştı. Kiraz poşusu ile örtülü fesiuin etrafındaki çil altınlarını, yürürken çşıngırdatan genç Besi de, «Dede» ye, biraz ev- velki merasime tekrar “dem,, sun- mtüştu. Artık, herkes zevk ve şevkle içiyordu. Birkaç çay kupası, ağız- dan ağıza dolaşıyor, lokma halin- deki et parçaları ağızlara atıldık- tan sonra bıyıklar ollerin tera ta- rafları ile düzeltiliyordu. Kadınlar bile, yüzlerini burug- turarak birer yudum aldıktan son- ra kadehleri yanıbaşlarında otu- ranlara uzatıyorlardı. Fakat, öyle kadınlar göze çarpıyordu ki, yüz- lerini buruşturmıyorlar ve rakıyı su gibi içiyorlardı. Seyid, önündeki peşkirle du- daklarını sildikten soura, dizi di- bine oturmuş olan genç kadına baktı ve önünden geti kaldırılan bir değirmen bendi çağıldıyan ahenktar sesiyle okumağa başladı. Saz, ona refakat ediyord: Minnet eyledikçe aksine döner, Etmiyelim çarkı devrona minnet, Gecede muhabbet şulesi yanar, Hacet değil mehtaba minnet 1. Gönüllere, muhabbetin şulesin- den kıvılcımlar saçılmağa başlan- mıştı sanki. Dudekları birbirinden ayrık kadınlar, vecd içinde salla- nıyorlardı. Her gün hayatı bir dü- şüncenin bulutu ile kararan gönül- lerde, bu akşam, südece aşkın şu- leşi yanacaktı, Ezberden okuduk aşk kitabını, Anladık da hayfın her sevabını. Sanki, sunma bize hayat âbını; Kalmamıştır âbı hayata minnet!.. Seyyid, sağ elini yumuşak sa- kalına yaslamıştı, Islak gözleri, diri dibine kıvrılmış olan genç Besi'de idi. Tesbihli eliyle bazan saz çalan yağız çehreli adama işa- retler veriyordu. — Sonu gelecek sayıda — Mliliyetin Felsefi ve Türklerde Ulusal inanç İçinde 26 Türk mütefekkirinin ya- zıst vardır. Mukaddimeyi yâpan: İZZETTİN METE TAVSİYE EDERİZ. 167 — Servetifünun — 2400