ga AMAN dine zorla bir yol açtı ve fesliğen- lerle süslü bahçeye çaresiz bir na- zar attı: bütün çiçekler çiğnenmiş bir iki taş yerinden tırlamış ve kü- çük bahçeyi yoldan ayıran uzun ve İnce odunlar yerlerinden fırlamıştı, Kadri efendinin evini, Süleyman beyinkinden ayıran avlu bir bez gibi ortasından yırtılmış bir tarafa yan yatmıştı. : Yazlağıda bir kaç şaşkın çehre toplanmıştı. Mahmut'un aklına dön- mek geldi, Fakai, müteredditadım- larla ilerledi. Gruptan ona doğru, umursamı- yan, şaşkın dağınık, perişdu bakış- lar uzandı. Aralarına girdi ve gözlerin en ürkeğini buldu: Kadri ofendi, şap- kawız elinde kalın bir sigara, göz- ler fırlamış (fakat şaşkınlıklarını içinde tebessüm ile feryad arası bir pırıltı var), elleri sallanıyor, benizi yokolmuş, sanki kanburu biraz da- ha büyümüş ve boyu daha kısal- mıştı. Mahmut, mendille parmakları sarılmış buz gibi soğuk bir el grk- tı: -- Geçmiş olaun, hocam... Alevleriu bir ân bile sönmediği yeşil gözler Mahmut'unkilere dikil- di: — Teşekkür ederim... Teşekkür ederim... Dostlar, eksik olmasın!. Kadri efendinin sesinde bir âzâp, bir nâra sezilmekteydi. Sonra, etraflarını, o şaşkın, o perişan, o hayretten donakalmış çehreler çevreledi, Büyük taaccübün, esareti altı- ns aldığı yüzlerden tebessüm ve hattâ şuur uzaklaşmıştı. Mahmut, birer - birer bütün çeh- releri ölçtü: herbiri yeknesak bir ürkeklikle büyük bir korkuyu beş- kil ediyordu. Gözleri o fecii hava- dan kurtulmak endişesiyle çevreyi aştı ve kırılan camlara &ivası dö- külen duvarlara, bir akşam evvel. ki şarkı söyledikleri odanın içine kaydı. Ve ancak o zman faciaya işti- rak eğebildi. Anlıyamadığı bir el gözlerinin sarnıcını doldurdu... O ağır havanın sükünetini, Kad- ri efendinin aceleci sesi kesti: — Mahmut bey... Hocam... İçe- ri geçin... İşeri... Kusura bakma, şaşkınlık... Ve eliyle yığım ikiye bölerek Mahmut'u içeri doğru çekti. Mahmut, minderin köşesinden pervasızca odanın her tarafına hir tükürük koyuvererek anlatan Kad- ri efendinin ağzının hareketlerini takip ediyordu: Mor dudaklar da heyecan gecesinin bıraktığı hafif bir titreklik, odanın bezle kapan- mıŞ, yan penceresinin verdiği gölge içinde scayip bir hava yaratıyor- du: — “ Sen gittin.., Ev sahibi ile biraz daha anlattık... Sonra Nec- det uyudu... Bende pencere boyuna oturup bir tguika daha attım... Utla bir şarkı çalayım dedim... Duvardan alırken birden Çakal delicesine sal- mıyaf*) başladı... Senin bir şey söy- lemek için geri geldiğini zannettim ve pencereyi açip: — Kim o? diye seslendim. Cevap gelmedi. Çakal daima se- sirni duyduğu zaman pencerenin al» tına koğar. Bu sefer sesimi duyun- ca daha çok hırlayıp, salmıya ko- yuldu... Ev sahibi bana: gi er galiba yabancı geldi, bir bak!.. di uyanmıştı. Feneri eli- me aldım tam çıkacağım vakit, Ça- kal'ın sesi birden kesildi. — Her halde, diye düşündüm, komşu köpeklerden biri geçti de bizimki ona çıkıştı. Kadri efendi, titrek ellerinle yerdeki tütünden kalın bir sigara daha kıvırdı. Ayağının ucundaki (91 havlamaya it minderin üzerine büyükçe bir tük- rük koyverdikten sonrs yanındaki- lerden birininkile sıgarasını yektı ve heyecanlı sesiyle, ellerini şaşkın gözlerinin hizaşina götürerek anlat- maya devam etti: — ... Fakat arsadan dört - beş gerilimi geçti, birden Çakal uluma- ya koyuldu... Ama bu defaki uln- ması hiçbirine benzemiyordu... Her ağzını açışında bir. ölüm havası ve nihayet cançekişen bir canlının bunu vermek isteme- yişinin bıçkırığı vardi. Tüylerim diken - deken oldu. Feneri aldım, tüfeği duvardan kavradım ve ceke- timi bile almadan dışarı fırladım. Çakal, dâlma durduğu yerde yok- ta... Ortahkta da bir mezar sükü- peti hükümrandı. Sâdece yiğin (1| esen yel kara dudun yapraklarında Çakal'ın iniltisini taşıyor gibiydi. O tarafa yürüdüm... Heyecandan elimde benimi» beraber titreyen fenerin ışığına gözüm takılınca bu- nur fitilinin fazla çıkmış olduğunu gördüm. Camını isliyordu. Duru düzelteyim, dedim, Feneri kaldır- dım ve fitili kıstım. Gözlerime ışık âokanmıştı, feneri elimden indirin- ce önümü göremez oldum. Önüm sanki örümcek ağlarıyla doluydu ve devamlı olarak örümceekleşiyor- du. Sendeliye sendeliye yürürken ağacın altından kalın bir ses: — Devamı gelecek sayıda — İt) hafif Bugün ve yarın, Üper gibi Yaşamok, yaşamak, Hulya Üstünde Filistin kuşlarının Uçmadığı bir adada yaşamak.. Sahilde yeşil çamların, Yalnız benim olan akşamların Dinleyip ilâhi sükütunu, Bir enne yüzünü, bir yâr vücudunu - Memleketimin sularını okşamak.. Üstünde Filistin kuşlarının Uçmadığı bir adada yaşamak.. Halid Fabri OZANSOY 101 — Servetifünun — 2395 Enn vi nan